Meşhûr nahiv ve
lügat (Arap dili) âlimi. Künyesi Ebü'l-Abbâs'tır. Sa'leb diye tanınır. 200 (m.
815) târihinde Bağdâd'da doğup, 291 (m. 903) senesinde yine orada vefât
etmiştir. "Ben Ma'rûf-i Kerhî'nin vefât ettiği senede doğdum" demiştir.
Zamanında Kûfe'de nahiv, lügat ve edebiyat hususun da bir tane idi. Hocam İbn-i
A'râbî, nahiv ile alâkalı mes'elelerde şüpheye düştüğü zaman "Ey Ebû Abbâs! Sen
bu mevzuda ne dersin?" diye onun görüşünü alırdı. Ezber kabiliyeti ile
meşhûrdur. İbrâhîm bin Münzir Hizamî, Muhammed bin Selâm Cumehî, Ubeydullah bin
Ömer el-Kavâriri, Muhammed bin A'râbî ve daha bir çok tanınmış âlimlerden ilim
alıp, rivâyetlerde bulunmuştur. Nahivde birinci derecede hocası İbn-i A'râbî
idi. Nahivde en çok İbn-i Âsım'a itimâd ederdi. Kendisinden de, Niftaveyh,
Muhammed bin Abbâs el-Yezîdî, Ali el-Ahfeş, Ahmed bin Kâmil, Ebû Amr ez-Zâhid,
Ebû Bekir bin Enbârî gibi bir çok âlim istifâde edip, rivâyetlerde
bulunmuşlardır. Ahmed bin Yahyâ: "216 (m. 831) senesinde Arapça ve lügat ilmine
başladım. Meşhûr nahiv âlimi Ferra'nın "Hudûd" isimli kitabını daha on altı
yaşında iken mütâlâa ettim (inceledim). Yirmi beş yaşına gelince, Ferra'nın
bütün kitaplarını ezberledim" demektedir.
Ahmed
bin Yahyâ Sa'leb, fıkıh, hadîs ve tefsîr ilimleriyle, nahiv ve lügat ilimleri
kadar meşgul olmamıştı. Onun için, büyük kırâat âlimlerinden Ebû Bekir bin
Mücâhid'e şöyle dedi: "Ey Ebû Bekir! Kur'ân-ı kerîm ehli olan âlimler, Kur'ân-ı
kerîm ile, hadîs âlimleri hadîs-i şerîf ile fıkıh (İslâm Hukuku) âlimleri, fıkıh
ilmi ile meşgul oldular. Bu bakımdan onların durumu iyi
Fakat, ben ise,
Zeyd ve Amr ile rneşgûl oldum." Arapça dilbilgisinde gilen misâllerde de
ekseriyetle bu isimlen alınır.
Meselâ, "Zeyd
geldi." "Zeyd Amr'ı dövdü." gibi Ebû Bekir bin Mücâhid, bir gece rü'yanında
Resûlullah efendimizi (s.a.v.) gördü. Resûlullah efendimiz ona; "Ebü'l-Abbâs'a
benden selâm söyle ve ona: "Sen ilim sahibisin" de buyurmuşlardır. (Nahiv ve
lügat mühim bir ilimdir. Yüksek din ilimlerini öğrenmeye bir vesîledir Söz bu
ilim ile tamam olur. Konuşma bununla güzellik kazanır, diğer bütün ilimler ona
muhtaçtır. (Nahv ve lügat âlet ilimleridir. Fıkıh, hadîs ve tefsîr gibi yüksek
ilimleri iyi anlıyabümek için Arapçayı iyi bilmek lâzımdır.)
Ebû
Abbâs Ahmed bin Yahyâ'ya bilmediği bir mes'ele sorulduğu zaman, bilmiyorum
derdi. Ebû Ömer ez-Zâhid şöyle anlatır: "Ebû Abbâs Sa'leb'in meclisinde
bulunuyordum. Kendisine bir şey soruldu. O da bilmiyorum dedi. Bunun üzerine
soruyu soran "Demek bilmiyorum diyorsun! Her taraftan ilim öğrenmek için herkes
sana koşup geliyor. Sen ise bir şey sorulunca, bilmiyorum, diyorsun" diye
hayretini bildirmişti.
Ebû
Abbâs Sa'leb, Arap dili üzerinde çok derin bir bilgiye sahipti Bu sahada
mütehassıs âlimlerle Arapçanın çok ince mes'elelerine girdikleri zaman,
Araççadan haberi olanlar bile anlıyamazlardı. Ebû Abbâs Muhammed bin Ubeydullah
bin Abdullah bin Tâhir'in babası şöyle anlatır: Birgün kardeşimin yanına
gitmiştim. Oraya meşhûr nahiv âlimleri Ebû Abbâs Ahmed bin Yahyâ ile Ebû Abbâs
Muhammed bin Yezjd el-Müberrid gelmişti. Kardeşim bana: "Biraz sonra bu iki
âlim, falanca eve gidecekler. Ben a-caba hangisi daha âlimdir, diye çok merâk
ediyorum. Sen şimdi o eve git. Orada otur. Onlar orada nahiv ilmiyle alâkalı
münazaralar yapacaklar. Sen, onları dinle" dedi. Ben gittim. Bir müddet sonra bu
iki büyük âlim de geldi. Biraz sonra nahiv mevzuu üzerinde konuşmaya başladılar.
