Geri

   

 

 

İleri

 

3. Kısım

3 - 4 Peygamberimizin Hanımları ile Geçim ve Dirliği

Peygamber Efendimizin İstirahat Miktarı

Rivâyet olunur ki, Peygamber Efendimiz hazretleri, gecenin başlangıcında, yâni yatsı namazından sonra yatıp uyurdu. Gecenin ikinci yarısinin başında kalkarak misvâk kullanıp abdest alırdı. Uykuyu, ihtiyaç miktarından fazla etmezdi. İhtiyaç derecesinden nefsini men de etmezdi. Tâat ve ibadete kuvvet kazanınak için itidal haddine riayet ve onu âdet ederdi.

Güzel âdetleri şu idi ki, Allah’ı anarak sağ yanına yatardı. Tâ mübarek gözlerine uyku galebe edinceye kadar anınaktan hâli kalmazdı. Yedikleri tamamen hazmolma derecesine yakın olmadan yatmazdı. Zira tok halde yatmanın zararları ma-lûmdur.

Sağ yanı üzerine yatmalarının sebeplerinden biri şudur ki, bütün hallerinde sağ yanını ihtiyar etmek güzel âdetlerindendi. Biri de şudur ki, kendini uykuya çok ver-memek için öyle ederdi. Zira insanın kalbinin yeri sol yanıdır. Kişi sol yanına yatınca gayet rahatlık üzere yatar. Ama sağ yanına yattığı zaman kalb kendi yatağından ayrılıp başka bir semte düşer ve mustarip olup kendi yerine çekilmekten uzak kalmaz. Bu sebeple kişi rahata ermeyip uyanınak gerektiğinde kolaylıkla uyanır.

Böyle etmesinden şerefli muradı, uyanınak hususunda kendinin bu duruma ihtiyacı olduğundan değildi. Zira İmâm-ı Buhârî’nin naklinde: “Tenâmu aynî ve lâ yenâmu kalbi — Gözüm uyur, fakat kalbim uyumaz,” buyurduğu Hazret-i Âişe’den (radıyallahü anhâ) rivâyet edilmiştir. Belki bundan maksadı ümmetini irşâd idi ki, onlar sünnetine riayetle uyanınağa kolaylık bulsunlar...

Bazı âlimlerden nakledilmiştir ki, sol yanına yatmakta gerçi rahatlık daha fazladır, fakat bunun kalbe zararı vardır. Şu bakımdan ki, kalb kendi yerinde olunca bütün âzalar ona meyledip fazlalıkların döküldüğü yer olur, yâni artık maddeler kalbe dökülür, dediler.

Uykunun kötüsü, arka üstü yatıp uyumaktır. Zira dimağın fazlalıkları (artık maddeleri) burun yoluna gidemeyip sinirlere ve sîneye dökülür; nezle, sinir ağrıları, yarım inine ve bel ağrısı hâsıl eder. Eğer inineyip dimağda kalırsa ağır basmak, sar’a ve sekte gibi hastalıklar getirir.

Yüzü koyun yatmak hekimlerin kavline göre kötü ve zararlı değildir. Hattâ hazma faydalıdır. Ama şerefli şeriat gereğince çirkin ve zemmedilmiş bir vaziyettir. Sünen-i İbn-i Mâce’de rivâyet edilmiştir ki, bir gün Resûlüllah Efendimiz hazretleri mescidde bu vaziyette yatan bir kimsenin üzerine geldi de mübarek ayağı ile dürtüp:

— Kalk ve otur. Çünkü bu, cehennemliklerin yatışıdır, diye buyurdu.

Rivâyet olunur ki, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinin yatak hususunda güzel âdetleri şu idi: Bâzan döşek üzerinde, bâzan deriden yaygı üzerinde, bâzan hasır, bâzan da kuru yer üzerinde yatardı. Arap diyarında mashiye denilen bir cins kıyafet olur ki, zâhidlerin giyeceğidir. Fahr-i Âlem hazretlerinin de o cinsten bir tanesi vardı. Bâza:n onu döşeyip üzerinde yatar, uyurdu, dediler.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri yattığı zaman mübarek elinin ayasını sağ yana-ğinin altına koyup:

“Ya Rab! Kullarını kabirden kaldırdığın günde beni azâbından sakla,” diye buyurdu.

