10 PEYGAMBERİMİZİN EVLİLİKLERİNDE GÖRÜLENBAZI ALÂMETLER Peygamberimizinhz. Âişe ile Evlenmesinde Görülen Bazı Alâmetler:Buhârî ve Müslim'in bu hususta Âişe'den bir rivayeti var. Buna göre. Âişe şöyle demiştir: "Ben, Rasulüllah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Ya Âişe, sen bana iki defa rüyada gösterildin. Rüyamdaki adam elinde beyaz bir ipek parçası tutuyor, bu ipek parçası içinde seni gösteriyor ve bana: "İşte bu kadın senin zevcendir" diyordu. Ben, onun tuttuğu ipek parçasına baktığımda seni görüyor ve: "Eğer bu rüya, Allah tarafından ise şüphesiz bu gerçekleşir" diyordum." Ebû Ya'lâ, Bezzar, İbn-i Ömer el-Adeni ve sahihtir kaydıyle Hakim, Âişe'den rivayet ederler. O demiştir ki: "Ben, henüz Rasulüllah ile evlenmemişken, Cebrâîl benim suretimi götürüp Peygamberimize göstermiştir. O günlerde ben alacalı elbise giyinen küçük bir kızcağız idim. Rasulüllah benimle evlendiği zaman ise, Allah bana küçük olmama rağmen büyük bir haya duygusu vermişti."[1] Peygamberimizin Hazret-i Sevde ile Evlenmesinde Görülen Bazı Alâmetlerİbn-i Sa'd, el-Kelbi tarikiyle Ebû Salih'ten, o da İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. İbn-i Abbâs demiş ki: "Şevde binti Zema, Süheyl bin Amr'ın kardeşi, Sekran bin Amr ile evli idi. Bir gün acaip bir rüya gördü. Rüyasında kendisi yatarken, Peygamberimizi yürümekte ve gelip kendi boynuna ayağı ile basmakta olduğunu görür. Hemen uyanıp rüyasını kocasına anlatır. Kocası da der ki: "Eğer gördüğün rüya doğru ise, ben yakında öleceğim ve sen Peygamberle evleneceksin demektir." Sonra Şevde bir başka gece bir rüya daha görür. Rüyasında; kendisi yatmakta iken ayın semadan üzerine düştüğünü görür. Derhal rüyasını kocasına haber verir. Kocası Sekran da der ki: "Eğer gördüğün rüya doğru ise, ben yakında vefat edeceğim, sen de Peygamber ile evleneceksin demektir." Sekran o gün rahatsızlanır ve çok geçmeden vefat eder. Sonra Şevde'yi Hazret-i Peygamber nikahı altına alarak evlenirler." [2] Rifaa'nın Müslüman Oluşundaki FevkalâdelikRifaa bin Rafi'den sahihtir kaydıyla Hakim rivayet eder. Şöyle ki: O, teyze oğlu Muaz bin Afra ile Mekke'ye gitmişti. Bu olay, Medine'li ensardan altı kişinin Kureyş ile bir anlaşmaya varmak üzere ve de anlaşmadan döndükleri Mekke seferinden önce olmuştu. Rifaa, Mekke'de Peygamber efendimizi gördüğü zaman, Peygamber efendimiz kendisine İslâm'ı arz etmiş ve buyurmuş ki: - "Ey Rifaa, bütün gökleri, yeryüzünü, dağları kim yarattı?" Rifaa ve yanındakiler: - "Şüphesiz Allah yarattı" demişler. Peygamberimiz: - "Peki sizleri kim yarattı?" buyurmuş. Onlar: - "Şüphesiz Allah yarattı" diye karşılık vermişler (yani Rifaa bu olayı kendi anlattığı zaman: Biz de böyle karşılık vermiştik demiştir.) Bunun üzerine Peygamberimiz: - "Peki tapınmakta olduğunuz putları kim yaptı?" diye sormuş. Rifaa ve arkadaşları da: - "Bu putları kendi ellerimizle yapan bizleriz" demiş. Peygamberimiz: - "Peki, yoktan yaratan mı ibadet edilmeye layıktır, yoksa başkasının yaratması ile meydana gelen mahluk mu?" diye sormuş ve hemen şunları ilave etmiş: "Şüphesiz, sizlerin kendi ellerinizle yaptığimz putlara tapınmanız layık değildir. Çünkü onlar sizin eserinizdir ve sizler, kendi ellerinizle yaptığimz ve kendi eseriniz olan putlara değil, sizlerin ve her şeyin yegane