Meşhûr evliyâdan. Künyesi Ebû Adullah'dır. 140 (m. 757)'de doğdu. 215 (m.
830)'da vefât etti. Zahir ve bâtın ilimlerinde çok yükselmiştir. Büyük âlim
Muhasebî'nin (k.s.) sohbetinde bulunarak yetişti.
Firâseti keskin idi. Ebû Süleymân Dârânî
onun için "Kalblerin casusu" buyurmuştur. Ya'nî kalb hastalıkları ve tedavileri
ile ilgili te'sîrli, ma'nâlı ve çok fâideli sözleri vardır.
Buyurdular ki: "Nefsin kötülüklerine, mâni olmak, onun arzu ve isteklerini
yerine getirmeme ve bunlarla mücâdele hususunda Allahü teâlâdan yardım iste.
Azabından korkarak, sevabını ve mükâfatını umarak, muhtaç olduğunu düşünerek,
O'nu hatırla."
"Eri fâideli korku, insanı günahlardan, Allahü teâlânın beğenmediği şeylerden
alıkoyan, kaçırılan âhıret işlerine üzüntüyü çoğaltan, onu, kalan ömrü ve son
nefesindeki durumu hakkında düşünmeye sevk eden korkudur. En fâideli ümit, sâlih
amel yapmayı kolaylaştırandır. Hak olan iş, insanlara adaletle muamele, insanın
kendisi için istemediğini başkaları için de istememesi, kendisinden aşağıda
olanın hak olan sözünü kabul etmesidir. En fâideli doğru söz, Allahü teâlânın
rızâsı için nefsinin ayıplarını kabul ve tasdîk etmektir. En fâideli ihlâs,
riyadan ve gösterişten kurtulmaktır. En fâideli haya, hoşuna giden buseyi Allahü
teâlâdan isteyip, sonra da, O'nun rızâsına uygun olmayan işi yapmamaktır. En
fâideli şükür, yapılan günahları Allahü teâlânın setredip (gizleyip), hiçbir
kuluna bildirmediğini, bilmektir."
"En faydalı zenginlik, fakîrlik ve fakîrlik korkusunu gideren şeydir. En güzel
fakîrlik, sabredip, durumundan şikâyette bulunmadan, sebeblere yapışıp, elinden
geldiği kadar çalışıp, Allahü teâlâdan gelen herşeye rızâ ve hoşnudluk
göstermektir. En üstün sebat ve azim, fırsatlar doğup, herkesin gaflet
içerisinde bulunduğu, dünyâ işlerine dalıp, âhıreti unuttuğu zaman, gevşekliği,
sonra yaparım demeyi bırakıp, dünyâ ve âhırete yarar işler yapmaktır. En
kıymetli sabır, nefsin arzu ve isteklerine karşı çıkarken, tahammüllü ve
dayanıklı olmak, bu hususta en ufak bir fütur ve gevşeklik, acizlik
göstermemektir. En değerli amel, yapıldığında zarar getirmiyen ve Allahü
teâlânın katında kabul olandır. En güzel vekar ve ağırbaşlılık, mes'eleleri
enine, boyuna, son noktasına kadar düşünüp, üzerinde durmaktır. Bu, yapılan işin
ne derecede fâide sağlıyacağını, herhangi bir zararın doğup doğmıyacağını
bilmeyi te'mîn eder. Böyle yapan kimse, günahlardan kendisini koruduğu gibi,
kıyâmet gününde kendisine gıbta edilen, imrenilen kimselerden olur. En fâideli
tevazu, kibri ve gadabı (kızmayı) giderenidir. En kıymetli söz, hakka uygun
olanıdır. En zararlı söz, konuşulmaması daha hayırlı olanıdır. En lüzumlu olan
şey, Allahü teâlânın emrettiği farzları, ana-babayı, çoluk çocuğunu gözetip,
onların geçimlerini temin edip, Allahü teâlânın emirlerini öğretip kulluk
vazifelerini yerine getirmelerini sağlamaktır. En fâideli ilim, cehâleti,
kötülükleri giderip, Allahü teâlânın büyüklüğünü ve yüce kudretini anlamaya,
böylece O'na kulluğun bir vazife olduğunu öğretip, âhırete hazırlanmaya vesîle
olanıdır. En üstün cihad (mücâdele, savaş) hakkı kabul etmeye alıştırabilmek
için, nefsle olan mücâdeledir. En tehlikeli düşman, sana en yakın ve en gizlisi,
fakat düşmanlığı en çok olanıdır. Bu düşman, diğer bütün düşmanları da sana
karşı teşvik eder. İşte bu düşman, kalbi devamlı kötü vesveseleriyle meşgul eden
şeytandır, insanı onun şerrinden ancak Allahü teâlâ muhafaza buyurur.