Bir rivâyette, “Yevme tecıneu ibâdeke — Kullarım topladığın gün” diye gel-miştir ki, bunun da mânası haşir gününde demek olur.

Ebû Katâde (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: “Resûlüllah Efendimiz gece yatacak olsa sağ yanı üstüne yatardı. Sabaha karşı yatacak olsa mübarek iki kolunu dikip saâdetli başını ellerinin üzerine alırdı.” Hakikatte bu yatmak kısmından değildir, nihayet dinlenineden ibarettir.

Huzeyfe’nin (radıyallahü anh) rivâyetinde döşeğine yattığı zaman:

“Allahım, ölümde ve dirilikte senin isminle...” diye buyururdu.

İmâm-ı Tirmizî’nin naklinde Enes bin Mâlik’den rivâyet edilmiştir ki, yattığı zaman:

“Hamd o Hak teâlâ hazretlerine ki, bizi yedirdi, içirdi, yeterli kıldı ve me’vâ (yer, yurt, yatak) verdi. Nice kimseler vardır ki, bunlardan yeterincesi ve sığınacak bir yeri yoktur,” diye hamd ederdi.

Bu zikrolunan hadîs-i şerifler hep Resûlüllah Efendimiz’den rivâyet edilmiştir ki, bâzan öyle, bâzan böyle buyururlardı. Kişi bunlardan herhangisini ihtiyar ederse sünneti yerine getirmiş olur.

Hazret-i Aişe’den (radıyallahü anhâ) rivâyet edilmiştir ki, Fahr-i Âlem: Efendimiz Hazretleri, iki mübarek elini bir yere getirir, Kul hüvallahü ehad, Kul eûzü birabbi’l-felâk ve Kul eûzü birabbi’n-nâs sûrelerini okuyup ellerine üfürürdü. Ondan sonra mübarek başına, yüzüne ve şerefli vücudunun sair yerlerine sürerdi. Uç kere böyle ederdi, diye buyurmuştur.

Malûm olsun ki, Buhârî’nin naklinde vârid olan “Gözüm uyur, fakat kalbim uyumaz,” hadîs-i şerifinden hâtıra şu gelirse ki:

Peygamber Efendimiz hazretleri, bir seferinde geceleyin sabaha yakın bir zamanda bir vâdi içinde sahâbe-i kirâm ile konakladılar. Hepsini gaflet basıp sabah namazını geçirdiler. Ta güneş kızıncaya kadar bu hâl üzre oldular. Sonunda Hazret-i Ömer uyanıp tekbir getirdi. Ondan sonra Peygamber Efendimiz hazretleri uyandı. Seçkin sahâbe ile orada abdest alıp sabah namazını kazâ ettiler. Ya bunun izah şekli nedir? denilirse âlimler bu şüpheye karşı birkaç şekilde cevap vermişlerdir.

Sahih cevaplardan biri şudur ki: Bunun olması namazın kazasinin meşru kılınınası işini düzenlemek içindi. Zira eğer kendinden namazın vaktinin geçirilmesi vâki olmasa da ümmetinden vâki olacağı muhakkaktı. Sehvedip sehiv secdesi etmesi de bu sebeptendi. Gerek bilerek gerek yanılarak Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretlerinden bir fiil sâdır oldu ise o muhakkak bir işi düzene koymak ve bir hayrı gerçekleştirmek içindi. Zira peygamber olarak gönderilmesinden maksat, şeriatın hükümlerini ta-mamlamak, din ve milletin kanunlarını kemâle erdirmekti. Bu mânaya şu delâlet eder ki, bütün ömründe bir kere vâki oldu; bu kadarı onun meşru kılinınasına yeterli olduğu için artık bir daha vâki olmadı. En iyisini Allah bilir.

******************