Geri

   

 

 

İleri

 

10 - 3   Hâtime

Ebû Nuaym'ın naklinde Hazret-i Âişe-i Sıddîka'dan (radıyallahü anha) rivâyet edilmiştir ki, Lir gün bir kadın Resûlüllah Efendimiz hazretleri'ne gelip:

— Yâ Resûlâllah! Sen bana kendi nefsimden, kocamdan ve çocuklarımdan daha sevgilisin. Ben evimde otururken hatırıma sen gelirsin. Ta gelip seni görmedikçe duramam. Seni görmemeye sabredip dayanamam. Ben kendi ölümümü ve senin ölümünü düşündüm. Bildim ki, sen cennete girdiğinde peygamberlerle beraber yüksek bir makamda olacaksın. Ben girdiğim zaman da korkarım ki, seni göremem, dedi.

Peygamber Efendimiz hazretleri, kadına cevap vermedi. Nihayet Cebrâil aleyhisselâm geldi: "Ve men yutiillâhe ve'r-resûle feulâike maa'l-lezîne en'amallahu aleyhim mine'n-nebiyyine ve's-sıddıkîne ve'ş-şühedâi ve's-sâlibîne ve hasune ulâike refikan — Her kim Allah'a ve Peygamberine boyun eğici olursa işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddikler, şehitler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar, arkadaş olarak ne güzel kimselerdir!" (Nisâ sûresi: 4/69) âyet-i kerîmesini getirdi.

Daha fazla ayrıntıları yukarıda geçmiştir. Burada beraberlikten murad itaat ehli olanların peygamberlerle aynı derecede olmaları demek değildir. Belki murad, "Her ne vakit dilerlerse kendi makamlarından onları engelsiz müşahede ederler, görüşür ve konuşurlar. Diledikleri zaman bu hâsıl olur," demektir.

Bazıları, "Bu âyet-i kerîme Sevbân hakkında nâzil oldu," demişlerdir. Nitekim Yedinci Bölüm'ün başlarında buna ilişkin sözler yeteri kadar zikrolunmuştu.

Rivâyet ederler ki, kendi nefsini israf edici bir kadın vardı, vefat etti. Bir gece onu rüyada gördüler:

— Rabbin sana ne eyledi? diye sordular.

Mağfiret etti, dedi.

Ne sebeple mağfiret etti? dediler.

Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri'ne muhabbetim sebebiyle ve O'nu görmeye duyduğum arzu sebebiyle mağfiret etti. Hemen bir nida geldi ki: "Bizim Sevgilimizi görmeyi arzu edenleri biz azâbımızla zelil etmekten hayâ ederiz! Belki onları, o Hazretle kerâmet evinde birleştiririz," diye buyruldu, dedi.

Tûbâ:

Cennetin şaşılacak şeyleri cümlesinden biri de Tûbâ'dır. Bazı âlimler "Tûbâ lehüm ve hüsnü meâbin — Mutluluk onlaradır ve geri dönüş güzelliği onlarındır," (Ra'd sûresi: 13/29) âyet-i kerîmesinin tefsirinde buyurmuşlardır ki: "Tûbâ, cennette bir ağaçtır. Üzerinde süsler ve cennet giyecekleri biter. Hak teâlâ hazretleri, onu kudret eliyle dikmiştir. Kökü, Fahr-i Âlem hazretleri'nin makamındadır. Her müminin menziline ondan bir dal uzanmıştır. Cennetlerden hiç bir cennet yoktur ki, Tûbâ ağacinin dalları oraya varınamış olsun. Kökünün Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri'nin şerefli makamında bulunınası, nimet içinde yaşayan her kişinin sırrı olması ve Allah dostlarından her kişinin Fahr-i Kâinat hazretleri'nin sırrından hissedar olması içindir. Kendileri cenneti ihata etmişlerdir. Cennette nimet içinde yaşayan her veli, Fahr-i Âlem hazretleri'nin nimetlendirmesiyle nimetlenmişlerdir. Zira velîlere ulaşan her nimet, Fahr-i Âlem hazretleri'ne tâbi olmakla ulaşmıştır. Onun için nimetlendirilmesinde de nübüvvet sırrı onunla kaim olmuştur.

