TÜRKİYE GAZETESİ YAYINLARI

 

İSLÂM ALİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ

3.CİLD

Bir Önceki Sayfaya Gider

CİLD  -  ALFABE  -  ASIR

Bir Sonraki Sayfaya Gider

01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18

AHMED BİN YAHYÂ SA'LEBÎ (Radıyallahü Anh)

Meşhûr nahiv ve lügat (Arap dili) âlimi. Künyesi Ebü'l-Abbâs'tır. Sa'leb diye tanınır. 200 (m. 815) târihinde Bağdâd'da doğup, 291 (m. 903) senesinde yine orada vefât etmiştir. "Ben Ma'rûf-i Kerhî'nin vefât ettiği senede doğdum" demiştir. Zamanında Kûfe'de nahiv, lügat ve edebiyat hususun da bir tane idi. Hocam İbn-i A'râbî, nahiv ile alâkalı mes'elelerde şüpheye düştüğü zaman "Ey Ebû Abbâs! Sen bu mevzuda ne dersin?" diye onun görüşünü alırdı. Ezber kabiliyeti ile meşhûrdur. İbrâhîm bin Münzir Hizamî, Muhammed bin Selâm Cumehî, Ubeydullah bin Ömer el-Kavâriri, Muhammed bin A'râbî ve daha bir çok tanınmış âlimlerden ilim alıp, rivâyetlerde bulunmuştur. Nahivde birinci derecede hocası İbn-i A'râbî idi. Nahivde en çok İbn-i Âsım'a itimâd ederdi. Kendisinden de, Niftaveyh, Muhammed bin Abbâs el-Yezîdî, Ali el-Ahfeş, Ahmed bin Kâmil, Ebû Amr ez-Zâhid, Ebû Bekir bin Enbârî gibi bir çok âlim istifâde edip, rivâyetlerde bulunmuşlardır. Ahmed bin Yahyâ: "216 (m. 831) senesinde Arapça ve lügat ilmine başladım. Meşhûr nahiv âlimi Ferra'nın "Hudûd" isimli kitabını daha on altı yaşında iken mütâlâa ettim (inceledim). Yirmi beş yaşına gelince, Ferra'nın bütün kitaplarını ezberledim" demektedir.

Ahmed bin Yahyâ Sa'leb, fıkıh, hadîs ve tefsîr ilimleriyle, nahiv ve lügat ilimleri kadar meşgul olmamıştı. Onun için, büyük kırâat âlimlerinden Ebû Bekir bin Mücâhid'e şöyle dedi: "Ey Ebû Bekir! Kur'ân-ı kerîm ehli olan âlimler, Kur'ân-ı kerîm ile, hadîs âlimleri hadîs-i şerîf ile fıkıh (İslâm Hukuku) âlimleri, fıkıh ilmi ile meşgul oldular. Bu bakımdan onların durumu iyi

Fakat, ben ise, Zeyd ve Amr ile rneşgûl oldum." Arapça dilbilgisinde gilen misâllerde de ekseriyetle bu isimlen alınır.

Meselâ, "Zeyd geldi." "Zeyd Amr'ı dövdü." gibi Ebû Bekir bin Mücâhid, bir gece rü'yanında Resûlullah efendimizi (s.a.v.) gördü. Resûlullah efendimiz ona; "Ebü'l-Abbâs'a benden selâm söyle ve ona: "Sen ilim sahibisin" de buyurmuşlardır. (Nahiv ve lügat mühim bir ilimdir. Yüksek din ilimlerini öğrenmeye bir vesîledir Söz bu ilim ile tamam olur. Konuşma bununla güzellik kazanır, diğer bütün ilimler ona muhtaçtır. (Nahv ve lügat âlet ilimleridir. Fıkıh, hadîs ve tefsîr gibi yüksek ilimleri iyi anlıyabümek için Arapçayı iyi bilmek lâzımdır.)

Ebû Abbâs Ahmed bin Yahyâ'ya bilmediği bir mes'ele sorulduğu zaman, bilmiyorum derdi. Ebû Ömer ez-Zâhid şöyle anlatır: "Ebû Abbâs Sa'leb'in meclisinde bulunuyordum. Kendisine bir şey soruldu. O da bilmiyorum dedi. Bunun üzerine soruyu soran "Demek bilmiyorum diyorsun! Her taraftan ilim öğrenmek için herkes sana koşup geliyor. Sen ise bir şey sorulunca, bilmiyorum, diyorsun" diye hayretini bildirmişti.

Ebû Abbâs Sa'leb, Arap dili üzerinde çok derin bir bilgiye sahipti Bu sahada mütehassıs âlimlerle Arapçanın çok ince mes'elelerine girdikleri zaman, Araççadan haberi olanlar bile anlıyamazlardı. Ebû Abbâs Muhammed bin Ubeydullah bin Abdullah bin Tâhir'in babası şöyle anlatır: Birgün kardeşimin yanına gitmiştim. Oraya meşhûr nahiv âlimleri Ebû Abbâs Ahmed bin Yahyâ ile Ebû Abbâs Muhammed bin Yezjd el-Müberrid gelmişti. Kardeşim bana: "Biraz sonra bu iki âlim, falanca eve gidecekler. Ben a-caba hangisi daha âlimdir, diye çok merâk ediyorum. Sen şimdi o eve git. Orada otur. Onlar orada nahiv ilmiyle alâkalı münazaralar yapacaklar. Sen, onları dinle" dedi. Ben gittim. Bir müddet sonra bu iki büyük âlim de geldi. Biraz sonra nahiv mevzuu üzerinde konuşmaya başladılar. Konuşulanları az çok anlıyor, ben de ara sıra bildiğim kadarıyla iştirak ediyordum. Fakat daha sonra öyle ince mevzulara girdiler ki, anlamam mümkün değildi. Onların hangisinin üstün olduğunu ancak onlardan daha âlim olan birisi anlayabilirdi. Benim derecem ise, çok aşağılarda idi. Kardeşime olanları anlatınca çok memnun oldu.

