Ensâr-ı
kirâm’ın (Medineli Müslümanların) büyüklerinden. Künyesi, Ebû Hamza’dır, Bu
künyeyi kendisine Resûlullah (s.a.v.) vermiştir. Bir gün Hamza denilen baklayı
toplarken, Resûl-i Ekrem efendimiz (s.a.v.) onu görmüş, Ebû Hamza diye iltifat
buyurmuşlardır. Lâkabı Hâdim-i Resûlullah (s.a.v.) (Resûlullah’ın
hizmetçisidir). Kendisine böyle söylenince çok sevinir ve memnun olurdu. Bununla
iftihar ederdi. Hicretten on sene önce doğmuş (m. 612), hicretin 93 senesinde
(m. 712) vefât etmiştir. Enes bin Mâlik’in (r.a.) validesi Ümm-i Süleym’dir.
Enes’in (r.a.) babası müslüman olmadığı için annesi, bundan çok üzüntü duymuştu.
O vefât edince, Ebû Talha annesine evlenme teklifinde bulundu. Fakat Ebû Talha
daha müslüman olmadığından Hz. Enes’in annesi, evlenmeleri için müslüman
olmasını şart koştu. Böylece, Ebû Talha, ikinci Akabe’de müslüman olanlar
arasına girmiş oldu. İşte Enes bin Mâlik (r.a.), İslâm ile şereflenmiş böyle bir
aile ocağında yetişti.
Enes’in
(r.a.), Zül-üzüneyn lakabı da vardır. Bu lakabı Ona Resûlullah (s.a.v.)
vermiştir. Bir ara Resûl-i Ekrem efendimiz mübârek elleri ile zülüflerini
çekerek, “Yâ zel-üzüneyn” diye latife buyurmuşlardır. Onun için, Hz. Enes de,
validesinin tavsiyesi üzerine Resûlullah’ın mübârek ellerinin değdiği bu
zülüfleri teberrüken olduğu gibi bırakmıştır. Bazı tarihçiler, Hz. Enes’in bu
lakabı almasının sebebi olarak, Resûl-i Ekrem efendimizden (s.a.v.) duydukları
mübârek sözleri iyi anlayıp, ezberlemesini, gösterirler.
Resûlullah
efendimiz (s.a.v.), Medine-i Münevvere’ye teşriflerinde Hz. Enes 9-10 yaşlarında
idi. Hemen validesi (annesi) Ümm-i Süleym kendisini alıp, Resûlullah’ın (s.a.v.)
huzur-u se’âdetlerine getirdi. Hizmetlerine kabul buyurmasını istedi. “Yâ
Resûlallah! Ensâr erkek ve kadınlarından sana hediye vermiyen kalmadı. Bu
oğlumdan başka sana, hediye verecek bir şeyim yok. Bunu al. Sana hizmet etsin”
dedi. Validesinin bu isteği kabul buyuruldu. Bunun üzerine annesi: “Yâ
Resûlallah! Şu hizmetçiniz Enes’e duâ buyurunuz” deyince, Resûlullah (s.a.v.)
efendimiz de “Yâ Rabbi! Enes’in malını ve evlâdını mübârek ve yümünlü eyle,
ömrünü uzun eyle, günahlarını af eyle” şeklinde duâ buyurdular.
Hz. Ebû
Bekir devrinde, Bahreyn havalisinin zekâtını toplamakla görevlendirilmiştir. Hz.
Ebû Bekir’in vefâtında, Bahreyn’de bulunuyordu. Daha sonra Medine’ye geldi. Hz.
