Geri

   

 

 

İleri

 

21. Taziyede Bulunmak (Sabır Dileğinde Bulunmak)

406- Abdullah ibn Mes’ûd'dan (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Peygamber sallalluhu aleyhi ve sellem buyurdu:

“Kim, bir musîbete düşeni taziyede bulunursa, onun (sabır) mükâfatını alır."[57]

407- Ebû Berze'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu:

"Çocuğunu kaybedene kim taziyede bulunursa, ona cennette bir hırka giydirilir.”[58]

408- Abdullah ibn Amr ibn'l-Â's'dan (radıyallahü anhüma) rivâyet edilen uzun hadîste şu kısım vardır: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Hazreti Fâtımâ'ya buyurdu:

"Ey Fâtıma, seni evinden çıkaran nedir? Fatıma cevab verdi: Bu ölünün ailesine geldim de, ölülerine rahmet dileğinde yahut onlara sabır tavsiyesinde bulundum, ölüleri sebebiyle...'[59]

409- Amr ibn Hazm'dan (radıyallahü anh) güzel bir isnadla rivâyet edildiğine göre, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hangi Mü’min, kardeşine, musibetinden dolayı taziyede bulunursa, Kıyâmet gününde Allah ona keramet (iyilik) elbiselerinden giydirir."[60]

Bil ki, taziye, ölü sahibini teselli edecek söz söylemek ve ona sabır dilemektir. Böylece üzüntüsü hafifletilir ve musibeti küçültülür. Bunu yapmak müstehabdır. Çünkü bunda, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak vardır. Aynı zamanda Allahü teâlâ’ınn şu emri içine girer:

“İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın."[61]

Taziyenin meşruiyyetine dair en güzel delil budur.

Sahîh bir hadîste, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu sabit olmuştur:

“Kul, kardeşinin yardımında bulundukça, Allah da kulun yardımında bulunur."

Yine bilinmelidir ki, taziye, ölü gömüldükten sonra ve gömülmeden önce müstehabdır. Âlimlerimiz demişlerdir ki, taziyenin vakti, ölüm anından başlayıp definden üç gün sonraya kadar devam eder. Burada üç gün yaklaşık bir ifadedir, yoksa müddet olarak kesinleştirilmiş değildir. Arkadaşlarımızdan Şeyh Ebû Muhammed el-Cüveynî de böyle söylemiştir.

Diğer âlimlerimiz demişlerdir ki, üç günden sonra taziye mekruhtur; çünkü taziye, musibet çekenin kalbini rahatlandırmak içindir. Çoğunlukla üç günden sonra kalb üzüntüden kurtulur. Artık bir daha kederi tazelemek uygun düşmez. Âlimlerimizin çoğunluğu böyle söylemişlerdir.

Âlimlerimizden Ebû'l-Abbas ibn el-Kass demiştir ki, üç günden sonra taziyede bulunmakta bir beis yoktur. Zaman ne kadar uzasa taziye devam eder. Bunu, İmâmı Haremeyn de, âlimlerimizin birinden aynen hikâye etmiştir. Benimsenen şudur: Âlimlerimizin yahut onlardan çoğunun istisna etmiş oldukları iki durum dışında, taziye üç günden sonra yapılmaz. İki durum şudur: Defin zamanında taziye eden ile musibet sahibinden biri bulunmaz da, üç günden sonra buluşurlarsa taziye edilir, bunda beis yoktur.

Yine âlimlerimiz demişlerdir ki, ölüyü definden sonra taziyede bulunmak, definden önce bulunmaktan daha faziletlidir; çünkü ölü sahibleri, ölüyü gömmek için hazırlık halindedirler, hem de definden sonra kederleri ayrılığından dolayı daha çok olur. Eğer definden önce, ölü sahiblerinde şiddetli bir keder ve sabırsızlık görülürse, onları sükûnete kavuşturmak için, definden önce taziye yapılır. En doğrusunu Allah bilir.

