Va'z etmekte eşsiz bir hadîs âlimi. Zamanının imamı, insanların makbulü, güzel
hikmetli söz ve beyan sahibidir. İsmi, Muhammed bin Semmâk el-Kûfî, künyesi
Ebül-Abbâs'dır. İbni Semmâk diye meşhûr olmuştur. Çok ibâdet eden ve zâhid
(dünyâya kıymet vermeyen) bir insandı. Sözleri ve va'zlarının çoğu toplanmışlar.
Ayrıca Hişâm bin Urve, A'meş ve bir kısım hadîs âlimlerinden hadîs dinlemiştir.
Ahmed bin Hanbel ve zamanındaki bir çok hadîs âlimi kendisinden rivâyette
bulundu. Hârûn Reşîd zamanında Bağdâd'a geldi. Orada bir müddet kaldı. Sonra
Kûfe'ye döndü. Kûfe'de 183 (m. 799) yılında vefât etti. Vefât etmeden önce
"Allahü teâlâya itâat etmediğin zaman (azabından) kork. O'na isyan etmedikçe de
(rahmetini) bekle" buyurdu. Muhammed bin Semmâk, yaşayışı ve hikmetli
sözleriyle, binlerce insanın Allahü teâlânın râzı olduğu yola kavuşmasına sebep
olmuştur. Hıristiyan bir genç iken, İbni Semmâk'tan işittiği sözlerden kalbinde
îmân nuru parlayan Ma'rûf-i Kerhî'yi, İmâm-ı Ali Rızâ'ya götüren ve orada îmân
etmesine sebep olan İbni Semmâk'tır. Çok tevazu sahibi olup, kendini herkesten
aşağı görürdü. "Tevâzuun en üstünü, kendini hiç kimseden üstün görmemektir."
buyururdu.
İbni Semmâk, bildiklerini, öğrendiklerini yerine getiren Allahın sevgili bir
kuluydu. Bir defasında vâ'zında: "İçinizde nice Allahü teâlâyı hatırlatan
kimseler vardır ki, kendileri Allahü teâlâyı unutmuşlardır. Yine öyleleri vardır
ki, Allahü teâlânın yasak, harâm kıldığı şeylere karşı cüretkâr oldukları halde
(ya'nî harâm işledikleri halde) başkalarını Allahü teâlâya yaklaştırmaya
çalışırlar. Yine sizden öyleleri vardır ki, kendileri Allahü teâlâdan kaçtıkları
halde, insanları Allahü teâlâya çağırırlar" diyerek, ilmiyle âmil olmayan,
bildikleriyle amel etmeyen ve böylece gaflet içinde kalan kimselerin hâlini dile
getirmiştir. Yine "A-melsiz ilim peşinde koşanın misâli şeytandır. Kendisini
makam, mevki arzusuna kaptıranın misâli Fira-vun'dur. Ya'nî makam korkusundan
îmân etmemiştir" sözleriyle amelsiz ilim sahiplerini ve makam, mevki peşinde
koşanların hâlini haber vermiştir. Buyurdu ki: "Allahü teâlânın emirlerine itâat
etmenin faydaları, sadece yüzleri nûrlandırıp güzelleştirmek, kalblere sevgisini
yerleştirmek, vücûd a'zâlarını kuvvetlendirmek, nefse emniyet bahşetmek ve
insanlara karşı şehâdetinin kabulüne vesîle olmak gibi faydalardan ibaret bile
olsa; günahlardan el çekip Allahü teâlâya yönelmek için yine kâfi gelirdi.
Günahlar ise yüzü çirkinleştirmek, kalbleri karartmak, la'netle anılmaya sebep
olmak, nefsin kendine güvenini arttırmak ve şehâdetin (şahitliğin) düşmesi...
gibi zararlardan başka zararı olmasa bile, kişiye yeter de artar bile. Allahü
teâlâ; her itâat eden kuluna itâatin sevincini, her isyan edene de isyanın
hüznünü tatmaları için çabucak alâmetler verir." Muhammed İbn-il Hasen, Rukbe'ye
vali ta'yin edildiğinde ona nasîhat olarak yazdığı mektûbta buyurdu ki: "Her
hâlinde takva üzere ol, Allahü teâlânın ni'metlerine şükret ve O'ndan kork.
Ni'mete şükretmek; günah işlememekle olur. Muhakkak her ni'mette bir delil
(hüccet) ve mes'ûliyet vardır. Hüccet, delil, o ni'metin Allahü teâlâ tarafından
verilmiş olmasıdır. Mes'ûliyetine gelince; o ni'met
olduğu halde günah işlememektir. Allahü teâlâ sana
afiyet versin, işlediğin günahları ve yaptığın kusurları affetsin." Buyurdu ki:
"Senden kaçan ve görüşmek istemeyen kişiyle görüşme, onu arama. Fakat seni soran
ve arayan kişiyi gözet (her hâlini sor) ve her hâlinden haberdar ol."
