Allahü
teâlânın sevgili kullarının en büyüklerinden. Dünyâ ile ilgisi yoktu. Hep ibâdet
eder, günahtan çok korkardı. Edebde bir tane ki idi. Zamanında "Müeddib-i
Evliyâ" (Velîlerin terbiyecisi) diye meşhûr oldu. Aslen Tirmizli olan bu mübârek
zâtın ismi Muhammed bin Ömer olup, künyesi Ebû Bekr, lakabı da el-Varrâk'tı. "Müsned"
sahibi Ebû Abbâs, Tirmizî'nin dayısı idi. Ahmed bin Hadraveyh ve Muhammed bin
Ali Hakim et-Tirmizî gibi büyük âlim ve evliyâların derslerinde ve sohbetlerinde
bulundu. Belh'te yerleşti. Riyâzet ve âdâbla ilgili kitaplar yazdı. Zamanın
büyükleri nefsini terbiye etmiş mübârek bir zât olduğunu söylerlerdi. Tirmiz'de
vefât edip, oraya defn edildi. 280 (m. 893) yılından önce vefât ettiği tahmin
edilmektedir. Ömrü boyunca Hızır'la (a.s.) görüşmeyi murâd ederdi. Hergün
kabristana gider gelir ve bu arada bir cü'z Kur'ân-ı kerîm okurdu. Birgün yine
bu maksatla evinden çıkarken, kapıda nûrânî yüzlü bir ihtiyar kendisine selâm
verip, "Benimle sohbet etmek ister misin?" diye sordu. O da "İsterim" deyince,
beraberce konuşarak kabristana gidip geldiler. Evin kapısına "gelince, o nûr
yüzlü ihtiyar? "Bunca zamandır görmek istediğin Hızır (a.s.) benim. Benimle
sohbet edeceğim derken bugün bir cüz Kur'ân-ı kerîm okumaktan mahrum kaldın.
Hızır'la (a.s.) sohbet etmenin sonucu bu olunca, diğer insanlarla konuşmanın
neticesi ne olur?" buyurdu.
Biricik oğlunu
mektebe gönderdi. Birgün çocuğun benzinin sararmakta, bedeninin titremekte
olduğunu gördü. Sebebini sorduğunda: "Hocam bana bir âyet-i kerîme öğretti. O
âyette cenâb-ı Hak "Eğer siz (dünyâda) küfrederseniz
çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günde
(kıyâmet gününün şiddet ve azabından)
kendinizi nasıl
koruyabilirsiniz?"
(Müzzemmil sûresi) 17. âyet) buyuru-yordu. Bu
âyetin şiddetinden böyle oldum" dedi. Çocuk hastalandı. Bir müddet sonra da
vefât etti. Babası Ebû Bekr el-Verrâk oğlunun mezarının başında ağlayarak kendi
kendine şöyle dedi: "Ey Ebû Bekr! Çocuğun bir âyet işitmekle hastalanıp can
verdi. Bunca yıldır Kur'ân-ı kerîm okur hatmedersin. Sana birşey olmuyor. Yoksa
kalbin taş mıdır?"
Kâ'be'yi
ziyâret için giderken yolda yaşlı bir kadın; "Delikanlı sen kimsin?" diye sordu.
"Garip bir adamım" deyince de "Rabbinle beraberken, O'nun yolunda yürürken,
gurbetin verdiği sıkıntıdan şikâyet mi ediyorsun?" şeklinde sordu. Ebû Bekr
Verrâk, yürüyecek takati kalmayıp dona kaldı. Orada ona ma'nevî kapılar açtılar.
"Dile bizden dilediğini" dediler. O da "Yâ Rabbî! Sen bilirsin ki,
Peygamberlerin (a.s.) ve yaratılanların serveri olan Muhammed aleyhisselâmın
başına her türlü dert ve belâ geldi. Halbuki sen hiçbir kimseye hayırdan başka
birşey vermezsin. Belâya katlanmaya takatim kalmadı. Bulunduğum çaresizlikten
beni kurtar" diye yalvardı.
