Evliyânın
büyüklerinden. Künyesi Ebû Nasr olup, asıl adı Bişr bin Hâris Abdurrahmân
el-Hafî'dir. Kısaca Bişr-i Hafî olarak tanınmıştır. Bişr-i Hafî Merv şehrinin
Bekird bölgesinde 150 (m. 767) senesinde doğmuş, Bağdâd'da yaşamıştır. Hadîs,
fıkıh ve tasavvuf ilminde büyük âlimlerden olmuştur. Yedi sandık dolusu hadîs
kitabını ezberlemişti. Tasavvufta yüksek makamlara erişmiş olan Bişr-i Hafî
(r.a.) 227 (m. 841) yılında Bağdâd'da vefât etti
Bişr-i
Hafî, devrinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf
öğrenmiştir, İbrâhîm Sa'd, Abdurrahmân bin Zeyd bin Eslem, Hammâd bin Zeyd,
Şüreyk bin Abdullah, Muafa bin İmrân Mûsulî, Abdullah bin Mübârek, Ali bin
Müşhir, Îsâ bin Yûnus, Abdullah bin Dâvûd el-Hayrî, Ebû Muâviye ed-Darîr, Zeyd
bin Ebi'z Zerga ve daha birçok âlimlerden ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf rivâyet
etmiştir.
Bişr-i
Hafî'den, Nuaym bin Heydâm, Muhammed bin Heydâm; İbrâhîm bin Hâşim bin Muskan,
Nasr İbn-i Mansûr, el-Bezzâr, Muhammed bin el-Müsennâ, Sırrî-yi Sekatî, İbrâhîm
bin Hâni en-Nişâbûrî, Ömer bin Mûsâ el-Celâ gibi birçok âlini ders almış ve
hadîs-i şerîf okumuştur.
Gençliğindeki
hatâlardan dönüp doğru yola girmesi şöyle anlatılır: "Birgün, sarhoş bir halde
giderken, üstünde Besmele yazılı bir kâğıt buldu, içi sızlayıp yerden aldı.
Öpüp, çamurlarını silip, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp, evinin
duvarına astı. O gece âlim ve evliyâ bir zâta, rü'yâda, "Git Bişr'e söyle!
İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim, ismimi büyük tuttuğun gibi, seni
büyültürüm, ismimi güzel kokulu yaptığın gibi, seni güzel ederim, izzetime yemin
ederim ki, serün ismini dünyâda ve âhırette temiz ve güzel eylerim" dendi. Bu
rü'yâ üç defa tekrar etti. Sabah Bişr-i Hafî"yi arayıp meyhanede buldu. Mühim
haberim var diye içerden çağırdı. Bişr geldiğinde "Kimden haber vereceksin?"
dedi. "Sana Allahü teâlâdan haber vereceğim" deyince, ağlamaya başladı. "Bana
kızıyor mu, şiddetli azâb mı yapacak?" dedi. Rü'yâyı dinleyince arkadaşlarına,
"Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda
göremiyeceksiniz" dedi. O zâtın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında
ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara, "Söz
verdiğim zaman yalın ayaktım, şimdi giymeye haya ederim" derdi! Ayakkabı
giymediği için kendisine "Hafî" (yalınayak) denilmiştir.
Hânbelî
Mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafî'yi çok sever, devamlı yanına
giderdi. Talebeleri "Siz âlimsiniz. Hadîste, fıkıhta, ictihâdda ve bütün iKmler
de eşiniz yoktur. Niye Bişr-i Hafî gibi birini sık sık ziyâret ediyorsunuz?"
dediklerinde, "Evet, dediğiniz ilimleri ondan iyi bilirim. Fakat o, kalb
ilimlerini benden iyi bilir" derdi.
Bişr-i
Hafî'ye, bu ilime, yüksek derecelere nasıl kavuştun diye sorduklarında. "Az
yemekle" deyip, "Yiyip gülen ile, yiyip ağlayan aynı olmaz" büyürdü.
