Eshâb-ı
kirâmdan, Ensârın büyüklerinden. Ebû Umâre künyesi ile meşhûrdur. Ayrıca Ebû
Amr, Ebûttufeyl ve Ebû Ömer künyeleri ile.de tanınır. Nesebi, Berâ bin Azib bin
Hâris bin Adiyy bin Cüşem bin Mecdea bin Hârise bin Hâris bin Amr bin Mâlik bin
Evs, el-Ensârî, el-Evsî’dir. Annesi, Habîbe binti Ebû Habîbe’dir.
Resûlullahın
(s.a.v.) hicretinden önce Medine-i Münevvere’de küçük yaşta iken müslüman oldu.
Babası Âzib de Sahâbî idi. Dîni hükümleri Peygamberimizden (s.a.v.) önce hicret
eden Eshâb-ı kirâmdan ve babasından öğrendi. Hz. Berâ, Resûlullahın (s.a.v.) ve
diğer Sahâbenin hicretlerini şöyle anlatıyor: (Resûlullahın Eshâbından Medine’ye
ilk gelen zat Mus’ab bin Umeyr ile Abdullah İbn-i Ümmî Mektûm idi. Bunlar
Medine’deki müslümanlara Kur’ân-ı kerîm okutuyorlardı. Sonra Bilâl-i Habeşî,
Sa’d bin Ebî Vakkâs, Ammâr bin Yâser hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer
bin Hattab el-Fârûk yirmi kişi ile birlikte geldi. Nihayet Resûlullah efendimiz
(s.a.v.) Medine’ye hicret ettiler. İşte bu anda Medine halkının Resûlullahın
teşrifine sevindiği kadar, hiçbir şeye sevindiğini görmedim. Ben de
Peygamberimiz (s.a.v.) gelmeden az önce uzun sûrelerden sayılan sûrelerle
beraber “Sebbihisme Rabbike’l-a’lâ” sûresini okumuştum.
Resûlullah
(s.a.v.) ile beraber onbeş (diğer bir rivâyete göre ondört) savaşta bulundu.
Bedir harbinde çocuk yaşta idi. Bu hususta kendisi “Resûlullah (s.a.v.) ben ve
İbn-i Ömer küçük yaşta olduğumuz için bizi Bedir Savaşına göndermedi” diyor.
Uhud ve diğer savaşlarda (bir rivâyete göre Resûlullah (s.a.v.) ile ilk defa
Hendek harbinde bulundu.) Peygamberimizin (s.a.v.) önünde harp etti. Çok cesur
idi. İran’da Rey şehri alınırken çok kahramanlık gösterdi. Hz. Osman halife
olunca, 24 (m. 644) senesinde Rey’e vali tayin etti. Hz. Ali ile birlikte Cemel,
Sıffîn ve Haricîlerle yapılan savaşlarda bulundu. Ebher’i (Kazvin’in batı
tarafı) fethetti. Kazvin’i de ele geçirdikten sonra Zincan’a giderek burayı
şiddetli bir savaşla aldı. Hz. Berâ bin Azib hayatının son zamanlarında Kûfe’ye
yerleşerek dünyâ işlerinden el çekti. 72 (m. 691)’de Mus’ab bin Zubeyr zamanında
burada vefât etti.
Buhârî ve
Müslim kendisinden 305 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Resûlullah’tan (s.a.v.),
babasından, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebû Eyyûb. Bilâl-i Habeşî ve diğer
zatlardan rivâyette bulundu. Kendisinden de Abdullah bin Zeyd el-Hatml, Ebû
Cuhayfe (bunlarla görüşmüştür), Ubeyd, Rebî, Yezîd, Lût (Bunlar Hz. Berâ’nın
oğullarıdır), İbn-i Ebî Leyla, Adiyy bin Sâbit, Ebû İshâk, Muâviye bin Süveyd
bin Mukarrin, Ebû Bürde (Bu iki zat Ebû Musa’nın oğullarıdır) ve diğer zatlar
hadîs rivâyet ettiler. Hadîs ilminde Rey kapısını ilk defa Hz. Berâ açtı.
