Tâbiînin büyük
âlim ve evliyâlarından. Künyesi, Ebû Hâzım'dır. Mahzûm kabîlesindendir. A'rec
ismiyle de tanınır. Medine âlimi ve kadısı idi. Aslen Fars'adır. Annesinin adı
Rûmiyye'dir. Zühd sahibi ve çok ibâdet ederdi. 140 (m. 757) yılında vefât etti.
Abdurrahmân İbn-i Zeyd der ki: "Ebû Hâzım'daki hikmeti başkasında görmedim."
Sehl bin Sa'd
es-Sa'dî, Ebû Ümâme Sehl bin Hanîf, Sa'îd bin Müseyyib'den ve başkalarından
hadîs rivâyet etti. Zührî, Ubeydullah bin Amr, İbn-i İshâk, Mâlik, Hişâm bin
Sa'd, Üsâme bin Zeyd el-Leysî ve başkaları da ondan hadîs rivâyet ettiler.
İmâm-ı Nesâî, Ahmed bin Hanbel, Ebû Hâtem, Seleme bin Dinar'ın hadîs ilminde
sika (güvenilir) olduğunu bildirmişlerdir. Bildirdiği hadîs-i şerîfler "Kütüb-i
sitte" denilen hadîs kitâblarının hepsinde yer alır.
Ebû Hâzım'ın
rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları:
"Oruçlular
için Cennette bir kapı vardır. Ona Reyyân denir. Oradan oruçlulardan başkası
giremez. Onların sonuncusu girince o kapı kapatılır. Kim bu kapıdan girer ve
Cennet şerbetlerinden içerse, bir daha asla susamaz."
Birisi
Resûlullaha (s.a.v.) galip, "Yâ Resûlallah! Bana bir iş göster. Onu yaptığım
zaman Allahü teâlâ ve insfanlar beni sevsin" dedi. Resûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Dünyâdan
yüz çevir, kendini ibâdete ver. O zamaın Allahü teâlâ seni sever, insanlardan
birşey bekleme, o zaman da insanlar seni sever."
"Eğer
Allahü teâlânın yanında, dünyânın sivrisinek kanadı kadar kıymeti olsaydı,
hiçbir kâfire bir içim su bile vermezdi."
"Bana
Cebrâil (a.s.) geldi. Yâ Muhammed (s.a.v.) istediğin şekilde yaşa, fakat mutlaka
ö-leceksin, istediğini sev, fakat kesinlikle ondan ayrılacaksın. İstediğin şeyi
yap, şüphesiz onun karşılığını göreceksin. Sonra Cebrâil (a.s.) "Yâ Muhammed
(s.a.v.) mü'minin şerefi, geceleyin kalkıp ibâdet etmesiyle, onun yüksekliği
insanlara muhtaç olmamasıyla olur."
"Kim benim
mescidime
(Peygamber
efendimizin mescidi) girer de bir harf
öğrenir veya
öğretirse, Allahü teâlânın yolunda savaşan kimse gibi olur. Benim mescidimden
başkasına girerse, başkasına ait beğendiği bir şeyi gören kimse gibi olur."
"Kim
müslüman kardeşini gıybet ederse, Allahü teâlâdan onun bağışlanmasını dilesin.
Bu onun için keffârettir."
"Allahü
teâlâ kerîmdir, cömertliği ve güzel huyu sever."
"Resûlullah
(s.a.v.) ölünceye kadar bir günde iki defa doymadı." Ebû Hazım Seleme bin Dînâr
hazretleri buyurdular ki:
"Dünyânın az
bir şeyi, âhıretin çok şeyinden alıkor. Çünkü insan dünyâ meşgalelerinden
âhıretle alâkalanmaya fırsat bulamaz."
"Kalb, her
türlü kötü düşüncelerden temizlenip, niyetler düzeltilip, ihlâs üzere olunduğu
zaman büyük günahlar bağışlanır. Kişi günahlarını terk etmeye azmettiği,
yöneldiği zaman, onda ma'nevî yönde büyük ilerleme ve gelişmeler olur."