Bütün ömrünü
ilim öğrenmekle ve öğretmekle geçirdi. Son derece şüphelilerden sakınırdı.
Konuştuğu zaman etrafa ilim, ahlâk, hikmet kokuları yayılırdı. Vefât ettiğinde
cenâzesini sabah evden çıkardılar. Fakat o kadar çok kalabalık vardı ki, ancak
gece kabristana varabildiler. Kendisini rü'yâda görüp, "Allahü teâlâ sana ne
muamele etti?" diye sorduklarında; "Benim cenâzemde bulunanı ve kıyâmete kadar
beni seveni affeyledi" buyurdu.
Bişr-i
Hafî hazretleri hayatta olduğu süre içinde Bağdâd'daki hayvanlar, yalın ayak
gezdiği için o-nun hürmetine yolda pislemezlerdi. Birisinin hayvanı bir gece
yolda pisledi. Üzülerek Bişr-i Hafî öldü dedi. Baktılar ki gerçekten vefât
etmiş.
Birgün
Bişr-i Hafî (r.a.) rahatsızlanarak tabîb Abdurrahmân'a gitti. Ne gibi yemekler
yiyeceğini sordu. Tabîb de, "Bana soruyorsun, fakat tavsiye ettiğim zaman
tavsiyeme uymuyorsun" dedi. Bişr-i Hafî de; "Hayır, uyacağım" deyince, tabîb:
"Sirke ve baldan yapılmış sekencebini (mayhoş suyu) içer, ayvayı soyup yersin.
Sonra da sıcak çorba içersin dedi. Bunun üzerine Bişr-i Hafî "Sekencebin'in
yerini tutacak daha iyi birşey bilmez misin" diye sordu. Tabîb "Bilmem" dedi.
Bişr-i Hafî; "Ben bilirim" deyince, tabîb "Söyle bakalım nedir?" dedi. Bişr-i
Hafî: "Hurdeba (göynük otu) sirke ile beraber" dedi. Sonra "Ayvanın yerini
tutacak ondan daha ucuz birşey bilmez misin?" diye sorunca tabîb, "Bilmem"
deyince, "Ben bilirim" dedi ve keçi boynuzunu anlattı. Keçiboynuzundan daha
iyisini sordu. Tabîb, bilmem deyince, ona da nohut suyu ile inek yağını anlattı.
Bunun üzerine tabîb Abdurrahmân, "Sen tıb ilmine benden daha iyi vâkıfsın o
halde niçin bana soruyorsun?" dedi.
Ebû
Abdullah Kâdî, "Babamın şöyle anlattığını işittim: Bağdâd'da bir tüccar
arkadaşım vardı. Çok zengin idi. Birgün baktım bütün malını mülkünü fakîrlere
dağıtmış, iyi bir müslüman olmuştu. Bunun sebebini sorduğumda, bana şöyle
anlattı: "Birgün Bağdâd'ın bir câmisinde Cuma namazı kılmaya gittim. Namazı
kıldıktan sonra gördüm ki, Bişr-i Hafî câmiden çıktı. Acele acele bir yere
gidiyordu. Ben kendi kendime, zühd ve takva sahibi bir zât nereye böyle acele
gidiyor diye merak ederek onu takip ettim. Gördüm ki, önce bir firma gidip ekmek
aldı, sonra kebab yapan bir yere gidip kebab aldı. Daha sonra helvacıdan helva
aldı. Ben kendi kendime böyle bir zâtın bunları alıp yiyeceğine kızdım. Fakat
nasıl yiyeceğini merak ederek takibe devam ettim. Bir süre sonra bir köye vardı.
Köyün câmisine girdi. Baktım ki câmide yatalak bir hasta vardı. Bişr-i Hafî
aldıklarını lokma lokma bu zâta yedirdi. Ben bu arada köyü merak edip neresidir
diye biraz dolaştım. Sonra hastanın yanına gittim. Bişr-i Hafî'yi sorunca,
Bağdâd'a gitti dedi. Burası Bağdâd'a ne kadar uzaklıktadır diye sordum. Bana 40
fefsahdır(240 km) dedi. Ben bunu duyunca, benim bu yolu gidecek param yok.