Onun için; Allahü teâlâya, onun ve nefsin şerrinden koruması için devamlı
yalvarmalıdır. En tehlikeli günah, kişinin Allahü teâlâ ve Resûlünün (s.a.v.)
bildirdiği şekilde değil de, kendi kafasına göre, böyle yaparsam, Allahü teâlâ
benden râzı olur deyip, halbuki Allah ve Resûlünün emirlerine muhalif olan bir
işi yapmasıdır. Bu bakımdan Resûlullahın (s.a.v.) bildirdiği şekilde ibâdet ve
tâatte bulunmak lâzımdır. Bu da İslâmiyeti öğrenmekle mümkündür. Dînini lâzım
olduğu kadar öğrenmiyen kimse, dînî vazifelerini yaparken kendi kafasına göre
dînini yaşamaktan kurtulamaz. Bu ise, inşam, huzûr-u ilâhide mes'ûl olmaya
götürür."
"İnsanın günahından korkması tâat (Allahü teâlânın beğendiği bir şey), korkmaman
ise ma'siyettir (günahtır)."
Ahmed bin Âsım Antâkî hazretlerine,
Müşavere (danışma) hususunda ne dersin dedikleri zaman: "Emin, itimâd edebilecek
kimseden başkasına güvenme" cevâbını vermiştir.
"İstişarede söylenen söz, nasîhat hakkında ne tavsiye buyurursun?" diye
sorulunca: "Söyleyeceğiniz sözü önce kendi nefsinize tatbik edin, bu takdirde,
durumunuz ne olur? onu göz önüne alın, ondan sonra, söyleyeceğinizi söyleyin ve
tavsiyenizi yapın. Böyle yaparsanız, doğruyu ve isabetli olanı bulmanız mümkün
olup, kendinizi yanlış söylemekten koruyup, herkes yanında güvenilen ve itimâd
edilen, görüş sahibi bir kimse olursunuz" buyurdu.
İnsanların, arasına karışıp, onlarla beraber olmak hususunda ne buyurursunuz
denilince: "Eğer a-kıllı, her yönüyle güvenilebilen, din ve dünyâ işlerinde
sağlam birini bulabilirsen onunla beraber ol ve arkadaşlık yap. Böyle
olmıyanlardan, arslandan kaçar gibi kaç" demiştir.
"Allahü
teâlâya kendisiyle yakın olabileceğimiz en üstün şey nedir?" diye sordular.
"Kibir, riya, hased (çekememezlik) gıybet, kin, kızma, dünyâya düşkünlük, uzun
emel sahibi olmak gibi, insanın içine dâir günahları (kalb hastalıklarını) terk
etmektir" buyurdu. Bunun üzerine, "İnsanın içine ait günahlarının, dışına ait
günahlardan üstün olması nasıl olur?" diye, sorduklarında: "Çünkü, bâtına ait
günahlar terk edilince, zahirî (dış) günahlar kendiliğinden kaybolur" buyurdu.
"En şiddetli günah nedir?" diye soruldu: "Bir ma'siyetin (günahın) ma'siyet
(günah) olduğunu bilmemektir." Bundan daha kötüsü nedir?" diye soruldu. "Ma'siyet
olan bir şeyi, tâat (Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği bir şey) olarak
Silmektir. Onun için dîni bilgileri lâzım olduğu kadar mutlaka bilmek lâzımdır"
buyurdu.
