Mümkinin, ya’nî mahlûkların aslı, esâsı ademdir,
yoklukdur. Kemâlât-i vücûdînin, ya’nî hakîkî mevcûdün kemâlâtının
aksleri, görünmeleri ile var zan olunmakdadır. [Bütün mevcûdât, aynada,
sinema perdesinde ve televizyon levhasında görünen şeyler gibidir.
Bunlar, hakîkatde mevcûd değildirler. Hakîkatda mevcûd olan şeylerin
aynadaki, perdedeki ve levhadaki hayâlleridirler. Bu şeyler yok
olurlarsa, hayâlleri de yok olurlar.] Birer hayâl olan mümkin, kendini
mevcûd ve kemâl sıfatlarına mâlik zan etmekdedir. Allahü teâlâ merhamet
ederek, insan, asl mevcûdün kemâllerini ve kendindeki kemâllerin hiç
olduklarını, hayâl olduklarını anlarsa, (fenâyı
hakîkî) ile şereflenir. Kemâlâtın kendinden olduğunu,
kendinin hayr menba’ı olduğunu zan ederse, hâin olur. Kulun kemâli,
kemâl sâhibi olmadığını anlamasıdır. Mümkinin bu hakîkati görebilmesi,
asla olan muhabbetinden hâsıl olur. Muhabbet aşırı olunca, muhib fânî
olur, yok olur. Yalnız mahbûb mevcûd olur. Bunu anlıyabilene (Ârif) denir.