24. Aslında Mekruh Olmadıkları Halde
Âlimlerden
Birçok Kimselerin Mekruh Kabul Ettiği Sözler
Bil ki, bu konu, boşuna söze aldanmamak ve ona meyletmemek için
ihtiyaç duyulan şeylerdendir.
Bilinmelidir ki, şer'i hükümler beştir. Onlar da Vacib (farz), sünnet,
haram, mekruh ve mubahdan ibarettir. Bir delil olmadıkça bunlar
üzerinde bir hüküm vermek geçerli olmaz. Şeriatın delilleri de
bellidir. Delili bulunmayan bir hükme değer verilmez, ona cevab
vermeye de ihtiyaç kalmaz. Çünkü ortada bir delil yoktur; ondan
dolayı ona cevabla uğraşılmaz. Böyle olmakla beraber âlimler, bu
gibi hükümleri çürütecek delil göstermişlerdir.
Bu önsözden maksadım şudur:
Bu işi mekruh gören vardır, diye anlatıyorum sonra
diyorum ki,
bu mekruh değildir
yahut bu batıldır yahut
benzeri söz söylüyorum. İşte bunları ibtal için bir delile ihtiyaç
yoktur. Eğer bir delil gösteriyorsam, ziyade bir iş yapmış
oluyorum. Böyle batıl bir konu seçtiğimin sebibi böyle bir sözün
isnad edildiği kimseye aldanmamak için doğru ve yanlışı açıklığa
kavuşturmaktır.
Bil ki, bu gibi sözlerin mekruh olduğunu söyleyenlerin büyüklüğünü
düşürmemek ve onlara kötü zan beslememek için isimlerini
vermeyeceğim. Benim maksadım onlara çatmak değildir. İstenilen
şey, onlardan nakledilmiş batıl sözlerden sakmdırmaktır; İster
onlardan yapılan nakil Sahîh olsun, ister Sahîh olmasın...
Onlardan yapılan nakil doğru ise, şanlarını lekelemez. Bazan
doğruya ihtimaliyeti olan sözlerini iyi bir maksadla kendilerine
isnad ediyorum ki, görüşü benim görüşüme aykırı olan kimse baksın
da, daha önceki imâmın verdiği hükümle inancı kuvvetlensin. Başarı
Allah'dandır.
Bu tür sözlerden biri, İmâm Ebû Ca’fer el-Nehhâs'ın
"Şerhu Esmaillâhi teâlâ"
kitabında âlimlerden birinin mekruh gördüğü şu sözü rivâyet
etmesidir,: Allah sana sadaka versin demek mekruhtur. Çünkü sadaka
veren sadaka umar (halbuki Allah'ın sevaba ihtiyacı yoktur).
Derim ki bu hüküm açık bir
hatadır çirkin bir cehalettir. Yapılan istidlal da çok bozuktur.
998- Namazı kısaltma (kasr)
konusunda Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğu sabittir:
“(Sefer hâlinde namazın dört rekâttan
iki rekâta indirilmesi) bir sadakadır. Allah bunu size bağış
olarak veriyor. O hâlde Allah'ın sadakasını kabul edin.”
Yine el-Nahhas’ın, sözü geçen
adamdan naklettiği şu söz de bunlardan biridir: Allah'ım beni
ateşten âzâd et, demek mekruhdur. Çünkü sevab bekleyen ancak âzâd
eder.
Derim ki bu istidlal ve iddia
çok çirkin bir hatadır. Şeriat hükümlerini bilmemenin en
düşüğüdür. Eğer ben, Allahü teâlâ’nın
yaratıklarından dilediği kimseleri âzâd edeceğine dair Sahîh ve
açık hadisleri ortaya koyacak ve araştıracak olsam, kitab
usandıracak şekilde uzar. Bunlardan biri şu hadistir:
“Kim bir köle âzâd ederse, Allahü teâlâ
o kölenin her uzvu karşılığında ondan bir uzvu ateşten âzâd eder."