Burada kimseyi tanımam ve bu yolu yüreyemem dedim. Hasta şahıs bekle Bişr-i Hafî
haftaya gene gelir dedi. Bekledim. Cuma günü tekrar geldi. Hastayı aynı şekilde
tekrar doyurdu. Giderken, o şahıs Bişr-i Hafî'ye, "Bu adam Bağdâd'dan senin
arkadaşın, geçen hafta, seninle beraber gelmiş. Bit hafta burada kaldı. Onu
tekrar yerine götür" dedi. Bana, "Sen benimle niye buraya geldin" dedi. Ben özür
dileyerek, hatâmı söyledim ve af diledim. "Haydi kalk ve yürü" dedi. Akşama
kadar yürüdük Akşam olmak üzere iken bana "Sen Bağdâd'ın hangi mahallesinde
oturursun" dedi. Ben falan mahallede otururum deyince, o mahallenin yolu
burasıdır. Git ve arkana bakma dedi. Ben ondan sonra tövbe ettim ve bir daha
böyle işlere karışmadım" dedi. Ebû Nasn et-Temmâr şöyle anlatır: "Hacca
gideceklerden biri Bişr-i Hafî'ye veda için geldi. O'na "Ben hacca gidiyorum,
bir emriniz var mı?" dedi. Bişr-i Hafî: "Ne kadar harçlığın var?" diye sorunca,
"İkibin dirhem harçlığım var" diye cevap verdi. Bişr-i Hafî: "Hacca gitmekle
zühdü mü, yoksa Kâ'be'ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızâsını mı kastediyorsun?"
diye tekrar sorunca, adam: "Allah rızâsını kastediyorum" dedi. Bunun üzerine
Bişr-i Hafî: "O halde evinde dururken Allah'ın rızâsını kazandıracak bir şeyi
sana söylersem, yapar mısın?" deyince: "Evet yaparım" karşılığını verdi. Bunun
üzerine Bişr-i Hafî, "O halde sen bu ikibin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir
fakîre, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir
aileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer
dirhem ve hattâ istersen hepsini bunlardan birine ver. Zîrâ müslümanı
sevindirmek, düşükünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım
etmek, nafile olarak yapılan yüz hacdan daha sevabtır. Kalk da dediğim gibi yap.
Şayet böyle yapmak istemiyorsan asıl kalbinde olanı bana söyle" dedi. Vedâya
gelen, "Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir" dedi. Bunun üzerine
Bişr gülümseyerek adama döndü ve "Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı
takdirde, nefs, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve sâlih ameller
yaptığını göstermek ister. Halbuki Allahü teâlâ, yalnız muttakîlerin amelini
kabul eder" dedi."
Âlimlerden
ba'zıları onun hakkında şunları söylemişlerdir. Abbâs bin Dehkâm diyor ki:
"Dünyâya geldiği gibi ölen tek insan Bişr-i Hafî'dir. Dünyâya malsız geldi ve
malı olmadan gitti. Ölüm döşeğine yattığı sırada biri gelerek ondan birşey
istedi. Onun bir gömleği vardı. Onu da çıkardı, dilenciye verdi ve bir başka
kimseden ödünç gömlek aldı ve o şekilde öldü. Ya'nî ölünce bir gömleği de yoktu.
Gömleksiz geldi, gömleksiz gitti."
İbrâhîm Harbî
şöyle der: "Ben üç büyük zât gördüm. Bu üç kişinin benzeri yoktur: Birincisi
Ahmed bin Hanbel'dir ki, anneler onun gibisini doğurmaktan âciz kalır. İkincisi
Bişr-i Hafî'dir ki, asrından eski devirlere kadar akıllı bir zâttır. Üçüncüsü
Ebû Ubeyd bin Sellâm ki, sanki o ilmi kendisinde toplamış bir dağ gibidir. Bişr-i
Hafî hiçbir müslümana gıybette bulunmadı. Eğer onun aklı Bağdâd halkına
dağıtılsa, hepsi akıllı olurdu."