"Allahü
teâlâya yaklaştırmayan bir ni'met, belâ ve musîbettir." "Mü'minin diline çok iyi
sahip olması gerekir."
"Ey oğul,
Allahü teâlâdan korkmayan, ayıbdan sakınmayan, ihtiyarlığında sâlih arnel
işlemeyen kimseye uyma."
"Cehenneme
düşmek korkusu insanlardan hiç eksik olmaz. Hattâ, gökten seslenen birisi, yeryü-zündekilere
Cehenneme girmekten korkmamalarını bile söyleseydi, iyine onlar Cehenneme düşmek
ve onu görmek korkusundan kurtulamazlardı."
Selemıe bin
Dînâr (r.a.) bir defasında nefsine şöyle demişti: "Ey Ebû Hazım! Kıyâmet günü ey
şu, şu hatânın sahibi diye çağırılır, onlarla beraber kalkarsın. Sonra başka
günahların sahipleri çağırılır. Yine onlarla beraber kalkarsın. Ey Ebû Hazım,
seni öyle bir durumda görüyorum ki, her hâlde her hatâ ve günah sahibiyle
kalkacaksın."
"Her gün
kişinin ilmi ve hevâsı (arzu ve istekleri) insana gelirler. Onun göğsünde
birbiriyle mücâdele ederler. Eğer o kişinin ilmi hevâsına (kötü arzu ve
isteklerine) galip gelirse, o gün onun için kazanç günüdür. Şayet hevâsı ilmine
üstün gelirse, o gün de zarar günüdür."
"Hevasını
(kötü arzu ve isteklerini) öldüren, harpte düşmanı öldürenden daha güçlüdür."
Birisi Seleme
bin Dinar'a "Sen kendine çok sahipsin" dedi. O da şöyle cevap verdi: "Nasıl
kendime sahip olmıyayım. Ondört düşman beni gözetliyor ve fırsat kolluyor. Dört
tanesine gelince onlardan biri olan şeytân, bana fitne veriyor, aklımı ve
kalbimi karıştırıyor. Müslüman beni hased ediyor. Kâfir ise fırsat bulsa
öldürür. Münafık bana buğz eder. Diğer on taneye gelince, onlar da: Açlık,
susuzluk, sıcak, soğuk, çıplaklık, ihtiyarlık, hastalık, ihtiyaç, ölüm ve
ateştir, işte bütün bunlarla başa çıkabilmem için, tam silâhlı olmalıyım. En
üstün silâh da takvadır (haramlardan sakınmadır)."
Kendisine "Ey
Ebû Hâzım senin sermâyen nedir?" diye soruldu. Şöyle cevap verdi: "Allahü
teâlâya güvenip, insanlardan bir şey beklemememdir."
"İnsanların
günah ve yasak işleri işlediğini görürsünüz. Ona "Ölümü ister misin?" denirse,
"Hayır istemem" der. "Ona günahları terk etmez misin?" denildiğinde, "Onları
terk etmek istemiyorum, onları ancak öldüğüm zaman bırakırım. Fakat ölümü de
sevmiyorum" der."
"Biz tövbe
etmeden ölmek istemiyoruz, ölümden önce de tövbe etmiyoruz, iyi bil ki, öldüğün
zaman malını mülkünü bırakırsın. Hiç bir şeyi götüremezsin. Öyleyse nefsini iyi
tanı."
"Bizim
yaşayışımız, sultanların yaşaması gibi, dînî durumumuz da meleklerinki gibidir."
"Allahü
teâlânın beni dünyâdan uzaklaştıran ni'meti, böyle olmayanlardan daha üstündür.
Çünkü, Allahü teâlâ bir kavme, böyle dünyâdan uzaklaştırmayan ni'met vermiş.
Fakat bu ni'met onların helakine sebeb olmuştur."
Süleymân bin
Abdülmelik, Ebû Hazım hazretlerine dedi ki: "Keşke, yarın huzûr-i ilâhîde
durumumun nasıl olacağını bilseydim." Ebû Hazım (r.a.) şöyle dedi: "İyi kimsenin
durumu, ehlinden (ailesinden) uzun zaman ayrılıp, sonra onlarla buluşturulan
gâib kimse gibidir. Kötü kimsenin durumu, kaçıp da, sonra yakalanıp efendisine
teslim edilen kimsenin durumu gibidir." O zaman Süleymân bin Abdülmelik çok
ağladı.
