Geri

   

 

 

İleri

 

9 PEYGAMBERİMİZİN KENDİSİNE HÂS

İSRÂ' VE Mİ'RÂC MUCİZESİ VE

BU GECEDE GÖRDÜĞÜ BAZI İLÂHÎ TECELLÎLER

 

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Eksiklikten uzaktır O Allah ki, geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüttü. O'na ayetlerimizden bir kısmim gösterelim diye. Gerçekten O işiten gören­dir." [1]

Peygamberimiz'in İsrâ' ve Mi'râc mucizesi hakkında pek çok hadisler vardır. Bunların bazısı uzun, bazısı da kıSa'dır. Şimdi bu hadis-i şeriflerden bir kısmim arz edelim. Önce Enes (radıyallahü anh)'ın hadisini görelim: [2]

Enes Hadisi

 Müslim'in Sabit el-Bünani'den rivayetine göre Enes demiştir ki: "Rasülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Bana Burak getirildi. Burak; mer-kebden büyük, katırdan küçük, beyaz ve uzun bir dabbedir. Gözünün gördüğü yere Ön ayağim kor ve çok süratli gider. Ben ona bindim ve Beytü'l-Makdis'e geldim. Üzerinden inip oradaki halkaya bağladım ki, daha önceki Peygamberler de bu halkaya binitlerini bağlarlar idi. Sonra Mescid'e girdim, iki rek'at namaz kılıp çıktım. Cebrâîl bana, birinin içinde içki, diğerinin içinde süt bulunan iki kadeh sundu. Ben de içinde süt olanı alıp içtim. Cebrâîl bana: "Fıtratı seçtin" dedi. Sonra yakın semaya çıkarıldım. Cebrâîl kapimn açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. O da: "Cebrâîl" diye cevapladı. "Yanında kim var?" diye soruldu. O da: "Muhammed" dedi. "Demek O'na Peygamberlik geldi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi ve bize kapı açıldı. Bir de ne göreyim, Âdem'le karşı karşıyayım! Beni "merhaba" diyerek karşıladı ve bana hayır dualar etti. Sonra ikinci semaya çıkarıldık. Cebrâîl kapimn açılmasını istedi, ona: "Kimsin?" denildi. O da: "Cebrâîl" dedi. "Yanında kim var?" denildi. O: "Muhammed" dedi. "Demek O, Peygamber olarak gönderildi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi. Bize kapı açıldı. Bir de ne göreyim iki teyze oğlu Îsâ bin Meryem ile Yahya bin Zekeriyya karşımızdalar. Beni. "merhaba" diyerek karşıladılar ve benim için hayır duada bulundular. Sonra üçüncü semaya çıkarıldık. Cebrâîl yine kapimn açılmasını istedi, kendisine: "Sen kimsin?" diye soruldu. O: "Cebrâîl" dedi. "Yanında kim var?" denildi, O da: "Muhammed" dedi. "Demek O'na gerçekten Peygamberlik geldi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi. Kapı açıldığında ne göreyim, bütün güzelliğin yarısına sahip kılınmış bulunan Yusuf Peygamber! Beni "merhaba" diyerek karşıladı ve benim için hayır duada bulundu. Sonra dördüncü kat semaya çıkarıldık. Cebrâîl kapimn açılmasını istedi, "Kim o?" denildi. O: "Cebrâîl" dedi. "Yanında kim var?" denildi, O da: "Muhammed" dedi. "Gerçekten O'na Peygamberlik gönderildi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi. Kapı açıldığında karşımda îdris'i gördüm. O da beni "merhaba" diyerek karşıladı ve benim için hayır dua etti. Sonra beşinci semaya çıkarıldık. Cebrâîl kapimn açılmasını istedi. "Kimsin?" denildi. O: "Cebrâîl" dedi. "Yanındaki kim?" denildi. O da: "Muhammed" dedi. "Demek O'na Peygamberlik gönderildi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi. Kapı açıldı. Bir de ne göreyim, Harun beni karşılamakta, bana "merhaba" demekte. O da benim için hayır dua etmekte. Sonra altıncı semaya çıkarıldık. Cebrâîl yine kapimn açılmasını istedi, "kim o?" denildi. O: "Cebrâîl" dedi. "Yanındaki kim?" denildi. O da: "Muhammed" dedi. "Demek O'na Peygamberlik gönderildi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi. Kapı açıldı. Bir de ne göreyim, Mûsa karşımda. Beni "merhaba" diyerek karşıladı ve benim için hayır dua etti. Sonra yedinci kat semaya çıkarıldık. Cebrâîl kapimn açılmasını istedi, ona "kimsin?" diye soruldu. O: "Cebrâîl" dedi. "Yanında kim var?" denildi, O da: "Muhammed" dedi. "Demek O'na Peygamberlik gönderildi mi?" denildi. O da: "Evet O'na Peygamberlik verildi" dedi. Kapı açıldı biz de içeri girdik. Bir de göreyim, İbrahim arkasını Beyt-i Mâmûr'a dayamış oturmakta ve bu Beyt'e günde yetmiş bin melek girmekte, çıkıp bir daha dönmemektedir.

Sonra ben Sidre-i Müntehâ'ya götürüldüm. Onun fil kulağı gibi yapraklan, testi gibi meyveleri vardı. Hiç bir kimse onun güzelliğini hakkıyla anlatmaya güç yetiremez. Allah bana dilediğini vahyetti. Üzerime elli vakit namazı farz kıldı, her gün bu namazlar kılınacaktı. Ben geri döndüm. Mûsa'ya geldiğim zaman, o bana: "Allah senin ve ümmetinin üzerine neyi farz kıldı?" diye sordu. Ben de: "Elli vakit namazı" dedim. O da bana dedi ki: "Rab'bine dön ve O'ndan hafifletme­sini iste. Zira ümmetin buna güç yetiremez. Ben İsrâ'il oğullarim çok tecrübe ettim, sana bu tecrübeme dayanarak tavsiyede bulunuyorum." Ben de onun tavsiyesine uyarak Rab'bime döndüm, O'ndan hafifletmesi­ni istedim. Rab'bim dileğimi kabul ederek beşini bağışladı. Dönüşümde Mûsa yine sordu, ben de kendisine "beşini bağışladı" dedim. Mûsa: "Senin ümmetin buna güç yetiremez, dön de Rab'binden hafifletmesini iste" diye tavsiyede bulundu. Ben Rab'bim ile Mûsa arasında gidip geldim, hatta sonunda Rab'bim: "Ya Muhammed, bu farz kıldığım namazlar, günde beş vakit olmak üzere hafîfletümiştir. Bu beş namazdan her biri içinde on katı vardır. Sizden beş, benden ellidir.' Ümmetinden her kim bir iyiliği yapmaya niyet ve himmet eder de yapmağa gücü yetmezse, ona yine bir hasene vardır. Eğer yaparsa (en azından) on hasene sevabı yazılır. Her kim bir kötülüğü yapmaya niyet ettiği halde yapmazsa, ona hiç bir şey yazılmaz [3]Eğer yapacak olursa ona bir kötülük yazılır11 buyurdu. Ben bunun üzerine döndüğüm­de yine Mûsa'ya uğradım ve neticeyi kendisine duyurdum. O bana yine; "Ey Muhammed Rab'bine dön, O'ndan namazı daha da hafifletmesini iste!" tavsiyesinde bulundu. Ben de kendisine şu karşılığı verdim: "Kaç defa Rab'bime dönüp ricada bulundum. Rabbim de her defasında hafifletmede bulundu. Artık Rabbimden utanır oldum." [4]

Buhârî ve İbn-i Cerir'in Şüreyk bin Abdullah tarikiyle Enes'ten naklettikleri haberde şöyle denilmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Isrâ gecesi Kabe Mescidi1 nde bulunuyordu, orada uyumakta idi. Bir ara yanına üç kişi geldi. Bunlardan birincisi: "Hangisidir?" dedi, ikinci kişi: "En hayırlılarıdır" dedi. Üçüncü kişi de: "Haydi onların en hayırlısını tutu­nuz" dedi. Bu sırada Peygamberimizin gözleri uyuyor, kalbi uyumuyor­du ve O, onları gözüyle görmüyordu. Zaten diğer Peygamber- ler de hep. gözleriyle uyur, kalpleriyle uyumazlar idi. Bu gelen üç kişi bir şey demeksizin Peygamberi yüklenip Zemzem Kuyusu'nun yanına götürüp koydular. Cebrâîl orada O'nu ameliyat etti. Göğsünü göbeğine kadar yarıp karnimn içindekileri dışarı çıkardı, Zemzem suyu döktürerek kendi eliyle yıkadı, temizlik ve paklık işi sona erince, içi iman ve hikmetle dolu altından bir leğen getirilip göğsüne dökülerek içi bununla dolduruldu.

Sonra göğsünü kapattı ve bu sema yolculuğu, yerden başlamış oldu. [5]Birinci kat semaya çıkarıldığı zaman, Cebrâîl kapıyı çaldı, "kim o?" denildi. O: "Cebrâîl" dedi. "Yanında kim var?" denildi. O da: "Muhammed" dedi. "Demek Ona vahiy geldi mi?" denildi, o da: "Evet" dedi. Bunun üzerine kapı açılıp kendilerini "merhaba ehlen ve sehlen" diyerek karşıladılar. Birinci semada Âdem'le karşılaştılar. Cebrâîl Peygambere: "İşte bu baban Âdem'dir" dedi. O da Âdem'e selam verdi. Âdem'de O'nun selamına karşılık verdi ve: "Merhaba, ehlen! Oğlum, sen ne kadar iyi bir oğulsun!" diyerek taltifte bulundu. Derken bu yakın semada iki nehrin bir düze akıp gitmekte olduğunu gördü ve bunların ne olduğunu Cebrâîl'den sorduğunda: "Bunlar, Nil ve Fırat nehirlerinin aslı ve unsurudur" esvabim aldı. Derken biraz daha gittiklerinde bir başka nehir ile karşılaştı. Nehrin üzerinde inci ve zebercedden yapılmış bir köşk vardı. Eliyle buna dokunduğunda Misk-i Ezfer gibi hoş koku saçtığım gördü. "Ya Cebrâîl bu nedir?" diye sordu. Cebrâîl: "Rabbinin sana vadedip sakladığı Kevser* nehridir" dedi. Sonra ikinci semaya çıktılar. Cebrâîl kapıyı çaldığında "kimsin?" diye seslenildi. O: "Cebrâîl" dedi. "Yanındaki kim?" denildi, o da: "Muhammed" dedi. "Demek o Peygamber olarak gönderildi mi?" denildi, o da: "Evet" dedi. îçeri girdiler. "Merhaba ehlen" diyerek karşıladılar. Sonra üçüncü semaya çıkarıldılar. Yine evvelki gibi karşılandılar. Sonra dördüncü semaya çıkarıldı, yine önceki gibi karşılandılar. Beşinci semaya çıktıklarında da böyle oldu. Altıncı ve yedinci semaya çıkarıldılar, yine böyle karşılandılar. Her semada bazı Peygamberlerle karşılaşıp konuştular. Sonra Peygamberimiz, ancak Allah'ın bileceği yüksekliklere çıkarıldı, nihayet Sidre-i Münteha'ya geldi. Sonra namaz farz kılındı.

Bu konuda, Nesaî'nin Yezid bin Mâlik tarikiyle yine Enes'ten bir rivayeti var. Bu rivayeti de Sa'dece fazlalık ve farklılık ifade eden taraftarıyla arz edelim: "Burak'a bindim, yanımda Cebrâîl de vardı. Bir müddet gittik, Cebrâîl bana: "Burada in, iki rekat namaz kıl" dedi, ben de inip kıldım. Cebrâîl: "Burası neresidir bilir misin?" diye sordu ve "Taybe'dir, hicret buraya olacaktır" dedi. Sonra yola devam ettik, Cebrâîl: "İn burada iki rekat namaz kıl" dedi. Ben de inip kıldım. Cebrâîl: "Nerede namaz kıldığim biliyor musun? Mûsa'nın mi'râcim yapıp Allah'la konuştuğu Tur-i Sînada namaz kıldın" dedi. Sonra giderken yine bana: "în, iki rekat namaz kıl!" dedi. Ben de inip kıldım. Yine dedi ki: "Nerede namaz kıldığim biliyor musun? Îsâ'nın doğum yeri olan Beyt-i Lahm'da namaz kıldın." Sonra ilerleyip Beytü'l-Makdis'e geldim, içeri girdim. Peygamberler orada cemaat olmuştu. Cebrâîl bana imam olmamı işaret etti, ben de onlara namaz kıldırdım.