İblis aleyhüllâne de cehennemin tamamını ihata etmiştir. Cehennem ehlinden bir kimseye azâb olmaz ki, o da o azâbda ona ortak olmasın. O azâba götüren işleri beraberce işledikleri gibi onun sonucu olan azâbda da ortak olurlar."

Ebû Hayyân, Bahr diye isimlendirilen tefsirinde, "Aynen yeşrebü bihâ ibâdullahi yüfeccirûnehâ tefcîren — Bir kaynak ki, Allah'ın kullan ondan içerler ve onu diledikleri yere, diledikleri gibi fışkırtır, akıtırlar," (İnsan sûresi: 76/6) âyet-i kerimesinin tefsirinde: "O kaynak öyle bir kaynaktır ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin beka yurdundaki kutlu sarayı dairesinden çıkar da peygamberlerin ve müminlerin yurtlarına akar," diye nakletmiştir.

Bunlardan sonra malûm olsun ki, cennet nimetlerinin en büyüğü ve kerâmet evinin lezzetlerinin en üstünü, yüce Rabbin güzel yüzünü müşahede etmek ve Hazreti Ahadiyyet'in çok cömert varlığına kavuşmak, ulaşmak ve erişmektir. Bu, o kemâl sahibi olan, eşi ve benzeri olmayan cemâldir ki, herhangi bir yaratığın tasavvur aynasında görünınüş olması muhaldir.

İman ehli, Rahman'ın rahmetine nail ve Yezdan'ın inayetine mazhar olup ravza-i rıdvan'a (hoşnutluk bahçesine) girdikleri zaman cennet haznedarları, türlü türlü saygı ve yüceltmeler göstererek onları karşılayıp: "Selâmün aleyküm tıbtüm fedhulühâ hâlidîne — Selâm sizin üzerinize! Siz günahtan arındınız. O halde ebedî kalıcılardan olarak oraya girin!" (Zümer sûresi: 39/73) diyerek hoşgeldin der ve onlara ikram ederler.

Hak teâlâ hazretleri tarafından da: "Selâm size ey benim kullarım! Hoşgeldiniz ey sevdiklerim! Siz, imân edenler ve emin olanlarsınız. Bugün sizin için korku yoktur, siz mahzun olanlardan da değilsiniz," hitabı ile sevinç ve neş'e kaftanı ihsan buyrulur.

Ondan sonra Hak teâlâ hazretleri:

— Ey kullarım! Bugün size ihsan elim açılmıştır. Benden ne dilerseniz dileyin! diye buyurur.

Onlar da:

Yâ Rab! Senden dileğimiz dîdârını (güzel ve sevgili yüzünü) görmek, hoşnutluk bahçene ermektir, derler.

Hak teâlâ hazretleri, bunlara müjdeleyip:

— O halde sevinin ki, ben sizden râzı oldum, buyurur.

Ondan sonra perdeyi giderip tecelli eder. Cennet ehli hemen topluca secdeye varırlar. Hak teâlâ hazretleri:

— Ey kullarım! Başınızı secdeden kaldırın. Burası secde yeri değildir. Ben sizi sadece dîdârımı müşahede edesiniz, zevk ve sevinç bulaşınız diye dâvet ettim. Ey kullarım, sizden öyle bir şekilde râzı oldum ki, bundan sonra asla size kızmam, diye buyurur.