yaratıcısı olan Allah'a ibadet etmelisiniz. Sizlere layık olan da budur! İşte ben sizi böylece Allah'a ibadet edip yalnız O'na kul olmaya; Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilahın bulunmadığına şehadet etmeye, benim de Allah'ın rasülü olduğuma şehadet etmeye çağırıyorum! Ayrıca sizleri, akrabayı görüp gözetmeye, her çeşit düşmanlıkları da kaldırıp atmaya da çağırıyorum. Benim çağrımı kabul ederseniz, şüphesiz dünyada da, ukbada da bahtiyar olacaksınız!" diyerek davette bulunmuştur." Rifaa der ki: "Biz Rasulüllah'ın bu daveti karşısında dedik ki: - "Eğer sizin bizi davet ettiğiniz bu din, haddi zatında hak değil de batıl bile olsa; şüphesiz bizi davet ettiğiniz bu şeyler, işlerin en yüce olanları, ahlakın da en güzel olanlarıdır. Buniarı kabul etmemek için haklı bir itiraz bulacak değiliz." "Biz orada, Peygamber'in bu davetini, hemen kabul edebilmiş de değiliz. Şahsen ben önce gidip Kabe'yi tavaf ettim. Yedi adet kadar oku çıkarıp torbaya koydum, içlerinden birini o niyetle çektiğimde çıkarsa diye işaretledim. Sonra Kabe'ye dönüp okları karıştırdım. Kader oklarim çekmeden önce de şöyle bir dua ettim: "Ey Allah'ım! Eğer, Muhammed'in bizi davet ettiği din, gerçekten hak ise; okları yedi defa çektiğimde, her defasında onun için işaretlediğim oku denk getir!" İşte böylece dua ettikten sonra okları yedi defa çektim. Her defasında da niyet ve işaret ettiğim ok çıktı. Hayret ve heyecan içinde kalmıştım. Derhal sesınıin çıktığı kadar bağırarak: "Bütün varlığımla şehadet edip tasdik eylerim ki, Allah'tan başka ibadet edilecek hiç bir ilah yoktur! Muhammed de Allah'ın rasülüdür!" dedim. Kendi iradem ve ihtiyarımla şehadet getirip müslüman oldum."[3] Peygamberimizin Kendisini Bazı Kabilelere Arzettiği Zaman Görülen FevkalâdeliklerBeyhekî, İbn-i Şihab ve Mûsa bin Ukba tarikiyle rivayet eder. Bu ikisi demişlerdir ki: "Peygamber efendimiz, islamı tebliğ etmek üzere kendilerini bazı Arap kabilelerine arz ederdi. Her hac mevsınıinde buna dikkat ve gayret gösterirdi. Bir defasında ise, ta Taife giderek davasını arz etmişlerdi. Sakif (yani Taiflüer) ise kabule yanaşmadılar. (Hatta bir takım sefih adamları ve çocukları kışkırtarak onu taş yağmuruna tutturdular. Peygamberimizi korumaya çalışan Zeyd bin Harise başından yaralanmış, efendimizin de ayaklan al kanlar içinde kalmıştı.) Mahzun ve mükedder olarak dönüşünde, bir bahçenin yanında istirahat edip gölgelendiler. Rabia'nın iki oğlu: Utbe ve Şeybe bu bahçede idiler. Duvar dibinde dinlenmekte olan Peygamberimizi gördüler ve yanlarındaki hizmetçileri Addas'ı O'na gönderdiler. Addas aslen Ninovalı olup- nasraniyet (hıristiyanlık) dinine mensup idi. Geldiğinde Peygamber efendimiz kendisine: "Nerelisin?" diye sordu. O da: "Ninova'hyım" dedi. Peygamberimiz: "Yani Allah'ın salih kullarından Yunus bin Metta'nın şehrindensin, demek" buyurdu. Addas hayret edip: "Sen Yunus bin Metta'nın kim olduğunu ne biliyorsun?" demekten kendini alamadı. Peygamberimiz: "Ben Allah'ın elçisiyim, onu bana Allah haber verdi" buyurdu. Addas, Rasulüllah efendimizin ayaklarına kapanarak her iki ayağim da öptü. Karşıdan bakmakta olan Utbe ve Şeybe Addas'ın yaptığım gördüler. Döndüğü zaman kendisine çıkışıp: "Sen ne yapıyordun? Gördük ki Muhammed'in ayaklarına kapanıyor, ona