Ömer’in zamanında Medine’de kaldı. Hz. Ömer, onu meşveret meclisine (Danışma
kuruluna) aldı. Onun kıymetli tavsiyelerinden istifâde etti. Bu sırada Medine’de
kaldığı müddetçe, fıkıh dersi vermekle meşgul oldu. Yine bu devirde Enes bin
Mâlik (r.a.), Toster’de yapılan muharebede elde edilen ganimetin ve Hz. Ömer’e
gönderilme şartı ile teslim olmayı kabul eden İran ordusu kumandanı,
Hürmüzan’ın, Medine’ye getirilme işini üzerine almıştı. Medine’den Basra’ya
gitmiş, Hz. Ömer’in vefâtını burada öğrenmiştir. Hz. Osman zamanında da Basra’da
kalan Enes bin Mâlik (r.a.) fıkıh dersleri vermeye devam etti. Hz. Osman’ın
vefâtını Medine’ye gelirken yolda öğrenmiştir. Enes (r.a.), Hz. Ali’nin
halifeliği zamanına yetiştiği gibi, Emevi halifelerinden bir kısmını da
görmüştür. Hz. Enes, zulme ve haksızlığa dâima karşı olmuştur. Bu konuda
çekinmemiştir. Onun için Haccâc’ın yaptığı zulümleri görünce, Halife
Abdülmelik’e şikâyette hiç tereddüd göstermemiştir. Buna rağmen, Haccâc, ona
darılmamış, onun rızasını kazanmak için elinden gelen gayreti sarf etmiş ve
derslerine de devam etmiştir. Bu sırada Sahâbe-i kirâm’ın sayıları azaldığı için
yaşayan Sahâbîlerin kıymeti daha da artmıştı. Halk, böyle mübârek zâtları arayıp
buluyor, onların sohbetlerinden istifâde etmeye çalışıyorlardı. Çünkü bunlar,
bizzat Resûlullahı görüp, ruhlara gıda olan mübârek sözlerini, Onun mübârek
ağzından dinlemişlerdi. Bu bakımdan herkes onlara gerekli hürmet ve saygıda
kusur etmemeye gayret ediyorlardı.
Enes bin
Mâlik (r.a.) uzun ve bereketli bir ömür yaşamıştır. Basra’da vefâtına yakın
hastalandı. Halk, gece-gündüz ziyâretine geldi ve yanında bulundular. Basra’da
vefât eden en son Sahâbe odur. Basra’ya 9-12
km. mesafede bulunan Tat mevkiinde vefât etti. Muhammed bin
Şîrîn (r.a.) tarafından gasl, techiz ve tekfini yapıldı. Vefat ettiği yere defn
edildi. Vasiyeti üzerine, Resûlullah’ın (s.a.v.) saçlarından bir miktar kabrine
kondu.
Hz. Enes bin
Mâlik, Peygamber Efendimizin uzun seneler hizmetinde bulunması sebebiyle
Kur’ân-ı kerîmin tefsîrini çok iyi öğrenmişti. Âyetlerin tefsîrine dair
bildirdiği rivâyetler tefsîr kitaplarını süslemektedir. Hz. Enes, Sabâbe-i kirâm
arasında Peygamber efendimizin hallerini, sözlerini ahlâkını, işlerini bildirme
bakımından en önde gelenlerinden idi. Dokuz yaşında Resûlullah’ın (s.a.v.)
hizetine başladı. Resûlullah’ın vefâtına kadar yanlarından hiç ayrılmadı.
Peygamber efendimizden 2230 hadîs-i şerif bildirdi Hadîs rivâyetinde çok titiz
davranırdı. Bu durumu talebelerine de ısrarla tavsiye ederdi. Bu bakımdan hadîs
ilmine hizmeti büyüktür. Hadîs ilminin yayılmasında önde gelenlerdendir. İlim
öğrenmek gayesinde olanlar onun meclisine devam ederlerdi. O, “Kale Resûlullah”,
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu, derken meclistekiler, derin bir huşu’ ve
huzur içinde dinlerlerdi. Birçok yerde ilim halkası kurmuştu. Mekke-i Mükerreme,
Medine-i Münevvere Basra, Kûfe ve Şam ders verdiği mühim merkezlerdi. Zamanın
halifesi bile onun derslerine gelmeyi gönülden arzu ederdi. Her yönden bereketli
ve çok mübârek bir zât idi. Bu da, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) duâlarının
bereketiyle idi. Onun ilim deryasından istifâde edenler çoktur. Hasen-i Basrî,
Süleyman Teymî, Ebû Kulâbe, Ebû Bekir bin Abdullah el-Müzenî (r.a.) bunlar
arasındadır.