Konuşulanları az çok anlıyor, ben de ara sıra bildiğim kadarıyla iştirak
ediyordum. Fakat daha sonra öyle ince mevzulara girdiler ki, anlamam mümkün
değildi. Onların hangisinin üstün olduğunu ancak onlardan daha âlim olan birisi
anlayabilirdi. Benim derecem ise, çok aşağılarda idi. Kardeşime olanları
anlatınca çok memnun oldu.
Ebü'l-Abbâs
insanların ba'zı hareketlerinden sıkılmıştı. Yanında başka bir âlim ona: "Sen
d"e biliyorsun ki, insanlardan gelen sıkıntılara katlanmanın çok büyük sevabı
vardır" dedi.
Târihçi Ebû
Bekir Muhammed bin Abdülmelik, Sa'leb hakkında şöyle der: "O, nahiv ilminde Fâ-rûk'dur
(doğru ile yanlışı ayıran). Lügat âlimleri için ölçüdür. Kûfeli ve Basralı nahiv
âlimlerinin en büyüklerinden, kıymeti en fazla ve ilmi en doğru olanlardandır.
Hilmi (Sabrı) çok idi. Ezberi kuvvetli, din ve dünyâ işlerinde çok nasîbli bir
zât idi."
Ebü'l
Abbâs Sa'leb, der ki: Ahmed bin Hanbel'i (r.a.) görmeyi çok istiyordum. Nihayet
onun yanına gittim. Huzuruna girdim. Bana: "Ne mütâlâa ediyorsun" diye sordu.
Ben de, nahiv mütâlâa ettiğimi söyledim. Sonra bana şu nasîhatta bulundu: "Sen
yalnız kaldığın zaman, kendini yalnızım sanma! Beni Rabbim görüyor de. Çünkü
Allahü teâlâ, senin her yaptığını görüp bilmektedir. Gizli olarak yaptıklarından
da haberdardır. Günahlarımız çok. Allahü teâlânın af ve mağfiretine kavuşmak ne
büyük se'âdettir. Keşke Rabbim izin verse de, tabutta bile tövbe etme imkânı
bulabilsek de, tövbe yapsak. Tövbe etmek ne kadar mühim" dedi.
O insanları
tanımak için şöyle der: "Bir kimsenin hangi huy ve tabiat üzere olduğu bilinmek
istenirse, onun para karşısındaki durumunu tecrübe etmek lâzımdır. Çünkü, paraya
çok düşkün olanlar para uğruna, beğenilmiyecek çok sözler sarf ederler. Kendi
içlerindekini dökerler. Bu sırada, ahlâkı yüksek olanları da tanımış olursun."
Ebû
Abbâs Sa'leb, bir yakınına takvayı tavsiye ederek: Takva elbisesini giy. Eğer bu
elbiseyi giy-memişsen, üzerinde herkesin giydiği elbiseler olsa da, hakîkî
elbiseyi giymiş sayılmazsın.
Ebû
Muhammed Abdurrahmân bin Muhammed ez-Zührî ile Sa'leb birbirlerini Çok
severlerdi, işleri hususunda onunla istişare ederdi (ona danışırdı). Birgün
Sa'leb'e gitti. Etrafındakilerden rahatsız olduğu için, bulunduğu mahalleden
başka bir yere taşınacağını söyledi. Sa'leb dedi ki: "Ey Ebû Muhammed!
Senin tanıdığın
kimselerin eziyetine ve sıkıntısına ka4lanman, tanımadığın kimseler yanına gidip
bilmeyeceğin sıkıntılara düşmenden, senin için daha hayırlıdır." dedi.
Ebû
Abbâs'ın (r.a.) son zamanlarında kulakları duymaz oldu. Bir Cum'a günü ikindi
namazını câmide kılıp, dönüyordu. Bu sırada arkasından koşarak gelen bir at ona
çarptı. Orada bulunan bir çukura düştü. Çukurdan çıkarıp evine götürdüler.
Başı
çarptığından çok ağrıyordu. Ertesi gün vefât etti.
Eserlerinden
ba'zıları: Meân-ül-Kur'ân t'râb-ül-Kur'ân, Garîb-ül-Kur'ân, el-Vakf ve'l-lbtidâ,
İhtilâf-un-nahviyyîn, el-Mecâlis, el-Mesâil, Mâ yensarifü mâ la yensarif,
et-Tasgîr.
KAYNAKLAR
1)
El-A'lâm
cild-1, sh-267
2)
Tezkiret-ül-huffâz
cild-2, sh-666
3)
Vefeyât-ül-a'yan
cild-1, sh-102
4)
Târîh-i
bağdâd cild-5, sh-204
5)
Tabâkât-ı
Hanâbile cild-1, sh-83
6)
Mu'cem-ül-müellifîn
cild-2, sh-203
7)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-207
8)
Tabakât-ül-müfessirîn
cild-1, sh-94
9)
Bugyet-ül-Vuât
cild-1, sh-396
10)
Gâyet-ün-nihâye cild-1, sh-148
11)
Mir'ât-ül-cinân
cild-2 sh-219
12)
Mu'cem-ül-üdebâ
cild-2, sh-133
13)
Miftâh-üs-se'âde cild-1, sh-180
14)
En-Nücûm-üz-zâhire
cild-3, sh-138
15)
El-Bidâye
ve'n-nihâye, cild-11, sh-98
|