Hz. Berâ,
kıblenin değiştirilmesini şöyle anlatıyor: “Resûlullah efendimiz Medine’ye
teşrif ettikleri zaman onaltı veya onyedi ay kadar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz
kıldı. Halbuki O, kıblenin (Mekke’de) Mescid-i Harama doğru olmasını arzu
ediyordu. Allahü teâlânın emriyle kıble Kâ’be’ye doğru oldu. Peygamberimizin
Kâ’be-i Muazzamaya doğru kıldırdığı ilk namaz ikindi namazı idi. Peygamberimizle
namaz kılanlardan birisi mescidden çıktı. Yolda giderken bir mescidde cemaatle
namaz kılanlara rastladı ki, onlar rükû’da idiler.
Onlara:
“Resûlullah (s.a.v.) ile beraber Mekke’ye doğru namaz kıldığıma Allah için
şehâdet ederim” deyince namazlarını bozmadan oldukları gibi Kâ’be-i Muazzama’ya
döndüler. Peygamberimiz (s.a.v.) Beyti Makdis’e doğru namaz kılarken Yahudilerle
diğer Ehl-i Kitab bundan hoşlanırlardı. Kıble değişip yüzünü Beyt-i Şerife doğru
döndürünce bunu beğenmediler. Kıble değişmeden önce Mescid-i Aksa’ya doğru namaz
kılıp, vefât eden kimseler vardı. Bunlarla ilgili olarak Allahü teâlâ “Allah
sizin imânınızı (yani ibadetinizi) boşa çıkarmaz.” Âyet-i kerîmesini
indirdi.
Hz. Berâ,
Uhud harbinde meydana gelen bir hadîseyi şöyle naklediyor. Uhud harbinde
Peygamberimize (s.a.v.) yüzü zırh ile örtülü bir kişi gelerek “Yâ Resûlallah!
Şimdi harb edeyim de sonra mı müslüman olayım, yoksa hemen mi?” diye sordu.
Resûlullah “Önce müslüman ol, sonra harb et!” buyurdu. Sonra harbe
girerek şehîd oldu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Az iş yaptı, fakat çok
sevab kazandı.” buyurdu. Medine’nin etrafına harb için hendek kazılırken Hz.
Berâ, Resûlullahın hâlini şöyle anlatır. Resûl-i Ekrem’i hendek kazıldığı esnada
bizimle birlikte toprak taşırken gördüm. Kucağında taşıdığı toprak mübârek
karnının beyazlığını örtmüştü. Bu sırada Hz. Abdullah bin Revâhâ veya Âmir bin
Ekva’ın bir şiirini söylüyordu.
“Ya Rabbi!
Sen bize hidâyet etmemiş ve doğru yolu gösterip bize rahmet etmemiş olsaydın,
biz muhakkak dalalette kalırdık.
Üzerimize
hücum eden kâfirler, sakındığımız fitne ve fesadı bize ulaştırmak istedikleri ve
bizimle karşılaştıkları zaman, sen bizim kalblerimize sabır ve rahatlık ver,
bizi onlara karşı güçlü yap!”
Yine Hz.
Berâ, Peygamberimizin (s.a.v.) Hudeybiye’deki mu’cizesi ile ilgili olarak şöyle
bildiriyor “Hudeybiye’de bir kuyu vardır. Biz buraya gelince kuyunun suyunu
tamamen çekerek bir damla su bırakmamıştık. Bu hal, Resûlullaha arz edilince
kuyunun yanına gelip kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kab
istedi. Getirilen su ile abdest aldı. Sonra ağzını çalkaladı. Yavaşça duâ edip,
abdest ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Kuyuyu Resûlullahın emri ile kısa bir
müddet bu halde bıraktık. Bundan sonra kuyuda istediğimiz kadar su hasıl oldu.
Biz ve hayvanlarımız gidinceye kadar suya kandık.” buyurmaktadır.