Şu hadis de vardır:
“Arefe gününde Allahü teâlâ'nın
ateşten âzâd eddiği kuldan daha çok âzâdda bulunduğu bir gün
yoktur."
Bazı kimselerin söylediği: Allah'ın
ismi üzere şunu yap demek mekruhtur; çünkü Allah'ın ismi her şeyin
üzerindedir.
Kâdî İyâd ve başkası demiştir ki,
bu söz yanlıştır.
999-
Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem'in kurban kesme gününde ashâbına şöyle buyurduğuna
dair Sahîh hadisler sabit olmuştur:
“Allah'ın adı üzere kurban kesin." Yani, Bismillah diyerek kesin.
Nehhâs'ın,
Ebû Bekir Muhammed ibn Yahya'dan rivâyet ettiği söz de
bunlardandır. Ebû Bekir
âlimlerden, ediblerden ve fakıh kimselerdendi. O şöyle demiştir:
Allah bizi rahmetinin kararlaştığı yerde birbirimizi bir araya
toplasın, deme; çünkü Allah'ın rahmeti için bir karar olmaktan
onun rahmeti çok geniştir. Yine demiştir: Merhametinle bize rahmet
et, deme.
Ben derim ki:
Ebû Bekir'in söylediği bu iki
söz için bir delil bilmiyoruz. Kendisi de söylediği söz için bir
delil göstermemiştir. Rahmetin kararlaştığı yer, diyen adam
cenneti kasdetmiş olur ki, orada bizim toplanıp kararlaşacağımız
ve durup bekleyeceğimiz yer demek olur. Oraya girenler,
Allahü teâlâ'nin rahmeti ile
girerler. Sonra oraya giren devamlı olarak kararlaşır, olaylardan
ve kederlerden kurtulur. Bütün bunlar
Allahü teâlâ'nın rahmeti ile meydana gelir. İnsan şöyle
demiş gibi olur: Senin rahmetinle ulaşacağımız bir karar yerinde
bizi topla...
Nahhas'ın adı geçenden rivâyet ettiği
şu söz de bunun gibidir: Rabbime tevekkül ettim, Kerîm olan
Rabbime, deme. Şöyle de: Kerîm olan Rabbime tevekkül ettim.
Derim ki,
onun söylediği bu sözün aslı yoktur.
Nahhas, adı geçen
Ebû Bekir'den anlatmıştır. O
şöyle demiştir: Allah'ım, bizi ateşten koru, denmesin ve yine:
Peygamberin şefaati ile
bizi rızıklandir, Allah'ım! denmesin; çünkü
peygamber ateşe hak
kazanana şefaat eder.
Derim ki, bu büyük bir hatadır
ve açık bir cehalettir. Bu yanlış söze aldanmak korkusu olmasaydı
ve yazılı kitablarda söz edilmeseydi, ben bunu anlatmaya cesaret
edemezdim. Nice Sahîh hadisler gelmiştir ki, onlarda kâmil
Mü’minler için Peygamberin
şefâatına kavuşmayı va'd eden teşvikler bulunmaktadır.
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in şu
sözü vardır:
"Kim, Müezzinin söylediği gibi söylerse şefaatim ona helâl olur."
Bunun benzeri hadisler vardır.
Fakih olan İmâm Hâfız Ebû’l-Fadl İyâd (Allah ona rahmet etsin) şu
sözünde güzel söylemiştir: İslâmda ilk devrin büyüklerinin
(radıyallahü anhüm),
peygamberimizin şefaatini
istedikleri ve ona rağbet ettikleri meşhur rivâyetle bilinmiştir.
Bu esasa göre, şefaat ancak günahkârlar için olur, deyenlerin sözüne
değer verilmez. Çünkü Müslim'in
Sahîh'inde ve başkasında, hesabsız olarak Cennete gireceklere
şefaat olacağı sabittir. Yine Cennetteki bazı kimselerin
derecelerinin ziyadelenmesi için şefaat olunacağı vardır. Sonra
kusuru kabullenen her akıl sahibi, afv edilmeye muhtaçtır, helâke
düşenlerden olmaktan korkar. Yine şefaat istemeyi kerih görenler
için, mağfiret ve rahmet dilememek gerekir; çünkü günah işleyenler
içindir. Bütün bunlar, ilk ve sonraki âlimlerin duâlarından
bilinenlere aykırıdır.