İmâm-ı Yâfiî
buyurdu ki: Bişr-i Hafî helâlden başka hiçbir şeye el uzatmamıştır. Haram olan
bir şeyi yememiştir."
Ebü'l
Hüseyin el-Hasan bin Amr el-Mervezî şöyle der: "Ben bir gün Bişr'in yanındayken,
hadîs ehli geldi. O, onlara şöyle buyurdu: Size zahir olan şeyi görüyorum. Onlar
da şöyle dediler: "Ey Ebâ Nasr (Bişr-i Hafî) bu ilimleri isteriz. Umulur ki, bir
gün fayda verir." Bişr-i Hafî şöyle buyurdu: "Sizin üzerinize zekât düştüğünü
biliniz! Bir kimsenin 200 dirhemi olunca, 5 dirhem zekât vermesi gerekirse,
sizde 200 hadîs-i şerîfi öğrenince 5 hadîs-i şerîf öğretiniz. Bundan sonra böyle
yapınız."
Bişr-i
Hafî (r.a.) anlatır: Rü'yâmda Peygamber efendimizi (s.a.v.) gördüm. Bana, "Ey
Bişr, Allahü teâlânın, seni akranların arasında niçin yücelttiğini biliyor
musun?" buyurdu. Bilmiyorum deyince, "Sünnetime uyman, evliyâya hizmet etmen,
din kardeşlerine nasîhat etmen, Eshâbımı ve Ehl-i Beytimi sevmen, işte seni
iyiler mertebesine bunlar eriştirdi" buyurdu.
Bişr-i
Hafî şöyle anlatır: "Birgün Bağdâd'da bir adam gördüm. Bin kırbaç dayak yediği
halde hiç sesini çıkarmadı. Sonra kendisini cezaevine götürdüler. Peşini tâkip
ettim ve niçin dövüldüğünü kendisinden sordum. Âşık olduğu için dövüldüğünü
söyledi. Bu kadar dayak yediği halde neden ses çıkarmadığını sordum. Sevgilim
bana bakıyordu, dedi. Bunun üzerine kendisine, ya Allahü teâlânın seni devâmlı
gördüğünü idrak etseydin hâlin nice olurdu? dediğimde, hemen haykırarak yere
düştü ve öldü."
Yine şöyle
anlatır: "Gençliğimde Abadan'a gitmiştim. Cüzzamlı ve kör bir adamla
karşılaştım. Sarası tutmuş, karıncalar vücûduna üşüşmüş etini yiyorlardı. Başım
kaldırdım, kucağıma aldım, ayılmasını ve kendisi ile konuşmamı bekledim.
Ayıldığı vakit, "Benimle Rabbim arasına giren bu boş adam kimdir? Rabbim beni
parça parça yapsa, benim O'na ancak sevgim artar" dedi. Bundan sonra artık kul
ile Allah arasında gördüğüm hiç bir hikmeti inkâr etmedim, niçin böyle oluyor?
demedim."
Yine şöyle
anlatır: "Bir gün evime girince bir zât ile karşılaştım. Benden izinsiz, benim
evime nasıl girersin, sen kimsin deyince, "Ben kardeşin Hızırım" dedi. Ben ona
bana duâ et deyince, "Allahım! İbâdette bulunmasını buna kolaylaştır" diye duâ
etti. Biraz daha duâ et dedim. "Allahım! İbâdetinin gizli kalmasını buna nasîb
eyle" dedi.
Feth
bin Şuhruf anlatır: "Adamın biri elinde bıçak ile bir kadına musallat oldu.
Güçlü olduğu için kimse adama engel olamıyordu. Kadın çırpınıp duruyordu. Bu
esnada Bişr-i Hafî (r.a.) oradan geçmekte idi. Adama iyice yaklaşıp birşey
söyledi. Adam birden yere düştü. Kadın kurtuldu. Etrafındakiler adamın yanına
gittiler. Gördüler ki adam zor nefes alıyordu. Sâna ne oldu diye sorulunca adam;
"Bilmiyorum, ihtiyar zât bana "Senin bu yaptığını Allahü teâlâ görüyor" deyince
ayaklarımın bağı çözüldü ve gördüğünüz gibi yere düştüm. Bu zât kimdir?" dedi.
