Tebe-i
tâbiînden meşhûr Arap dil ve gramer âlimi. Künyesi, Ebû Abdurrahmân'dır. 100 (m.
718) senesinde doğup, 170 (m. 786) târihinde, Basra'da vefât etti. Babasının,
Resûlullah efendimizden sonra Ahmed ismini alan ilk zât olduğu söylenir.
Mirzebâ' bunu "Muktebis" isimli kitabında yazmaktadır. Eyyûb Sahtiyanî, Âsım
el-Ahvel, Osman bin Hâdır, Avvâm bin Havşab ve başkalarından (r.anhüm) hadîs-i
şerîf ve Arap lisânının inceliklerini öğrenmiştir. Ondan da, Hammâd bin Zeyd,
Nadr bin Şumeyl, Eyyûb bin Mütevekkil, Esmaî, Hârûn bin Mûsâ en-Nahvî, Vehb bin
Cerîr bin Hazım ve daha başka âlimler (r.anhüm) ondan hadîs-i şerîf ve Arapça
öğrenmişlerdir.
İslâmiyetten
önce, ileri seviyede kullanılan Aruzu sistemli bir hâle getirip, "İlm-i Aruz"
denmesine Halil bin Ahmed sebeb olmuştur. Aruz ilmi: Nazımda vezinlerin çeşitli
incelik ve özelliklerini ve doğru bir şekilde nasıl kullanılacaklarını bildirir.
Aruzu çok
geniş, bir şekilde inceleyen Halil bin Ahmed (r.a.), aruz ilmine yeni birçok
bilgiler kazandırmış, bu ilmin en önde gelen, birinci sınıf mütehassısı
olmuştur. O, aruz ilmini önce beş bölüme ayırmış, sonra da bundan onbeş bahrı
çıkarıp, geliştirmiştir. Meşhûr nahv âlimi (Arapça dili gramercisi)
Ahfeş
buna bir bahr daha ilâve etmiştir. Bunun ismi Habeb'dir. Aruz'un her bir
bölümüne Bahr, denir. Halîl bin Ahmed, sâlih, akıllı ve halim ve vakur
(ağırbaşlı) bir zât idi.
Eserlerinden
bazıları: Kitâb-ül-Ayn, Kitâb-ül-Arûz, Kitâb-üş-Şevâhid v.s.
Lügat
âlimlerinin çoğu, Arapça bir lügat olan ve Halîl bin Ahmed'e nisbet edilen
Kitab-ül-Ayn'ın o-nun eseri olmadığını, ancak, onun böyle bir eser yazmağa
başladığını, başlangıç kısımlarını tertîb edip, buna "Ayn" ismini verdiğini,
vefât ettikten sonra talebelerinden Nadr bin Şumeyl ve Müerric Sudûsî, Nasr bin
Ali el-Cehdâmî ve başkaları tarafından tamamlandığı fakat, sonradan yazılanlar,
Halil bin Ahmed'in yazdıklarına muvafık olmadığından, onun yazdıklarının
çıkarıldığı söylenmiştir. Bu yüzden, Halîl bin Ahmed'den sonra yazılan kitapta,
O'nun yapması mümkün olmayan hatâlar mevcuttur. Bu hususta Dârüsütveyh denilen
âlim, mevzuyu derinlemesine tahkik eden bir eser yazmıştır.
Âlimlerin,
hakkında buyurdukları:
Hammâd bin
Zeyd: "Halil bin Ahmed, daha önce Ebâdiye denilen bozuk bir fırkanın itikadında
idi. Fakat Allahü teâlâ ona, Eyyûb Sahtiyanî hazretlerinin sohbetiyle
şereflenmeyi nasîb edip, Ehl-i sünnet itikadına döndü" dedi.
Nadr bin
Şumeyl: "Çok mütevazı bir zât idi." dedi.
Şîrâfî: "Nahv
(Arap dili grameri) mes'elelerini halletmekte zirvede idi. O kendisini tamamen
ilme vermişti. Basra emîri, çocuklarına ders vermesi için onu çağırmıştı.