Cennet ehli de: "Elhamdü lillâhi'l-lezî ezhebe annâl-hazene inne rabbenâ leğafûrun şekûrun. Ellezî ehallenâ dâre'l-mukameti min fadlihi lâ yemessunâ fîhâ nasabun ve lâ yemessunâ füıâ luğûbun — Hamd o Allah'a mahsustur ki, bizden kaygıyı giderdi. Elbette Rabbimiz çok bağışlayıcı ve şükre çok sevap vericidir. O ki, bizi kendi fazlından dinlenme sarayına indirdi, bize onun içinde ne zorluk ve yorgunluk dokunur, ne de usanç ve bıkkınlık gelir," (Fâtır sûresi: 35/34-35) diye hamd ve senâ ederler.

Bundan anlaşıldı ki, cennette nimete şükür ve yüce Rabbe hamd ve senadan başka ibadet olmaz. Nitekim sahih hadîste gelmiştir ki, Câbir (radıyallahü anh), Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nden rivâyet etmiştir:

"Cennet ehli, cennette yerler, içerler. Onlar, sümkürmezler, idrar etmezler, yedikleri şeyler geğirmekle ve terlemekle çıkarılır. Terleri misk kokusu verir. Onlara nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve hamd ilham olunur. Dünyada olduğu üzre riyazet ve meşakkatle değildir. Belki nefes alıp vermek nasılsa Hak teâlâ hazretleri'ni tesbih ve tahmîd de onlara öyle rahatlatıcı ve ruh saçıcıdır. Ne kadar hamd, senâ ve tesbih etseler o kadar ruhları tazelenip safâları artar," diye buyurmuşlar. Daha iyisini Allah bilir.

Bize tamamlamayı kolaylaştırıp nasip ve müyesser eden Allah'a hamd, bize kendi fazlından ve bol ikramından bağışladığı pek çok nimetler için O'na şükürler olsun. İnsanların en şereflisi, büyük resûllerin en üstünü Muhammed Mustafa aleyhissalâti vesselam Efendimiz hazretleri'ne, O'nun yüce soyuna, O'nun izinden giden büyük arkadaşlarına, geceler ve gündüzler devam ettiği müddetçe salât, yardım ve hizmetler olsun... 

KİTABIN SONU

Kitabın sadeleştirilmeye esas alınan nüshasinin sonundaki not:

Noksan sıfatlardan münezzeh ve kemâl sıfatlariyle mukaddes olanın yardım ve inayetiyle, varlığinin cömert mevhibeleri (bağışları) âlemin gelin odası muhitinde cilveger olan (görünüşe gelen) varlığın hakikatlerini sırât-ı müstakim caddesi üzre bir göz kırpma süresinde ibraz ve icat buyuran, her şeyi en iyi bilici ve yaratıcı Allah'ın inâyet ve himayecinin yardımiyle, inceliklerin faziletli ve maharetli ustası, irfan denizinin ârif ve kâmil yolcusu Mevlânâ Abdülbâki rahmet dolu kovaların dibindeki rahmet artığı, buluşma gününde onun ruhunun üzerine dökülsün ınerhumun tercümesini yazmaya keşide buyurdukları, zamanın biriciği, asrinin allâmesi, Buhârî şârihi, âlim, fâzıl, hürmetli ve izzetli Şeyh Ahmed bin Hatîbü'l-Kastalânî hazretleri'nin Mevâhibü'l-Ledünniyye bi'l-Menâhi'l-Muhammediyye (Muhammed'in Bağışlamasiyle Gelen Ledünnî Bağışlar) adlı büyük telifinin büyük tercümesi olan muteber eserinin tab' ve timsâli, es-Sultân Ibnü's-Sultânu's-Sultân Abdülmecid Hân hazretleri'nin emniyetli ve uğurlu asrında ve kutlu zamanında, ziyade övülen kudret sahibinin iyilikler ihsanına tamah edici Mehmed Saîd'in marifet ve nezaretiyle Tabhâne-i Âmire'de (Devlet Matbaasında) bin iki yüz altmış bir senesi Zilkade-i şerîfesi ortalarında (Milâdî 17.11.1845) hitâm-pezîr olmuştur.

Divan Yayınları

İSTANBUL - 2008