Sonra sema yolculuğu başladı, her bir semada bazı Peygamberler­le karşılaşıp konuştum. Sidre-i Münteha'ya geldiğimde beni bir heyecan kapladı, başım döndü ve ben yere kapandım. Bana (Allah tarafından) denildi ki: "Ey Muhammed, Ben yerleri ve gökleri yarattığım günde sana ve senin ümmetine günde elli vakit namazı farz kıldım. Sen ve senin ümmetin bu elli vakit namazı eda edeceksiniz." Ben bu emri alarak döndüğümde Mûsa'ya uğradım. Mûsa (aleyhisselâm) bana dedi ki: "Rabbin sana ve ümmetine neyi farz kıldı?" Ben: "Elli vakit namazı farz kıldı" dedim. Mûsa: "Sen ve senin ümmetin buna güç ye tirem ez siniz. Rabbine dön de hafifletmesini iste. Zira benim ümmetim olan israil oğullarına günde iki vakit namaz farz kılınmıştı da onlar, bunu eda etmemişlerdi"  tavsiyesinde  bulundu.  Ben  de  Rabbime  döndüm hafifletmesini istedim. Rabbim de onar onar hafifletti ve en sonunda: "Habibim! Elli vakte bedel beş vakit namaz" buyurdu. Allah'ın (c.c.) bu kelamından, beş vaktin kesin olduğunu anladığım için, bir daha hafifletmesi için müracat etmedim." [6]

İbn-i Ebî Hatim diğer bir tarik ile, Yezid bin Ebû Malik'den, o da Enes'ten rivayet eder. Enes'in bu rivayetinin de bazı farklılıkları var. Bu itibarla bu rivayeti de arz ediyoruz:

"...Burak'ın üzerinde Beytü'l-Makdis'e geldiklerinde Cebrâîl ora-diki bir taşı parmağı ile delerek Burak'ı bu taşa bağladı. Sonra her ikisi mescid sahasına çıktılar. Cebrâîl burada: "Ey Muhammed, sen, cennet hurilerini sana göstermesi için Allah'a duada bulundun mu?" dedi. Peygamber "evet" dedi. Hurilerin yanına giderek selam verdiler, (Rasulüllah'ı karşılamak üzere meleklerle semadan inmiş bulunan) bu huriler, kayanın sol tarafında idiler. Peygamberin selamına selam ile karşılık verdiler. Peygamber onlara; "sizler kimlersiniz?" diye sordu. Onlar da "bizler hayırlı kadınlarız, dünyada tertemiz yaşamış iyi insanların kadimyız" dediler. Bunlarla konuştuktan sonra, Peygamber yerine döndü, orada pek çok cemaat toplanmıştı."

(Olayı kendi ifadesiyle anlatan Enes, bu noktadan sonra Peygamberin ifadesiyle anlatmaya başlıyor). "Ben, ezan okunup ikamet alındıktan sonra, bize kim imam olacak acaba derken, Cebrâîl elimden tutup öne geçirdi, ben de namazı kıldırdım. Döndüğümde Cebrâîl bana: "Ey Muhammed, arkanda kimler namaz kıldı, biliyor musun?" dedi. Ben: "Hayır" dedim. O dedi ki: "Arkanda Allah'ın gönderdiği bütün Peygamberler namaz kıldı." Sonra elimden tutarak birlikte semaya çıktık. "Merhaba, hoş geldiniz!" diyerek her semada karşılanıp, bazı Peygamberlerle konuştum. Yedinci kat semada İbrâhim Peygamberle karşılaşıp selamlaştım. Sonra yedinci semanın üzerine çıktım. Burada bir nehir gördüm. Üzerinde çeşitli mücevherlerle süslü çadırlar vardı. Çadırların üzerinde yeşil kuşlar uçuşuyordu, benim gördüğüm en güzel kuşlar bunlardı. Dedim ki: "Ey Cebrâîl, bu kuşlar ne kadar güzel ve hoş." Cebrâîl: "Bu kuşları yiyecek olanlar daha hoştur" dedi ve: "Bu nehir hangi nehirdir, biliyor musun?" dedi. Ben "hayır" diyerek cevapladım. O da: "Bu Allah'ın sana verdiği el- Kevser'­dir" dedi.   Baktım sayılmayacak kadar çok ve çeşitli mücevherlerle süslü altın ve gümüş taşlarla bezenmiş, her tarafı. Suyu sütten daha beyazdı. Taslardan birini alıp Kevserin suyundan içtim, baldan daha tatlı ve miskten daha hoş kokulu idi.

Sonra Cebrâîl beni alıp Sidre-i Münteha'nın olduğu yere götürdü. Burada beni her renkten bulutlar kapladı. Cebrâîl de beni terk etti. Ben hemen Allah için secdeye kapandım. Allah bana buyurdu ki: "Ey Muhammed, Ben, yerleri ve gökleri yarattığım günde sana ve ümmetine elli vakit namazı farz kıldım! Sen ve ümmetin bu namazı eda ediniz!" Sonra üzerime çöken bulutlar dağıldı. Cebrâîl de yanıma gelerek elimden tuttu ve hemen dönüşe geçtik, İbrâhim'e uğradık o bana bir şey demedi. Sonra Mûsa'ya uğradım, o bana: "Ne yaptın ya Muhammed?" dedi. Ben de: "Rabbim bana ve ümmetime elli vakit namazı farz kıldı" dedim. O bana: "Ey Muhammed, buna ne sen, ne de ümmetin güç yetirebilir" dedi ve Rabbime dönüp hafifletmesini istememi tavsiye etti. Ben de derhal Rabbime döndüm. Sidre-i Münteha'nın yanına geldim. Beni yine bulutlar kapladı. Ben derhal secdeye kapanıp: "Rabbim bizden hafiflet!" diyerek yalvardım. Rabbim de: "Onunu kaldırdım" buyurdu. Bunun üzerine döndüm, yine Mûsa'ya uğradığımda, "Rabbim onunu kaldırdı" dedim. O da bana: "Dön Rabbinden daha hafifletmesini iste" dedi."

(Enes bu noktada ilgili hadisi: "Bu namazlar, elliye bedel beştir" kısmına kadar anlatıyor ve şöyle devam ediyor: "Sonra dönüşe geçtiler. Bu sırada Peygamber dedi ki: "Ey Cebrâîl, her semada bizi karşılayan­lar "merhaba ehlen" diyerek karşılıyor ve güler yüz gösteriyordu. Fakat bir tanesi selam vermekte ve "hoş geldiniz" demekte kusur etmediği halde hiç gülmüyordu, bunun sebebi nedir?" Cebrâîl şu karşılığı verdi:'Ta Muhammed, o kişi, cehennem bekçisi olan Malik adındaki melektir. Yaratıldığı günden beri hiç gülmemiştir, eğer gülmüş olsaydı, sana karşı gülerdi."

Sonra Burak üzerinde dönüşe devam ettiler. Yolda bir kafileye rastladı, bu bir Kureyş kervanı idi. Kervanın içinde bir deve yiyecek taşıyordu, iki tarafına iki çuval yüklenmişti, çuvallardan biri beyaz biri siyahtı. Yanından Peygamber geçerken müthiş ürkmüş, tepetaklak yuvarlanarak ayakları kırılmıştı. Peygamberimiz Mekke'ye gelip aynı günün sabahında Mi'râcim anlatınca, müşrikler inkar ve itiraz seslerini yükselttiler. Derhal Ebû Bekir'e koşup: "Ey Ebû Bekir, senin arkadaşın Muhammed, geceleyin bir aylık mesafede bulunan Mescid-i Aksa'ya hem gitmiş, hem de gelmiş. Buna da inanacak mısın?" dediler. Ebû Bekir kendilerine dedi ki: "Eğer bunu O söylüyorsa, inanırız. Zira biz müslümanlar bundan daha garib ve daha ileri haberlerde dahi, O'na inanmaktayız! O bize semalardan haber (vahiy) getirmekte ve biz de bu hususta O'nu tasdik etmekteyiz!" Müşrikler oradan ayrılıp süratle Peygambere geldiler ve bunun bir şahidi ve alameti olup olmadığim sordular. Peygamberimiz de kendilerine alamet olarak; kervan içindeki yiyecek yüklü olan ve ürkerek ayaklarım kıran deveyi anlattı. Müşrik­ler kervanın gelmesini beklediler, geldiğinde bu olayın vukua gelip gelmediğini sordular. Kervancılarıda olayın, aynen Hazret-i Peygamberin kendilerine anlattığı şekilde vukua geldiğini anlattılar, İşte bu günden itibaren de Ebû Bekr'e "El-Sıddık" denildi."

İbn-i Cerir ve İbn-i Merdûye tefsirlerinde ve Beyhekî Abdurrah-man bin Hişam tarikiyle Enes'ten rivayet ederler. Bu rivayetteki bazı farklılıkları da arz edelim. Enes demiş ki: "Cebrâîl Resulüllah'a Burak'ı getirdiği zaman, Burak kulaklarim dikmiş (ve üzerine binmesi için Peygambere zorluk çıkarmış). Cebrâîl de: "Ey Burak, Allah'a yemin ederim ki, bugüne kadar sana Muhammed kadar hayırlı ve keremli birisi binmiş değildir! Bu aksilik deneden?" demiştir. Rasulüllah da Burak'a binip hızla yola çıkmıştır. Giderken yol üzerinde görülen bir yaşlı kadın dikkati çekmiş. Cebrâîl'e bunun ne olduğunu sormuşsa da o: "Yürü ya Muhammed" diyerek yola devam etmişler. Biraz gittiktten sonra yol kenarından bir ses: "Bu tarafa, bu tarafa ya Muhammed!" diye söyleniyormuş. Cebrâîl derhal: "Yürü ya Muhammed yürü. Bu seslere kulak verme" demiş. Epey ilerlemişler. Bu sırada büyük bir kalabalık: "Selâm sana ey evvel, ey ahir, ey haşir!" diyerek kendisini selamlamış­lar Cebrâîl bunların selamına karşılık vermesini söylemiş. O da selam ile karşılık vermiştir. Yolda bu durum üç defa tekerrür etmiş'. Sonra Beytü'l-Makdis'e varmışlar. Burada kendisine üç kadeh sunulmuş. Peygamber, süt kadehini alarak içmiş. Cebrâîl kendisine: "Tam-fıtrata isabet ettiniz! Eğer suyu içseydini*, ümmetiniz suya boğulurdu; eğer içkiyi içseydiniz ümmetiniz azardı" diye bir açıklama yapmıştır.

Sonra Âdem'den beri bütün Peygamberler cemaat olup, Peygam­ber efendimiz de onlara imam olmuştur. Namazdan sonra Cebrâîl bir açıklama daha yaparak: "Yoldaki rastladığın yaşlı kadın dünyayı temsil ediyordu. (Dünyanın da, İşte bu yaşlı kadımın yaşadığı kadar bir ömrü kalmıştır!) [7]Yine yoldaki: "Bu tarafa, bu tarafa!" diye duyulan ve yoldan sapılmasını isteyen ses de, iblisin sesi idi. Kalabalık bir cemaat sesi gibi duyulan ve seni selamlayanlar ise, İbrahim, Mus,a ve Isa Peygamberler idi."

Yine Enes hadisi olarak Ahmed ve Ebû Davud Abdurrahman bin Cübeyr'den rivayet ederler. Bu rivayette de denilmiştir ki: "Rasulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben Mi'râca çıkarken bazı kavimler gördüm. Bunların tırnakları bakırdandı. Tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyor­lardı. Bunların kimler olduğunu Cebrâîl'den sordum. Dedi ki: "Bunlar gıybet edip insanların etlerini yiyenler, (insanları gıyabında çekiştirip) onların şeref ve haysiyetine dokunacak söz sarfedenlerdir." [8]

Katade, Sümame ve Ali bin Zeyd tarikinden İbn-i Merdûye'nin bir takrici var. Onlar da Enes'ten rivayet ediyorlar. Şöyle ki; "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İsrâ' gecesinde ben bir kavme rastladım, bunlar ateşten makaslarla dudaklarim kesiyorlardı. Tekrar dudakları yerine geliyor, tekrar kesiyorlardı. Bunların kimler olduğunu sorduğumda, Cebrâîl'in bana cevabı şu oldu: "Bunlar, senin ümmetinin hatip ve vaizleridir. Kendilerinin yapmadığı şeyleri, başkalarına emredenlerdir." [9]

İbn-i Merdûye Katade tarikiyle Enes'ten rivayet eder. O şöyle der: Peygamber'e namaz; İsrâ' gecesinde farz kılınmıştır." [10] İbn-i Mace ve Nevadiru'l-Usül adlı kitabında Hakim-i Tirmizi ve diğerleri Enes'ten şöyle rivayet ederler: Peygamber buyurdu: "Ben, İsrâ' gecesinde cennetin kapısı üzerinde: "Sa'dakanın sevabı bire ondur, Allah için Ödünç vermenin sevabı ise bire onsekizdir" diye yazılmış olduğunu gördüm. Ödünç vermenin, niçin Sa'daka vermekten daha faziletli olduğunu sordum, Cebrâîl: "Dilenci ihtiyacı olmadığı halde de dilenmiş olabilir, ödünç alan ise, mutlaka ihtiyacı sebebiyle ödünç alır" dedi.