Taziyeyi Umumi Yapmak

Ölünün bütün ailesini, erkek olsun, kadın olsun akrabalarını umûmî olarak taziye etmek müstehabdır. Ancak genç kadınları yalnız mahremleri taziye eder. Âlimlerimiz demiştir ki, salihleri, zayıfları ve çocukları taziye etmek daha önemlidir.

Taziye İçin Oturup Beklemek Mekruhtur

İmâm Şâfi’î ve âlimlerimiz (Allah onlara rahmet etsin) demişlerdir ki, taziye için oturup beklemek mekruhtur. Şöyle açıklamışlardır:

Mekruh olan, ölü sahiplerinin bir evde toplanarak kendilerini taziyeye gelecek olanları beklemeleridir. Uygun olan, herkesin işine dönmesidir. Bu taziye için oturup beklemenin kerahetinde erkekle kadın arasında bir fark yoktur. el-Mehamilî, böyle açıklamış ve bunu, İmâm Şâfi’î'nin hükmü olarak nakletmiştir. Taziye için oturmanın keraheti, tenzîhidir; bunun yanında başka bir bid'at bulunmamak şartıyla... Eğer buna, haram olan başka bir bid'at eklenirse, o vakit böyle bir taziye de haram olur; nitekim âdetlerin çoğunda böyle yasak bid'atlar vardır. Sahîh olan hadîste şu gerçek sabit olmuştur; "Din işinde her yenilik bid'attır (uydurmadır) ve her uydurma şey de sapıklıktır."

En İyi Taziye Sözleri

Taziyenin sözünde bir kayıt yoktur; hangi sözle söylenirse olur. Müslümanın müslümanı taziye etmesinde: Allah mükâfatını büyütsün, sabrını güzel yapsın, ölüne mağfiret etsin, demeyi âlimlerimiz müstehab görmüşlerdir. Müslüman kâfire şöyle demelidir: Allah ecrini büyütsün ve sabrım güzel yapsın. Kâfir kimse, müslümana: Allah sabrını güzel yapsın ve ölüne mağfiret etsin, demelidir. Kâfirin kâfire sözü: Allah onun yerine geçecek birini sana versin, olmalıdır.

410- Kendisiyle taziye yapılan sözün en güzeli, Üsâme ibn Zeyd'den (radıyallahü anhüma) rivâyet edilendir. Şöyle anlatmıştır:

"Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in kızlarından biri, ölmek üzere olan çocuğu veya oğlu için Peygamberi çağırmak ve haberdar etmek üzere Hazreti Peygambere bir elçi gönderdi. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem elçiye şöyle buyurdu:

“Kızıma dön ve ona bildir ki, aldığı şey de Allahü teâlâ’nındır, verdiği şey de O'nundur ve her şey O'nun katında belli bir ecelledir (zamanladır). Ona söyle, sabretsin ve Allah'dan sevab beklesin, "[62]

Böylece hadîsin tamamını (geri kalan kısmını) anlattı.

Ben, derim ki: Bu hadîs, islâm esaslarının en büyüklerinden biridir. Dinî inançlardan ve hükümlerden çoğunu kapsadığı gibi, din edeblerini, musibetlere, üzüntülere, hastalıklara ve bunların benzerlerine sabretmeyi de ifade eder.

"Allah'ın aldığı şey O'nundur", sözünün manası şu: Bütün âlemler Allah'ın mülküdür. Size ait olan şeyi almaz, sizde ariyet manası ile bulunan (ödünç ve emânet olan) kendine ait şeyi alır.

"Verdiği şey, O'nundur", sözünün manası da şu: Allah'ın size ihsan ettiği şey, Allah'ın mülkünden hariç değildir. Yine O, Allahü teâlâ’nındır; onda istediğini yapar. Her şey de onun katında belirli bir zamana bağlıdır; o hâlde sabırsızlaşip korkmaymız. Çünkü Allah'ın can aldığı kimsenin belirli olan eceli son bulmuştur. Artık o ecelin, belirli vaktinden öne geçmesi yahut sonraya kalması mümkün değildir. Öyle ise, bu gerçekftrin hepsini bildiğiniz zaman, sabrediniz ve başınıza gelen musibetlere sabrediniz de, Allah'dan sevab bekleyiniz. En doğrusunu Allah bilir.