"Günah işlendiğinde, yapılacak en fâideli iş nedir?" denildiğinde, "Bir kimse
bir günahı yapıp, sonra onu gözünün önüne getirip, ölünceye kadar, "Ben Rabbimin
emrine niçin karşı geldim, niçin bu günahı işledim" diye pişman olup, bir daha
öyle bir günaha dönmemesidir" buyurdu, işte bu, tövbe-i nasûh, ya'nî bir daha
günaha dönmemek üzere yapılan tövbedir.
"Allahü
teâlânın beğendiği işlerle meşgul olan kimsenin sakınması gereken nedir?" dendi.
"Yaptığı sâlih amelleri gözünde büyüterek bir hayli ibâdet yaptığım, ibâdet ve
tâat hususunda durumunun iyi olduğunu düşünerek, günahlarını unutmaktan
sakınması gerekir. Çünkü bunda, amellerinin onu şımartması ve İşlediği
günahların azabından emin olması vardır. Böyle bir durum ise tehlikelidir"
buyurdu.
"Tâat
ehli, üzerlerinden bir gün bir gece geçtiği zaman, tâat üzere geçip geçmediği
hususunda kendilerini kontrol ederler. Eğer, Allahü teâlânın rızâsına uygun
geçmiş ise, sevinirler. A'zâlarını, sâlih ameller yapmaları için zorlarlar.
Dünyâ düşüncesini kalblerinden boşaltırlar. Uzun emel sahibi olmazlar.
Ecellerini yakın görürler. Dünyâ hırsını kalblerinden uzaklaştırırlar. Ahıret
düşüncesi onların gönüllerini kaplamıştı. Ahırete, basîretli gerçekten gören bir
gözle bakarlar. Sanki, âhıreti görmüş gibi hazırlanırlar. Temiz, hâlis ve sâlih
amellerle, Allahü teâlâya yaklaşmaya çalışırlar. Yaşayışlarında Allahü teâlâ ve
Resûlünün (s.a.v.) emrettiği istikâmet (doğruluk) üzere olurlar. Takvaları
arttıkça dünyâda yaptıkları ibâdet ve tâatlerin tadını daha fazla duyarlar.
Allah korkusundan gözyaşları dökerler, ibâdetlerini kırık ve mahzun bir kalb ile
yaparlar. Onlar, âhıret gamıyla gamlanmışlardır. Fazla ve boş söz konuşmazlar.
Allahü teâlâyı anmaktan lezzet duyarlar. Bedenleri dünyâda fakat, kalbleri
Allahü teâlâ iledir."
"Ben öyle bir zamana yetiştim ki, o vakit İslâm, başlangıcındaki gibi garib
oldu. Hak söz de garib oldu. Bir âlim özlenip yanına, gidildiği zaman, o hürmeti
seven, başkan olma arzusu ile dolup taşan, gönlünü dünyâya kaptırmış olarak
görülür oldu. Âbid (çok ibâdet eden) birisine gidildiği zaman, ibâdet
bilgilerini bilmiyen, büyük düşman şeytan tarafından mağlup edilmiş birisi
olarak bulunur oldu. Diğer insanların durumu zaten ma'lûmdur. Evet, insanlar
dünyâlarına mağlup olmuşlar, arzu ve isteklerine uymuşlar, kendilerini beğenir
duruma düşmüşler, dünyâlıkları için cimri, dinleri için çok tâvizkâr ve
müsamahakâr olmuşlar. Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekte gevşeklik
göstermişler. Başlarına gelen musîbetlerden dolayı, kazayı zemme (kötülemeye)
kalkışmışlar. Şehvetlerine dalarak, dünyâda huzursuz olmuşlar. Kalbleri taş gibi
katılaşmış. Niçin yaratıldıklarını unutmuşlar. Halbuki, bu dünyâya Allahü
teâlâya kulluk için geldiler. Bu dünyâ bir imtihan yeridir. Evet, insanlar
Allahü teâlâya tevekkülü, Allahü teâlâya
güvenip dayanmayı da bırakmışlar. Altın ve gümüş peşine düşmüşler. Onlar
meclislerde toplantılarda, süslü sözlerle konuşmaya çalışırlar. Gadap (hiddet)
zamanı kibirli bir eda ile bağırıp, çağırırlar."