İbni Semmâk, Hârûn Reşîd'in bulunduğu bir meclise geldi ve Eshâb-ı kirâmı
(aleyhimürrıdvân) ve Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ı (r.anhüm) şu sözlerle medh
etti: "Allahü teâlâya hamd olsun, Resûlullaha (s.a.v.) salât ve selâm olsun.
Sonradan gelenlerden (ya'nî Eshâb-ı kirâmdan olmayanlar) bin tanesi, Eshâb-ı
kirâmdan en aşağıda olanın derecesine yaklaşamaz. Onlar (ya'nî Eshâb-ı kirâm)
Allahü teâlânın azabından emin oldular. Babalarımız ve dedelerimiz de îmân edip,
kılıç korkusundan emîn oldular. Yâ Ebâ Bekir; "Sen Allahü teâlâya kulluk ve
itâatte öyle bir dereceye ulaştın ki, Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde seni medh-ü
sena ediyor. Yâ Ömer, Sen bir halife, emir değil, müslümanların babasısın. Yâ
Osman, Sen mazlum olarak, günahsız olarak şehîd edildin ve defn edildin. Sen
olgunluk yaşında idin. Ama küçük bir çocuk gibi (günahsız) vefât ettin."
Buyurdu ki: "İlim ve amel sahibi olduğu halde riyakâr olan kimse, içinde
gizlediğini (riyayı) insanlara bildirseydi elbette insanlar ondan yüz çevirir ve
akılsız olduğuna hükmederlerdi." Herkesin birbirine karşı vazifeleri ve hakları
olduğunu anlatır ve bunların yerine getirilmesini isterdi. "Hükümdarların, kendi
teb'asına, teb'asının da hükümdarlarına karşı insaf ile hareket etmesi lâzımdır.
Halife Ömer bin Abdüla-zîz, hilâfet makamına oturduğu zaman ağlamaya başladı.
Hanımlarını, çocuklarını ve cariyelerini toplayıp, onları kendisiyle beraber
kalıp kalmamakta serbest bıraktı. Onlara dedi ki: "Ben bugünden itibaren öyle
bir iş ve mes'ûliyeti yüklenmiş bulunuyorum ki, artık sizinle meşgul olmaya
zamanım kalmayacak. İnsanlar kıyâmet gününde hesâblarını verinceye kadar, boş
vaktim yok demektir. Bunun üzerine aile efradı ağlayıp öyle çığlıklar attılar
ki, yakın komşular onlardan birinin vefât ettiğim sanmışlardı" sözleriyle bu
haklardan bahsetmiştir.
Buyurdu ki: "Bize göre insanlar üç kısımdırlar; a) Zâhidler (dünyâya ehemmiyet
vermiyenler), b) Dünyâya rağbet edenler, c) Sabredenler. Zâhidler dünyâdan
kendilerine bir şey verildiği zaman sevinmezler, kaybettikleri bir şey için de
üzülmezler. Sabredenler de iki kısımdırlar. Zahirde (dış görünüşünde) zâhid gibi
olanlar ve hakiki sabredici olanlar. Zâhidlere benzeyenler zâhid değildirler.
Dünyâya rağbet edenler, oyun, eğlence ve ne yaptıklarının farkında olmadan
yaşayıp giderler."
"Akıllı kimselerin arzusu, düşüncesi, Cehennemden kurtulmak ve harâmlardan
kaçmaktır. Ahmak olanın arzusu, oyun ve eğlencedir" ve "Ölüm meleği yastığının
dibinde durduğu halde uyuyana, (gaflette olan kimseye) çok şaşılır" sözleriyle
âhıreti unutup gaflette olan insanlara duyduğu hayreti bildirmiştir. Her şeyden
evvel farzları yapıp harâmlardan ve şüpheli olan şeylerden sakınmayı söyler,
nafilelerle uğraşılacak zaman olmadığını bildirir: "Zaruri din bilgilerini alıp,
fudûl, ya'nî fâidesiz şeyleri terk etmek, akıl sahiplerinin işidir" buyurdu.
Kendisi dünyâya kıymet vermez ve herkesin harâm olan dünyâ lezzetlerini terk
etmesini isterdi.
"Allahü teâlâ dünyâyı lezzetlerle ve âfetlerle doldurdu. Helâlleri güçlüklerle,
harâmları da mesuliyetlerle beraber kıldı" buyurarak harâmdan sakınanların
âhıretteki azâblardan kurtulacağını ve Allahü teâlânın emrine uyanların
çektikleri güçlüğe karşı, âhırette mükâfat göreceklerini bildirmiştir.