Yanındaki kuru ekmeği çıkararak, "Bu yanımda olduğu müddetçe, ona ihtiyâcım
yoktur" demiştir.
Menkıbeleri ve
buyurdukları: Halil bin Ahmed, Mekke-i mükerreme'de, kendisine, daha önce
kimsenin bahsetmediği, sadece kendisinden alınabilecek, öğrenilebilecek bir ilim
verilmesi için duâ etmişti. Hacdan dönüşünde, kendisine aruz ilmi nasîb oldu. Bu
ilimde o kadar ilerledi ki, üstâd derecesine ulaştı.
Hamza bin
Hasan el-İsbahânî, et-Tenbih âlâ Hudûs-it tasnif adlı eserinde "Müslümanlar
arasında Halîl bin Ahmed gibi âlimler az yetişmiştir. Çünkü, o, kaidesi olmayan
aruzu, kaidelere bağlayıp, sistemli bir hâle getirerek, yepyeni bir ilim ortaya
koymuştur" buyurmaktadır. Halîl bin Ahmed'in Arap lügatine dâir "Kitâb-ül-Ayn"
isimli eseri çok tanınmıştır. Halil bin Ahmed, maddî bir menfaatten dolayı
kimseye boyun eğmez, vekarını muhafaza eder, aza kanâat ederdi.
Fâris ve Ehvaz
valisi Süleymân bin Habîb bin Mühelleb bin Ebî Süfre el-Ezdî ona maaş
bağlamıştı. Bir gün onu yanına çağırdı. Halil bin Ahmed (r.a.) ona şöyle cevap
yazdı: Sizin yardımınızla rahatım iyi. Kimseye muhtaç değilim. Ancak ben servet
sahibi birisi de değilim. Fakat hiç kimsenin zayıflıktan öldüğünü görmedim.
Sonra kimse, her zaman aynı hâl üzere kalmaz. Rızk Allahü teâlâdandır. İnsanın
zayıf ve güçsüz olması, takdir edileni noksanlaştırmadığı gibi, kuvvetlinin
kuvveti de ona takdir edilenden fazlasını ilâve etmez. Zenginlik ve fakîrlik,
mala göre değildir. Esas olan kalb zenginliğidir. Süleymân bin Habîb, Halil bin
Ahmed'in (r.a.) bu sözünü okuyunca maaşını kesti. Bunun üzerine, Halil bin
Ahmed, onun bu hareketine karşı şu şekilde cevâp verdi. "Bana ölümüme kadar
garanti vermiştin. Sen bu hareketinle iyi yapmadın. Şunu bil ki, sen beni azıcık
bir şeyden mahrum kıldın. Fakat, maaşımı kesmenle, servetini arttıracak
değilsin." Halîl bin Ahmed'in bu sözleri valiye ulaşınca, ona mektûb yazıp özür
diledi. Tekrar maaş bağlattı. Bu sefer maaşını daha fazla yaptı.
Halil bin
Ahmed ile yine edebiyatçı biri olan Abdullah bin Mukaffa, bir gece bir araya
gelmişlerdi. Sabaha kadar sohbet ettiler. Birbirinden ayrıldıkları zaman Halil
bin Ahmed': "İbn-i
Mukaffâ'yı
nasıl buldun?" dediklerinde: "Onu, ilmi aklından çok birisi olarak gördüm" dedi.
Abdullah bin Mukaffâ'ya Onu nasıl bulduğu sorulunca "Onu, aklı ilminden daha çok
birisi olarak gördüm" dedi.
Anlatılır ki:
Halîl bin Ahmed bir şiirin beytini takti' (aruz veznine göre ayırırken)
yaparken, o sırada oğlu yanına girdi. Babasını bu halde görünce, ne yaptığını
bilmediği için aklını kaybettiğinden böyle bir işle uğraştığını zannedip, hemen
dışarı çıkarak babama bir şey olmuş diye, herkese anlattı. Bunun üzerine,
dışarda bunu duyanlar, yanına gelip, oğlunun kendilerine bir şeyler söylediğini,
bunun aslının olup olmadığını sorduklarında, Halil bin Ahmed oğluna dönerek
şöyle dedi: "Eğer benim söylediğimi bilseydin, beni mazur görür, hakkımda öyle
konuşmazdın. Fakat sen benim sözümü anlamadığın için, hakkımda böyle konuştun.