"Şimdi, kendi zamanınıza bakın, insanlar nasıl? Ey basîret sahipleri! İbret
alınız. Ey Allahü teâlâya îmân eden akıl sahipleri Allahü teâlâya şükür
vazifesini yapmayıp, arzu ve isteklerini tercih edenler, mes'ûl olacaklar,
kıyâmet gününde mazeret beyan edemiyeceklerdir. Allahü teâlâdan gelen ni'metleri
çok görünüz, "Yâ Rabbi bol bol verdin" deyiniz ki, şükür etmeniz mümkün olsun.
Nefsinize fırsat vermemek, affa kavuşmak için, yaptığınız ibâdet ve tâatı az
görünüz. İhlâslı amel yapabilmek için gafletten çok sakınıp, uyanık olunuz."
"Afiyet (sıhhat ve iyi durum) büyük bir ni'mettir. Emeli, arzu ve istekleri kısa
yapmak lâzımdır. Makam, mevki kapmak için yarış etmek gibi hırs yoktur. İnsanın,
hevâ ve arzularına uyması, kendisine büyük bir zulümdür. Farzları yapmak gibi
tâat yoktur. Günahı küçük görmek gibi musîbet yoktur."
"İnsanın, kendisini alâkadar etmeyen şeyleri terk edip, kendisini ilgilendiren
işlerle meşgul olması gerekiri"
"İnsanın en kötü işlerinden birisi gıybet etmesidir. Bu yüzden, dünyâda ve
âhırette zarara uğrar. Hattâ o yüzden ona buğz edilir. Melekler ondan uzaklaşır.
Şeytanlar sevinir. Gıybet, amelleri boşa çıkarır. Herkes yanında sevgisini
kaybeder. Değeri kalmaz. Gıybet ile nemime (söz taşımak), birbirine yakındır,
ikisi de aynı şeyden doğar, ikisi de taşkınlık ve azgınlıktır. Azgın olmıyan
kimse bunlarla uğraşmaz. Söz taşıyan, katil gibidir. Gıybet eden ise, leş yiyen
gibidir. Azgın kimse kibirlidir, insan nefsini bu hastalıklara kaptırınca,
iftira günahına da girer. Böylece gıybet, kişinin nefsini temize çıkarmak
istemesinden ve kendisini beğenmesinden doğar. Gıybetten, en büyük belâdan kaçar
gibi kaçmak lâzımdır. Çünkü o Kur'ân-ı kerîmde harâm kılınmıştır."
"Kalbin ma'nevî hastalıklardan muhafazası için şunlara dikkât etmek lazımdır 1-
Ahlâkı güzel olanlarla oturmak, 2- Kur'ân-ı kerîm okumaya devam etmek, 3- Fazla
yemek yememek, 4- Gece namazlarına devam etmek, 5- Seher vaktinde Allahü teâlâya
yalvarmak, istiğfâr etmek (Allahü teâlâdan af ve mağfiretini istemek).
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-9, sh-280
2)
Tezkiret-ül-evliyâ
cild-2, sh-2
3)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-83
4)
Tabakât-üs-sûfiyye
sh-137
5)
Sıfat-üs-safve cild-4, sh-352
6)
El-Bidâye ve'n-nihâye cild-10, sh-318
7)
Risâle-i Kuşeyrîsh-100
8)
Keşf-ül-mahcûb
sh-228
9)
Nefehât-ül-üns
sh-134
10) Kevâkib-üd-dûriyye cild-1, sh-197
|