Muhammed bin el-Yemân diyor ki: Bağdâdlı arkadaşlarımdan birisi, İbni Semmâk
hazretlerine mektûb yazıp dünyâyı kendisine anlatmasını istedi. Cevâbında
"Allahü teâlâ dünyâyı şehvetlerle ve âfetlerle doldurdu, helâlleri güçlüklerle,
harâmları da mes'ûliyetlerle birleştirdi. Helâller için hesaba çekeceğini,
harâmlar için azâb edeceğini bildirdi. Vesselam" yazarak gönderdi. İbni Semmâk
hazretleri, her yerde, herkese Allahü teâlâyı hatırlatırdı. Pazara girdiği
zaman: "Ey pazardakiler pazarınızda kesad (durgunluk), iyilerinizde hased, alış
verişlerinizde fesâd (İslâmiyete uygunsuzluk) var. O halde nefslerinizi gaflet
uykusundan uyandırınız" sözleriyle herkese âhıreti hatırlatır ve Allahü teâlânın
emirlerine itâat etmeyi, hile yapmamayı tavsiye ederdi.
Söylenilen söze çok dikkat edilmesini herkese söylerdi ve "Sen, duyduğunu
başkalarına söyleyenden daha çok, gizler görünenden kork. Çünkü böyle olan
kimseye, insanlar yalan yakıştıramazlar daha çok inanırlar. Sizden biriniz
ba'zan kendisine itimâd eden birine bir söz söyler. O da onu yayar, bu yüzden
ülkeler harâb olur" buyurarak gıybet edilmemesini ve az konuşmayı, sırrını hiç
kimseye söylememeyi tavsiye ederdi.
Muhammed İbni Semmâk, Süfyân-ı Sevrî'den rivâyetle şöyle anlattı: Bir kadın
muhtaç oldu. Elbiselerini giydi. Kocası nereye gittiğini sordu. Kadın "Yûsuf
aleyhisselâma gideceğim ve ihtiyâcımızı ona anlatacağım" dedi. Kocası "Biz sana
bir kötülük gelmesinden korkarız" dedi. Kadın "Ben Yûsuf’dan (a.s.) hiç korkmam.
Çünkü O, Allahü teâlâdan korkar" dedi ve Yûsuf'un (a.s.) geçeceği yol üzerine
oturdu. Yûsuf (a.s.) geçerken ayağa kalktı ve: "Tâati sebebiyle köleyi melik
(sultan) yapan ve isyanı (günahı) sebebiyle meliki köle yapan Allahü teâlâya
hamd ederim" dedikten sonra ihtiyâcını söyledi. Yûsuf (a.s.) emretti ve kadının
ihtiyâcı olan şeyin temin edilmesini istedi. "Buyurdu ki, "Herkesin muhtaç
olduğu kıyâmet günü için hazırlanan, ölüm gelmeden evvel ölüme hazırlanıp;
önceden bir şeyler gönderen, gençliği ve kuvveti kendisini aldatmayıp arzusuna
koşan (Allahü teâlânın emrine sarılan) gençlere müjdeler olsun."
Buyurdu ki: "İnsanlar üç kısımdır: Birincileri, günahkârlar sınıfı olup,
günahlarına tövbe edip bir daha günahlara dönmek, istemeyenlerdir. Bunlar
iyidir. Makbuldür. İkincileri, Günah işlerler sonra tekrar tekrar günah
işlerler, sonra üzülürler, sonra yine günah işlerler, sonra da ağlarlar.
Bunların kurtulması umulur. Fakat helâk da olabilirler. Üçüncüleri, günah
işlerlerken pişman olmazlar, pişman olurlar üzülmezler ve yine günah işlerler
ağlamazlar. Bunlar Cennet yolundan Cehennem yoluna sapmış olanlardır."