Hafız Bezzar, Katade tarikiyle Enes'den nakleder: "Peygamberi­miz, İsrâ' gecesi, Rabbini görmüştür." [11]

Büreyde Hadisi

Tirmizi, sahihtir kaydıyle Hakim, Ebû Nuaym, İbn-i Merdûye ve Bezzar, Büreyde'den rivayet ederler: "Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İsrâ' gecesinde Beytül-Makdis'e geldiğimizde, Cebrâîl parmağıyla oradaki kayayı deldi ve Burak'ı bu kayaya bağladı." [12]

Cabir Hadisi

 Buhârî ve Müslim Cabir bin Abdullah'dan rivayet ediyor. O demiştir ki: "Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İsrâ' gecesinde Beytü'l- Mak-dis'e olan yolculuğumu Kureyş yalanladığı sırada, yüce Allah gözümün önünde Beytü'l-Makdis'i tecelli ettirdi; ben de ona bakıyor, onların sorularim cevaplıyordum." [13]

(İbn-i Merdûye ile Taberânî'nin sahih bir senedle Cabir'den naklettikleri rivayette, Resulüllah efendimizin: "O gece Cebrâîl'i Allah korkusundan eski bir yaygı parçası gibi olmuş gördüm" buyurduğu da kaydedilmektedir). [14]

Semura Hadisi

İbn-i Merdûye Semura bin Cündeb'den rivayet eder. O demiştir ki: "Resulüllah buyurdu: İsrâ' gecesinde ben, bir nehir gördüm, içinde bir adam yüzüyordu. Bu adam nehrin içindeki taşları alıp alıp yutuyordu. Ben Cebrâîl'e bu adamın niçin böyle yaptığim sordum. O da bana dedi ki: "Bu senin ümmetinden riba yiyen adamın temsilidir!"[15]

Şeddad bin Evs Hadisi

İbn-i Ebî Hatim, Beyhekî, Bezzar, Taberânî ve İbn-i Merdûye Şeddad bin Evs'den rivayet ederler. O demiş ki: "Biz Resulüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): "Senin İsrâ' mucizen nasıl olmuştur?" diye sorduk. O buyurdu: "Ben yatsı namazını ashabıma kıldırmıştım. Cebrâîl gelip beni Burak'a bindirdi. Hızla ilerledik. Hurmalık bir yere vardığımızda, Cebrâîl bana; "în iki *ekat namaz kıl!" dedi. Ben de inip kıldım. Sonra Burak'a binip ilerledik. Cebrâîl: "Nerede namaz kıldın biliyor musun?" dedi. Ben, "hayır" dedim. O: "Yesrib'de, Taybe'de (Medine'de) namaz kıldın" dedi. Burak üzerinde hızla giderken yine: "in, namaz kıl" dedi. Ben de inip kıldım. Sonra binip ilerlemeye başladık. O: "Nerede namaz kıldın?" dedi. Ben, "bilmiyorum" dedim. O: "Mûsa'nın ilahi tecelliye mazhar olduğu ağacın yanında namaz kıldın" dedi. Giderken yine; "in namaz kıl" dedi. Ben de inip namaz kıldım. Sonra Burak'a binip ilerledik. O bana "nerede namaz kıldın biliyor musun?" dedi. Ben de "hayır" dedim. O: "isa'nın doğduğu yer olan Beyt-i Lahm'de" dedi. Sonra şehre ikinci kapısından girdik. Mescidin kıble tarafına geçtik. Cebrâîl burada Burak'ı bağladı. Sonra mescide girdik. Girdiğimiz kapimn üzerinde güneş ve ay resınıleri vardı. Mescidde Allah'ın nasib ettiği kadar namaz kıldım. Sonra beni şiddetli bir susuzluk sardı ve bana iki kadeh sunuldu. Birinde süt diğerinde bal vardı. Ben, Allah'ın bana olan hidayeti sayesinde süt olan kadehi tercih edip içtim. Önümde yaşlı bir adam oturmakta idi. Cibril'e hitaben: "Arkadaşın gerçekten fıtratı seçti" dedi.

Sonra içinde büyük bir şehir bulunan bir vadiye geldik. Burada bana cehennem, serilmiş yaygılar gibi bölük bölük gösterildi, isi hamam suyu gibi kaynayıp kokuyordu. Dönüş esnasında Kureyşin bir kervanına rastladık. Develerinden birini kaybetmişler, onu arıyorlardı. Geçerken onlara selam verdim. İçlerinden bazıları: "Bu Muhammed'in sesi" diyordu. Sonra sabah olmadan Mekke'ye geldim. Ebû Bekir yanıma gelip: "Ey Allah'ın Rasülü, nerede idiniz? Gece boyunca sizi, ümid ettiğim yerlerde aradım, bulamadım" dedi. Kendisine, geceleyin Beytü'l-Makdis'e gidip geldiğimi söyledim. Dedi ki: "Ya Resülallah, orası bir aylık yoldur! Bunu bana anlatır mısın?" Beytü'l-Makdis gözümün önünde tecelli ettirildi, Ebû Bekir ne sorarsa ona bakıp cevap verdim. Ebû Bekir de: "Evet şehadet ederim ki sen Allah'ın resulüsün! " diyerek tasdik etti."

Müşrikler bunu duyduğu zaman şaşırıp: "Ebû Kebşe oğlu Muhammed, bir gecede bir aylık mesafedeki Beytü'l-Makdis'e gidip geldiğini nasıl iddia edebilir?" diye yaygara kopardılar. Peygamber (aleyhisselâm) onlara: "Bu hususta size bir alamet söyleyeyim: Kervanimz falan yerde kaybolan devesini arıyordu ve içlerinden falan ses onu bulmuş getiriyordu. Falan yolu takib ederek geliyorlardı ve falan günde buraya ulaşacaklar. Önlerinde de elbise yüklü bir erkek deve bulunacak" diye karşılık verdi. Onlarda beklemeye başladılar. Belirtilen günün öğle vaktine yaklaşılırken kervan geldi. Önünde de Peygamberimizin alamet ve vasfmı belirttiği deve vardı." [16]

İbn-i Abbâs Hadisi

Ahmed, Ebû Nuaym, sahih bir senetle İbn-i Merdûye, Kabus tarikiyle İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler. O demiştir ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tsra gecesinde cennete girdiğinde, bir tarafta hafif bir ses işitti. Bunun ne olduğunu sordu, Cebrâîl de: "Müezzin Bilal'in ayak sesleridir" dedi. Peygamberimiz de Mi'râc dönüşünde insanlara: "Bilal gerçekten kurtuluşa ermiştir!" diyerek bunu müjde etti. Semada Mûsa (aleyhisselâm) kendisini "merhaba ey ümmi Peygamber!" diyerek selamlamıştı. Pey­gamberimiz onu, uzun boylu, esmer tenli ve düz saçlı bir adam olarak görmüş, kim olduğunu sormuş "Muşadır cevabim almıştır. Yine semada İbrâhim'le de karşılaşmış, onu da ihtiyar, heybetli bir adam olarak görmüş, kim olduğunu sormuş "İbrahim'dir" cevabim almıştır. O da, her Peygamber gibi kendisini merhaba ile, selam ile karşılamıştır. Sonra kendisine cehennem gösterildiğinde, orada bazı kimselerin pislik yemekte olduğunu görmüş, bunların kimler olduğunu sormuş, Cebrâîl de: "Bunlar, senin ümmetinden gıybet edenlerdir" cevabim vermiştir. Yine Peygamber efendimiz, kırmızı suratlı ve gök gözlü bir adam görmüş, bunun kim olduğunu sormuş, Cebrâîl de: "Bu Salih Peygamber'in devesini Öldüren adamdır" cevabim vermiştir. Mescid-i Aksa'ya gelişinde namaza durmuş, arkasında da diğer Peygamberler saf durup namaz kılmışlar. Dönüşünde kendisine iki kadeh sunulmuş, kadehlerden biri sağda diğeri solda imiş. Birinin içinde süt, diğerinin içinde ise bal varmış. Peygambermiz süt kadehini alıp içmiştir. Süt kadehini sunan da kendisine: "Gerçekten fıtratı seçtiniz" demiştir." [17]İbn-i Abbâs'tan çeşitli tarikler ile nakledilen rivayetler var. Bunlardan İkrime tarikiyle sevk edilen rivayet şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ' gecesi, Beytü'l-Makdis'e gitti ve aynı gece döndü. Bunu Kureyş'e anlattı, Beytü'l-Makdis'e ve onların yoldaki kervanlarına ait bazı alametleri de söyledi. İnsanlardan bazıları: "Bu olur şey değildir!" diyerek dinlerinden döndüler. Bunların boyunları, Bedir'de kafir olarak Ebû Cehil'le beraber vurulmuştur. Ebû Cehil İsrâ' olayı üzerine galeyana gelmiş ve: "Muhammed bizi zakkum ağacı ile korkutmak istiyor! Hurmayı ve sütün kaymağım getiriniz zakkumlamnız!" diyerek galeyanim açığa vurmuştu.

Peygamberimiz bu gecede Deccal'ı da gözüyle görmüştür, yoksa uykuda değil. Nitekim kendisi bu hususta: "Ben Deccal'i; büyük cüsseli, ay yüzlü, gözünün biri yıldız gibi ışıklı, saçları ağaç dalı gibi bir adam olarak gördüm" buyurmuştur, isa'yı, Mûsa'yı, ve İbrâhim'i gördüğünü de beyan etmiştir, İbrâhim'in her azasının kendi azasına benzediğini görmüş: "O, tıpkı bana benziyordu" demiştir. Onunla karşılaştığında Cebrâîl kendisine: "Atan İbrâhim'e selam ver!" demiş, Peygamberimiz de ona selam vermiştir." [18]

Buhârî yine İkrime tarikiyle İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet eder. O demiştir ki: Yüce Allah buyurdu:

"Sana gösterdiğimiz rüyayı, ancak insanlar için imtihan yaptık" [19] Bu ayetteki rüyadan murat rü'yetdir, gözle görmektir ki, Peygamberimize İsrâ' gecesi bazı tecelliler gösterilmiş, o da gözüyle görmüştür."

Yine Katade, Ebû'l-Aliye tarikiyle İbn-i Abbâs'tan Buhârî ve Müslim rivayet ederler: O şöyle demiştir: "Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Ben İsrâ' gecesinde Mûsa'yı uzun boylu, kıvırcık saçlı, Şenua'lı adamlardan biri gibi gördüm, isa'yı da orta boylu, pembe ile beyaz arası, açık renkli, düz saçlı bir adam olarak gördüm. Cehennem hazini olan Malik'i kendine has alametleri içinde Deccal'ı da gördüm. Daha nice tecellileri müşahade ettim Rabbim bana bu hususta: "Andolsun ki biz Mûsa'ya da kitap vermiştik. Onun kavuşması hakkında sakın şüpheye düşme" buyurmuştur. (Katade bu ayeti tefsir ederken: "Peygamberimiz Mûsa'ya kavuşmuştur" diye açıklama yapardı.)[20]

Ahmed, Nesai, Bezzar, Taberânt, Beyhekî ve İbn-i Merdûye sahih bir sened ile, Said bin Cübeyr tarikiyle İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İsrâ' gecesinde ben, çok hoş bir koku duydum, bunun ne olduğunu sordum. Dediler ki: "Bu Firavnm kızının şehid düşen dadısının ve çocuklarimn kokusudur. O Firavnm kızının başim tararken, tarağı elinden düşürmüş, alırken de "Bismillah" deyivermiş. Firavunun kızı: "Senin babamdan başka rabbin mi var?" demiş. O da: "Benim, senin ve babanın da rabbi Allah'tır" dem. Kız babasına haber vermiş, Firavn kendisine: "Senin benden başka rabbin mi var?" diye çıkışş. O da: "Senin de, benim de rabbim Allah'tır" diyerek karşılık vermiştir. Müthiş sinirlenen Firavn, çok miktarda bakır eritilmesini, onun ve çocuklarimn bu eritilmiş bakır içine atılma­larim emretmiş. Onları teker teker kaynayan bakır içine atarlarken, sıra en küçükleri olan süt emer çocuğa gelmiş, çocuk: "Anacığım, korkma gerileme. Çünkü sen hak yoldasın" diye konuşmuştur. Bu şekilde küçükken konuşanların sayısı dörttür: Biri bu çocuktur, biri Yusuf a şahitlik eden çocuk, biri Cüreyc'in arkadaşı, biri de Isa bin Meryem'dir." [21]

Ahmed, İbn-i Ebî Şeybe, Nesai, Bezzar, Taberânt ve Ebû Nuaym sahih bir sened ile Zurara bin Ebû Evfa tarikiyle İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, İsrâ' gecesi sabahında Mekke'de idim. Geceleyin Beytu 1-Makdis'e gidip geldiğimi söylersem, insanlar beni yalanlar diye endişe ettim..." İşte Peygamberi­miz bu endişe ile tek başına ve üzgün olarak oturuyordu. Allah'ın düşmanı Ebû Cehil ona uğradı, yanına oturdu ve: "Yeni bir şey var mı?" diye alaylı bir tarzla sordu. Peygamberimiz de: "Evet, bu gece uzaklara gidip geldim" dedi. Ebû Cehil: "Nereye gidip geldin?" dedi. Peygamberi­miz de: "Beytu 1-Makdis'e" dedi. Ebû Cehil: "Ve sabahleyin Mekke'de­sin?" dedi. Peygamberimiz de: "Evet" dedi. Ebû Cehil bu sırada Peygamberi yalanlamak istemedi, insanları çağırıp onlar yalanlasın istedi. Bu maksatla insanları çağırdı ve Peygamberimize hitaben: "Haydi, bana anlattıklarim bunlara da anlat!" dedi. Peygamberimiz de anlattı. Duyanların bir kısmı hayretinden ellerini birbirine çarpıyor, bir kısını elini başimn üzerine koyarak şaşkınlığim belli ediyordu. Sonra Peygamberimize hitaben: "Peki sen şimdi bize, Beytü'l-Makdis'i tarif edebilir misin?" dediler, içlerinde Beytü'l-Makdis'i görüp bilenler de vardı. Peygamberimiz bu hususu beyan Sa'dedinde buyurmuş ki: "Ben onlara Beytü'l-Makdis'i tarif ediyordum; bir kısmim anlattım, sonra durum karış. Hemen Beytü'l-Makdis gözümün önüne getirildi. Ben de ona bakıp kalan kısmım da bir güzelce tarif ettim." Beni güzelce ve hayretler içinde dinleyen insanlar: "Vallahi olduğu gibi doğru olarak anlattı" demekten kendilerini alamadılar." [22]

Yine İbn-i Merdûye Said bin Cübeyr tarikiyle İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O şöyle demiştir: "tsra gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı Peygamberlere uğramıştır. Bu Peygamberlerden bazılarimn cemaatı pek az olup sayıları onu "geçmiyordu. Bazılarimn ümmeti küçük bir topluluk idi. Bazılarimn cemaatı oldukça çok idi. Bazılarimn ise, kendisine uyan kimsesi yoktu. Hiçbir kimse kendisine inanmadığı için yapayalnız idi. Bazılarimn ümmetini ise, çok büyük bir cemaat halinde görmüştü. Peygamber efendimiz: "Bu kimin ümmetidir?" diye sormuş, kendisine: "Bu Mûsa'nın ümmetidir" denilmiştir. Sonra: "Ey Muham-med, başim kaldır da bir bak!" denilmiş, Peygamberimiz de baktığında bütün ufukları kaplayan çok büyük bir topluluk görmüş; yine kendisine: "İşte bu da senin ümmetindir! Bundan başka ümmetinden yetmiş bin kişi daha vardır ki, onlar; hesaba çekilmeksizin doğruca cennete gidecekler" denilmiştir." [23]

Ahmed, sahih bir senedle İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamberimiz buyurdu: Ben, aziz ve celil olan rabbimi gördüm."