Yine âlimlerin bir kısmından
anlatılan şu sözler de bu yanlış iddialardandır. Bunlar
Kabe'yi tavaf etmeye Şavt yahut
devir demeyi mekruh saymışlardır.
Demişlerdir ki:
Birinci dönüşe "Tavfetün", iki dönüşe "Tavfetan, üç dönüşe (dört, beş,
altıya, kadar) "Tavafat" ve yedinciye de "Tavaf" denilir.
Derim ki, onların bu dedikleri
sözler için bir asıl bilmiyoruz. Cahiliyet devrinin ifadeleri
olduğundan kerih saydıkları olsa gerek. Doğru ve makbul olan, şavt
ve devir kelimelerini kullanmakta kerahet olmayıştır.
1000-
İbn Abbâs'dan
(radıyallahü anhüma) yapılan
rivâyetde şöyle demiştir:
“Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem üç
Şavt remel yapmalarını (omuz silkerek tavaf etmelerini)
kendilerine emretmiş ve bütün şavtlarda remel yapmalarını
emretmekten de onları sadece üçte karar kılmaları engellemiştir. "
Ramazanı oruç tuttuk, Ramazan geldi
ve benzeri sözler de, ay murad edildiği zaman, yine mekruh
olan sözlerdendir. Bunun kerahetinde ihtilâf edilmiştir.
Öncekilerden bîr kısmı demiştir ki: Aya izafe edilmeden Ramazan
demek (Ramazan ayını oruç tuttum yerine Ramazanı oruç tuttum
demek) mekruhtur.
Bu söz, Hasan Basri ve
Mücahid'den rivâyet edilmiştir.
Beyhakî demiştir ki, bunlardan
yapılan rivâyet zayıftır.
Bizim mezheb âlimlerimize göre
Ramazan geldi, Ramazan girdi, Ramazan hazır oldu ve benzeri sözler
söylemek mekruhtur. Ancak bunlar söylendiği zaman ayın kasdedilmiş
olması gereklidir. Aya delâlet eden bir ilgi ile söylenirlerse
mekruh olmaz. Meselâ: Mübarek ay Ramazanı oruç tuttum, Ramazanda
kalktım (ibâdet ettim), Ramazanda oruç farz olur ve Ramazan hazır
oldu gibi...
İşte âlimlerimiz böyle
demişlerdir. Kadılar kadısı Ebû’l-Hasan el-Mâverdî
"el-Hâvî" kitabında, Ebû Nasri's-Sabbağ" el-Şamil" adlı
kitabında da iki imâmımız olarak bunu nakletmişlerdir. Yine
bunlardan başka âlimlerimiz
bunu ashâbdan mutlak surette nakletmişler ve
Beyhakî'nin Sünen'inde rivâyet
ettiğimiz hadisi delil göstermişlerdir.
1001-
Ebû Hüreyre'den rivâyet
edildiğine göre demiştir ki,
Resûlüllah sallallahü aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Siz Ramazan demeyin; çünkü Ramazan Allahü
teâlâ’ınn isimlerinden bir isimdir. Ancak Ramazan ayı
deyiniz."
Beyhakî bu hadisi zayıf görmüştür.
Zayıf olduğu da meydandadır. Ramazan üzerinde çok eserler
yazılmasına rağmen hiç kimse Ramazan'ın Allah'ın isimlerinden biri
olduğunu söylememiştir. Doğrusu, -Alah bilir- İmâm Ebû Abdullah
el-Buhârî'nin Sahîh'inde
söylediği ve âlimlerden çoklarının ifade ettikleri şu sözdür:
Nasıl söylenirse söylensin, mutlak surette bunun keraheti yoktur.