Süleymân bin
Abdülmelik yine sordu. "Allahü teâlânın rahmeti nerededir?" Ebû Hazım (r.a.) "Allahü
teâlânın rahmeti muhsinlere (iyi kimselere) yakındır" buyurdu. Tekrar, "Bizim
durumumuz nasıl iyi olacak?" diye sordu. Cevâbında "Kibiri terk eder, mürüvvete
(insâniyet-vakar) yapışırsınız."
En âdil şey
nedir? sorusuna, "Kişinin kendi nefsine güvenip, korktuğu kimsenin yanında
doğruyu söylemesidir."
En çabuk kabul
olan duâ hangisidir? sorusuna "İyi bir kimsenin, iyi olan kimselere duâsıdır."
İnsanların en
akıllısı kimdir? sorusuna, "Allahü teâlâya itâate muvaffak olup ve onunla amel
edip, insanların da bunu yapmasına rehberlik eden kimsedir."
Süleymân bin
Abdülmelik duâ isteyince, şöyle duâ etti:
"Ey Allahım!
Süleymân eğer senin velî kullarından ise, ona dünyâ ve âhıretin hayırlarını ver.
Eğer senin düşmanlarından ise, râzı olduğun şeyleri ona nasîb eyle."
Ebû Hazım daha
sonra şöyle söyledi. "Eğer ehli isen, çok açıklama yaptım. Eğer ehli değilsen,
neye yarar?"
Süleymân bin
Abdülmelik, Ebû Hazım'a ihtiyaçlarını bildir diye mektûb yazdı. O da cevaben,
"Ben hacetimi hertürlü ihtiyaçları veren Rabbime arz ettim. Bana verdiklerine de
kanâat ettim. Vermediklerine de rızâ gösterdim."
"Dünyâyı iki
şey olarak buldum: Biri bana ait, diğeri başkasına. Başkasına ait olan şeyi,
bütün gücümle elde etmeğe çalışsam, mümkün değil, ona ulaşamam. Benim rızkım
nasıl olsa başkasına verilmez. Başkasının ki de bana verilmez. Bana verilecek
rızkın bir zamanı vardır. Onun için onda acele etmiyeceğim."
"Senin
ihtiyâcını giderecek miktar sana yetiyorsa, en asgarî maişet sana kâfidir. Eğer
sana kâfi gelecek miktar sana yetmiyorsa, o zaman dünyâda sana yetecek hiçbir
şey yoktur."
"Âhırette sana
lâzım olacak şeye bugün (dünyâda) öncelik ver. Âhırette sana zarar verecek şeyi
de terk et."
"Dünyâda geçen
günler rü'yâ, geri kalan gelecek günler ve şeyler ise, arzu ve istekten
ibarettir."
"Öldüğünde
sana fayda vermeyecek her işi terk et. Böyle yaparsan, ne zaman ölürsen öl,
zararda olmazsın.
"Ebû Hazım
hazretlerine dediler ki: "Fiyatlar çok yükseldi. Pahalılık var." O da şöyle
cevap verdi: "Niçin üzülüyorsunuz? Bolluk zamanında sizi rızıklandıran Allahü
teâlâ, pahalılıkta da size rızık verecektir."
"Dünyâda
insanı sevindiren bir şeyin peşinden, mutlaka onu rahatsız edecek bir şey
gelir." "Sizden birinin, dînin emirlerine uyması beni çok memnun ediyor."
"Ey Âdemoğlu,
her şey ölümden sonra belli olup, ortaya çıkacak."
"Ebû Hazım
hazretleri, Medine valisinin yanına gitti. Vali "Bana nasîhat et" dedi. Ebû
Hazım hazretleri şöyle buyurdu: "Kapına gelenlere bak. Eğer, iyi insanları
yaklaştırırsan, kötüler yaklaşmaz. Kötüleri yaklaştırırsan, iyiler gelmez."