411- Muâviye ibn Kurre, İbn lyâs'dan, o da babasından (radıyallahü anh) anlatarak, nakledildiğine göre şöyle demiştir:

Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, arkadaşlarından birini aradı da onu sordu. Ashâb dediler ki: Ya Resûlallah! Onun görmüş olduğun oğulcuğu öldü. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem adamla karşılaşınca, oğlundan sordu. Adam çocuğun öldüğünü Peygambere söyledi. Bunun üzerine Peygamber adama taziyede bulundu sonra buyurdu: Ey falanca! Hangisi sana daha sevimlidir: Ömrün boyunca dünyada onunla faydalanman mı, yoksa yarın Kıyâmette Cennet kapılarından bir kapıya senden önce o çocuk varıp da sana cennet kapısını açması mı? Adam cevab verdi: Ey Allah'ın Peygamberi! Doğrusu, benden önce onun cennete gidip kapısını bana açması, bana daha sevimlidir. Peygamber buyurdu: İşte sana, bu vardır, "[63]

Beyhakî, imâm Şâfi’î Hazretlerinin (Allah onlara rahmet etsin) menâkıbına isnadla anlatır:

Şâfi’î Hazretlerine haber gelir ki, Abdurrahmân ibn Mehdi'nin (Allah ona rahmet etsin) bir oğlu vefat etti de, bundan dolayı Abdurrahmân şiddetli bir şekilde üzüldü. Bunun üzerine Şâfi’î Hazretleri (Allah ona rahmet etsin) Abdurrahmân'a şu haberi gönderir:

- Ey Kardeşim! Sen başkalarına yapmış olduğun taziye ile kendine tâziyede bulun. Başkasına kötü gördüğün işi kendine de kötü gör. Bil ki, musibetlerin acısı, sevinci kaybetmek ve sevabdan mahrum olmaktır. Bunlar, bir de günah kazanmakla bir araya gelirlerse, durum nasıl olur? O hâlde, sen beklemeksizin sana gelen musibetin sevabını sabır göstererek al; zira yaptığın bu sabırsızlık hareketiyle o sevabı kaybetmişsin. Allah sana, musibetler . zamanında sabır ilham etsin ve hem sana, hem de bize sabır sebebiyle sevab ihsan etsin. Bir de Abdurrahmân'a şu şiiri yazdı:

Sana taziye eden, ebedîlik güveninde değil;

Fakat dinin sünnet olan âdetidir bu...

Taziye edilen, ölüsü arkasında bakî değil,

Taziye eden de değil, bir müddet yaşasalar bile...

Bir adam, oğlunu kaybeden kardeşlerinden birine şu taziyeyi yazdı: Bil ki, çocuk yaşadıkça babasına üzüntüdür ve bir fitnedir. Eğer çocuğu, kendinden önce gönderirse, bir rahmet ve lütuf olur. O hâlde, üzüntü ve fitnesinden kaybettiğine müteessir olma. Bunlara karşılık, onun sebebiyle Allah'ın sana ihsan ettiği lütuf ve rahmeti kaybetme...

Mûsa ibn'l-Mehdî, ibrahim ibn Sâlime, oğlundan ötürü taziyede bulunarak şöyle dedi: (Ölen çocuğun) başına bir musibet ve fitne olduğu için (kurtulduğuna) sevinirsin. (Ölümü) sana bir sevab ve rahmet vesilesi olduğu için de üzülürsün.

Bir adam, bir adama taziyede bulunarak dedi:

Allah'dan korkmaya ve sabretmeye bağlan ki, sevab bekleyen bununla kazanır ve akîbet ona kavuşur.

Yine bir kimse, bir kimseye taziyede bulunarak şöyle dedi: Âhirette senin için bir mükâfat olan, dünyada senin için bir sevinç olandan daha hayırlıdır.