Çünkü kerahet şer'i bir delille sabit olur. Bunun mekruh olduğuna
dair bir hüküm sabit olmamıştır. Aksine cevazına dair hadisler
sabit olmuştur. Bu konuda Buhârî
ve Müslim'in Sahîhlerinde
sayılmayacak kadar hadisler vardır. Eğer bunları araştırıp
toplamaya koyulsaydım, umarım ki, bunlar yüzlerce hadisi bulur.
Fakat maksad bir hadisle elde edilmiş olur.
Buhârî ve
Müslim'in Sahîhlerinden rivâyet
ettiğimiz bunların hepsi için yeterlidir:
1002-
Ebû Hüreyre'den
(radıyallahü anh) rivâyet
edildiğine göre, Resülüllah
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Ramazan geldiği zaman Cennet'in kapıları açılır, cehennemdin kapıları
kilitlenir ve Şeytanlar bağlanır."
Buhârî ve
Müslim'in bazı rivâyetlerinde
bu hadis şöyledir:
“Ramazan girdiği zaman." Müslim'in
bir rivâyetinde de:
“Ramazan olduğu zaman" şeklindedir. Buhârî'nin
bir hadisinde de:
“Ramazanı (bir gün önceden oruç tutarak) karşılamayın" şeklindedir.
Yine Sahîh'de şöyle rivâyet vardır:
“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur. Ramazan orucu bunlardan biridir."
(Bu rivâyetlerde izafetle Ramazan ayı diye buyurulmamaktadır.) Bu
ifadelerin benzerleri çoktur ve maruftur.
Önceki devir âlimlerinden nakledilen
şu söz de bunlardan biridir: Bakara sûresi, Duhan sûresi, Ankebut
sûresi, Rûm sûresi, Ahzab sûresi ve benzen isimleri söyleyerek
sûreleri anmak mekruhtur. İçinde Bakara anılan sûre, içinde Nisa
anılan sûre ve benzeri ifade kullanılarak sureler
adlandırılır demişlerdir. Derim ki,
bu iddia Sünnete aykırı olan bir hatadır. Bunların kullanılışı,
sayılamayacak kadar çok yerlerde, hadislerde sabit olmuştur.
Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem'in şu
hadisi bunlardan biridir:
“Bakara sûresinin sonunda iki âyeti kim bir gecede okursa, bu iki âyet
onu (Allah'ın izni ile kötü akıbetten) korurlar." Bu hadis
Sahîhayn'da
vardır. Benzerleri sayılamayacak kadar çoktur.
Mutarrif'den (Allah ona rahmet etsin)
nakledilen şu söz de bunlardan bindir:
Allahü teâlâ Kitabında
buyurur, demek mekruhtur. Ancak Allahü
teâlâ (Kitabında) buyurmuştur, denilir. Buyurur sözü
hâl ve istikbale delâlet eden müzari bir fiil olduğu için bunu
kullanmayı mekruh görmüştür. Allahü
teâlâ'nın sözü, O'nun kadim (ezeli ve ebedi) olan
kelâmıdır.
Derim ki: Bu söz makbul
değildir. Bunun kullanılışı çok yönlerle Sahîh hadislerde sabit
olmuştur. Ben Müslim'in
şerhinde buna işaret ettim. "Âdâbu’l-Kurrâ" kitabında
Allahü teâlâ söyle
buyurmuştur:
“Allah hakkı söyler." (Ahzab/4).
Burada Allah müzari fiili ile buyuruyor.)
1003-
Ebû Zer'den rivâyet edildiğine
göre, demiştir ki, Peygamber
sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Aziz ve yüce Allah buyurur: Kim (Allah'ın rızâsına uygun olarak)
iyilik yaparsa, ona on misli sevab
Buhârî'nin: "Sevdiğinizi harcamadıkça takvaya eremezsiniz" âyetinin
tefsirinde Ebû Talhâ "Yâ Resûlellah!
Allahü teâlâ!
"Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça hayra
eremezsiniz" diyor." dedi. |
٢٤
- باب في ألفاظٍ حُكي عن جماعةٍ من العلماء كراهتُها وليستْ مكروهةً
اعلم أن هذا البابَ مما تدعو الحاجةُ إليه لئلا يغترّ بقولٍ باطلٍ
ويعوّل عليه.