secde ediyordun! Halbuki sen şimdiye kadar hiç kimseye, böylesine bir saygı göstermiş değilsin" dediler. Addas da onlara şu karşılığı verdi: "Muhammed dediğiniz bu adam, Allah'ın iyi kullarından birisidir. Bana öyle bir şeyden haber verdi ki, kendisine hayran oldum: Allah'ın bize gönderdiği Yunus adında bir Peygamberi vardır, tşte o bana bizim Peygamberimiz Yunus bin Mettadan haber verdi. Bunun için kendisine o saygıyı gösterdim. Yoksa ben O'na secde etmiş değilim, Sa'dece ayaklarına kapanıp Öptüm." Utbe ve Şeybe gülüştüler ve: "Sakın ey Addas, Muhammed seni de büyüleyip dininden döndürmesin? Zira o büyüleyici ve aldatıcı birisidir" dediler." [4] Buhârî ve Müslim'in Âişe'den rivayetine göre, o şöyle demiştir: "Bir gün ben Peygamberimize: "Ey Allah'ın rasülü, sizin için Uhud gününden daha şiddetli bir gün oldu mu?" diye sordum. Efendimiz de şu cevabı verdiler: "Ben senin kavminin bana çektirdiği Akabe gününden daha şiddetli bir gün görmedim. Zira ben davamı arzetmek üzere Abdi Yalil oğullarına gitmiş, onlara kendimi arz eylemiştim. Onlar ise beni kabule yanaşmadılar. Üstelik taşa tuttular. Çok mahzun ve mükedder olarak geriye dönmüş, adeta kendimden geçmiştim. Ancak Karnü's-Sealib denilen yere geldiğim zaman biraz açılabildim. Burada ansızın beni gölgelendiren bir bulut ile karşılaştım. Başımı kaldırıpta baktığımda Cebrâîl'i gördüm. O bana şöyle nida ediyordu: "Ya Muhammed! Şüphesiz kavminin sana ettiklerini ve söylediklerini Allah işitip görmüştür. Dağlar üzerine müvekkel olan meleğini de senin emrine vermiştir. Kavmin hakkında dilediğini bu meleğe emredebilirsin!" Bundan sonra bana Melekül Cibal (dağlara müvekkel melek) nida edip beni selamladı. Sonra bana dedi ki: "Ey Muhammed şüphesiz Allah kavminin sana söylediklerini ve yaptıklarım işitip görmüştür. Ben Melekül Cibal'im. Beni sana, senin Rabbin gönderdi, istediğini bana emredebilirsin! Eğer sen istersen; ben, şu her iki dağı Mekke'nin üzerine kapatarak onları helak edebilirim." Rasulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin Melekül Cibal'in bu teklifine karşı tavrı ve cevabı ise şu olmuştur: "Ey melek, ben kavmimin helak olmasını istemiyorum! Benim dileğim odur ki: Bunlar bizzat kendileri müslüman olmasalar bile, Allah bunların nesillerinden islamı kabul edecek kimseler getirsin! Allah'tan bunu dilemekte ve ümid etmekteyim. Öyleki onlar islamı kabul etsinler, İslâm sayesinde şirkin her çeşidinden arınsınlar; Sa'dece ve Sa'dece Allah'a ibadet etsinler, hiç bir şeyi asla Allah'a ortak koşmasınlar!" Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O demiştir ki: "Bana Ali bin Ebû Talib söyledi: Allah, Peygamber efendimize kendisini Arap kabilelerine arzetmesini emrettiği zaman, onun yanında ben ve Ebû Bekir vardık. Arap topluluklarından birinde idik. içlerinde Mefruk bin Ömer ile Hani bin Kubaysa da bulunmakta idi. Mefruk Peygamberimize hitaben: "Sen bizi neye davet ediyorsun?" dedi. Rasulüllah efendimiz de buyurdu ki: "Ben sizleri Allah'ın tevhidine şehadet getirmeye, yani: Allah'tan başka bir ilah olmadığına, onun bir olup hiç bir ortağı olmadığına, Muhammed'in de gerçekten onun kulu ve elçisi olduğuna inanıp ikrar etmeye" davet ediyorum. Ayrıca beni aranıza almanızı, aranızda barındırmanızı ve bana yardımcı olmanızı istiyorum. Zira