Abdullah ibn Ömer'den (radıyallahü anhüma) nakledildiğine göre, bir oğlunu gömdükten sonra kabri başında güldü. Ona: kabrin başında nasıl gülersin? denildi. Cevab verdi:

- Şeytanın burnunu yere sürtüp kırmak istedim.

İbn Cüreyc'den (Allah ona rahmet etsin) şöyle dediği nakledilmiştir: Kim ki, uğradığı musibetten dolayı sevabı düşünerek sabretmezse, sonunda (alışarak) hayvanlar gibi teselli bulur.

Humeyd el-A'rec’den şöyle dediği anlatılır:

- Said ibn Cübeyr'i (Allah ona rahmet etsin) gördümki, oğluna bakarak onun için şöyle diyor:

Ben burada daha hayırlı bir yol biliyorum. Kendisine soruldu: O bildiğin hâl nedir? Oğlum ölürde, onun sebebiyle sevap kazanırım.

Hasan Basri'den (Allah ona rahmet etsin) rivâyet edilir; Bir adam, Ölen çocuğundan dolayı çok üzülür ve halini Hasan Basrî'ye şikâyet eder. Hasan Basrî ona şöyle der:

Senin oğlun hayatta iken senden ayrılır, uzaklaşır mıydı? Evet, onun gurbeti, yanımda bulunmasından daha çoktu, der. Hasan Basrî:

Onu gurbette say; çünkü dünyadaki gurbetinden aldığın sevab, bundan daha büyük değildir.Bunun üzerine adam dedi ki: Ey Eba Said (Hasan Basrî), benim oğlumdan dolayı olan üzüntümü hafiflettin.

Meymun ibn Mihran'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Bir adam, Ömer ibn Abdülaziz'e, oğlu Abdülmelik'in ölümünden dolayı taziyede bulundu (Allah her ikisinden razı olsun). Bunun üzerine Ömer ibn Abdülaziz şunu söyledi: Abdülmelik'in başına gelen iş, bildiğimiz bir iş olduğundan, bu iş gerçekleşince, onu tuhaf bulmadık.

Bişr ibn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

Ömer ibn Abdülaziz, oğlu Abdülmelik'in mezarı başında durup dedi ki, Yavrum! Allah sana rahmet etsin. Ben senin dünyaya gelişinle sevindim, büyümenle mutlu oldum. Artık senden isteyecek bir dileğim yoktur.

Mesleme'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Ömer ibn Abdülaziz'in oğlu Abdülmelik vefat edince, babası, onun yüzünü açarak dedi ki: Allah sana rahmet etsin, yavrum! Doğumunla müjdelendiğim gün, sevindim. Mutlu olarak seninle yaşadım. Benim için bu anımdan bana daha sevimli olduğun bir vakit olmamıştır. Vallahi, sen babanı cennete çağırıyorsun.

Ebû'l-Hasan el-Medâinî anlatır: Ömer ibn Abdülaziz, oğlunun hastalığında onun yanına varıp dedi ki: Yavrum, kendini nasıl buluyorsun? Kendimi ölüm üzere görüyorum, cevabını verdi. Babası:

- Yavrum, senin (vefatına sabrederek) alacağım sevab, senin benden dolayı (ölümümle) kazanacağın sevabdan bana daha sevimlidir, dedi. Çocuk cevab verdi:

- Babacığım, senin sevdiğin şey, benim sevdiğimden daha sevimlidir bana...

Esma oğlu Cüveyriye, amcasından rivâyet ederek anlatılmıştır ki: Üç kardeş Tüster savaşında bulundular (İran'da bir yerin adı olan bu bölgede müslümanlar savaş yapmışlardı). Bu kardeşler, orada şehit düştüler. Birgün onların annesi, bir ihtiyacı için çarşıya çıkmış. Çarşıda, Tüster savaşında bulunan bir adam bu kadına rasgelmiş. Kadın, adamı tanıyarak oğullarının durumlarından sormuş. Adam, onların şehid edildiklerini söylemiş. Kadın sormuş: Düşmana saldırırken mi, yoksa geri kaçarken mi, şehid oldular? Adam cevab verdi: Düşmana saldırırlarken... Kadın:

- Allah'a hamd olsun! Kurtuluşa erdiler, namusu korudular. Benim de, kendilerinin de, babamın da, annemin de...