Vefâtından
sonra rü'yâda gördüler. Benzi sararmış bir hâlde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Sebebini sorduklarında "Gömülü bulunduğum şu kabristana defn edilen
cenâzelerden, onda biri bile mü'min olarak ölmemiş" buyurdu, "Öldükten sonra
sana nasıl muamele edildi?" diye sorduklarında: "Elime bir sevab ve günah
defteri verildi. Bunu okurken bilmediğim bir günahta amel defteri baştan başa
simsiyah oldu. Geriye kalan kısmını okuyamadım. O sırada bir nida geldi ve
"Dünyâda iken lütuf ve ihsanımız olarak bu günahını gizlemiştik, burada
açıklamak bize yakışmaz, affettik" buyuruldu.
Talebelerinden
Bekr-i Sugdî, "Ebû Bekr-i Verrâk, ibâdetini Allahü teâlâyı ta'zim için yapardı.
Ondan karşılık almak için değil" derdi.
Bir başka
talebesi anlatır: Ebû Bekr-i Verrâk ile beraber yoldaydık. Üzerindeki örtünün
bir tarafında (Ha) harfi bir tarafında (mim) harfi vardı. "Bu nedir?" diye
sordum. "(Ha) harfini gördüğüm zaman ihlâsı hatırlamak, (mim) harfini gördüğümde
mürüvveti hatırlamak için onları yazdım" buyurdu.
Yine
talebelerinden Hâşim-i Sugdî nakleder:
Ebû
Bekr-i Verrâk buyurdu ki: "Çok uyumak, çok yemek, çok konuşmak gönlü
katılaştırır." "Çok sözden muradım hayır ve serden, bahsederken sarfedilen
sözlerdir. Hiçbir işe yaramayan kelimeler ise, değil katılaşıtırmak, kalbi
öldürür bile."
"Dünyâ peşinde
koşanların yanında, ilim ve ma'rifetten bahseden kimse arif değildir."
"İnsanlar da üç
sınıf önemlidir: Devlet adamları, âlimler ve zâhidler. Devlet adamları
bozulunca, halkın huzuru bozulur. Âlimler bozulunca, halkın dîni zayıflar.
Varını yoğunu Allah yolunda ir harcayan zâhidler bozulunca da, ahlâk fesada
uğrar. Devlet adamlarının kötülüğü zulüm ile, âlimlerin bozukluğu hırs ve tamah
ile, zâhidlerin bozulması da riya ile olur."
"Uzuvlarını
nefsinin istekleriyle tatmin ederek memnun eden, kalbine pişmanlık ağacı dikmiş
olur."
"Tamahın
babası, takdir edilen rızık konusunda şüpheye düşmek, san'atı aşağılanıp
horlanmak, kazancı da mahrûmiyettir."
"İyiliği görüp,
kıymetini takdir ederek ona karşı saygılı olmak, ni'metin şükrüdür."
"Çok defa Allah
rızâsı için iki rek'at namaz kılar, selâmdan sonra O'na lâyık ibâdet yapamadığım
için kendimi hırsızlıktan tövbe eden biri gibi suçlu hissederim."
"Yiğit o
kimsedir ki, onun hiç düşmanı olmaz."
"Derviş, dünyâ
ve âhırette mes'ûddur" sözünün ma'nâsı soruldu. "Dervişten dünyâda sultan vergi
almaz. Âhırette Allahü teâlâ hesap sormaz" buyurdu. "Arifin konuşması çok
güzeldir1 Fakat susması daha faydalıdır."
"Hakka
ma'rifeti doğru olanın, heybet ve haşyeti çok olur."
"Kötü huydan,
harâmdan sakınır gibi sakınınız."