Bişr-i Hafî'dir dediler. Bunun üzerine adam "Eyvah ben onu bir daha nasıl
göreceğim" dedi ve kuvvetli bir sıtma hastalığına yakalanarak kısa bir zaman
içinde öldü.
Bişr-i
Hafî, Esved bin Sâlim'i, Ma'rûf-i Kerhî'ye yolladı. Esved bin Sâlim O'na "Bişr-i
Hafî, seninle kardeşlik olmak istiyor. Bunu açıkça size söylemekten çekindiği
için, beni size gönderdi. Kendisini kardeşliğe kabul etmenizi diliyor, fakat
ba'zı şartları da vardır. Onlar da: Bu kardeşliğin duyulmaması ve karşılıklı
ziyâret ve görüşme yapılmamasıdır; zîrâ o, fazla iltifattan hoşlanmaz" dedi.
Bunun üzerine Ma'rûf-i Kerhî "Fakat ben kardeş olduğum kimseden gece ve gündüz
ayrılmak istemem" dedi ve Allah için sevginin fazîletini anlatan birçok hadîs-i
şerîfler okudu. Sonra "Resûl-i ekrem (s.a.v.) Hz. Ali'yi kendine kardeş
yapmakla, onu ilimde kendisine ortak etti. En sevimli kızını ona verdi. Şimdi
sen şâhid ol, madem ki seni gönderdi. Ben de onu Allah için kardeşliğe kabul
ettim. O, beni ziyârete gelmezse de, ben onu ziyârete giderim. Ona söyle
sohbetlerde buluşalım. Hâlinden hiç bir şeyi benden saklamasın, her hâlini bana
bildirsin" dedi. İbn-i Sâlim, durumu Bişr-i Hafî'ye anlatınca, râzı oldu ve
memnuniyetle kabul etti.
Bilâl el-Havas
şöyle anlatır: "Birgün Sina çölünde yürüyordum. Yanımda bir zât belirdi. Kimsin
deyince, "Kardeşin Hızırım" dedi. Sana suâl sormak istiyorum deyince; sor dedi.
"İmâm-ı Şâfiî hakkında ne dersin?" diye sordum, "Dünyâdaki dört büyük âlimden
biridir" diye cevap verdi. "Ahmed bin Hanbel hakkında ne düşünürsün?" dedim. "Sıddîk
(doğru, samîmi) bir zâttır" dedi. "Bişr-i Hafî hakkında ne söylersin?" deyince
"Ondan sonra onun gibi bir zât gelmedi" dedi.
Birgün
Bişr-i Hafî'nin eşyasını çaldılar. Ağlamaya başladı. Fudayl bin İyâd "Mal için
ağlanır mı?" deyince, "Mal için değil hırsızın günah işlediğini, kıyâmet gününde
bunun azabını çekeceğini düşünüp ağlıyorum" dedi.
Adamın biri
Bişr-i Hafî'ye gelip "Bana vasiyet et" dedi. Bişr-i Hafî ona "Şöhretten sakın,
helâl lokma yemeğe gayret et" dedi.
Büyüklerden bir
zât anlatır. Bişr-i Hafî'nin yanında idim. Hava çok soğuk idi. Gayet ince
giymiş, titriyordu. Yâ Ebâ Nasr bu havada çok kalın giyerler, siz giydiklerinizi
çıkardınız dedim. "Fakîrleri hatırladım. Malım, param yok ki onlara yardım
edeyim, istedim ki, benimde onlar gibi olup, yardımlarına koşayım" dedi.