Hz. Berâ,
Resûlullahın (s.a.v.) hilye-i se’âdetleri (dış görünüşü) hakkında: “Resûlullahın
mübârek yüzü bütün insanların yüzlerinden güzel idi. Ahlâk ve yaradılış
itibariyle de insanların en güzeli idi. Çok uzun boylu olmayıp kısa dahi değil
idi. Uzun ile kısa arası bir boyda yaratılmıştı. İiki omuzunun arası (yani
mübârek göğsü) geniş idi. Kulaklarının yumuşağına kadar inen gür saçı vardı. Bir
gün Resûlullahı kırmızı ve yeşil çizgili bir elbise içinde görmüştüm. Kesin
olarak derim ki: Güzellikte O’na denk olabilecek hiç bir kimse görmedim” ve
“Resûlullahın mübârek yüzü ay gibi nurlu idi” buyuruyor. Hz. Berâ “Resûlullahı
(s.a.v.) yatsı namazında “Tîn sûresini” okurken dinledim. Daha önce ondan güzel
sesli hiçbir kimseyi dinlememiştim.” diyerek Peygamberimizin Kur’ân-ı kerîmi
okurken bütün insanlardan daha güzel sesle okuduğunu bildiriyor.
Hz. Berâ bin
Âzib’in rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
“Resûlullahın (s.a.v.) Hz. Hasan bin Alî’yi omuzuna alarak “Yâ Rabbi! Ben
bunu seviyorum, Sen de sev!” diye duâ ettiğini gördüm.”
“Ensâr
kıymetli ve mübârek insanlardır. Onları ancak, mü’min olan sever ve şüphesiz
münafık olan da onlara düşmanlık eder. Kim Ensârı severse Allahü teâlâ da onu
sever; kim de Ensâra düşmanlık eder, sevmezse, Allahü teâlâ da ona düşmanlık
eder.”
“Selâmı
yayınız, selâmet bulursunuz.”
Resûlullah
(s.a.v.) uyumak istediği zaman elini sağ yanağının altına koyup yatarak şöyle
duâ ederdi: “Ey. Allahım! Kullarını hesap için toplayacağın kıyâmet gününde
beni azabından koru!”
Bir gün
Resûlullah efendimiz (s.a.v.) ile beraber Ensârdan bir zâtın cenazesine
gitmiştik. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) mübârek başı öne eğik olarak mezarın başına
oturarak üç defa “Yâ Rabbi! Kabir azabından sana sığınırım” dedikten
sonra şunları anlattı:
“Mü’min
öleceği zaman Allahü teâlâ, yanlarında kefen ve güzel koku bulunan, yüzleri
güneş gibi parlayan melekleri gönderir. Onlar bu mü’mini göreceği bir yerde
beklerler. Ruhunu teslim ettiği zaman yer ile gök arasındaki ve göklerdeki bütün
melekler onun için istiğfâr edip, Allahü teâlâdan onun bütün günahlarını
affetmesi için duâ ederler. Göklerin bütün kapıları kendisi için açılır, her
kapı kendisinden geçmesini ister. Ruhu Allahü teâlânın huzuruna çıktığı zaman,
melekler: “Yâ Rabbi! Bu filân kulunun ruhudur.” derler: Allahü teâlâ: “Onu geri
çevirin ve onun için hazırladığım mükâfat ve ihsanları kendisine gösterin. Çünkü
ben ona va’d ettim: “Sizi topraktan yarattım ve tekrar toprak yapacağım, tekrar
topraktan çıkaracağım.”
(Tâhâ sûresi
55. âyeti) Ruh kabrine döner ve hattâ kendisini defn edip dağılanların ayak
seslerini dahi duyar. Melekler son bir sıkıntı olarak onu iyice sıkıştırıp:
“Rabbim Allah, dînim İslâm ve Peygamberim Hz. Muhammed’dir (s.a.v.)” der. Bu
cevabı verince birisi: “Doğru söyledin.” der. İşte bu, Allahü teâlânın “Allah
îmân edenlere dünyâ ve âhiret hayatında o kararlı sözlerinde daima sebat ihsan
eder.” (İbrâhim sûresi 27. âyeti) buyurduğu sözün mânâsıdır. Sonra
karşısına yüzü, elbisesi, kokusu güzel birisi gelir ve “Nimetleri devamlı olan
Allahü teâlânın Cennet ve rahmeti ile sana müjdeler olsun” der. mü’min kimse:
“Allah sana hayırlı, karşılıklar versin, sen kimsin?” diye sorar. O kimse “Ben
senin dünyâdaki iyi amellerinim. Sen daima Allah’a ibâdet etmek için koşar,
isyana ise, tenbellik edip yaklaşmazdın. Bunun için Allahü teâlâ seni hayırlı,
güzel nimetlerle mükâfatlandırdı. Bundan sonra birisi: “Buna Cennetten bir döşek
getirin ve Cennetten kabrine bir kapı açın” der. Bir döşek getirilir ve Cennet’e
doğru bir kapı açılır. O mü’min de: “Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk getir de biran
önce aileme, çocuklarıma kavuşayım” der.