Taberânî Mu'cemul-Ev safında sahih bir senedle İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini nakleder: "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gerçekten rabbini iki defa görmüştür. Birinde gözüyle, diğerinde ise kalbiyle görmüştür."[24]

Müslim'in de İbn-i Abbâs'tan bu hususta bir rivayeti var. Onun çıkardığı bu habere göre İbn-iAbbas:[25]

"Onun gördüğünü gönlü yalanlamadı. And olsun ki onu, bir kez daha inerken görmüştü" (198) ayetinin açıklaması ile ilgili olarak; "Gerçekten o onu, kalbiyle iki defa görmüştür" demiştir,

İbn-i Merdûye'nin de bu konuda İbn-i Abbâs'tan bir rivayeti var, fakat bu rivayetin senedi çürüktür. Onun bu rivayeti ise şu şekildedir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İsrâ' gecesinde ben, ye'cüc ve me'cüc'e gönderildim, onları dine davet ettim. İslamı kabul edip Allah'a ibadet etmeye çağırdım. Onlar benim bu davetimi kabul etmediler. Onlar Âdem ve iblis neslinden Allah'a isyan edenlerle beraber, cehennemde azap görmektedirler."[26]

İbn-i Amr Hadîsi

İbn-i Merdûye Amr bin Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hicretten bir sene evvel, Rabiul-evvel ayınm onyedinci gününün gecesinde Mi'raca çıkarıldı..."

Beyhekî'nin İbn-i Şuayb'dan tahricine göre, o da şöyle demiştir: "Peygamberimizin İsrâ' mucizesi, onun Medine'ye hicretinden bir sene Önce idi." Beyhekî'nin Urve'den sevkettiği rivayette bu merkezdedir.

Onun bir de el-Süddi'den rivayeti var. Bu rivayette aynen şöyle denilmiştir: "Peygamberimizin İsrâ' mucizesi, onun Medine'ye hicretinden onaltı ay önce idi."[27]

İbn-i Mes'ud Hadisi

Müslim, Mürre el-Hamedani tarikiyle İbn-i Mesud'dan rivayet eder. O şöyle demiştir: "İsrâ' gecesi Peygamberimiz Sidre-i Münteha'ya çıkarıldı. Semaya çıkarılıp yükseltilenler de, en son oraya kadar çıkarılır, ruhlar ve diğerleri. Daha yücelerden indirilenler de oraya kadar indirilir. Ayette:

"Sidre'yi kaplayan kaplamıştı" buyurulmuştur. [28]Peygamberi­miz Sidre'ye vardığı zaman, onun üzerinde altın renkli kelebekler uçuşuyor, her taraf rengarenk parlıyordu. Peygamberimize beş vakit namaz, el-Bakara suresinin sonundaki ayetler, bir de "la ilahe illallah" tevhidine tam ehil olupta hiç bir şeyi Allah'a ortak koşmayanların günahlarimn affedileceği müjdesi verilmiştir."

Ahmed, Îbn4 Mace, Saîd bin Mansur, sahihdir kaydıyla Hakim, Müesser bin Afare tarikiyle İbn-i Mesud'dan rivayet ederler, O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İsrâ' gecesinde ben İbrâhim, Mûsa ve Isa ile karşılaştım. Bunlar kendi aralarında kıyametin ne zaman kopacağı meselesini müzakere ediyorlardı. "Bu hususta söz, İbrahim'in olsun" dediler. İbrâhim (aleyhisselâm): "Ben kıyametin ne zaman kopacağim bilemem" dedi. îşi Mûsa'ya havale ettiler. O da: "Benim bu hususta bir bilgim yoktur" dedi. Sıra isa'ya geldi. O da dedi ki: "Kıyametin ne zaman vuku bulacağım asla ben bilemem! Allah'tan başka herhangi bir kimse de bilemez. Rabbimizin bana verdiği sözde şunlar vardı. Kıyamet yaklaştığında Deccal çıkar. Benim de iki elimde iki kılıç bulunur, Deccal beni gördüğü zaman, kalayın erdiği gibi erir. Beni görür görmez Allah onu helak eder. Hatta taşlar ve ağaçlar: "Ey müslüman, arkanda kafir saklanıyor, haydi gel onu öldür!" diye seslenir. Derken Allah onların hepsini helak eder. Sonra insanlar ülke ve vatanlarına dönerler. Bu sırada Ye'cüc ve Me'cüc çıkar. Onlar her yüksekliği yel gibi aşarlar. Müslümanların ülkelerini çiğner. Neye rastlasalar helak ederler. Önlerine çıkan bütün suları içip tüketirler, insanlar bana gelip şikayet ederler, ben de; Allah'a dua edip onları helak etmesini isterim, Allah da onları helak eder, hepsi ölürler. Onların kokusundan yerin toprağı bozulur. Allah bol yağmur yağdırır. Seller onların cesetlerini denizlere taşır.

İşte Rabbimin bana söz verdiği bu hususlar olduğu zaman, kıyamet de iyice yaklaşş olur. Hamile bir kadımın günü tamam olup da doğumunu akşam mı, yoksa sabah mı yapacağı belli olmadan ev halkimn o doğumu bekledikleri gibi, kıyametin vukuu da bu derece yaklaşş olur."

Basendir kaydıyle Tirmizi ve İbn-i Merdûye Abdurrahman tarikiyle İbn-i Mesud'dan rivayet eder: O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İsrâ' gecesi ben İbrâhim ile karşılaştığım zaman, o bana dedi ki: "Ya Muhammed, ümmetine haber ver, cennetin toprağı hoş, suyu pek tatlıdır! Teri de düzdür. Onu ağaçlandırıp yeşillendirme­nin yolu ise: "Sübfrânellâhi velhamdü lillâhi velâ ilahe ülallâhü vellâhu ekber" diyerek Allah'ı teşbih, tahmid, tevhid ve tekbir etmektir ve: "Velâ havle velâ knvvete illâ billahi 1-aliyyi'l-azîm" diyerek Allah'ın kudret, kuvvet ve azametine sığınmaktır." [29]Yine İbn-i Mesud'a ait rivayetlerden birinde, Peygamber efendimi­zin Mi'râc gecesi Cebrâîl'i altıyüz kanadıyla bütün ufku kapatmış bir halde gördüğüne dair bilgi vardır. Diğer bir rivayetinde ise, "Cebrâîlin kanatlarından, inci ve yakut gibi çeşit çeşit renklerin parıldadığım gördüğü" ifade edilmektedir.

Buhârî'nin rivayet ettiği bir diğer haberinde ise,"Refrefi yeşil bir yaygı şeklinde ve bütün'ufku kapatacak büyüklükte gördüğü" kaydedilmiştir." [30]

Abdurrahman bin Kurad El-Sümali Hadisi

Said bin Mansur ve diğerleri Abdurrahman bin Kurad'dan rivayet eder. O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ' gecesinde Mescid-i Aksa'ya olan yolculuğuna başladığı sırada, makam ile zemzem arasında bulunuyordu. Sağında Cebrâîl, solunda Mikail vardı. Bunlar onu oradan alarak ve uçarak Mescid-i Aksa'ya götürdüler, sonra yüce semalara çıkardılar. Peygamberimiz bu yolculuktan dönüş sırasında yüce semalardaki çok miktarda duyulan teşbih seslerine ilaveten, bizzat semalarında: "Sübhâne'l-aliyyi'l-e'lâ sübhânehü ve teâlâ" diyerek yüceler yücesi Allah'ı çokça teşbih ettiklerini işitmiştir." [31]

 

9-1 Ömer İbn-ül Hattab Hadisi

 Allah kendisinden razı olsun, Ömer İbn-il Hattab bir gün Cabiye'de iken Kudüs'ün fethini andığı sırada, Ka'bü-l Ahbar'a hitaben şöyle dedi: "Ey Ka'b! Söyle bakalım, ben mescidimi nereye yapayım?" Ka'b, yahudilerin kıblesi olan büyük kayayı işaretle; "Bu kayanın arka tarafına" dedi. Ömer, onun bu cevabından memnun olmadığı için: "Ey Kab! Herhalde yahudilik damarın tuttu, vallahi ben kayanın arka tarafına mescid yüpmam. Bilakis kayanın ön tarafına yaparım. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dfe onun Ön tarafında namaz kılmıştı" diye karşılık verdi. Kayanın ön tarafına ilerledi, orada namaz kıldı, mescidinin de buraya yapılmasını emretti." [32]

Malik bin Sasaa Hadisi

Ahmed, Buhârî, Müslim ve daha başkaları Katade tarikiyle Malik bin Sa'saa'dan şöyle rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ' gecesi Kabe'nin Hatim denilen kısmında bulunuyordu.

(Bazı rivayetlerde Katade'nin "Kabe'nin Hicr denilen kısmında bulunuyordu" dediği kaydedilir ve Mi'râcı sonuna kadar anlatan bu uzunca hadiste, başlıca şu noktalar bildirilir).

"O gece, Cebrâîl yanında iki melek daha bulunduğu halde gelir, Peygamber efendimizin göğsünü yararak ameliyat yapar,"

"Peygamberimizin biniti Burak; katırdan küçük, merkepten büyükçe bir hayvan olup gözünün gördüğü yere ayağim basan; çok süratli bir vasıtadır."

"Birinci kat semaya çıkarlar, Cebrâîl kapimn açılmasını ister, "Kim o?" diye sorulur, cevapta: "Cebrâîl" denilir, "yanında kim var?" diye sorulur. "Muhammed" diye cevap verilir. "Demek O'na Peygamberlik verilme zamanı gelmiş midir?" denilir. "Evet" cevabından sonra kendilerine kapı açılır, onlar da girerler. Diğer her bir semaya gelişlerinde de böyle olur. Her bir semada bazı Peygamberlerle karşılaşırlar. Her Peygamber, kendisini: "Merhaba ehlen!" diyerek, selam ve sevgilerle karşılarlar. Bunlardan Mûsa ile 6. kat, semada karşılaştığı, solamlaşıp ayrıldığı sırada, Mûsa'nın ağladığı duyulur. "Niçin ağladığı" sorulduğunda; "Muhammed benden sonra Peygamber olarak gönderildi. Onun ümmeti benim ümmetimden çok olacak" diye cevap verdiği görülür." Sidre-i Müntehaya varıldığında Peygamberimiz, 4 nehir görmüş, bunların ikisi zahir, ikisi de batın imiş. Cebrâîl'e sormuş, O da: "Batın olan iki nehir, iki cennet nehirleridir; zahir olan iki nehir de Nil ve Fırat nehirleridir (bunların aslı ve unsurudur)" diyerek cevap vermiştir. Bundan sonrada Peygamberimize Beytül-Ma'ınur gösterilmiştir."

Katade, buradaki rivayetinde, Beytü'l-Ma'ınura her gün yetmiş bin meleğin ziyaret için girdiğini ve bir daha dönmediklerini Hasan tariki ile ve Ebû Hureyre'nin hadisi olarak nakletmişîir.[33]

Ebû Eyyüb Hadisi

İbn-i Ebî Hatim ve İbn-i Merduye Ebû Eyyub el-Ansari'den rivayet eder. O demiştir ki: "İsrâ' Gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); İbrâhim'e uğradı, İbrâhim O'na dedi ki: "Ümmetine emret, cennete çokça fidan diksinler; zira cennetin toprağı hoş, yeri geniştir." Peygamber Efendimi?, İbrahim'e: "Cennete dikilecek fidanlar nelerdir?" diye sormuş. O da:

"....Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. (tüden sabnmak, iyide imanlı olmak, Sa'dece Allah'ın dilemesi ve yardım ötmesi ile mülkündür)" diyerek, Allah'tan güç ve kuvvet talebinde bulunmaktır!" demiştir. [34]

Ebû Zerr Hadisi

Buhârî ve Müslim Yunus tarikiyle Zühri'den, o da Enes'ten nakleder. Enes diyor ki: "Ebû Zerr Resulüllah'ın İsrâ' mucizesini anlatmak üzere bize dedi ki: Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Evimin tavanı yarıldı, Cebrâîl indi, göğsümü yarıp kalbimi çıkardı, zemzemle yıkayıp iman ve hikmetle doldurdu sonra kapattı. Sonra elimden tutup semaya çıkardı. Semaya vardığımızda, kapimn açılmasını istedi. "Kimsin?" denildi, O: "Cebrâîl" dedi. "Yanında başkası var mı?" denildi, O da: "Evet, yanımda Muhammed var" dedi. "Demek ona Peygamberlik gönderildi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi. Kapı açılıp semaya çıktığımız-di, bir de ne göreyim, adamın biri oturmuş, sağma bakıp seviniyor» soluna bakıp ağlıyordu. Beni "merhaba iyi Peygamber. Merhaba iyi evlad" diyerek karşıladı. Cebrâîl'e: "Bu zat kimdir?" diye sordum, O da: "Âdem'dir sağındaki ruhlar, cennetliklerin ruhlarıdır; solundaki ruhlar da cehennemliklerin ruhlarıdır. Sağına bakıp sevinip gülmesi, soluna baktığı zaman üzülüp ağlamasıda bundandır" karşılığim verdi. Sonra ikinci semaya çıktık. Buranın bekçisi de önceki gibi söyledi, sonra kapıyı açtı.

(Ebû Zerr'in ravisi Enes der ki: "Ebû Zerr, Peygamberlerin hangisinin hangi semada olduğunu söylememekle beraber, o gece Peygamber efendimizin Âdem'i, Idris'i, Mûsa'yı, Îsâ'yı ve İbrahim'i gördüğünü ifade etmiştir.)