İmâm Şâfi’î Hazretleri vefat edince şu şiiri okudu:

"Felek, bundan başkası değil; sabret şunlara:

Mal hasretliğine, sevgili ayrılığına..."

Ebû'l-Hasan el-Medâînî anlatmıştır: Ubeydullah ibn Hasan’ın babası vefat etti. Ubeydullah o gün, Basra kadısı ve Emîri bulunuyordu. Bunun için kendisini taziye edenler çok olmuştu. Bu arada sabredemeyip feryad koparmanın sebebi üzerinde konuştular. Sonunda şu fikir üzerinde birleştiler: İnsan alışageldiği bir şeyi terk ederse, feryadı basar. (İnsan beraber yaşadığı ve seviştiği bir kimseyi ölüme terk etmesiyle böylece feryad eder).

Derim ki: Bu konu ile ilgili haberler çoktur. Ben, bu kitabın, taziyeye işaret eden sözlerden boş kalmaması için bunların birkismmı anlattım. En iyisini Allah bilir.

Müslümanlar İçinde Ortaya Çıkan Bazı Taun (Veba) Hastalıkları

Burada, bu hastalığı anmakdan maksad, üzüntülere tahammül ve sabretmeyi benimsetmektir. Bir de bilinmelidir ki, insanın başına gelen musîbet, daha önce geçirdiği hallere nisbetle azdır.

Ebû'l-Hasan el-Medâinî şöyle demiştir: İslâm tarihinde beş büyük taun (veba) hastalığı olmuştur. Bunlardan birincisi, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in zamanında ve hicretin altıncı yılında "Medâin'de Şeyreviye bölgesinde olmuştur. Sonra Hazreti Ömer (radıyallahü anh) devrinde Şam'da "Amvâs Taunu" olmuştur. Bu olayda yirmibeş bin kişi ölmüştür. Sonra hicretin altmış dokuzuncu yılında şevval ayında ve İbn Zübeyr zamanında taun olmuştur ki, üç gün içinde, her gün yetmiş bin kişi ölmüştür. Bu olayda Enes ibn Mâlik'in (radıyallahü anh) seksen üç oğlu ölmüştür. Yetmiş üç oğlu öldüğü de söylenir. Abdurrahmân ibn Ebi Bekre'nin de kırk oğlu ölmüştür.

Sonra Feteyat tâunu, hicretin 87. yılı şevval ayında olmuştur.

Sonra yüz otuz bir yılı Receb ayı taunu olmuş ve ramazan ayında şiddetlenmişti. Her gün gasledilmek üzere bin cenaze birikiyordu. Sonra Şevval ayında hastalık hafifleşti.

Kûfe'de de, ellinci yılda taun olmuştu. Muğîre ibn Şu'be orada vefat etti. Medâînî, böylece sözünü bitirdi.

İbn Kuteybe de, "Maârif" adlı kitabında, el-Esma'î'den naklen taun sayısını buna yakın olarak anlatmıştır.Orada bazı ziyadelik ve noksanlık vardır.

Seksen yedinci yıldaki hastalıkta çok miktarda genç kızlar öldüğü için buna "Feteyat Taunu" adı verildi. Bu hastalık, Basra, Vasıt, Şam ve Kûfe'de olmuştu. Aynı zamanda bu felâkette ileri gelen zevat öldüğü için bu olaya "Taunu’l-Eşraf" da denilir. Mekke ve Medine'de asla taun olmamıştır. Bu konu geniştir. Ben, Müslim şerhinin başında genişçe anlattığım bu konudan bir kısmım burada belirtmiş oldum. Tevfik Allah'dandır.