Ebü'l-Abbâs insanların ba'zı hareketlerinden sıkılmıştı. Yanında başka bir âlim ona: "Sen d"e biliyorsun ki, insanlardan gelen sıkıntılara katlanmanın çok büyük sevabı vardır" dedi.

Târihçi Ebû Bekir Muhammed bin Abdülmelik, Sa'leb hakkında şöyle der: "O, nahiv ilminde Fâ-rûk'dur (doğru ile yanlışı ayıran). Lügat âlimleri için ölçüdür. Kûfeli ve Basralı nahiv âlimlerinin en büyüklerinden, kıymeti en fazla ve ilmi en doğru olanlardandır. Hilmi (Sabrı) çok idi. Ezberi kuvvetli, din ve dünyâ işlerinde çok nasîbli bir zât idi."

Ebü'l Abbâs Sa'leb, der ki: Ahmed bin Hanbel'i (r.a.) görmeyi çok istiyordum. Nihayet onun yanına gittim. Huzuruna girdim. Bana: "Ne mütâlâa ediyorsun" diye sordu. Ben de, nahiv mütâlâa ettiğimi söyledim. Sonra bana şu nasîhatta bulundu: "Sen yalnız kaldığın zaman, kendini yalnızım sanma! Beni Rabbim görüyor de. Çünkü Allahü teâlâ, senin her yaptığını görüp bilmektedir. Gizli olarak yaptıklarından da haberdardır. Günahlarımız çok. Allahü teâlânın af ve mağfiretine kavuşmak ne büyük se'âdettir. Keşke Rabbim izin verse de, tabutta bile tövbe etme imkânı bulabilsek de, tövbe yapsak. Tövbe etmek ne kadar mühim" dedi.

O insanları tanımak için şöyle der: "Bir kimsenin hangi huy ve tabiat üzere olduğu bilinmek istenirse, onun para karşısındaki durumunu tecrübe etmek lâzımdır. Çünkü, paraya çok düşkün olanlar para uğruna, beğenilmiyecek çok sözler sarf ederler. Kendi içlerindekini dökerler. Bu sırada, ahlâkı yüksek olanları da tanımış olursun."

Ebû Abbâs Sa'leb, bir yakınına takvayı tavsiye ederek: Takva elbisesini giy. Eğer bu elbiseyi giy-memişsen, üzerinde herkesin giydiği elbiseler olsa da, hakîkî elbiseyi giymiş sayılmazsın.

Ebû Muhammed Abdurrahmân bin Muhammed ez-Zührî ile Sa'leb birbirlerini Çok severlerdi, işleri hususunda onunla istişare ederdi (ona danışırdı). Birgün Sa'leb'e gitti. Etrafındakilerden rahatsız olduğu için, bulunduğu mahalleden başka bir yere taşınacağını söyledi. Sa'leb dedi ki: "Ey Ebû Muhammed! Senin tanıdığın kimselerin eziyetine ve sıkıntısına ka4lanman, tanımadığın kimseler yanına gidip bilmeyeceğin sıkıntılara düşmenden, senin için daha hayırlıdır." dedi.

Ebû Abbâs'ın (r.a.) son zamanlarında kulakları duymaz oldu. Bir Cum'a günü ikindi namazını câmide kılıp, dönüyordu. Bu sırada arkasından koşarak gelen bir at ona çarptı. Orada bulunan bir çukura düştü. Çukurdan çıkarıp evine götürdüler.

Başı çarptığından çok ağrıyordu. Ertesi gün vefât etti.

Eserlerinden ba'zıları: Meân-ül-Kur'ân t'râb-ül-Kur'ân, Garîb-ül-Kur'ân, el-Vakf ve'l-lbtidâ, İhtilâf-un-nahviyyîn, el-Mecâlis, el-Mesâil, Mâ yensarifü mâ la yensarif, et-Tasgîr.

 

KAYNAKLAR

1) El-A'lâm cild-1, sh-267

2) Tezkiret-ül-huffâz cild-2, sh-666

3) Vefeyât-ül-a'yan cild-1, sh-102

4) Târîh-i bağdâd cild-5, sh-204

5) Tabâkât-ı Hanâbile cild-1, sh-83

6) Mu'cem-ül-müellifîn cild-2, sh-203

7) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-207

8) Tabakât-ül-müfessirîn cild-1, sh-94

9) Bugyet-ül-Vuât cild-1, sh-396

10) Gâyet-ün-nihâye cild-1, sh-148

11) Mir'ât-ül-cinân cild-2 sh-219

12) Mu'cem-ül-üdebâ cild-2, sh-133

13) Miftâh-üs-se'âde cild-1, sh-180

14) En-Nücûm-üz-zâhire cild-3, sh-138

15) El-Bidâye ve'n-nihâye, cild-11, sh-98

 
 

Bir Önceki Sayfaya Gider

Bu Bölümün İndex Sayfasına Gider

Bir Sonraki Sayfaya Gider