Zuhri der ki: Bana İbn-i Hazm, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Peygamber (s.a.vJ buyurdu:

"Sonra yükseğe çıkarıldım; öyle bir makama ulaştım ki, kâlemlerin çıkardığı gıcırtıları duyuyordum..."

Müslim, Ebû Zerr'den şu hadisi rivayet etmiştir: "Ben Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimize: "Ey Allah'ın rasülü, sen mi'râcda rabbini gördün mü?" diye sordum. Peygamberimiz de bana: "Ey Eba Zerr, ben büyük bir nur içinde kaldım, onu nasıl görebilirim?" diyerek cevap verdi." [35]

Ebû Said Hadisi

Peygamberimizin İsrâ' ve Mi'râc mucizesini genişçe anlatan hadislerden biri de, Ebû Said el-Hudri'nin naklettiği hadistir. Bunu kendisinden nakleden İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, İbn-i Ebû Hatim, İbn-i Merdûye, Beyhekî ve İbn-i Asâkir'dir. Hepsi de Ebû Harun el-Abedi tarikiyle rivayet etmiştir. Buna göre Ebû Saîd Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) naklederek şöyle demiştir: "O buyurdu: Yatsı namazından sonra ben Mescid-i Haram'da uyuyordum. Ansızın biri gelip beni uyardı. Kalktım beni uyaran bir hayal gibi önümde duruyordu, onu takib ettim. Mescidden çıktığımda bana Burak denilen bir binit hazırladıklarim gördüm. Sizin binitlerinizden katıra benziyordu, fakat ayaklarim gözünün erdiği yere basıyordu. Benden önceki Peygamberler de ona binmişti. Üzerine binip seyrederken sağ tarafımdan bir ses: "Ya Muhammed, bana bakar mısın sana bir şey soracağım" diyordu. Ben cevap vermeden devam ettim. Az ileride yine: "Ya Muhammed bana bakar mısın sana bir şey soracağım" diye sol tarafımdan bir ses işittim, yine cevap vermeden devam ettim. Derken yaşlı bir kadınla karşılaştım. Allah'ın yarattığı her zinetten ve süsten üzerinde vardı. Fakat kollarim açmıştı. Bana: "Ya Muhammed, bana bak ben sana bir şey soracağım!" diye bağırıyordu. Ona da hiç cevap vermeden yoluma devam ettim. Nihayet Beytü'l-Makdis'e vardık.

Ben Burak'ı oradaki halkaya bağladım, Önceki Peygamberler de binitlerini buraya bağlarlar idi. Burada Cebrâîl bana iki kadeh sundu. Bunlardan birinde içki diğerinde de süt vardı. Sütü içtim, içkiyi terk ettim. Cebrâîl bana: "Gerçekten fıtratı seçtin" dedi. Ben büyük bir sevinç ve memnuniyetle "Allahü Ekber" diyerek tekbir getirdim. Cebrâîl bana: "Ben senin yüzünde bir değişiklik görüyorum" dedi. Ben de yolda gelirken sağdan soldan duyduğum sesleri söyledim. O bir açıklama getirerek dedi ki: "Sağından duyduğun ses yahudiliğe çağıran bir ses idi. Eğer o sese cevap verseydin senden sonra ümmetin yahudileşirdi. Solundan gelen ses de nasraniyete davet eden bir sesdi. Eğer ona cevap verseydin, ümmetin hristiyanlaşırdı. Gördüğün kolları açık yaşlı ve süslü kadın1 ise dünya idi. Eğer ona cevap verseydin ümmetin düyayı ahiret üzerine tercih ederdi." Sonra ben ve Cebrâîl Beytü'l-Makdis'e girdik, her ikimiz ikişer rekat namaz kıldık. Sonra Mi'râc getirildi. Mi'râc, görülmemiş güzellikte (nurani bir merdiven veya asansör) idi. Âdem oğullarimn ruhları bununla semaya çıkarlar. Kişi ölürken gözlerini yukarı diktiğini görürsün, bu da onun mi'râcı görüp onun güzelliği karşısında hayran kalmasmdandır. Ben ve Cebrâîl İşte bu Mi'râc ile yukarı çıktık. Bu sırada adı İsmâil olan bir melekle karşılaştım, o birinci kat semanın bekçisi ve sahibi olup önünde yetmişbin melek vardı, Bu meleklerden de herbirinin emrinde yüz bin melek vardı. Nitekim yüce Allah kitabında:

"Rabinin ordularimn sayısını ancak kendisi bilir" buyurmuştur.[36]

"Cebrâîl kapimn açılmasını istedi, ona: "Kimsin?" denildi, O da: "Cebrâîl" dedi. "Yanında kim var?" denildi. O da: "Muhammed" cevabim verdi. Bunun üzerine: "Ya demek ona Peygamberlik geldi mi?" denildi. O da: "Evet" dedi. Kapı açılıp içeri girdik. Ansızın Âdem'le karşılaştım. O Allah'ın onu yarattığı gündeki sureti ve şeklinde idi. Neslinin ruhları ona arzediliyordu. Mümin ruhlar arzedildiği zaman; "iyi ruh temiz bir nefis" diyerek seviniyor ve: "Bunu ITiiyyine götürün" diyordu. Günahkarların ruhları arzedildiği zaman: "Kötü bir ruh, pis bir nefis" diyerek üzülüyor ve: "Bunu siccine atınız" diyordu. Az ileri gittiğimde bazı1 sofralar gördüm. Üzerinde taze etler vardı, fakat onları yiyen yoktu. Fakat bazı sofralarda vardı ki üzerine konulan etler bayatlayıp kokmuştu. Birçok insanlar bu sofralara toplanmış yiyorlardı. Cebrâîl'e: "Bunlar kimlerdir?" diye sordum. O da bana: "Bunlar, helali bırakıp da harama yönelen kimselerdir" dedi. Biraz ileri gittiğimde, karınları ev kadar büyük insanlar gördüm. Her biri kalkmak istiyor tekrar düşüyordu ve: "Allah'ım kıyamet kopmasın" diye yakarıyordu. Firavun ailesinin yolu üzerinde olup gelip geçenler tarafından çiğnenen vs durmadan Allah'a yalvaranlar vardı. Cebrâîl'e: "Bunlar kimlerdir?" diye sorduğumda, o: "Bunlar senin ümmetinden riba yiyenlerdir. Onlar kalkamazlar ancak şeytan çarpmış gibi kalkarlar" dedi. Biraz daha ileri gittiğimde, dudakları deve dudağı gibi bir kavim gördüm. Bunlar yerden aldıkları taşları ağızlarından yutuyor arkalarından çıkarıyorlar­dı. Bunlar da feryatlar içinde Allah'a yaivarıyorlardı. Cebrâîl'e bunların kimler olduğunu da sordum, o da bana: "Bunlar senin ümmetinden haksız yere yetim malı yiyenlerdir. Bunlar karınlarına ancak ateş doldururlar ve ileride ateşe girerler" dedi.

Sonra biraz daha ileri gittim, burada da göğüslerinden asılmış kadınlar gördüm. Bazı kadınların da başları aşağı asılmış olduklarim gördüm. Bunlar da hep Allah'a yalvarış ve yakarış içinde idiler. Bunların kimler olduğunu sorduğumda Cebrâîl bana: "Bunlar senin ümmetinden zina eden, çocuklarım öldüren kadınlardır" cevabim verdi. Az ileri gittiğimde de kendi yan taraflarından etlerini kesip yiyen bazı insanlar gördüm. Bunlara da: "Haydi ye. Dünyada iken kadeşinin etini nasıl yiyordun!" denilerek azab olunmakta idi. Bunların kim olduğunu da sordum. Cebrâîl'de bana: "Bunlar yine senin ümmetinden insanları çeşitli işaretler ile alaya alıp küçümseyenlerdir" dedi.

Sonra ikinci kat semaya yükseldik. Burada Allah'ın yarattığı insanların en güzeli olan yüzü ayın ondördü gibi parlayan bir adamla karşılaştım. Kim olduğunu sorduğumda, Cebrâîl: "Bu, senin kardeşin Yusuf Peygamberdir" dedi. Yanında ümmetinden bazıları da vardı. Kendisiyle selamlaştık. Sonra üçüncü semaya çıkarıldım. Burada da Yahya ve Isa Peygamberlerle karşılaştım. Yanlarında, kendi kavimle­rinden bazıları da vardı. Onlara selam verdim, onlar da bana selam verdiler. Sonra dördüncü semaya çıkarıldım. Burada Idris Peygamberle karşılaştım ki, yüce Allah onu gerçekten yüksek bir makama çıkarmıştır. Ona selam verdim, o da bana selam verdi. Sonra beşinci semaya çıktım. Burada ise Harun ile karşılaştım. Onun sakalimn yarısı siyah, yarısı ise beyaz idi. Sakalı o kadar uzun idi ki nerdeyse göbeğine değecekti. Ona da selam verdim, o da beni selamla karşıladı. Sonra

altıncı semaya çıktık. Burada Mûsa ile karşılaştım, selamlaştım. O oldukça esmer ve saçları çok olan bir zattı. Şöyle söyleniyordu: "însan-lar benim Allah indinde en keremli kişi olduğumu iddia ediyorlar. Halbuki şu zat, benden daha keremlidir." Yanında kavminden de bazı kimseler vardı. Sonra yedinci semaya çıktık. Burada da İbrahim ile karşılaştım. O sırtim Beytü'l-Mamura dayamıştı, erkeklerin en güzelle-rindendi. Cebrâîl bana: "Bu senin atan, Allah'ın halili İbrahim'dir" diyerek onu bana tanıtmıştı. Yanında kavminden bazıları da vardı. Burada bana denildi ki: "Senin ve ümmetinin yeri burasıdır, İşte ümmetin." Burada ümmetimle karşı karşıya geldim. Ümmetimin bir kısmı beyaz elbiseli, bir kısmı da kum reginde elbiseler giymişti. Ben Beytü'l-Mamur'a girdim. Ümmetimden beyaz elbiseli olanlar da benimle birlikte girdiler. Kum renginde elbiseler giymiş olanları ise içeri bırakmadılar. Halbuki onlar da hayır ehli idiler. Ben, içeriye alınanlarla birlikte orada namaz kıldım. Sonra onlarla birlikte dışarı çıktım. Beytü'l-Mamur'da her gün yetmiş bin melek namaz kılar, kıyamete kadar bir daha avdet etmezler.

Sonra Sidretü'l Münteha'ya vardım. Orada Selsebil denilen bir pınar akmakta, ondan iki nehir ayrlmaktadır. Bunlardan biri Kevser diğeri de Nehr-i Rahmettir. Ben bu pınarda yıkandım, gelmiş geçmiş, günahlarım affedildi. Sonra cennete yükseltildim. Beni burada bir cariye karşıladı. Bu kızın kime ait olduğunu sorduğumda: "Zeyd bin Hârise'ye ait olduğu" cevabim aldım. Sonra sudan, sütten, baldan, ha-mirden nehirler gördüm. Nar ağaçlarimn meyveleri, kova büyüklüğün­de, kuşları deve büyüklüğünde idi. Sonra bana cehennem de gösterildi. Orası tamamen Allah'ın gazabı ile dolu idi. Eğer oraya taş veya demir atılmış olsa onları eritip yerdi. Sonra cehennem kapatıldı, ben tekrar Sidre-i Münteha'ya götürüldüm. Burada ilahi tecelli ile mazhar oldum. İki yay arası kadar, hatta bundan daha fazla yakınlığa erdim. Her tarafa sayısız melekler indi. Bana beş vakit namaz farz kılındı ve bana buyuruldu ki: "Yaptığın her hasene (güzel amel) için sana on sevap vardır. Yapmağa niyet edipte yapamadığın her hasene sebebiyle de sana, bir hasene sevabı vardır. Bir kötülüğü yapmaya niyet eder de yapmazsan sana bir şey yazılmaz, eğer işlersen Sa'dece bi* seyyie günahı yazılır.