Bişr-i
Hafî birgün kabristandan geçiyordu. Mezardakilerin, mezarları üzerinde bir şeyi
paylaştıkları ona gösterildi. "Yâ Rabbî bunların ne yaptıklarını bana bildir"
dedi. Git, kendilerine sor diye bir ses duydu. Gitti sordu. Bir hafta önce, bir
kimse üç İhlâs-ı şerîf okuyup bize gönderdi. O günden beri onun sevabını taksim
etmeğe çalışıyoruz, henüz bitiremedik" dediler.
Hasan Hayyat
anlatır: Birgün Bişr-i Hafî'nin yanında idim. Birkaç kişi geldi, Bişr-i Hafl'ye
selâm verdiler. Bişr-i Hafî onlara siz kimsiniz deyince, "Biz Şam'dan geliyoruz,
hacca gidiyoruz. Selâm vermek için size uğradık" dediler. Bişr-i Hafî onlara "Allahü
teâlâ sizden râzı olsun" dedi. Onlar "Bizimle hacca gelmek istemez misin?" diye
sordular. Bişr-i Hafî onlara, "Üç şartla: Yanınızda birşey taşımayacağız, hiç
kimseden bir şey istemeyeceğiz, eğer birisi bize birşey verirse kabul
etmeyeceğiz" dedi. Onlar. "Yanımızda birşey taşımamaya evet! Kimseden birşey
istememeye de evet! Fakat bize verileni kabul etmemeye gelince, buna bizim
gücümüz yetmez" dediler. Bunun üzerine Bişr-i Hafî, "Siz Allahü teâlâya değil,
hacıların azığına güvenerek yola çıkmışsınız" dedi. Bişr-i Hafî'nin Hz. Âişe'den
rivâyette: Hz. Âişe buyurdu ki: "Ben bir gün Resûlullahdan (s.a.v.) suâl ettim:
"Yâ Resûlallah kadınların üzerinde cihad var mıdır? Resûlullah (s.a.v.) buyurdu
ki: "Kadınlar
üzerinde de cihad vardır. Lâkin o cihadda harp etmek yoktur."
Ben de, "O
cihad nedir?" dedim, Resûlullah (s.a.v.); "O cihad hacc ile umredir"
buyurdu.
Rivâyet ettiği
başka bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz (s.a.v.): "Tencerede birşey
pişirdiğin zaman, suyunu çoğalt ve komşulara dağıt"
buyurdu.
Diğer bir
hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Kula her taraftan belâ
gelmedikçe, î-mânın tadını tadamaz"
buyurdu.
Allah dostu
olan bu büyük zât buyurdular ki:
"İnsanlar
arasında tanınmak istiyen, âhıretin tadını alamaz."
"İlme çalışanın
işareti dünyâdan kaçmaktır, dünyâyı sevip onda kalmak değil."
"Dün öldü,
bugün can veriyor, Yarın ise henüz doğmadı. Zamanınızı bu açıdan görün ve yarar
iş yapmaya bakın."
"En zor işler
üçtür Darlıkta cömert olmak, kimsenin görmediği yerlerde de harâm ve şüphelileri
yapmamak, korktuğunuzun yanında doğru söylemekten çekinmemek."
"Makamların en
yükseği, ölünceye kadar fakîrliğe sabır etmektir." "Konuşmak hoşuna giderse sus,
susmak hoşuna gidince konuş."
"Kötü
insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara sû-i zanda (kötü düşünmek)
bulunmaya sebep olur."
"Cimrinin
yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır."
"Bir kimse
bize, hadîs anlat dediği zaman anla ki, bize kolaylık göster, demek istiyor."
"Sabır
güzeldir. Bu ise, insanlara şikâyette bulunmamaktır."
"Duâ, günahları
terk etmektir."
"Melekler,
kendisine hayran kaldığı kulun amelini yükseğe çıkarır ve Allahü teâlânın
huzuruna götürür."
"Emri- mar'ûf
ve nehy-i anilmünker yapmak için, eziyetlere sabretmek gerekir." "Şayet insanlar
Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünselerdi, O'na isyan etmezlerdi."
"Akıllı kimse,
hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse hayrı gördüğünde ona tâbi
olan, şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir."