"Allahü teâlâ
ile kendi aranda doğruluğu, halkla kendi aranda da yumuşaklığı sağla."
"Bereketin
anahtarı, sebat ve sabırdır, irâde ancak bunlarla sıhhate kavuşur, "İrâde
sıhhate erince, artık herşey senin içindir.".
"Yeterli ilme
sahip ve ehil olmadan kelâm ilmiyle uğraşmak, insanı'dinsizliğe götürür."
"Fıkıh
öğrenmeyip tasavvufla uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip
tasavvuftan haberi olmayan bid'at sahibi, ya'nî sapık olur. Her ikisini edinen
hakikate varır."
"Fâsıkların
alçakgönüllü olmaları, sâlihlerin gururlanmalarından daha iyidir."
"Avamın
(sıradan halk) kalbleri saf, dilleri temiz olmalı ve namusunu korumalıdır. Bu
huylardan nasipsiz olanların işi gücü kötülük olar. Onlar şeytana iş
bırakmazlar."
"Âlimler
bozulunca din ortadan kalkar, çünkü âlimler dînin bağıdır. Bağ çürüyünce neyi
bağlayabilir?"
"Kötü istekler,
insana hâkim olunca kalb kararır. Neticesinde sine daralır, huy kötüleşir,
sevilmez olur. Zulmetmeye başlar. Bu artık insan değildir, insan kılığında bir
şeytandır."
"Belânın gelişi
çeşitlidir. Bunlardan biri ihtilâftır. İhtilâf, düşmanlığa sebeb olur. Düşmanlık
da, ortalığı belâ ve âfetlere boğar."
"Nefsine âşık
olan, kibirli, kıskanç, aşağı ve hakîrolur."
"İhlâs sahibi
mi olmak istiyorsun, önce baş olma sevgisini kalbinden at. Sonra kendini
kimseden üstün görme."
"Bir kimse
âlimlerin bildiği herşeyi bilse, en anlayışlı insanların anlayışlarının hepsine
sahip olsa, sihirbazların bütün usûllerini bilse; bütün bu hasletlerini toplayıp
nefsinin bir ayıbını hile gizleyemez. O-nun için tek çâre, Hakka sâdık
olmaktır."
"Seni Allaha
yaklaştıran şey, ihtiyâcını ondan istemendir. Halka sevdiren şey de onlardan bir
şey istememendir."
"Sabahleyin
insanlara bakar; kimin helâl, kimin harâm yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz,
boş lâf ve sövüp saymakla dilini açarsa, o harâm yemiştir. Kim ki, dilini Allahü
teâlânın zikri ve kelime-i tevhidle açar ve istiğfârla meşgul ederse, bilirim
ki, o kişi helâl yemiştir."
"Zühd, (Arapça'da)
üç harftir Z, zîneti terk; H, nefsin isteklerini terk; D, dünyâyı terk etmek
demektir."
"Tevekkül,
geçmişe üzülüp, gelecekle ilgili hayâller kurarak kıymetli vakti harâb
etmemektir."
"Ahlâkın
bozulması, fâsıkların sâlihlere, zâlimlerin âdillere ve kâfirlerin müslümanlara
galibiyetini gerektirir."
"Mü'minin dört
alâmeti vardır. Dili zikreder, sessizliğinde tefekkür eder, ibret nazarıyla
bakar, hayırlı amel işler."
"Hikmetin
birinci hususiyeti sükût edip, ihtiyaç miktarı konuşmaktır."
"Allahü teâlâ
bir kulundan sekiz şey ister. Kalbin; Allahü teâlânın evine hürmet,
yarattıklarına şefkat etmesi. Lisanın; Kelime-i tevhidi söyleyip, yaratıklara
yumuşaklıkla muamele etmesi. Bedenin; ibâdet ve tâatte bulunup, mü'minlere
yardım etmesi. Huyun; Allahü teâlânın hükmüne sabır gösterip, yarattıklarına
karşı halîm-selîm olması."
