5. Gıybetten Mubah Olanlar Bil ki, gıybet haram olmakla beraber, durum gereği mubah olan halleri de vardır. Bunları mubah kılan şeyler, ancak Sahîh olan şer'i maksadlardır. Altı sebebden biri ile gıybet mubah olur: Birincisi: Zulme (haksızlığa) uğramaktır. Haksızlığı uğrayanın idareciye, hakime ve yetkili başka kimselere başvurup derdini anlatması ve zâlimden hakkının alınmasını istemesi caizdir. Bunun için falan kimse bana haksızlık etmiştir, bana şöyle yapmıştır, beni yakalayıp doğmuştur gibi sözler söyler. İkincisi: Kötülüğü ve günahı iyiliğe ve doğruluğa çevirmek için başkasından yardım istemek. Bunun için kötülüğü kaldırmak isteyen adam, gücünü ve yardımını umduğu adama der ki, falanca şu kötülüğü işliyor, ona engel ol, onu yola getir. Bunun benzeri sözleri söyler. Maksadı kötülüğü gidermek olur. Eğer bu maksadı taşımazsa, haram olur. Üçüncüsü: Bir mesele için fetva istemektir. Müftüye der: Babam, yahut kardeşim, yahut falanca bana haksızlık etti. Bunu bana yapmaya hakkı var mıdır, yok mudur? Bundan kurtulmak için tutacağım yol nedir ve hakkımı nasıl alırım, benden haksızlığı nasıl kaldırırım ve benzer sözler?... Yine zevcem bana şunu yapıyor, yahut kocam şu işi yapıyor ve benzeri sözler söylenir. Bunları yapmak ihtiyaç hâlinde caizdir. Fakat ihtiyatlı olan yol, şu işi yapan adam hakkında ne dersin, yahut şu şu işleri yapan koca veya zevce için ne dersin şeklinde (isim belirtmeden) sormaktır. Çünkü insanı belirtmeden maksad elde edilmiş olur. Bununla beraber şahıs tayini de caizdir. Çünkü buna dair İnşa Allah anlatacağımız Hind'in hadisi vardır. Onun sözü şu: "Yâ Resûlellah, Ebû Süfyân kıskanç bir adamdır." böyle söyleyerek hadisi anlattı. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem de onu böyle konuşmaktan yasaklamadı. Dördüncüsü: Müslümanları kötülükten sakındırmak ve onlara öğüt vermektir. Bu da bir kaç şekilde olur: Birisi hadis ravilerinden ve şahidlerden sakat olanları göstermektir ki, müslümanların icmaı ile caizdir. Daha doğrusu ihtiyaç hâlinde vâcibdir. Birisi de, bir insanın kuracağı hısımlık işinde, yahut yapacağı ortaklıkta, yahut bırakacağı emanette, yahut kendisine bırakılacak emanet üzerinde, yahut bunlardan başka yapacağı işlerde sana danışmasıdır. Senin görevin nasihat üzere bildiğin şeyi ona anlatmaktır. Eğer onunla iş yapman, akrabalık kurman uygun olmaz sözünü söylemen yeterli olursa, adamın kötülüklerini bildirmen gerekmez. Eğer maksad elde edilemez de açıklamak zorunlu olursa, o zaman açık olarak kötülükleri anlatılır. Bunlardan birisi de şudur: Hırsızlık ile, zina ile, şarab içmekle yahut bunlardan başka kötü hallerle tanınan bir köleyi satın almakta olan bir adamı gördüğün zaman, eğer müşteri bu durumu bilmiyorsa ona bildirmen gerekir. Yalnız iş bu köle durumuna bağlı değildir. Satılacak bütün ticarî eşyada kusur ve ayıp arsa, bunları bilenin müşteriye ayıbları açıklaması lâzım gelir. Tabii ki müşteri bunları bilmiyorsa... Bunlardan biri de: Fıkıh ilmi öğrenmek isteyen bir adam ilim öğrenmek istediği kimsenin bid'at sahibi yahut fasik olduğunda tereddüt gösteriyorsa, sen de adamın zarar göreceğinden korkuyorsan o ilim öğrencisine öğüt niyeti ile adamın halini ona açıklaman gerekir. Bunda da maksad öğüt vermek olmalıdır. Burada yanılma olur. Konuşan kimseye hased duygusu yahut şeytan dürtüsü tesir eder de, insan öğüt verdiği, merhamet ettiği düşüncesine kapılır. Burada iyi düşünmek ve işi anlamak lâzım gelir. Bunlardan diğer biri de: Üzerinde idarecilik görevi olup da onu gereği üzere başaramamaktır. Ya idarecilikte ehliyeti yoktur, yahut fasıktir, yahut gaflet içindedir, yahut benzeri uygunsuz halleri vardır. Onun bu halerini, yetki sahibi olan amirine söylemek icab eder. Böylece onu yerinden aldırmış, başka ehil bir kimseyi