Kâfir ise; o
da dünyâdan alâkasını kesip öleceği zaman, çirkin, suratlı, şiddetli azâb yapan
melekler, ateşten elbise ve katrandan gömleklerle karşısında dururlar. Ruhu
çıktığı zaman yer ve gökteki bütün melekler kendirsine la’net ederler. Göklerin
kapıları kapanarak hiçbir kapı onun habîs kötü ruhunun kendisinden geçmesini
istemez. Böylece ruhu geri döndürülür. Melekler: “Yâ Rabbi! Bu falan kulunun
ruhudur, yerler ve gökler bunu kabul etmiyorlar” dedikleri zaman Allahü teâlâ:
“Onu geri çevirin ve ona hazırladığım büyük âzâbı gösterin. Çünkü ona da: “Sizi
topraktan yarattım, yine toprağa iâde edeceğim ve tekrar topraktan çıkaracağım”
diye vahdettim” buyurur. Sonra ruhu mezarına götürülür. Hatta mezarının yanından
dağılmakta olanların ayak seslerini de işitir. Ona da: “Rabbin kim, Peygamberin
kim ve dinin nedir?” suâlini sorarlar. O kâfir kimse de: “Bilmiyorum” der.
Melekler de: “Evet, bilmezsin.” derler. Bundan sonra çirkin elbiseli, pis kokulu
ve vahşi yüzlü birisi gelip karşısına dikilerek: “Allahın gadabı ve sonsuz âzâbı
sana müjde olsun” der. Adam: “Allah senin de cezanı versin, sen kimsin?” diye
sorunca, onun yanına, gelen kimse: “Ben senin dünyâda iken yaptığın çirkin
amelinim. Sen kötülüğe, Allahü teâlâya isyana koşa kaşa giderdin, fakat ibadete
ve taâta gevşek davranır, yapmazdın. İşte bugün Allahü teâlâ kötülüğünün ve
küfrünün cezasını sana çektirecek”, cevabını verir. Sonra gözleri görmeyen,
konuşamayan ve kulakları duymayan bir melek onu yakalar. Onun için demirden bir
tokmak hazırlanır. Bütün insanlar ve cin toplansalar onu yerinden kaldıramazlar.
Hatta dağlara vurulsa, kül ve toprak haline getirir. Bununla kendisine bir kere
vurulduğu, zaman parçalanır, kül haline gelir. Tekrar dirilir ve alnına öyle bir
şiddetle vurulur ki, insan ve cinden başka yeryüzündeki bütün mahlûklar onun
bağırmasını işitirler. Sonra bir melek: “Buna ateşten iki demir levha getirin ve
mezarından da Cehenneme doğru bir kapı açın.” diye seslenir. Hemen onun kabrine
ateşten iki demir levha döşenir ve Cehennemden de bir kapı açılır.”
Resûlullah’a
(s.a.v.) abdest alırken selâm verdim. Abdestini bitirdikten sonra selâmımı aldı.
Elini uzatarak benimle müsâfeha etti. Ben de Resûl-i Ekrem’e: “Yâ Resûlallah, bu
Arap olmayanların âdeti değil midir?’’ diye sordum. Resûlullah (s.a.v.) da:
“Müslümanlar birbirleriyle karşılaştıkları zaman müsâfeha ederlerse günahları
dökülür.” buyurdu.
“Namaz
kılmak için ayağa kalktığımız zaman Resûlullah (s.a.v.) saflar arasında dolaşır,
elleri ile göğüslerimize veya sırtlarımıza dokunur, safları düzeltir, sonra: “Saflarınız
bozuk olmasın, sonra o bozukluk kalblerinize de girer.” buyururdu.”