"Irak'tan çıkıp sahil şehirlerinden birisine gitmek istedim. Karanlık bir gecede
dağda yürürken, dağın başında insanlardan uzaklaşıp kendi başına yaşayan ve
Allahü teâlâ ile ünsiyyet (dostluk) eden bir adama rastladım. Selâm verdim. O da
selâmımı aldı sonra bana, "Nerden geliyorsun?" diye sordu "I-rak'tan geliyorum,
sahil şehirlerinden birine gitmek istiyorum" dedim. "Orada bir işin mi var,
yoksa gezmek için mi gidiyorsun?" dedi. "Bir işim yok" dedim. Ah-û figân etti ve
ağladı. "Ey Allahın kulu seni ağlatan, inleten şey nedir?" dedim. "Kalbi
rahatlayan, Allahü teâlâdan başka şeyleri unutan ve azâbı ilâhiden müsterih olan
kişilerin yaşayışını hatırladım" dedi. Ben de "Kederli bir kimseyim" diye cevap
verdim. "Senin derdin, kederin nedir?" dedi. "Üç suâldir" dedim. "Onlar
nelerdir?" dedi. "Allahü teâlâdan korkmanın alâmeti nedir?" dedim. "Hüzündür"
dedi. Allahü teâlâyı istemenin alâmeti nedir?" dedim. "Taleptir" dedi. "Ümidin
alâmeti nedir?" dedim. "Ameldir" dedi. "Bizim zayıflığımızın (Allahü teâlânın
emirlerini yapmaktaki gevşekliğimizin) sebebi nedir?" dedim. "Çünkü, siz Allahü
teâlânın affına güveniyorsunuz. Eğer Allahü teâlâ size ceza vermekte acele
etseydi günahları bırakır itâate dönerdiniz. Fakat Allahü teâlâ sizin
günahlarınızı örttü." Sonra şu şiiri okudu:
Dinleyip düşünerek anlasaydın sözümü, ölmeden evvel ölüp tarardın sen özünü,
ibâdet eyle dâim, uy helâl ve mubaha. Bir gün öleceksin sen devam etme günâha.
İbni Semmâk, Abbasî halifelerinden birinin
huzuruna girdi. Halife bu sırada bardak ile su içiyordu. Halife, İbni Semmâk'a:
"Bana nasîhat et" dedi. İbni Semmâk, "Susuzluktan ölecek bir halde olsan ve seni
ölümden kurtaracak suyu bütün servetin karşılığında verecek olsalar ne
yapardın?" diye sordu. Halife: "Bütün servetimi verir suyu alırdım" deyince İbni
Semmâk, "O halde, bir bardak su kadar kıymeti olan servetinle ne diye öğünüp
duruyorsun?"
Kendisinden nasîhat isteyen bir kimseye: "Gizli hâlinde sırdaşın, açık
hâllerinde koruyucun, gece ve gündüz her hâlinde seni gören ve bilen Allahü
teâlâyı her an kalbinde bulundur. (Onu bir ân unutma ve) O'nu çok sev. Mülk ve
saltanat O'nundur. Onun mülkünden çıkamazsın. O halde O'ndan korkun ve sakınman
çok olsun. Biliniz ki akıllı olan kimsenin günah işlemesi, ahmak kimsenin günah
işlemesinden, âlimin günah işlemesi fasıkın günah işlemesinden, zenginin günah
işlemesi fakîrin günah işlemesinden çok daha fenadır. Delinen bir kapta balın
durmadığı gibi, delik olan (Allahü teâlâdan başkasına bağlanan) kalbte de hikmet
durmaz" buyurmuştur.
Yine "İnsan günahlardan sakındığı kadar, Allahü teâlâyı tanır" buyurarak Allahü
teâlâyı tanıyan kimsenin günah işlemeyeceğini bildirmiştir.
İbn-i Semmâk, A'meş'den, O da Süfyân-ı
Sevrî'den, O da Abdullah bin Mes'ûd'dan Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu
rivâyet etmişlerdir: "Hiç
bir kul yoktur ki, atmış olduğu her adımdan ve onun lezzetlerinden hesaba
çekilmiş olmasın."
Yine Muhanımed İbni Semmâk, Muhammed bin Amr'dan, O da Ebû Seleme'den, o da Ebû
Hureyre'den (r.a.), rivâyetinde, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Fakîrler
zenginlerden, bin yıl evvel Cennete girerler."
Yine Avvâm bin Havşeb'den, O da Ebû Hureyre'den (r.a.) "Halilim (sevgilimiz) Hz.
Peygamber (s.a.v.) bana her aydan üç gün oruç tutmayı, uyumadan evvel vitr
namazını ve duhâ namazını kılmayı tavsiye buyurdu."
Muhammed bin Semmâk, Eş'ab bin Sa'd Ya'lâ bin Ata, Abdullah bin Ömer'den rivâyet
etti ki, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allahü
teâlânın rızâsı, babanın rızâsındadır
(rızâsına bağlıdır)."
"Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz."
hadîs-i şerîfi de O'nun rivâyetlerindendir.
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-8, sh-203
2)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-2 sh-5261, 5262 cild-4, sh-301 cild-5, sh-232 cild-6, sh-395
3)
Câmi-ü-kerâmât-il evliyâ cild-1, sh-102
4)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-61
5)
Risâle-i Kuşeyrî sh-62, 71, 303, 329, 700, 705,
706
6)
Şezerât-üz-zeheb
cild-1, sh-101
7)
Târîh-i Bağdâd cild-5, sh-365
8)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-152
|