yerine getirmiş olur. Yahut ona aldanmamak için onunla muamele etme şeklini öğretmiş olur. Yahut onu istikâmet üzere bulunmaya teşvik etmiş veya değiştirilmesine sebebiyet verilmiş olur. Beşincisi: Gıybet edilenin fıskı yahut bid'atı açıkta olmaktır. Açıkça şarab içen, yahut insanların açıkça mallarım aşıran gibi. Yine insanların mallarını düşük bir ölçü ile alan, zulüm yaparak vergi tahsil eden, batıl işlere sahip çıkan gibi. Bu gibileri açıkta yaptıkları işleri ile anmak caizdir. Fakat diğer ayıplarını anlatmak haramdır. Ancak anlattıklarımızdan başka bir sebeb cevaz teşkil ediyorsa, yine onun gıybetinde bulunmak haram olmaz. Altıncısı: Bildirmek ve tanıtmak için gıybettir. Bir insan şaşı, topal, sağır, kör, kel, çapraz gözlü gibi lâkabı olursa, onu tanıtmak niyeti ile böyle bir lâkabla anılabilir. Fakat noksanlık ciheti ile söylemek haram olur. Eğer başka bir ifade ile tanıtmak mümkün olursa, onu yapmak evladır. İşte anlattığımız şekilde âlimlerin beyan etmiş oldukları mubah olan gıybetin sebebleri altıdır. İmâm Ebû Hâmid el-Gazâlî ihya kitabında ve diğer âlimler gıybet üzerindeki hükümleri bu şekilde tesbit etmişlerdir. Bunun delilleri Sahîh ve meşhur olan hadislerde açıkça vardır. Bu sebeblerin çoğu üzerinde gıybetin cevazında icma vardır. 904- Hazret-i Âişe'den (radıyallahü anha) rivâyet edilmiştir. "Bir adama (içeri girmek için) Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'den izin istedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Ona izin verin; o ne kötü kabile kardeşidir! dedi." Fesad ehli olanların, îmanlarında şübhe bulunanların gıybet edilmesinin caiz olduğuna Buhârî bu hadisi delil göstermiştir. (O kimsenin kötü halini Peygamber bildiği için, ondan sakınılsın diye böyle buyurmuştur.)[34] 905- İbn Mes’ûd'dan yapılan rivâyetde şöyle demiştir: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ganimetleri böldü. Ensardan bir adam: Vallahi Muhammed bu işle Allahü teâlânın rızasını dilemedi, dedi. Ben Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e gidip ona (adamın sözünü) bildirdim. Bunun üzerine Peygamberin yüzü değişti ve şöyle buyurdu: Allah Mûsa'ya rahmet etsin. Doğrusu ona bundan daha çok eziyet edildi de sabretti. "[35] Rivâyetlerinin birinde de İbn Mes’ûd şöyle demiştir: “Bundan sonra Peygambere bir söz iletmeyeceğim, dedim." Kardeşi hakkında söylenen bir sözün ona bildirilmesinin caiz olduğuna Buhârî bu hadisi delil göstermiştir. 906- Hazret-i Âişe'den (radıyallahü anha) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Falanca ve falancanın bizim dinimizden bir şey bildiklerini sanmıyorum." Ravilerden biri olan Leys ibn Sa'd demiştir ki: O iki kimse, münafıklardan iki adamdı.[36] 907- Zeyd ibn Erkam'dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde şöyle demiştir: “Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem ile bir sefere çıktık. İnsanlara o seferde şiddetli açlık isabet etti. (Münafık olan) Abdullah ibn Ubeyy: Resûlüllah'ın yanında bulunanlara yiyecek vermeyin ki, onun çevresinden dağılmış olsunlar, eğer Medine'ye dönersek güçlü olanımız güçsüzü oradan çıkaracaktır, dedi. Ben Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gidip bunu ona haber verdim. Bunun üzerine Peygamber onu ça ğırmak için adam gönderdi. (Abdullah inkâr etti) Allah şu âyeti indirerek Zeyd'i doğruladı:" "Münafıklar sana geldiği zaman..."[37] Buhârî'nin Sahîhinde Ebû Süfyân'ın karısı Hind'in hadisi vardır. Onun Peygambere sözü şu idi: “Ebû Süfyân kıskanç bir adamdır..." Kays'ın kızı Fatma'nın da hadisi vardır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in (evlenmek için kendisine danışan Kaysın kızı Fatma'ya) sözü şu oldu: “Muâviyeye gelince o fakirdir. Ebû Cehm ise, o parasını boynundan bırakmaz (hanımları döğer).[38] |