Bir köylü,
Resûlullah’a (s.a.v.) gelip: “Yâ Resûlallah! Beni Cennete götürecek bir ameli
bana Öğret” deyince Peygamberimiz (s.a.v.): “Aç kimseleri doyur, susuz olana
su ver, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker yap, yani Allahü teâlânın emirlerini, iyi
amelleri insanlara öğret, harâm ve yasak olan kötü şeyleri de insanlardan
men’et. Bunlara gücün yetmezse hayırlı, güzel olmayan sözlerden dilini
sakındır.” buyurdu.
Peygamberimiz (s.a.v.) Kurban bayramı hutbesinde şöyle buyurdu: “Bu günümüzde
bizim yapacağımız ilk şey, namaz kılmaktır. Bundan sonra evlerimize dönüp kurban
kesmektir. Her kim böyle yaparsa sünnetimize uygun iş yapmış olur.”
Bir gün
Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Berâ’ya bir duâ öğretti. Hz. Berâ, duayı
tekrarlarken, “Nebîyyike” yerine “Resûlike” okuyunca, Resûlullah (s.a.v.)
“Hayır (Resûlike) deme, (Nebîyyike) diyerek oku.” buyurdu. Böylece duanın
değiştirilmesine müsâade etmedi.
Hz. Berâ,
Hudeybiye andlaşmasını şu şekilde anlatıyor “Resûlullah (s.a.v.) Hicretin
altıncı senesinde Zilka’de ayında umre yapmak için Mekke’ye gitmişti. Fakat
müşrikler Peygamberimizin Mekke’ye girmesine mâni olmuşlardı. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) onlarla ertesi sene Mekke’de umre için üç gün kalmak şartı
ile Hudeybiye’de bir andlaşma yaptı. Müslümanlar andlaşma kâğıdına Hz. Ali bin
Ebî Tâlib’e “Bu andlaşma, Muhammed Resûlullah (s.a.v.) tarafından barış yapılan
maddeleri ihtiva etmektedir” şeklinde Peygamberimizin “Resûlullah” unvanını
yazdırmışlardı. Müşrik heyetinde bulunanlar Resûl-i Ekrem’e: “Biz senin
peygamberliğini kabul etmiyoruz. Eğer seni Resûlullah olarak tanıyıp tasdik
etmiş olsaydık, Senin Mekke’ye girmene mâni olmazdık. Sen sadece Abdullah’ın
oğlu Muhammedsin” dediler. Resûlullah da bunlara karşılık “Beni yalanlasanız
da Ben Resûlullahım, Muhammed bin Abdullah’ım (s.a.v.)” buyurdu. Bundan
sonra Hz. Ali’ye “Resûlullah (s.a.v.) kelimesini sil.” buyurdu. Hz. Ali
“Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben senin Resûlullah unvanını silemem” dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) andlaşma yazısını alarak “Bu andlaşma
Muhammed bin Abdullah tarafından barış yapılan şu maddeleri ihtiva eder”
diye yazıldı. “Bu maddeler Mekke’ye silâhla girilmeyecek, ancak kılıfı içinde
getirilebilecek, Mekkelilerden bir kimse Muhammed’e tâbi olmak isterse (Müslüman
olursa), Mekke’den çıkıp Medine’ye gidemeyecek ve Muhammed’in Eshâbından birisi
Mekke’de kalmak isterse buna mâni olunmayacaktır.”
Ertesi sene
Resûlullah (s.a.v.) Mekke’ye umre yapmak için geldi. Andlaşmada belirtilen üç
gün biterken müşrikler Hz. Ali’ye gelerek: “Andlaşma müddeti geçti. Şimdi
Peygamberine söyle de Mekke’den çıksın!” dediler. Peygamberimiz de üç gün
tamamlanınca Eshâb-ı kirâm ile beraber Mekke’den ayrıldılar.”
KAYNAKLAR
1) El-A’lâm cild-2, sh-46
2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-4, sh-364
3) El-İsâbe, cild-1, sh-142
4) El-tstiâb, cild-1, sh-139
5) Tehzîb-üt-tehzîb cild-1,
sh-132
6) Tehzîb-ul-esmâ, cild-1,
sh-132
7) Kâmûs-ul-a’lâm, cild-2,
sh-1259
8) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye, sh-347, 990
9) Eshâb-ı Kirâm, sh-316
|