"İnsanlar
konuşmayı severler fakat, konuştukları ile amel etmeyi, bildiklerini yaşamayı
terk ederler."
"İki şey
vardır ki, onlar yapılınca, dünyâ ve âhıretin iyiliklerine kavuşulur. Onlar
nedir? diye sordular. Ebû Hazım hazretleri şöyle cevap verdi: "Birincisi, Allahü
teâlânın râzı olup, sana ağır ve zor gelen şeylere sabır ve tahammül etmek,
ikincisi: Senin sevip, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyi senin de
beğenmemen."
"Kim şu iki
şey için garanti verebilirse, ben de onun için Cenneti garanti verebilirim.
Birincisi: Nefsinin sevdiği şeyleri terk etmen, ikincisi: Allahü teâlânın râzı
olup, senin beğenmediğin şeylere sabretmen."
"Ben Allahü
teâlâya sadece ta'zîm için amel yapıyorum."
"Ebû Hazım
hazretlerine birisi gözlerin şükrü nedir?" diye sordu. Ebû Hazım hazretleri
şöyle cevap verdi: "Onlarla hayır (iyilik) gördüğün zaman bakar, şerri (kötülük)
gördüğün zaman, bakmazsın." "İki kulağın şükrü nedir?" diye sordu. Cevâbında,
"İyilik işitirsen dinlersin, kötülük duyduğun zaman dinlemezsin." "İki elin
şükrü nedir?" diye sorunca, "Onunla senin olmayan şeyi alma. Haram işleme"
buyurdu. "Karnın şükrü nedir?" diye sorunca "Altı yemek, üstü ilim olsun",
"Ayakların şükrü nedir" diye sorulunca, "İyi kimseyi görünce ayaklarını, onun
yaptığı işlerde kullanırsın. Beğenmediğin birisini görünce, ayaklarını onun
yaptığı kötü işlerde, kullanmaz ve onun gittiği kötü yerlere ayaklarınla
gitmezsin. Diliyle şükredip, diğer a'zâlarıyla (vücûdunun diğer kısımlarıyle)
şükr vazifesini yapmıyana gelince: Onun durumu, elbisesi olup, onu giymeyen,
sadece eliyle bir kenarına dokunan kimse gibidir. Elbette, o elbise o kimseyi
sıcaktan ve soğuktan korumayacaktır." buyurdu.
"Âlimde şu üç
haslet (özellik) bulunur. Birincisi, kendisinden yukarıdakine karşı gelmemek,
ikincisi, kendinden aşağıdakileri hor ve alçak görmemek. Üçüncüsü, ilmine karşı
dünyâlık almamak."
"İdarecilerin
en hayırlısı, âlimleri (bilginleri) sevendir."
"Birisi gelip,
Ebû Hazım hazretlerine: "Beni çok üzen bir şey var" dedi. Ebû Hazım hazretleri
"Nedir o?" diye sordu. O da "Ben dünyâyı seviyorum" dedi. O zaman Ebû Hazım
hazretleri şöyle buyurdu: "Ben, Allahü teâlânın sevdirdiği bir şeyi sevdiğimden
dolayı nefsimi kötülemem. Çünkü Allahü teâlâ bana bu dünyâyı sevdirdi. Eğer
dünyâ sevgisi, bizi Allahü teâlânın beğenmediği bir şeye sürüklemiyor, beğendiği
bir şeyden de alıkoymuyorsa, bunun hiçbir zararı yoktur."
"Allahü
teâlânın rızâsı için bir kimseyi seviyorsan, dünyâlık konusunda, onunla
münâsebetlerini (i-lişkini) azalt."
"Rabbinin
devamlı üzerine ni'metler gönderdiğini görüp duruyorken, hâlâ niçin O'na isyan
eder, yasaklarından kaçınmazsın."
KAYNAKLAR
1) El-A'lâm
cild-3, sh-113,
2)
Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-133
3) Hilyet-ül-evliyâ
cild-3, sh-229
4) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-4, sh-143
5) Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-36
|