Ben bildim ki, sen câhilsin. Fakat ben seni mazur görüyor, bu hâline müsamaha
ile karşılık veriyorum."
Yine'ondan
şöyle bir şiir rivâyet edilir. Fakat kendisi için mi yoksa başkası için mi
söylediği bildirilmemiştir. "Bana diyorlar ki: "Bütün dostların sana yakınlar.
Fakat sen yine de üzgünsün. Bu, hayret edilecek birşey. Ben de onlara, (Kalbler
arasında yakınlık olmadıktan sonra, dostlar da, evleri de yakın olsa neye yarar)
diye cevap verdim" diyor.
Yine ondan
şöyle naklederler: Birisine aruz öğretmek için gidip gelirdim. Fakat, anlayışı
kıt birisi i-di. Bir müddet bu derse devam ettik. Hiçbir şey elde edemedi. Ona
bir gün dedim ki, "Şu beyti takti' yap,
ya'nî,
münâsip vezne göre onu parçala" dedim. Beyt şu idi. "İzâ lem testeti' şey'en fe
de'hu ve câvizhu ilâ mâ testetiu." Ma'nası: Eğer, birşey elde edemedinse, bunu
artık bırak. Gücünün yeteceği, elde edebileceğin bir işi yap." idi. Bu şahıs,
benim de yardımımla, bildiği kadar birşeyler yaptı. Sonra kalkıp gitti. Bir daha
bana gelmedi. Fakat ben, anlayış ve zekâsının çok az olmasına rağmen, benim o
beyti ona verip, uygun olan aruz kalıbını buna tatbik et dememdeki maksadı
anlayıp, bir daha gelmemesine çok hayret ettim. Çünkü ben, o şiirle bu işi
yapamıyorsan, anlıyamıyorsan, aruz okumayı bırak, demek istemiştim. O da, bu
gizli maksadı anlayıp, gelmedi, dedi.
Denildi ki:
Mescide girmişti. Bir mes'ele üzerinde düşünüyordu: O kadar dalmıştı ki, artık
çevresiyle ilgisi kesilmişti. Bu sırada bir direğe çarptı. Fakat hâlâ farkında
değildi. Ancak bir müddet sonra sırtüstü yere düşüp öldü. Bir rivâyete göre:
"Vefâtı, aruz bahri ile takti' yaparken, olmuştur."
Bildirilir ki:
Halîl bin Ahmed meşhûr şâir, Ahtalın şu beytini çok söylerdi: îzeftakarte
ilezzehâiri lem tecidi Zühren yekûnu kesâlih-il-a'mâli "Saklanacak, depo
edilecek, hazırlanacak bir şeye muhtaç olduğun zaman, sâlih amel gibisini
bulamazsın. En iyi zahire sâlih ameldir."
Vakitlerini
ilim ile uğraşarak geçirirdi. "Kapımı kapadığım zaman, artık kapının dışını
düşünmezdim. Akıl ve zihnin kemâli (olgunluğu) kırk yaşına varınca olur.
Resûlullah (s.a.v.) bu yaşta Peygamber olarak gönderildi. Bundan sonra yaş,
altmış üçe varınca, insanda değişiklikler, zaaflar ve düşmeler görülür. Bu
yaşta, Resûlullah (s.a.v.) Âhırete teşrif buyurdular." derdi.
"İnsan
zihninin en berrak ve zinde olduğu vakit, seher vaktidir." diye söylerdi.
KAYNAKLAR
1)
Vefeyât-ül-a'yân cild-2, sh-244
2)
Tehzîb-üt-tehzîb cild-3, sh-163
3)
El-A'lâm cild-2, sh-314
4)
Mu'cem-ül-müellifîn cild-4, sh-112
5)
Tehzîb-ül-esmâ ve'l-luga cild-1, sh-177
6)
Miftâh-üs-se'âde cild-1, sh-96
|