"Kendisiyle
amel etmediğin şeyi bırakman daha iyidir, ilim, amel etmektir. Allahü teâlâya
itâat ettiğin zaman sana öğretir. Allahü teâlâya isyan edersen sana öğretmez,
ilim âlimlerin ihtiyaç malzemesidir."
"Kâmil olan
Allah yolcusu ile sohbet etmek, Kur'ân-ı kerîm okuyan ile sohbet etmekten daha
sevimlidir."
"Sabır
susmaktır. Susmak sabırdandır. Konuşan, susandan daha fazla vera' sahibi olamaz.
Şu var ki, âlim kişi bir yerde konuşur bir yerde susar."
"Kişinin ameli
az olursa, düşünce ve sıkıntıya mübtelâ olur."
"Şöhreti seven
kimse, Allahtan korkmaz."
"Ölümü
hatırladığın zaman, dünyânın güzelliği ve şehvetleri senden gider."
"Kötülüklerini
gizlediğin gibi iyiliklerini de gizle."
"Amel etmezsen,
âsî olma."
"Dünyâyı seven
kişi ölümü sevmez." "Ma'rifetten mahrum kalan kimse, ibâdetinin tadını bulamaz."
"İki haslet
vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Çok konuşmak çok yemek."
"Kul,
kendisiyle nefsin arzuları arasına demirden bir duvar koymadıkça, kulluğun
tadını alamaz."
"Bir kul Kur'ân-ı
kerîmi hatmederse, melekler onun iki gözü arasını öperler."
"Kişi gazabını
yenmedikçe, takva sahibi olamaz."
"Kim Allahü
teâlâdan dünyâyı isterse, Allahü teâlâ da onun dünyâda uzun zaman kalmasını
ister."
"Mü'minin
izzeti, insanlardan uzak durmasıdır. Şerefi ise gece namaz kılarak ayakta
durmasıdır."
"Ana ve babanın
evlâtlarına duâları bir peygamberin ümmetine olan duâsı gibidir."
"Vera',
şüphelilerden temizlenmek ve her an nefsle muhasebe etmektir."
"A'zâların
içinde sadece dil ile şükreden kimsenin şükrü az olur. Çünkü gözün şükrü, bir
hayır gördüğü zaman örtü almak, şer gördüğü zaman örtmektir. Kulağın şükrü, bir
hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şükrü,
onlara hak olandan başkasını tutmamaktır. Midenin şükrü, ilim ve hilim ile dolu
olmak, ayakların şükrü de, iyilikten başkasına gitmemektir. Kim böyle yaparsa
gerçek şükredenlerden olur."
"Din kardeşini
gıyabında çekiştirir de, yüzüne gelince ona sevgi izhar eden ve hemen onu öven
kişinin aklına şaşarım."
"Kim insanların
şeref ve haysiyetiyle oynadığı halde (Allah'ın kendisini sevdiğini) iddia
ederse, şüphesiz o bir yalancıdır. Çünkü o bir şeytandır. Şeytan ise Allahü
teâlânın düşmanıdır."
"Sizden biri,
bir eser yazacak olursa, daha çok ma'nâ bakımından doğruluğuna dikkat etsin."
"Âlimin sözü
doğru, yediği helâl ve dünyâ malına karşı sevgisi yok ise zühdü çok olur. Ne
yazık ki, bugün bu üç hasletten bir tanesini bile onların birinde göremiyoruz.
Bu durumlarıyla onlara nasıl gülelim ve nasıl yüz verelim. Bu vasıfları kendinde
bulundurmayanlar, ilim sahibi olduklarını, nasıl söylerler. Onlar dünyâya
sarılır, dünyâyı birbirinden kıskanırlar. Dünyalık için birbirine hased ederler.