Kureyş Allah'ın emrine karşı gelmek için aralarında söz birliği etti, Allah^ın elçisini yalanladı, Hakka karşı arka çevirip batılla yetindi. Halouki Allah, mutlak gani ve mutlak hamid bulunuyor." Bunun üzerine Mefruk: "Vallahi ben, bundan daha güzel bir söz duymuş değilim" dedi. Peygamberimiz de: “Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığim söyleyeyim” ayetlerini okudu. Mefruk: "Vallahi bunlar bir beşer kelamı değildir" dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz de: “Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı emreder.” ayetini okudu. Mefruk: "Vallahi ya Muhammed, sen bizleri ahlakın en şereflisine, amellerin en güzel olanlarına çağırıyorsun! Sana karşı birleşen ve seni yalanlayan bir kavim; Allah'a yine yemin ederim ki kendileri yalan söylemekte ve iftira etmektedirler!" dedi. Rasuîüllah Mefruk'un bu konuşması bittikten sonra buyurdu ki: "Haberiniz olsun ki, İslâm sayesinde sizler, çok yakın bir gelecekte Allah'ın size yardımı ile, îran ülkesine de varis olacak, büyük fetihler ve zaferler kazanacaksınız. Allah'ı da hakkıyle teşbih, tenzih ve takdis edeceksiniz." Ebû Nuaym, Halidbin Said tarikiyle rivayet eder. Halid, babası vdsıtasıyle dedesinden nakleder. O şöyle demiştir: "Hacc mevsınıinde Bekr bin Vaü'den bazı kimseler gelmişti. Hazret-i Peygamber Ebû Bekr'e: "Git onlara islamı arz et. Bizi kabul etsinler" dedi. Ebû Bekir de onlara gidip arz etti. Onlar dediler ki: "Bizını şeyhimiz ve büyüğümüz Haris, henüz gelmedi. O geldiği zaman ona soralım." Haris geldiği zaman sordular, o da dedi ki: "Şimdi biz İran'la savaş halindeyiz. Aramızdaki bu savaş bittikten sonra gelip bu meseleyi hallederiz. O zaman sana bir cevap veririz, ey Ebû Bekir!" Onlar gidip Zikar denilen yerde İranlılarla karşılaştılar. Savaş esnasında Haris adamlarına: "Bize kendisini ve davetini arz eden o adamın adı ne idi?" diye sordu. Onlar: "Onun adı Muhammed idi" dediler. Haris bunun üzerine dedi ki: "O halde o zatın adim burada kendinize şiar ediniz" dedi. Savaşa "Muhammed" parolası ile devam ettiler, sonunda galip geldiler. Rasuîüllah efendimiz de bu hususta dediler ki: "Onlar orada, benim sebebimle galip geldiler [5] Meşhur alim el-Amidi'nin meşhur şair el-Aşa'nın divanı üzerine yazdığı bir şerhi vardır. Ben bu şerhte şöyle yazılmış olduğunu gördüm: "Denilir ki: Zikar savaşimn olduğu gün, Cebrâîl gelip savaşın seyrim Hazret-i Peygambere gösterdi. Peygamberimiz de: "Allah'ım, Bekr bin Vail'i İranlılara karşı muzaffer eyle!" diye dua etti ve bu duasını iki kere tekrarladı. Cebrâîl de kendisine dedi ki: "Senin duan makbuldür, sen onların muzafferiyeti için dua ettiğin müddetçe zafer onlarındır." Gerçekten de öyle oldu. Peygamber efendimiz onların galebesini görünce tebessüm buyudular ve: "Benim sayemde muzaffer oldular" sözünü söyledi." Vakıdl ve Ebû Nuaym Abdullah bin Vabisadan, onun babası vasıtası ile dedesinden şöyle rivayet ettiğini naklederler: "Biz Minada iken Resulullah bizını yanımıza geldi ve bizi İslâm'a davet eyledi. Biz bunu kabul etmedik. İçimizde Meysere bin Mesruk da vardı. Meysere bize dedi ki: "Arkadaşlar, geliniz bu zatın davetini kabul edelim! Allah'a yemin ederim ki, eğer onun bu davetini kabul edecek olursak ve onu aramıza alırsak en doğru kararı vermiş oluruz. Ben