Dönüşte Mûsa'ya uğradığımda, o bana: "Rabbin sana neyi emret­ti?" diye sordu. Ben de: "Elli vakit namaz" dedim. O; "Rabine dön hafifletmesini iste" dedi. Ben de Rabbime döndüm: "Rabbim, ümmetim­den hafiflet, benim ümmetim ümmetlerin en zayıfıdır" diye yalvardım. Rabbim, onunu kaldırdı. Mûsa ile Rabbim arasında hayli gidip döndüm. Sonunda namaz, beş vakit olarak kararlaştırıldı ve bana: "Ferizan tamamdır, kullarımdan da hafifletmiş bulunuyorum. Kullarıma her hasene için on misli sevap vardır" diye nida okuldu. En sonunda Mûsa, yine Rabbime dönüp hafifletme ricasında bulunmamı tavsiye etti ise de, ben: "Artık Rabbimden utanır oldum" diye karşılık verdim ve razı oldum. Sonra Mekke'ye dönüp günün sabahında mi'râcın müstesna tecellilerinden Kureyşlilere bahsettim; "Ben bu gece Beytü'l-Makdis'e gidip oradan semalara yükseltildim. Şöyle şöyle, nice tecellilere mazhar oldum" diye anlattım. Ebû Cehil feveran ederek: "Duydunuz değil mi ey Kureyş, gidişi ve dönüşü itibarıyla iki aylık yola geceleyin gidip döndü­ğünü iddia ediyor, Muhammedi" diye bağırdı. Ben onlara, kendilerine ait bir kervanın üzerinden geçerken, kervanlarimn ürktüğünü, bu sırada kervanın bulunduğu yeri, kervandaki adamların ve develerin sayılarim, yük ve eşyalarimn neden ibaret bulunduğuna varıncaya kadar haber verdim. Dönüşüm sırasında da aynı kervana Akabe yakimnda rasladığımı, dönmekte olan kervanın adamlarimn ve develerinin sayısını ve eşyasını dahi haber verdim. Bu sırada müşriklerden biri ortaya atılıp: "Ben vaktiyle Beytü'l-Makdis'e giden ve onu tanıyan bir insanım. Haydi onu bize, binası, şekli ve dağa olan yakınlığı ile aynen olduğu gibi tanıt bakalım" dedi. Müşriklerin bu teklifi karşısında Beytü'l-Makdis gözümün önünde tecelli ettirildi, ben de ona bakarak müşriklerin sorularim rahatça cevaplandırdım. Onlar da: "Doğru söyledin Ya Muhammed" demek zorunda kaldılar."[37]

Ebû Süfyan Hadisi

Ebû Nuaym, Muhammed bin Kab el-Kurazi'den rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Dıhyetü'l-Kelbî'yi Rum kralına elçi ve davetçi olarak göndermişti. Dıhye, Kayser denilen Rumların kralına bir mektup götürüyordu. O sırada Kayser, Humus'ta bulunuyordu. Orada mektubu Kayser'e verdi. Kayser tercümanim çağırıp mektubu okuttu. Mektupta: "Allah'ın rasülü Muhammed'den Rumların sahibi Kayser'e" diye yazılmış olmasına kızan Kayser'in kardeşi, şunları söyledi: "Evvela kendi adim yazan, sana ramların hükümdarı diyeceği yerde sahibi diyen, bir adamın mektubunu okumaya nasıl da değer görebiliyorsun?" Kayser kardeşine: "Vallahi sen, küçükken ahmak idin. Büyüdün mecnun oldun! Sen benim, bana gönderilen bir mektubu okumadan yırtmamı istiyorsun. Bu asla olmaz. Eğer bize mektup gönderen bu zat, kendisinin söylediği gibi hakikaten bir Peygamber ise; mektubuna kendi adim zikrederek başlamaya da layık demektir. Sonra bana "Kumun meliki" değil de "sahibi" diye hitab etmiş olmasına gelince, bunda dahi şaşılacak ve kızılacak bir taraf yoktur. Ben hakikatte de; idaremde bulunan rumlann gerecek maliki değil, bir sahibi (arkadaşı) bulunmaktayım. Onları benim idarem altına veren hiç şüphesiz Allah'tır. Eğer Allah dileseydi, beni onların idaresi altına alabilirdi. Böyle bir insan, insanların maliki nasıl olabilir?" Kardeşinin sözlerini bu şekilde cevapladıktan sonra Kayser, mektubu okutmaya devam etti.

Mektup okunduktan sonra huzurundakilere hitab ederek: "Ey Rum topluluğu, mektuptan anladığıma göre bu adam Peygamberimiz Îsâ'nın bize müjdelediği son Peygamber olsa gerektir. Şahsen ben böyle olduğunu zannetmekteyim. Kesin olarak böyle olduğunu bilsem, derhal onun yanına kadar gider, kendisine bizzat hizmet ederim, o abdestini alırken de ona havlu tutar, dökülen abdest sularim elimle tutar, yüzüme sürerek teberrük ederim" dedi. Etrafındaki devlet ve din adamları itiraz ettiler ve dediler ki: "Allah son Peygamberini, böyle cahil Araplardan mı gönderecek? Bizını gibi kitab ehli olanlar ne güne duruyor. Bu asla olmaz!" Kayser onlara şu karşılığı verdi: "Sizinle benim aramda hakemlik yapacak şey, benim yanımdadır! Kitabımız İncil'dir! O bu davayı halleder! Üzerindeki mühürleri açar, Onun ne dediğine bakarız. İncil'in haber verip müjdelediği Peygamber, bu mudur, değil midir, anlarız. Sonra mühürleri yine yerine koruz."

(Not: O sırada incil'in üzerinde oniki mühür bulunuyordu. Her hükümdar onun üzerine altından bir mühür vurarak, açılıp okunmamasını tembihle bir sonraki hükümdara teslim etmiş; bu da bir mühür vurarak kendisinden sonrakine teslim etmiş böylece, Kaysere gelinceye kadar 12 mühür vurulmuştu. Yani İncil'in açılması ve okunması kesinlikle yasaktı. Kesinlikle haramdı. Eğer açıp okuyacak olurlarsa, dinlerinin elden gideceğine, devletlerinin de temelinden yıkılacağına inanıyorlardı.) Buna rağmen Kayser (Heraliyus) Inci'lin getirilmesini emretti, üzerindeki mühürlerin onbir tanesini açtırdı. Son mührün açılmasına sıra gelince papazlar ve patrikler müthiş bir feryat koparıp elbiselerini parçaladılar. Yüzlerini yumruklayıp saçlarim yoldular. Kayser: "Size ne oluyor?" diye bağırdı. Onlar da: "Şu anda senin hükümdarlığın milletinin de dini mahvoluyor!" dediler. Kayser: "Aramızda hakem İncil'dir, mahvolup mahv olmayacağın a bakacağız!" dedi. Onlar dediler ki: "Bunu yapmanızın doğru olup olmadığim iyi düşünmeniz ve bir yetkiliye sorup danışmanız lazınıdır!" Kayser: "Kimdir yetkili, kime soracağız?" dedi. Onlar: "Bu hususta yetkili zatlar Şam'da pek çoktur. Şam'a elçiler gönder, onlar sizin namimza gidip sorsunlar, aldıkları cevabı size getirip ulaştırsınlar" dediler. Kayser: "Peki şu misafirleri huzuruma getirin de kendilerine Muhammed hakkında soralım" dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan ve arkadaşları Kayser'in huzura getirildiler. Kral: "Ey Ebû Süfyan, içinizden Peygamber olarak gönderilen bu adam hakkında bize bilgi ver. Bu basite alınacak bir iş değildir. Gücüm yettiği kadar bu hususta bilgi edinmek istiyorum" dedi. Ebû Süfyan şu cevabı verdi:

"Ey Melik, Muhatnmed hakkında sana bilgi verdiğimizde, O'nun önemine inanmayacaksınız. Biz ona sihirbaz deriz, şair deriz, kâhin deriz." Kayser:

"Vallahi, ondan önceki Peygamberlere de hep böyle denilmiştir. Sen onun sizin aranızdaki mevkiinden haber ver!" dedi. Ebû Süfyan:

"iyilik ve hayırlılık bakımından, o bizını en hayırlımız dır" dedi. Kayser:

"Zaten yüce Allah, hep kavminin en hayırlı olan zatları onlara Peygamber olarak göndermiştir" dedi, ashabimn nasıl olduğunu sordu. Ebû Süfyan:

"Kavmimizin yaşları küçük olanları, bazı gençler ve hizmetçiler onun peşine düştüler. Büyüklerimizden, kabile reislerimizden hiç biri O'na tabi olmuş değildir" dedi. Kayser:

"Peygamberlerin ashabı, hep böyledir, zaten. Büyükler ve başkanlara gelince, onlar büyüklük ve reislik gururu ile, tabi olmaktan kaçınmışlardır! Sen şimdi bana, ashabimn onu terk edip etmediğini haber ver" dedi. Ebû Süfyan:

"Hayır, onun ashabından bir teki bile onu terk etmiş, onun dinine girdikten sonra, dininden ayrılmış değildir" dedi. Kayser:

"O'nun dinine girenlerin sayısı gittikçe artıyor mu?" dedi. Ebû Süfyan:

"Evet artıyor" dedi. Kayser:                                                

"O'nun hakkında verdiğiniz bilgiler, gerçekten beni onun hakkında iyi ve isabetli düşünmeye sevkediyor. Öyle zannediyorum ki O zat, az zaman sonra benim tahtıma ve ülkeme de hakim olsa gerektir. Ey Rum cemaatı! Geliniz, bilerek ve isteyerek O'na tabi olalım! Mektubuna müsbet cevap verelim. Ayrıca güzel Şam'ımızı işgal etmiyeceğine dair kendisinden söz alalım. Zira hiç bir Peygamber kendisinden söz alman hususta, hilafına hareket etmemiştir. Yeter ki biz onun, bizleri Allah'a olan davetine icabet edelim, yeter ki kendisine itaat edelim. Haydi sizler bu hususta bana itaat ediniz!" dedi.

Etrafındaki din ve devlet adamları Kayser'e hep bir ağızdan: "Asla bu hususta sana itaat ve teslimiyet göstermeyiz!" diye bağırdılar.

Ebû Süfyan der ki: "Vallahi ben bu sırada, Muhammed hakkında bir söz söylemek istedim; eğer o sözü söylese idim Muhammed'i Kayser'in gözünde küçük düşüreceğime inanıyordum. Fakat benim bu yalanıma Kayser'in inanmayacağı ve beni yalancı sayacağı korkusu ile, söylemekten vazgeçtim. Sonra Muhammed'in Mi'râcı hakkındaki sözlerim hatırlayarak, bunları Kayser'e aktarmak ve bu belki yolla Kayser'in O'nu küçük görmesini sağlamak sevdasına kapıldım ve dedim ki: "Ey Kayser, sana Muhammed'den bir haber ileteyim, onun nasıl bir yalancı olduğunu belki bundan anlarsınız." Kayser: "Neymiş o haber?" dedi. Ben de dedim ki:

"O bir gecede Mescid-i Haram'dan kalkıp sizin şu Mescid-i Aksa'nıza geldiğini, sonra aynı gecede yine sabah olmadan Mekke'ye döndüğünü iddia eder. Sen bu hususta ona inanır mısın?"

Bu sırada Kayser'in yanında bulunanlardan Kudüs patriğinin söze karıştığı ve izin alarak şunları söylediği duyulur: "Ey hükümdar, ben Muhammed'in Mescidimizi ziyaret ettiği geceyi biliyorum. Zira ben her gece Mescidin bütün kapılarim kapattırdıktan sonra giderdim. O gece de yine Mescid'in bütün kapılarim teker teker kapattırdım. Fakat hizmetçiler kapılardan birini kapatmaya muvaffak olamadılar. Orada hazır bulunan ne kadar hizmetçi ve işçi varsa hepsini toparlayıp bu kapimn kapatılmasını istedim. Yine de mümkün olmadı. Asla kapı yerinden kıpırdamıyordu. Sanki bizler bir dağı yerinden oynatmaya çalışıyormuşuz gibi. Marangozları çağırmaya mecbur kaldık. Onlarda geldiler: "Bu kapimn ya üzeri çökmüş, ya da binada oturma olmuş. Ne olduğunu ancak yarın sabah anlar, gereken tedbiri alırız" dediler.

Mecburen bu kapıyı açık bırakıp gittik. Sabahleyin geldiğimizde kapimn zaviyesinde bulunan bir taşın delindiğini, geceleyin bir binitin ona bağlanmış olduğunu anladım. Oradaki arkadaşlarıma dedim ki: "Kapimn bir türlü kapanmamasının sırrı çözülmüştür! Bu gece muhakkak bir Peygamberin olağanüstü bir olayı vukua gelmiştir ve bu Peygamber bizını mescidimize bu kapıdan girerek içerde namaz kılmıştır."

Bunun üzerine Kayser: "Ey Rum cemaatı! Sizler bilmektesiniz ki, îsa (aleyhisselâm) kendisinden sonra ve kıyametten önce bir Peygamberin geleceğini müjdelemiştir, İşte Peygamberimiz isa'nın müjdelediği Peygamber bu zattır. Geliniz bu zatın mektubuna müsbet cevap verelim! Bizleri davet ettiği yeni dini kabul edelim!" diyerek etrafında­kilere seslendi. Onların kesinlikle böyle bir şeye yanaşmadığim görünce: "Ey Cemaat! Hükümdarimz sizleri sırf imtihan için böyle bir şeye davet etti, ne derece dininize bağlı olduğunuzu ölçmek istedi. Sizler de alenen hükümdarimza sövüp saydimz, asla dininizi değiştirmeyece­ğinizi gösterdiniz" demek zorunda kaldı. Bunun üzerine oradaki din ve devlet büyükleri derhal Kayser'e secde ettiler. Bağlılık ve itaatlarım izhar edip ortaya koydular." [38]

Ebû Hureyre Hadisi

Mi'râc konusunda en mühim ve en uzun hadislerden biri, Ebû Hureyre hadisidir. Birtakım sünen ve tefsir sahiplerinin Ebû Ali'ye tarikiyle Ebû Hureyre'den naklettikleri bu hadisi de olduğu gibi veriyoruz. Bu tesbite göre Ebû Hureyre demiştir ki:

"Cebrâîl (aleyhisselâm) geldiğinde yanında Mikail (aleyhisselâm) da vardı. Cebrâîl Mikail'e emrederek bir leğen dolusu zemzem getirtip bununla efendimi­zin göğsünü yarıp kalbini temizlemiştir, içini üç defa yıkamıştır. Her defasında Mikail, bir leğen dolusu zemzem getirmiştir. Yıkama işi bittikten sonra içini hilim (yumuşak huy, güzel ahlak), ilim, iman, yakın ve teslimiyetle doldurmuş- tur ve iki omuzu arasını Peygamberlik mührü ile mühürlemiştir. Sonra Burak'ı getirip Peygamber efendimizi ona bindirmiş süratle ilerlemişlerdir. Giderken bir kavme rastlamışlar; bunlar bir gün akşama kadar ekimle uğraşıyor, ertesi günü de ektiklerini biçiyorlannış. Biçtikten sonra ektikleri şeyleri, derhal yerine geliyormuş. Bunların kimler olduğunu sorduğunda, Cebrâîl: "Bunlar,. Allah yolunda cihat edenlerdir. Haseneleri bire yediyüz olarak değerlendirilmektedir" dedi.

Sonra bir kavme uğradılar, bunlar ellerinde taşlarla başlarim kırıyor, sonra başları eski haline geliyor, sonra kırmaya devam ediyorlardı. Bunların kimler olduğunu sorduğunda Cebraiî: "Bunlar, farz namaza kalkmağa başları ağır davranan kimselerdir!" dedi.