Enes bin
Mâlik’in, hadîs ve tefsîr ilminde olduğu gibi, fıkıh ilmine de büyük hizmeti
olmuştur. Müstakil bir eser teşkil edecek kadar, fetvâ ve ictihâdları vardır.
Hz. Enes ile Muhtar bin Fülgül arasındaki konuşma ve Muhtara verdiği cevabın
İslâm Hukuku’nda mühim bir yeri vardır. Muhtar, Enes’e (r.a.): “Resûl-i Ekrem’in
nehyettiği (yasak ettiği) içkiler nelerdir? diye sordu. Hz. Enes cevaben Resûl-i
Ekrem’in “Her sarhoş eden şey harâmdır” buyurduğunu söyledi. Bunun
üzerine Muhtar şöyle sordu: “Doğru söylüyorsun. Sarhoş olmak harâmdır. Bir iki
yudumluk bir şey içmek hakkında ne dersin? Enes (r.a.): “Çoğu sarhoş edenin azı
da harâmdır” cevabını verdi.
Enes bin
Mâlik (r.a.) yüksek bir ahlâka sahipti. Son derece nâzik, güzel sözlü ve güler
yüzlü idi. Resûlullah’ı (s.a.v.) çok sever, sünnete uymaya çok dikkat ederdi.
Sabah namazının vakti girmeden önce uyanır, Mescid-i Nebevîye gider, Resûl-i
Ekrem’e hizmet için can atardı. Resûlullah’ın (s.a.v.) sesini duymak ve Ona
hizmet, onun için en büyük sürûr ve neş’e kaynağı idi. Resûl-i Ekrem de onun
hakkında iyilikle bahsedip, yaptığı hizmetlerden dolayı duâ buyururlardı.
Resûlullah’ın (s.a.v.) âhirete teşriflerinden sonra, verdiği derslerde
Resûlullah’ın (s.a.v.) devrini, tekrar o günleri yaşar gibi, neş’e ve zevkle
anlatır, talebeler üzerinde büyük tesir uyandırırdı. Bu yüzden talebelerinde
Resûlullah’ın sevgisi apaçık görülürdü. Enes bin Mâlik (r.a.) Emr-i bil-Ma’rufa
(iyiliği emretmek) son derece ehemmiyet verirdi. Çünkü bu ümmeti, en hayırlı
ümmet yapan sıfat budur. Ya’nî, iyiliği emredip, kötülüğe mâni olmak.
Enes bin
Mâlik (r.a.) yakışıklı ve nûrânî idi. Servet sahibi olduğu halde, çok sade bir
hayat yaşadı. Dünya zînet (süs) ve lezzetine, dünyâlığa ehemmiyet vermedi.
Fakirleri ve yoksulları gözetir, onlara gerekli yardımda bulunurdu.
Talebelerinin ihtiyaçlarını kendisi temin ederdi. Resûlullah’a olan sevgisini
her fırsatta dile getirirdi.
Peygamber
efendimiz (s.a.v.), Enes bin Mâlik (r.a.) hakkında şöyle buyurdular:
“Ey Enes,
bir iş yapmak istediğin vakit, yedi defaRabbine istihare et. Sonra kalbinin
meylettiği tarafı yap. Hayır ondadır.”
“Ey Enes!
Biliyor musun, mağfireti (bağışlamayı) gerektiren hususlardan biri de, müslüman
kardeşini sevivndirmendir. Onun üzüntüsünü giderirsin, yahut içini
rahatlatırsın, yahut ona bir mal verirsin veya borcunu ödersin, yahut kendisi
olmadığı zaman, çoluk çocuğuna. göz kulak olursun.”
Enes bin
Mâlik’in (r.a.) bizzat Resûl-i Ekrem efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden bir kısmı aşağıdadır.
“Kalaylaştırınız, (zorlaştırmayınız) güçleşdirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret
ettirmeyiniz.”
“Herhangi
biriniz kendi nefsi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek
mü’min olamaz.”
“Birbirinize
buğz etmeyiniz, hased etmeyiniz (kıskanmayınız) birbirinize sırt çevirmeyiniz.
Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslüman için kardeşini üç günden fazla
terk etmek (küsmek) helâl olmaz.”
“Sizden bir
kimse başına gelen bir musîbetten dolayı ölümü istemesin. Ölümü isteyecek kadar
sıkıntılı bir durum, içerisine düşmüş olanlar, Yâ Rabbi! Hayat hakkımda hayırlı
olduğu müdtedçe beni yaşat, yoksa, ruhumu kabz eyle, desin.”
“Kim Allahü
teâlâya kavuşmak isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmak ister. Kim ounu
istemezse, Allahü teâlâ da istemez.”
Bunun üzerine biz: Yâ Resûlallah, hepimiz ölümü istemeyiz, dedik. Resûlullah
(s.a.v.) şöyle cevap verdiler: “Bu ölümü istememek değil, mü’min dünyâdan
ayrılacağı zaman, akıbetinin iyi olacağına dair müjdeler kendisine verilir,
böylece Allahü teâlâya kavuşmak ister. Bu kavuşma, onun en çok istediği şeydir.
Fakat kâfir ve fâcir son nefesinde, sonunun iyi olmadığını görür ve cenâb-ı
Hakka kavuşmağı istemez. Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez.”
“Kendisinde
şu üç sıfat bulunan îmânın tadını duyar: Allahü teâlâ ve Resûlünü başkalarından
daha çok sevmek, sevdiğini Allah için sevmek, küfürden kurtulup hidâyete
kavuştuktan sonra, ateşe atılmayı ne kadar istemezse, küfre dönmeyi de o
derecede kerih ve kötü görmek.”
“Kıyâmet
günü bir komşu diğer komşuyu yakalar, onu salıvermez ve şöyle der: “Yâ Rabbi!
Sen buna çok ihsanda bulundun. Bana ise, az verdin. Ben aç idim. O tok olarak
uyudu. Ona: “Bana kapısını niçin kapadığını, kendisine verdiğin rızıktan beni
niçin mahrum ettiğini sor der.”
“Şu dört
şeyin sarf edilmesinden, kul kıyâmet gününde hesaba çekilmez. Bunlar: Ana,
babasına sarf ettiği, iftar için sarf ettiği, sahur için sarf ettiği,
çoluk-çocuğu için sarf ettiği nafakalardır.”
“Bir kimse
dünyâda ipekli elbise giyerse, ahirette giyemez.”
“Mi’raca
çıktığım gece, dudakları makasla kırpılan bazı kimseler gördüm. Cebrâile,
bunların, kimler olduğunu sordum. Cebrâil (a.s.) “Bunlar, ümmetinden, herkese,
iyiliği emredip, kendilerini unutan ve Kur’ân-ı kerîmi okuyup da ona uymıyan,
onunla amel etmeyenlerdir, cevabını verdi.”
“Allahü
teâlâ, bütün insanlar arasında beni seçti, ayırdı. İnsanların en iyisini bana
Eshâb olarak seçti, Bunların arasından da, bana akraba ve yardımcı olarak en
üstünlerini ayırdı. Bir kimse beni sevdiği için bunlara hürmet ederse, Allahü
teâlâ onu her tehlikeden korur. Onlara hakaret ederek beni incitenleri de
incitir.”