"Büyüklerden
birinden duydum; Şeytanın bir mü'mini yoldan çıkarma taktiği şudur: O, bir
mü'mine ilk önce "kâfir ol" diye vesvese verecek kadar budala değildir. İlk önce
onu mubahlara karşı hırslandırır. O, mü'min nefsinin helâl isteklerine esir
düşünce de, işini daha da kolaylaştırmak için günah işlemeye teşvik eder ve
sonunda "Kâfir ol" teklifini vesvese yoluyla yapar."
"Akıllılara
tâbi ol, dünyâya düşkün olmayanlarla güzel geçin, câhillere karşı da sabırlı
ol."
Dâima seninle
olması gereken beş şey vardır. Bunlar, Allah, nefs, şeytan, dünyâ ve halktır.
Eğer bunlara karşı şu beş şeyi tatbikte muvaffak olursan se'âdete erersin.
Allahü teâlânın emirlerine itâat e-dip, yaptığı herşeyi beğenip râzı olmak,
nefse muhalif olup, şeytana düşman olmak, dünyâdan sakınmak, halka karşı da
şefkatle muamele etmek lâzımdır."
"Halktan Uzak
durmadıkça Hakla beraberliği düşünme, dünyâ ile meşgul olduğun müddetçe
tefekkürü düşünme, gönlünü makam ve mevki düşüncesinden temizlemedikçe de ilham
ve hikmeti düşünme. Çünkü bunlar birbirinin bulunduğu yerde bulunmazlar."
"Allahla kendi
aranda doğruluktan, nefsle kendi arandaki işlerde sabırdan ayrılma."
"Kalbin altı
hasleti vardır: Hayatı ve ölümü, sıhhati ve hastalığı, uyanıklığı ve uyuması. O,
hidâyetle diri olur. Dalâletle ölür. Temizlik ve saflıkla sıhhat bulur. Dünyâya
meyletmek ve kararmakla hastalanır. Zikirle uyanır, gafletle uyur. Bunlardan her
birinin alâmetleri vardır Kalbin diriliğinin alâmeti; iyiliğe rağbet, kötülükten
el çekmek ve hayırlı amel işlemek, ölümü de bunların tersidir. Sıhhati bunlarla
sıhhat ve lezzet bulması, hastalığı da tersidir. Uyanıklığının alâmeti duyması
ve görmesidir. Uyuması da sağırlığı ve körlüğüdür."
"Dünyâ
rahatlığının peşinden koşmak, dünyâ ve âhırette sıkıntıya sebep olur. Dünyâyı
terk edip Hakka yakın olmak, sevabın rahatlığını getirir. Nefsinin arzularını
terk eden, onların musîbetlerinden de kendisini korumuş olur."
"Arifin edebi,
başlangıçta günâhlarına yaptığı gibi, bütün işlediklerine tövbe etmesidir."
"Seçilmişlerin
kalbleri temiz, ahlâkları güzeldir. Onlar insanların önderleridir, insanları
hayırlı amellere da'vet eder, sultan ve devlet adamlarına emr-i ma'rûf nehy-i
anil münker yaparak huzur ve asayişi sağlarlar. Âlimler doğru haber verirler,
halk zahir işlerle uğraşır. Seçilmişler bozulduğu zaman yalancılar hâkim olur,
hakikate kehânet, ihlâs sahiplerine vesvese galip gelir."
KAYNAKLAR
1)
Sıfat-üs-safve cild-4, sh-129
2) Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-106
3) Tezkîret-ül-evliyâ
cild-2, sh-86
4) Tabakât-ı
sûfiyye sh-221
5) Nefehât-ül-üns
sh-174
6) Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-235
7) Risâle-i
Kuşeyrî sh-128
8) Mu'cem-ül-müellifîn
cild-11, sh-97
9) Keşf-ül-mahcûb
sh-142
|