Sonra, deve ve koyun sürüleri gibi başı boş' bırakılmış bir topluluğa rastladılar. Bunların Sa'dece ön ve arkaları kapalı idi ve bunlar, diken, zakkum ağacı yiyerek otlanıyorlardı. Bunların kimler olduğunu sorduğunda Cebrâîl: "Bunlar, farz olan zekatlarim vermeyenlerdir. Yüce Allah kullarından hiç birine zulmeder değildir!" dedi.

Sonra bir topluluğa rastladılar. Bunların önünde bir kap içinde taze et, diğer kap içinde de kokmuş et vardı, taze ve temiz eti terkedip çiğ ve kokmuş eti yiyorlardı. Bunların kimler olduğunu sorduğu zaman Cebrâîl: "Bunlar, senin ümmetinden zina edenlerdir" dedi. Derken yol üzerinde bir ağaca rastladı bu ağaç gelip geçenlerin elbiselerini yırtıp parçalıyordu. Bu da; yol üzerine oturup da gelip geçenleri haraca kesenlerin temsiliydi- Sonra bir adam gördü, adamın önünde büyük bir yığın vardı, onu yüklenip kaldırmak istiyor, kaldıramıyordu. Bu da; insanların emanetlerini kabul edip de eda edemeyen kimselerin temsiliydi. Daha sonra; demir makaslarla dudaklarim kesen, sonra dudakları eski haline gelen, böylece kesmeğe devam eden bir topluluğa rastladı. Bunları sorduğunda Cebrâîl: "Bunlar, senin ümmetinden fitneci hatiplerdir" karşılığim verdi. Sonra, küçük bir taştan büyük bir öküzün çıkmakta olduğunu gördü. Öküz, dönüp çıktığı yere girmeğe çalışıyor, giremiyordu. Cebrâîl'e sordu, o da: "Bu vebalı büyük bir sözü sarfeden, sonra da buna pişman olan adamın halidir" dedi.

Sonra bir vadiye geldiler. Burada çok hoş, misk gibi kokan serin rüzgarlar esmekte idi. Ayrıca bir ses duyulmakta idi. Cebrâîl'e sordu, o da: "Burası cennettir, duyduğun ses de, cennetin: "Ya Rabbi bana vadettiğini ver! Onlar için hazırladığın nimetler de ne çoktur! Ne mutlu bunca nimetler, kendilerini bekleyen o bahtiyarlara" diyerek Allah'a niyaz etmektedir. Cenab-ı Hakk da kendisine: "Her müslüman kadın ve erkek, her mü'ınin kadın ve erkek senindir! Bu nimetler içinde saadete erecektir!" buyurmakta, cennet de: "Razı oldum ya rabbi" demektedir, diye açıklamada bulunmuştur. Az sonra bir başka vadiye geldiler ve ürpertici bir ses, iğrendirici bir koku duydular. "Ey Cebrâîl, bu nedir?" diye sordu. Cebrâîl de: "Bu da cehennemdir, o da: "Ya Rabbi, bana vadettiğini ver! Ben her nevi azab ile doluyum" diye niyazını yapmaktadır" dedi ve Cenab-ı Hakin kendisine şirk ve küfür ehli olan kadın ve erkekleri vadettiğini söyledi. Bütün habis ve zalimlerin bunlar meyamnda cehenneme vadedilen kimselerden olduğunu haber verdi. Nihayet Beytü'l-Makdis'e geldiler. Peygamberimiz Burak'tan indi ve onu orada taşa bağladı. Mescid'e girip meleklerle beraber namaz kıldı. Namazdan sonra melekler Cebrâîl'e: "Bu zat kimdir?" diye sordular, o da: "Muhammed'dir" diye cevap verdi. "Demek onun Peygamberlik zamanı geldi mi?" dediler. O da: "Evet" dedi. Onlar da: "Böyle bir kardeşe böyle bir halifeye, mutluluklar olsun, Allah mübarek kılsın! Doğrusu, ne güzel kardeş, ne güzel bir halife ve misafir!" diyerek onu tebrik ettiler.

Sonra orada Peygamberlerin ruhları ile karşılaştı. Onlar da büyük bir sevinçle karşılayıp Allah'a hamd ü senalarda bulundular. İbrahim (aleyhisselâm) dedi ki: "Beni kendisine halil seçen, bana büyük bir mülk veren, beni tek başıma bir ümmet kılan, beni ateşten koruyup onu bana serin ve selametli kılan Allaha hamd ü senalar olsun!"

Sonra Mûsa (aleyhisselâm) Allah'a hamd ü senada bulunup şöyle dedi: "Bana gerçekten konuşan, fir'avun soyunun helakini benim elimde kılan, ümmetim İsrâ'il oğullarına kurtuluş veren, ümmetimden hakka hidayet eden ve hakk ile amel eden kimseler bahşeden Allah'a hamdolsun!"

Sonra Davud (aleyhisselâm) Rabbine senada bulunup şöyle dedi: "Bana büyük bir mülk veren, bana Zebur'u öğreten, elimde demiri mum gibi eriten, dağları ve kuşları bana müsehhar kılan, benimle beraber teşbih ettiren; bana hikmeti ve davalarda hakemliği bahşeden Allah'a hamd ü senalar olsun!"

Sonra Süleyman (aleyhisselâm) senada bulundu ve dedi ki: "Bana rüzgarları ve cinleri müsehhar kılıp emrimde çalıştıran, kuş lisanim bana öğreten, her nevi faziletten bana bir nasib ayıran, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan nice orduları bana itaat ettiren, mü'ınin kullarından nicelerine beni üstün kılan ve bana büyük bir mülk ihsan eden Allah'a hamd ü senalar olsun!"

Sonra îsa (aleyhisselâm) Rabbine karşı senada bulunup dedi ki: "Beni kendisinin kelimesi kılan ve beni kün emriyle topraktan yarattığı Âdem meseli kılan, bana kitabı ve hikmeti, Tevrat'ı ve incil'i Öğreten, kendisinin izniyle çamurdan kuş yaratmama imkan veren, körleri ve babanları iyi etmeme yardm eden, ölüleri diriltmeme izin.veren, beni yükselten ve temizleyen, şeytanlardan ve su-i kastçılardan koruyan, hana ve anama şeytanın musallat olmasına izin vermeyen, Allah'a hamd ü senalar olsun!"

Sıra Peygamberimiz Muhammed (aleyhisselâm)'a gelince, o da rabbine karşı hamd ü senada bulunup şunları söyledi: "Ey Peygamber kardeşler! Hepiniz gerçekten Allah'a pek güzel hamd ü senalarda bulundunuz. Ben dahi Rabbime hamd ü senada bulunucuyum. Derim ki: "hamd olsun Allah'a ki beni âlemlere rahmet olarak gönderdi, bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı bir elçi olarak seçipnderdi, bana Kur'an'ı indirdi, ümmetimi en hayırlı ümmet kıldı, göğsümü şerh edip vizrimi (ağır yükümü) üzerimden aldı. Şanımı yükseltti, beni son Peygamber ve fatih Peygamber kıldı."

Peygamberimiz bu şekilde Allah'a hamd ü senada bulununca, İbrâhim (aleyhisselâm) şöyle dedi: "Ey Peygamberler, İşte bununla Muhammed sizlerden üstün olmuştur."

Sonra Peygamberimize üzeri örtülmüş üç kadeh getirildi, bunlardan su kadehini alıp pek az içti, sonra kendisine süt kadehi verildi, bundan iyice kanmcaya kadar içti, sonra içinde içki bulunan kadeh verildi, o da: "Ben bundan içmek istemem, benim susuzluğum gitmiştir" dedi. Cebrâîl kendisine dedi ki: "içki, senin ümmetine haram kılınacaktır, sen eğer bundan içseydin, ümmetinden sana pek az kimse uyacaktı."

Sonra semalara çıkarıldı. Her semanın kapısına vardıklarında, içeri girmek için izin istenildi, kapıcı tarafından "kimsiniz?" diye soruldu. Cebrâîl tarafından cevap verildi. "Yanındaki kimdir?" denildi, "Muhammed'dir" diye cevap verildi. "Demek onun Peygamberlik zamanı geldi mi?" denildi. "Evet" diye cevap verildi. Kapı açılıp içeri girdiler. Herbir semada bazı Peygamberler ile karşılaştı. Onlarla selamlaşıp tanıştı. Altıncı kat semada Mûsa ile karşılaştığı zaman onun ağlamakta olduğunu gördü. Sebebini sorduğunda; Cebrâîl'den şu karşılığı aldı: "Mûsa ağlıyor ve diyor ki: israil oğulları, benim Âdem oğullarından Allah indinde en keremli ve şerefli kimse olduğumu iddia eder. Halbuki Muhammed de Âdemoğullarındandır, bana halef olmuştur, kendisi yalnız da değildir, onun ümmeti dahi diğer ümmetlere halef olmuşlardır."

Yedinci kat semaya çıktığında da İbrâhim (aleyhisselâm)'ı, saçlarimn siyahı beyazına karışş bir vaziyette ve yanında büyük bir kalabalık görmüştür. Bu kalabalığın bir kısmimn yüzleri, beyaz kağıt gibi parlak ve nurlu idi. Diğerlerinin renklerinde ise biraz karışıklık vardı. Cebrâîl bu hususdaki açıklamasında: "Ey Muhammed, şu yüzleri beyaz olanlar; imanlarına asla şirk şaibesi karıştırmamış olanlardır. Renklerinde bazı karışıklıklar olanlar ise; hem amel-i salih işlemiş; hem de amel-i seyyie işleyip amellerini karıştırmış olanlardır. Bunlar, sonunda Allah'a tevbe etmişler, Allah da onların tevbelerini kabul etmiştir."

Sonra, Sidre-i Münteha'ya vardı. Burada kendisine denildi ki: "tşte bu Sidre-i Müntehadır. Ümmetinden senin, sünnetin (yolun) üzere bulunanlardan her biri de, buraya müntehi olur. Bu Sidre-i Münteha'nın dibinde bozulmayan su nehri, tadı değişmeyen süt nehri, içenlere tad verip sarhoşluk vermeden hanar nehri, süzülmüş bal nehri akmakta idi. Sidre-i Münteha, öylesine bir ulu ağaçtır ki, onun gölgesinde yürümekte olan bir atlı, yetmiş ser*1 at üzerinde yol alsa, yine onu kat edemez. Yapraklarimn her birinin Jtmda bir ümmet barınmaktadır. Üzerini öylesine ilahi nurlar kaplanır tır ki, anlatılması mümkün değildir ve her tarafim sayısız melekler kuşatmıştır. İşte burada aziz ve celil olan Allah habibi Muhammed Mustafa iie konuş­muş, ona hitaben: "Habibim, benden ne dilersen iste!" buyurmuştur. Peygamberimiz de demiştir ki: "Ey rabbim İbrahim'i halil edindin, ona büyük bir mülk verdin; Mûsa ile konuşup onu kelîm kıldın, Davud'a da büyük bir mülk verdin ve demiri onun elinde hamur gibi erittin, dağları kendisine müsehhar kıldın; Süleyman'a da büyük bir mülk verip cinleri, insanları, şeytanları ve rüzgarları kendisine müsehhar kıldm, kendisin­den sonra kimseye layık olmayacak şekilde mülkünü azim eyledin; Îsâ'ya Tevrat'ı ve İncil'i öğrettin, onu hastalan iyi eden, izninle ölüleri dirilten bir Peygamber kıldın, kendisini ve anasını, kovulmuş şeytanın şerrinden koruyup emir kıldın."

Efendimizin bunları söylemesi üzerine, yüce Allah kendisine şöyle hitab etmiştir: "Ya Muhammedi Ben seni, gerçekten halil ve habib edinmişimdir. Tevrat'ta dahi senin "habibür-rahman" oluşun yazılıdır ve ben seni, bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişimdir! Göğsünü şerh edip yükünü sırtından indirmiş, şanim da yükseltmiş bulunuyorum! Ben anıldığım zaman sen de anılırsın. İnananlar:'La ilahe illallah" deyince, "Muhammed'ür Rasulüllah" derle». ve ezanında, benim varlığıma ve birliğime şehadet eden müe?duler, e de risaletine şahadette bulunurlar ve ben, senin ümmetini, ümmetlerin en hayırlısı kılmışımdır. Bu hayHı ümmet, her hutb okuyuşta da; senin kulum ve rasulüm oluşuna şehadette bulunur,

Habibim, sana ayrıca Kur'an'ın esası ve özeti mahiyetindeki yedi ayeti (yani Fatiha suresini) verdim; arşın altındaki hazineden olan Bakara suresinin sonundaki ayetleri verdim. Bunları senden önceki Peygamberlerden herhangi birine vermiş değilim. Sana bir de Kevser'i verdim, İslâm hidayetinin büyük nasipleri olan şu sekiz şeyi verdim: Allah'a tam bir tevekkül ve teslimiyet, Allah yolunda hicret, Allah yolunda cihad, namaz, Sa'daka (farz Sa'daka olan zekat), Ramazan orucu, maruf olanı emr, münker olanı nehyetmek ve seni, fatih Peygamber, son Peygamber kıldım."

Peygamberimiz'de (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Rabbim bana pek büyük faziletler verdi, beni âlemlere rahmet olarak gönderdi, bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı kıldı, bir aylık yoldan düşmanımın kalbine korku salar eyledi, savaş ganimetlerini bana helal eyledi, bütün yeryüzünü bana mescid ve temiz kıldı. Sözlerin en hikmetli ve cemiyetli olanlarim söylemeyi lütfetti."

"Ümmetim bana arz edilip gösterildi. Ümmetimin başına kimler geçecek, başlarına neler gelecek, ne gibi milletler ve nasıl musibetlerle karşılaşacaklar, bütün bunlar gösterildi."