Enes bin
Mâlik, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) mübârek ağızlarından Sidret-ül-Müntehaya kadar
olan yolculuğu anlatıp, bundan sonraki durumları ve namazın farz oluşunu, yine
Resûlullah’ın (s.a.v.) mübârek dilinden şöyle bildirir: “Cebrâil (a.s.) beni
Sidret-ül-Münteh’a’ya götürdü. Bir de ne göreyim, yaprakları fil kulakları gibi,
meyveleri küpler kadar bir ağaç var. Bu ağacı Allahü teâlânın celâl ve azameti o
kadar kaplamış ve bürümüş ki, bu yüzden durumu değişmiş ve çok güzelleşmiş. Hiç
kimse onun güzelliğini anlatamaz. Bu sırada Allahü teâlâ bana vahyedeceğini
vahyetti. Bana her gün ve gece için elli vakit namazı farz kıldı. Altıncı kat
semada bulunan Musa’nın (a.s.) yanına inince, bana: “Rabbin ümmetine neler farz
kıldı?” dedi. Elli vakit namaz, dedim. Musâ (a.s.) bana, Rabbinden bu miktarı
hafifletmesini dile, çünkü ümmetin bu kadara tahammül edemezler. Ben, Benî
İsrâili denedim, dedi. Bunun üzerine, Rabbimle münâcaat ettiğim yere dönüp, elli
vakit namazı hafifletmesi için yalvardım. Allahü teâlâ, elli vaktin, beş vaktini
indirdi. Bu durumu Musa’ya (a.s.) söyleyince, ümmetin bu kadara da dayanamaz,
sen yine Allahü teâlâdan bunun da hafifletilmesini, dile, dedi. Bu şekilde
Rabbim ile Musa (a.s.) arasında gidip geldim. Nihayet Allahü teâlâ, “Yâ
Muhammed! Farz kıldığım namazlar, her gün ve gecede kılınacak olan beş vakit
namazdır. Her namaz için on sevab vardır. Bu bakımdan sonunda yine elli namaz
olur. Bir kimse hayır yapmak ister de, onu yapamazsa, ona bir sevab yazılır. O
iyiliği yaparsa, on sevab yazdır. Bir kimse kötülük işlemek ister de, yapamazsa,
ona hiçbir şey yazılmaz. O kötülüğü işlerse, bir tane günah yazılır.” buyurdu.
Buradan tekrar Musa’nın (a.s.) yanına uğradım. Olup bitenleri anlattım. Musa
(a.s.) yine Rabbinden bunun da hafifletilmesini iste, dedi. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) Rabbime çok müracaatta bulunduğum için artık utanıyorum”
buyurdu.
Resûlullah’ın (s.a.v.), Enes bin Mâlik’e (r.a.) nasihatleri:
“Ey oğul!
Elinden geldiği kadar abdestli ol. Çünkü kim abdestli olarak ölürse ona şehîdlik
sevabı verilir.”
“Ey Enes!
Rükûda ellerinle dizlerini sıkıca tutup, parmaklarını birbirinden ayır,
dirseklerini yanlarına yapıştırma, Rükûdan kalkınca, her uzvun tam olarak yerine
gelsin. Allahü teâlâ, kıyâmet gününde, rükû ve secde arasında belini dosdoğru
yapmıyana nazar etmez. Secde ettiğin zaman, alın ve ellerini iyice yere koy.
Secdeleri çabuk ve acele yaparak, horozun yeri gagalaması gibi gagalama, secdede
kollarını yere sererek, köpeklerin veya tilkinin yatışı gibi yere serilme.
Namazda sağa sola nazar etmekten sakın.”
“Ey oğul!
Kimse hakkında kötülük beslemeden sabahlamaya ve akşamlamağa çalış. Bunu
basarırsan, hesabın çok kolay olur.”
“Müslümanlardan büyüklere hürmet, küçüklerine merhamet et.”
Katâde
(r.a.), Hz. Enes’e, Resûlullah’ın (s.a.v.) en çok yaptıkları duânın ne olduğunu
sorunca, “Allahümme Rabbena âtina fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten
ve kına azâbennâr” duâranı çok okuduklarını bildirdi. Katâde (r.a.), Hz.
Enes’in duâ edeceği zaman, bununla duâ ettiğini veya duasına, bu duayı da ilâve
ettiğini nakleder.
Enes (r.a.)
buyurur ki: Bir gün bir A’rabî, Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) gelip, “Yâ Resûlallah!
Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sormuştu. Bu sırada ikâmet okunduğu için,
Resûlullah (s.a.v.) cevap vermeden namaza durmuşlardı. Namazdan sonra, kıyâmeti
soranın nerede olduğunu sordular. A’rabî, “Benim Yâ Resûlallah” dedi. Resûl-i
Ekrem ona kıyâmet için ne hazırladığını sordu. A’rabî, fazla bir hazırlığı
olmadığını, ancak Allahü teâlâ ve Resûlünü sevdiğini, söyleyince, Resûlullah
(s.a.v.) “Kişi sevdikleri ile beraberdir” cevabını verdi. Eshâb-ı kirâm
bu mübârek hadîsi işitince çok sevinmişler, buna sevindikleri kadar başka bir
şeye sevinmemişlerdir.