Devlet adamlarının yanında birbirlerini çekiştirir ve gıybet ederler. Maksadları,
ellerine geçen dünyâlığı, başkalarına kaptırmamak ve fânî şeyleri ellerinden
kaçırmamaktır. Yazıklar olsun ey âlimler! Siz peygamberlerin varisleriydiniz,
ilim alırken bir çok vazifeler yüklenmiş oldunuz. Şimdi o vazifeleri
yapmıyorsunuz, ilminizi şeref vesîlesi yapıp onunla dünyâlık kazanmaya
bakıyorsunuz. Âhırette, Cehenneme ilk atılan zümre olmaktan nasıl
korkmuyorsunuz, anlamıyorum."
"Övülmekten
hoşlanmak kadar ahmaklı düşünülemez."
"Dünyâ ve
âhırette elem ve kederlerden kurtulmak istiyenler, kötü ahlâk sahipleriyle
görüşmemeli-dirler."
"Tasavvuf
nedir? diye sorulunca buyurdu ki: Tasavvuf üç anlama gelir, ilki ma'rifet nuruna
arif olmak ve vera' hâlini kaybetmemektir, ikincisi, dış görünüşünü bâtıl olan
şeylerden alıkoymaktır. Sonuncusu ise kerâmetlerini gizlemektir."
"İnsanlardan
biri, Allahü teâlâya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allahü teâlâya karşı yalan
söylüyor. Gerçekten Allahü teâlâya tevekkül etseydi, O'nun, hakkındaki
muamelesine de râzı olurdu."
"Hüzün
padişahtır. Bir yere yerleşince oraya başka birşeyin yerleşmesine râzı olmaz."
"Ben, Muafa bin
İmrân'dan işittim. O da Süfyân-ı Sevrî'den şöyle dediğini işitmiş; insanları
memnun etmek, ulaşılamayan gayedir."
"Süfyân-ı Sevrî
bir adamı ziyâret ettiği zaman, Allah seni ateşten korusun diye duâ ederdi"
"El-Evzâî şöyle
buyurdu: Bir zaman gelecek ki, ünsiyet sahibi kardeş, helâl bir lokma ve sünnete
uygun bir amel o zaman çok az olacak."
Süleymân bin
Ya'kûb, Bişr-i Hafî'den nasîhat isteyince: "Ekmeğin nereden geldiğine bak! Ateşi
taleb etme!" buyurdu.
"Kim Allahü
teâlâya yaklaşırsa, insanlardan uzak kalır."
"İnsanların
sırlarını ortaya çıkaracak sorular sorma."
"Bugün ilim,
onu vasıta yapıp karnını doyuranların eline geçti."
"Nefsim, için
en güvendiğim amelim, Peygamber efendimizin (s.a.v.) Eshâbına sevgi ve hürme-timdir."
"Böbürlenmen,
kendi ibâdetini çok, başkasınınkini az gör mendir."
"Malınız varken
aç, sabahlamanızı, malınız yokken tok sabahlamanıza yeğ tutarız."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ
cild-8, sh-336
2) Vefeyât-ül-a'yân
cild-1, sh-274
3) Tam
İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-991
4) Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-60
5) Târîh-i
Bağdâd cild-7, sh-67, 80
6) Kıyâmet
ve Âhıret sh-103
7) Mir'ât-ül-cinân
cild-2, sh-92, 94
8) El-Bidâye
ven-Nihâye cild-10, sh-297
9) Rehber
Ansiklopedisi cild-3, sh-8
10) El-A'lâm
cild-2, sh-54
11) Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-84
12) Tabakât-üs-sûfiyye
sh-39
13) Risâle-i
Kuşeyrî sh-68
14) Nefehât-ül-üns
sh-102
15) Tezkiret-ül-evliyâ
sh-68
16) Keşf-ül-mahcûb
sh-233
17) Câmi'u-kerâmât-il-evliyâ
cild-1, sh-367
18)
Sıfat-üs-safve cild-2, sh-183
19) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-1, sh-444
20) Tezkiret-ül-huffâz
cild-2, sh-1312
21) Kâmûs-ul-a'lâm
cild-2, sh-1312
22)
Brockelman, GAL-1, sh-638
23) El-Kevâkib-üd-Düriyye
cild-1, sh-208
|