"Ve bana bu Mi'râc gecesinde, elli vakit namaz farz kılındı. Sonra kardeşim Mûsa'nın tavsiyesine uyarak rabbime döndüm ve hafifletilmesini istedim. Rabbim de hafifletti ve: "O, hem beştir, hem ellidir" buyurdu. Beş vakit olarak kararlaştı. "Beş vakit namaza sabr ve razı olup, onu sıdk ve ihlas ile eda edenlere; elli vakit namazın ecir ve sevabı olduğu müjde edildi. Ben buna hakkıyle razı oldum."

"Bu sırada Mûsa (aleyhisselâm), Peygamberimiz için, şahsi tecrübelerine dayanarak pek büyük bir himmet ve hayırhahhk göstermiştir. Halbuki mi'râca çıkarken, ona karşı şiddetli davranmıştı."

Müslim'in Ebû Seleme tarikiyle Ebû Hureyre'den olan rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "Peygamberimiz buyurdu: "Kureyş bana İsrâ' hakkında ve Beytü'l-Makdis konusunda durmadan soruyordu. Zor durumda kalıp görülmemiş şekilde üzüldüm. Bir de ne göreyim; Allah Beytü'l-Makdis'i önümde tecelli ettirdi. Bana ne sorarlarsa ona bakıp cevaplandırıyordum. Ben, kendimi orada Peygamberler cemaatı arasında bulmuştum. Mûsa'yı Şenualı adamlar gibi saçları biraz kıvırcık olarak ve namaza durmuş bir halde gördüm, isa'yı da namaz kılarken gördüm. Tanıdığimz insanlardan en çok Urve bin Mesud'a benziyordu. İbrahim de namaz kılmakta idi. içinizden en çok bana benziyordu. Namaz vakti gelince, kendilerine imamlık eden ben olmuştum. Namazdan sonra birisi bana: "Ey Muhammed, İşte şu cehennem hazini olan Malik'tir" dedi. Kendisine dönüp baktım, o da bana selam verdi."

Ebû Hureyre'den bir de İbn-i Mace'nin rivayeti var; şöyle ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: İsrâ' gecesi yedinci kat semaya çıktığımda yukarıya baktım, gök gürüldüyor, şimşekler çakıp, yıldırımlar düşüyor­du. Bir kavmin yanına götürüldüğümde de, onların karınlarimn ev kadar büyük olduğunu ve içlerinin yılanlarla dolu bulunduğunu, dışarıdan bu yılanlarır görüldüğünü müşahade ettim. "Ya Cebrâîl, bunlar kimlerdir?" diye sordum. O da: "Bunlar, riba yiyenlerdir" dedi. Dönüşte birinci kat semaya geldiğimde de aşağıya baktım, büyük bir toz duman gördüm. Şiddetli sesler işittim. "Bu nedir, ya Cebrâîl?" diye sordum. Cebrâîl de: "Bunlar şeytanların çıkardığı sesler ve dumanlardır, insanların gözlerini boyayıp göklerin ve yeryüzünün Allah'ın varlığına ve birliğine delalet eden nice ayetlerini, onlara göstermemek için böyle yapıyorlar. Eğer onların bu hileleri ve göz boyamaları olmasaydı, hiç şüphesiz insanlar, pek çok ayetler ve tecellileri müşahede ederlerdi."

Ebû Hureyre'den bir de Said bin Mansur'un rivayeti var. O da şöyledir: "Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mi'râctan dönerken, Zi Tuva denilen yere geldiğinde: "Ey Cebrâîl, kavmim beni bu hususta yalanlayıp tasdik etmeyecektir" demiş. Cebrâîl de kendisine: "Ebûbekir, seni tasdik eder, o sıddıktır" karşılığim vermiştir."[39]

Ümmü Hani Hadisi

 İbn-i İshak ve İbn-i Cerir, el-Kelbi tarikiyle Ebû Talib'in kızı Ümmü Hani'den rivayet ederler. O demiş ki: "Resulullah efendimiz İsrâ' gecesi benim evimde idi. Gece yolculuğuna buradan başladı. Yatsı namazını kıldıktan sonra uyumuştu. Biz de uyumuştuk. Şafak sökmeden az önce bizi uyardı. Kendisiyle birlikte sabah namazını kıldıktan sonra dedi ki: "Ey Ümmü Hani, sizin de gördüğünüz gibi, yatsı namazını ben burada kıldım, sonra Beytül-Makdis'e gidip geldim. Sizin de gördüğünüz gibi sabah namazını da burada kılmış bulunuyorum." [40]

Sahihtir kaydiyle Hakim, İbn-i Merduye ve Beyhekî, Zühri tarikiyle Urve'den, o da Âişe'den rivayet eder, O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü zaman, aynı gecenin sabahında Mekke'de insanlara bunu anlatıyordu. Müminlerden bir kısmı, bu haber karşısında şaşkınlık geçirip irtidad etmiş, dinlerinden dönmüştü. Bunlar Ebûbekir'e koşarak: "Ya Ebûbekir, duydun mu, Muhammed bir gecede Beytül-Makdis'e gidip geldiğini iddia ediyor!?" dediler. Ebûbekir de onlara: "Eğer bunu o söylüyor ise, muhakkak doğru söylüyordur" dedi. Onlar yine şaşkınlık içinde: "Yani sen buna inanıyor musun?" dediler. Ebûbekir de kendilerine: "Evet, ben bunu tasdik ediyorum! Ben, bundan çok daha ileri olan hususta da onu tasdik etmiş bulunuyorum. Bilmez misiniz ki, her gün o bize, göklerden haber (vahiy) getirip tebliğ eder de ben bütün bunlarda kendisini tereddütsüz tasdik ederim" karşılığım verdi ve bu yüzden de kendisine "Ebûbekir El-Sıddık denildi."

Ebû Ya'lâ ve İbn-i Asâkir'in Yahya bin Ebû Amr'den sevkettikleri Ümmü Hâni Hadisi de şöyledir: "Ben yatağımda iken, sabahın alaca karanlığında Peygamberimiz teşrif ettiler ve şöyle buyurdular: Mescid-i Haram'da uzanıp biraz uyumuştum. Cebrâîl gelip beni Mescid'in kapısına götürdü, bir de baktım ki orada Burak var. Buna bindirdi ve birlikte ilerledik., Beytü'l-Makdis'e geldik. Ben burada Burak'ı kendi elimle halkaya bağladım. Daha önce de Peygamberler, bineklerini bu halkaya bağlarlar idi. Burada enbiyânın bir kısmı gösterildi, İbrâhim, Mûsâ ve Isa da bunlar arasında idiler. Ben onlara namaz kıldırdım, onlarla konuştum. Bu sırada bana, biri kırmızı, diğeri beyaz iki kadeh sunuldu. Beyaz olanı içtim. Cebrâîl: "Sütü içtin, şarabı bıraktın! Eğer şarabı içmiş olsaydın, ümmetin dininden dönerdi" dedi. Sonra Burak'a bindim, yine Cebrâîl ile birlikte Mescid-i Haram'a geldim sabah namazını burada kıldım.

"Ben, Peygamberimizin elbisesinden tutarak: "Ey amcamın oğlu, Allah aşkına, bundan Kureyş'e bahsetme! Onlar seni yalanlar. Hattâ sana inanmış olanlardan bâzılarimn bile yalanlamasından korkarım!" diyerek yalvardım. Fakat o, elbisesini çekerek elimden kurtardı ve dışarı çıkarak gördüklerini Kureyş'e anlattı. Ben, cariyeme: "Koş, Pey­gamberimiz onlara neler anlatıyor, onlar Peygamberimize neler söylü­yor, güzelce dinle ve gelip bana anlat" diye gönderdim. O da dönüşünde duyduklarim bana anlattı. Onun anlattığına göre: Peygamberimiz onlara; yatsı namazını kıldıktan sonra Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya gittiğini, orada bâzı Peygamberler ile karşılaştığim ve bu Peygamberlerin sıfatlarim anlatmış. Kureyş'ten Mut'im bin Adiyy, Amr bin Hişâm, Velid bin Mugîra da, bütün dinlediklerini inkar etmiş: "Biz oraya, gidişi bir ay, dönüşü de bir ay olmak üzere tam iki ayda gidip dönüyoruz, sen bir gecede nasıl gider gelirsin?" diyerek itiraz etmişler. Buna rağmen Beytü'l-Makdis'in binası ve şekli hakkında kendilerine bilgi vermesini söylemişler. Peygamberimiz önce: "Ben, Beytü'l-Mak­dis'e gece girip gece ayrıldım" demiş. Fakat Cebrâîl (aleyhisselâm) gelip Beytü'l-Makdis'i Peygamberimizin önünde tecelli ettirmiş, Peygamberi­miz de ona bakarak onların sorularim cevaplandırmıştır. Ebû Bekir de derhal tasdik edip: "Doğru söylüyorsun ya Rasulallah" demiştir, İşte bu sıradadır ki Peygamberimiz: "Ey Eba BeJir, Allah seni Sıddîk olarak isınılendirmiştir" buyurdu.

Kureyş daha sonra kervana katılan develeri, develerin başındaki adamları sormuş, Peygamberimiz de bu hususlarda kendilerine bazı bilgi ve haberler vermiş, hattâ bazan ilgili devenin üzerindeki yükü, çuvallarimn rengi hakkında bile haberler vermiştir. Sonunda Vcîiû bin Muğira: "Haydin arkadaşlar, bütün bunlar sihirdir, şu sihirbazıu etrafından dağıhnız" diyerek arkadaşlarim alıp, kervanı gözlemeye

başlamışlar. Kervanın gelişi dahi, Peygamberin kendilerine haber verdiği gibi çıkınca, "Velid doğru söylemiş, bunlar hep sihirdir" diyerek dağılmışlar. Cenab-ı Hak da bu hususta şu ayetini indirmiştir:

"...Habibim, Biz sana gösterdiğimiz rüyayı, ancak insanlar için bir imtihan (vesilesi) kıldık." [41]

İsrâ' ve Mi'râcla İlgili Mürsel Haberler

Ebû Nuaym'nı Urve'den rivayeti. O demiştir ki: "Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ' Mucizesi hakkında Kureyş'e haber verdiği zaman, Kureyş dedi ki: "Dediklerinin doğru olduğunu gösteren bazı alametler söyleyebilir misin?" Resulullah da şöyle buyurdu: "Boz renkli bir deveniz kaybolmuş, adamlarimz onu arıyordu. Üzerinde de kumaş yüklü idi." Kureyş, kervanlarına ve Kudüs'e ait çok şey soruyor, Peygamberimiz de önünde tecelli ettirilene bakarak cevap veriyordu. Fakat bütün bunlar, onların Sa'dece şek (şüphe) ve yalanlamalarim artırdı/'

İbn-i'l-Münir, bu hususta gerçekten nefis bir kitap telif etmiştir. Burada İsrâ' ve Mi'râc mucizesine ait bazı esrarı açıklamaya çalışştır. Onun açıklamaya çalıştığı bu sırlardan bazılarim, biz de buraya kaydedelim. O, bu nefis kitabında diyor ki:

"Harem-i Şeriften doğruca semalara çıkmayıp da, Beytül-Mak-dis'e uğraması, buradan da semalara çıkması; iki hicretin husulü demektir. Beytül-Makdis, Önceki pek çok Peygamberin hicret yurdudur. Önce oraya rihlet etmiş olması; birçok faziletleri kendisinde toplaması; oranın bazı alametleri hakkında söylediklerinin doğru çıkması netice­sinde, diğer söylediklerinin dahi doğru olduğunun kolayca anlaşılması gibi hikmetler vardı bunda. Eğer doğrudan semaya çıkarılsaydı, İsrâ'da bu hikmetlerde bulunmamış olacaktı.

Peygamberimizin mi'râcı ve o geceki Rabbine olan münacatı, ansızın olmuştur, daha önceden buna gün verilmemiştir. Halbuki Hazret-i Mûsa'nın münacatı için, daha önceden gün verilmiştir. Bunun hikmeti de (Allah'ü âlem), gününü bekleme eleminden kurtarmak, böyle bir elemi çektirmemektir."

"Semaların kapılarimn kapalı oluşuna, Cebrâîl'in "açimz!" demesi sonunda açılmasına gelince: Bunun hikmetini de şöyle açıklayabiliriz: Eğer semaların kapılarim açılmış bulsa idi, bu takdirde Peygamber efendimiz, semaların kapılarimn her zaman böyle açık tutulduğunu zanneder, kendisinin gelişinin şerefine açıldığim düşünmeyebilirdi. Halbuki kendisinin gelişi ve kendisini getiren Cebrâîl'in açılmasını istemesi sonunda kapimn açılmasında; onun şerefi daha iyi anlaşılmak­tadır. Bunda bir de kendisinin, gök ehli melekler yanında dahi tanimyor olmasına onu muttali kılınması hikmeti var. Zira Cebrâîl'e: "Yanında kim var?" denildiğinde Cebrâîl: "Muhammed" demiş, kapimn bekçisi olan melek de: "Ya, demek ona Peygamberlik verildi mi?" diyerek karşılık vermiş; "Muhammed kimdir?" diye sormamıştır. Bundan dahi anlaşılıyor ki, Peygamber efendimizi ve ona Peygamberlik verileceğini, gök ehli melekler tanıyorlarimş. Onların bunu bildiklerinden kendisinin haberdar edilmesi de, bu gecenin, güzel hikmetleri arasında anılabilir."

---------------------

 [13] Buhârî ve Müslim bunu, diğer çeşitli tariklerden de rivayet etmişlerdir

[19] İsrâ' suresi, 60

[20] Secde suresi, 23

[25] Necm suresi, 11-l3

[28] Necm suresi, 16

[36] Müddessir suresi, 31

[41] İsrâ' suresi, 60