“Yahudiler,
âdet gören kadınlarla beraber oturmazlar, birlikte yemek yemezlerdi. Eshâb-ı
kirâm, Yahudilerin bu durumunu, Resûl-i Ekrem efendimize arz ederek, bu konuda
ne buyurduklarını sorunca, şu âyet-i kerîme nâzil oldu: “Sana kadınların
âdetlerinden (hayz görenlerinden) sorarlar. Onun bir eziyet olduğunu, söyle.
Kadınlar âdet gördükleri zaman, onlarla temasta bulunmayınız. Onlar
temizlenmeden onlara yaklaşmayınız.”
“Bir takım
işler yapıyorsunuz ve onları kıldan daha ince ve önemsiz görüyorsunuz. Halbuki
biz, Peygamber (s.a.v.) zamaında, bu işleri büyük günahlardan sayardık.
Allahü teâlâ
şöyle buyuruyor: “Kul bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın
yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Yürüyerek
bana gelirse, koşarak ona gelirim.”
“Üç şey
ölünün peşinden kabre kadar gider. Çoluk çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan,
ailesi ve malı döner” Onunla sadece ameli kalır, “
“Allahü
teâlâ, kulunun yemek yedikten veya birşey içtikten, sonra kendisine hamd
etmesinden râzı olur (hoşnud olur).”
“Peygamber
efendimizin zevcelerinin evine üç kişi gelip, Peygamber efendimizin ibâdetini
sordular. Ne kadar yaptığını öğrendikleri zaman, bunu az gördüler. “Peygamberin
yanında biz neyiz? Onun geçmiş ve gelecek bütün günâhları bağışlanmıştır”
dediler. Bunlardan birisi, “Devamlı, bütün gece namaz kılacağım.” dedi. Diğeri,
“Ömrüm boyunca oruç tutacağım hiç oruçsuz olmayacağım” dedi. Üçüncüsü ise,
“Kadınlardan uzak kalacağım, hiç evlenmiyeceğim” dedi. Bu sırada Peygamber
efendimiz teşrif buyurdular. “Şöyle şöyle diyenler, sizler misiniz? Bakınız!
Allahü teâlâya yemin ederim ki, Allahü teâlâdan en çok korkanınız ve ona karşı
gelmekten en fazla sakınananız benim. Buna rağmen, bazen oruç tutuyorum, bazan
tutmuyorum. Namaz kılıyorum, uyuyorum. Kadınlarla evleniyorum. Kim, benim
sünnetimden yüz çevirirse, o kimse benden değildir.”
Peygamber
efendimiz (s.a.v.) “İster zâlim olsun, ister mazlum olsun, mü’min kardeşinize
yardım ediniz” buyurdu. Eshâb’dan birisi: “Yâ Resûlallah! Mazlum olan
kimseye yardım ederim, fakat zâlime nasıl yardım edebilirim? dedi. Resûlullah
efendimiz (s.a.v.): “Zâlimi, zulüm yapmaktan alıkorsun, işte bu ona
yardımdır.” buyurdular.
Bir gün
Resûlullah (s.a.v.) benzerini hiç duymadığım bir hutbe okudular. “Eğer, siz
benim bildirdiklerimi bilmiş olsaydınız, herhalde az güler, çok ağlardınız”
buyurdu. Bunun üzerine, Resûlullah’ın (s.a.v.) eshâbı yüzlerini kapayarak
ağladılar.”
“Kâfir bir
iyilik yaptığı zaman, ona karşı dünyâlık verilir. Fakat mü’mine gelince, Allahü
teâlâ, onun iyiliklerini âhirete saklar. Dünyada da taatına göre rızık verilir.”