yine Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, bu adamın davası her yere ulaşacak ve her yerde galip olacaktır." Kavmimiz ise, Meysere'nin bu sözlerine de aldırış etmedi. Meysere onlara şu teklifte bulundu: "Öyleyse dönüşte Fedek'e uğrayalım, oradaki yahudiler alim kişilerdir, onlara bu hususta danışalım." Giderken Fedek'e uğradılar. Yahudilerle görüşüp Hazret-i Muhammed hakkında sordular. Onlar, bir kitap çıkarıp onun üzerinde derse başladılar. Ders sırasında Hazret-i Muhammedi görüşüyor ve onun hakkında diyorlardı ki: "O, herhangi bir kimseden ders almış olmayacak, aslen Arap'tan olup merkebe binecek, az yiyecek, orta boylu olacak; saçları hafif dalgalı olacak, gözünde biraz kırmızılık bulunacak, hafif pembeye çalar beyaz renkte olacak." Sonra Meysere ve arkadaşlarına dönüp: "Eğer sorduğunuz adam, bu vasıfta biri ise hiç tereddüt etmeden onun davetini kabul edip dinine giriniz. Bizını ona tâbi olmayışımıza gelince, bizler onu kıskanan, bu yüzden kendisine tâbi olmayan kişileriz. Bizını onunla doğrusu işimiz zordur. Araplar'a gelince, bunlar ya onun dinine girecek, ya da onunla savaşıp ölecek." Meysere arkadaşlarına şöyle haykırdı: "Ey kavmim! Bu iş, son derece açıktır, anlaşılmayan bir şey yoktur." Meysere veda haccı sırasında müslümanlığı alenen kabul etmiştir. Ebû Nuaym Urve'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamberimiz Ensar ile Akabe'de biat ettikleri zaman, şeytan dağın zirvesinden: "Ey Kureyş topluluğu, İşte, Evs'in ve Hazrec'in çocukları sizinle savaşmak üzere Muhammed'e söz verip biat ettiler!" diye bağırmış. Biat edenler bu sesi duydukları için korkuya kapılmışlar. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuş ki: "Arkadaşlar, sakın bu sesten korkmaymız! Çünkü bu Allah'ın düşmanı İblis'in sesidir. Korkduğumız kimselerin, bu sesi duymasına Allah imkan vermeyecektir." Kureyş, gerçekten bu sesi duymamış, fakat Akabe'de konuşulanları dinleyip de onlara söyleyenlerden öğrenmiştir. Bunun üzerine takibe çıkan Kureyş, Akabe'de kimseyi bulamadığı gibi, biat edenlerin eşyaları arasında da onları aramış ise de, kimseye rastlayamamış ve geri dönmüştür." [6] Yukarıdaki rivayetin aynısını el-Zühri'den rivayet eden Ebû Nuaym, İbn-i İshak'tan şöyle rivayet eder: "Vaktaki Rasulüllah ile Akabe'de biat ettiler, dağın tepesinde birisi, bütün sesinin çıktığı kadar bağırıyordu: "Ey Kureyş topluluğu, eğer Muhammed'e bir şey yapmak istiyorsanız, gidip onu dağın şöyle bir yerinde yakalayın. Orada sizin aleyhinizde Medine'den gelenlerle biat etmek üzeredir!" Kureyş onları yakalamaya çıktı, fakat Cibril inip onları korudu. Kureyş gelipte arama yaptı fakat kimseyi bulamadan geri döndü. Bu sırada Cibril'in gelişini Harise bin Numan'dan başka gören olmadı. Harise: "Ey Allah'ın rasülü, ben hiç tanımadığım beyaz elbiseli birini gördüm, senin sağ tarafında duruyordu, o kimdi?" dedi. Rasulüllah: "Demek onu gördün mü?" dedi. Harise: "Evet" dedi. Rasulüllah: "Gerçekten büyük bir hayrı görmüşsün o Cibril idi!" buyurdu." Ebû Nuayın'ın İbn-i Ömer'den de şöyle bir rivayeti vardır: "Rasulüllah efendimiz, nakipleri seçipte tayin ettiği zaman: "Sakın hiç birinizin aklına bir şey gelmesin! Ben Sa'dece Cibril'in bana işaret ettiği kimseleri nakib olarak tayin etmiş bulunuyorum" dedi. [7] |