Resûlullah
(s.a.v.) buyurdu: “Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Ey Âdemoğlu! Sen, bana duâ
edip, benden istediğin müddetçe, sende bulunan günahları bağışlarım. Onların
çokluğuna ve ağırlığına bakmam. Ey Âdemoğlu! Günahların yerle gök arasını
dolduracak kadar bile olsa, fakat benden günahlarının bağışlanmasını istesen
(istiğfâr etsen) senin bu günahlarını bağışlarım. Ey Âdemoğlu! Yeryüzünü
dolduracak günahlarla huzuruma gelsen, şirk koşmadan bana kavuşsan, yeryüzünü
dolduracak bir mağfiret ve af ile seni bağışlarım.”
Resûlullah’ın (s.a.v.) yanında iki kişi aksırdı. Birine, “Allah sana merhamet
eylesin” buyurduğu halde, diğerine bu mukabelede bulunmadı. Yâ Resûlallah,
Allah’dan, buna rahmet diledin, niçin öbürüne dilemedin denilince, “Bu Allahü
teâlâya hamd etti (Elhamdülillah, dedi) öbürü ise hamd etmedi” buyurdu.
“Resûlullah
(s.a.v.) duâ ederken mübârek ellerini bazan öyle kaldırırdı ki, mübârek koltuk
altının beyazlığı görünürdü.”
Hz. Enes bin
Mâlik buyurdu ki: “Üç sınıf insan, hesap gününde Allahü teâlânın rahmetine
kavuşur: 1. Akrabasını ziyâret eden. 2. Kocası ölüp yetimlerle kalan ve ölünceye
kadar onlara bakan kadın. 3. Ziyafet sofrası kurulup, yetimleri ve kimsesizleri
davet eden kimse.”
“Resûlullah’a (s.a.v.) on sene hizmet ettim. Mübârek elleri ipekten yumuşak idi.
Mübârek teni miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Resûlullah’ın kalb-i
şerîfi nazargâh-ı ilâhî idi.”
“Resûlullah
(s.a.v.) insanların en güzel huylusu idi. Beni bir gün bir yere gönderdi.
Vallahi gitmem dedim. Fakat gidecektim. Emrini yapmak için dışarı çıktım.
Çocuklar dışarda oynuyordu. Onların yanından geçerken arkama baktım Resûlullah
(s.a.v.) arkamdan geliyordu. Mübârek yüzü gülüyordu. “Yâ Enes! Dediğim yere
gittin mi?” buyurdu. Evet gidiyorum, Yâ Resûlallah dedim.”
“Resûlullah
(s.a.v.) bir kimse ile müsâfeha edince, o kimse elini çekmedikçe, mübârek elini
ondan ayırmazdı. O kimse yüzünü çevirmedikçe mübârek yüzünü ondan çevirmezdi.
Bir kimsenin yanında otururken, iki diz üzerinde oturur, ona karşı saygılı olmak
için mübârek bacağını dikip, oturmazdı.”
Enes bin
Mâlik hazretleri: “Bismillâhirrahmânirrahîm ve lahavle ve lâ-kuvvete illâ
billahil’aliyyil’azîm” okumanın sinir hastalığına ve bütün hastalıklara iyi
geldiğini haber vermiştir.
KAYNAKLAR
1) El-İsâbe cild-1, sh-71
2) El-İstiâb cild-1, sh-71
3) Müsned-i Akmed bin Hanbel
cild-3 sh-102
4) Tezkiret-ül-Huffâz cild-1,
sh-44
5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-7, sh-45
6) El-A’lâm cild-2, sh-24
7) Tehzîb-ul-esmâ ve’l-luga
Kıs. 1, cild-1, sh-127
8) Tehzîb-ut-tehzîb cild-1,
sh-376
9) Kâmûs-ul-a’lâm cild-2,
sh-1048
10) Sünen-i Tirmizî cild-5,
sh-345
11) Sahîh-i Müslim, fedâil-ul
Enese
12) Sahîh-i Buhârî fedâil-ul
Enes
13) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1003
14) Eshâb-ı Kirâm sh-219
15) İzâlet-ül-hafâ cild-1,
sh-329
|