واعلم أن أحكامَ الشرع الخمسة، وهي: الإِيجابُ، والندبُ، والتحريمُ،
والكراهةُ، والإِباحة، لا يثبتُ شيء منها إلا بدليل، وأدلة الشرع
معروفة، فما لا دليلَ عليه لا يُلتفتُ إليه ولا يحتاج إلى جواب، لأنه
ليس بحجة ولا يُشتغل بجوابه؛ ومع
هذا فقد تبرعَ العلماءُ في مثل هذا بذكر دليلٍ على إبطاله، ومقصودي
بهذه المقدمة أنّ ما ذكرتُ أن قائلاً كرهَه ثم
قلت:
ليس مكروهاً،
أو هذا باطلٌ
أو نحو ذلك، فلا حاجةً إلى دليل على
إبطاله وإن ذكرتُه كنتُ متبرّعاً به، وإنما عقدتُ هذا الباب لأُبيِّن
الخطأَ فيه من الصواب لئلا يُغترّ بجلالة مَن يُضاف إليه هذا القول
الباطل.
واعلم أني لا أُسمّي القائلين بكراهة هذه الألفاظ لئلا تسقطَ
جلالتُهم ويُساء الظنّ بهم، وليس الغرض القدح فيهم، وإنما المطلوب
التحذير من أقوال باطلة نُقلت عنهم، سواء أصحّتْ عنهم أم لم تصحّ،
فإن صحَّتْ لم تقدحْ في جلالتهم كما عرف، وقد أُضيف بعضُها لغرض صحيح
بأن يكونَ ما قاله محتملاً فينظر غيري فيه، فلعلّ نظره يُخالف نظري
فيعتضدُ نظرُه بقول هذا الإِمام السابق إلى هذا الحكم، وباللّه
التوفيق.
فمن ذلك ما حكاهُ الإِمامُ أبو جعفر
النحاس في كتابه "شرح أسماء اللّه تعالى سبحانه" عن بعض
العلماء أنه كره أن يُقال: تصدّق اللّه عليكَ، قال: لأن المتصدّقَ
يرجو الثواب.
قلتُ:
هذا الحكم خطأ صريح وجهلٌ قبيح، والاستدلال أشدُّ فساداً.
٩٩٨-
وقد ثبت في صحيح مسلم (٣٢)
عن رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم أنه قال في قصر
الصلاة:
"صَدَقَةٌ تَصَدَّقَ اللّه بِهَا عَلَيْكُمْ فاقْبَلُوا
صَدَقَتَهُ".
فصل:
ومن ذلك ما حكاهُ النحَّاسُ
أيضاً عن هذا القائل المتقدّم أنه كره أن يُقال: اللّهمّ أعتقني من
النار، قال: لأنه لا يعتق إلا مَن يطلب الثواب.
قلتُ:
وهذه الدعوى والاستدلال من أقبح الخطأ وأرذل الجهالة بأحكام الشرع،
ولو ذهبتُ أتتبعُ الأحاديثَ الصحيحة المصرّحة بإعتاق اللّه تعالى مَن
شاء من خلقه لطال الكتاب طولاً مُمِلاًّ، وذلك كحديث
"مَنْ أعْتَقَ رَقَبَةً أعْتَقَ اللّه تَعالى بِكُلِّ عُضْو مِنْها
عُضْواً مِنْهُ مِنَ النَّارِ" (٣٣) وحديث
"ما مِنْ يَوْمٍ أكْثَرُ أنْ يُعْتِقَ اللّه تَعالى فِيهِ عَبْداً
مِنَ النّارِ مِنْ يَوْمِ عَرَفَة" (٣٤)
فصل:
ومن ذلك قولُ بعضهم: يُكره أن يقولَ افعلْ كذا على اسم اللّه، لأن
اسمَه سبحانه على كلِّ شيءٍ.
قال القاضي عياض وغيرُه: هذا
القول غلط، فقد ثبتت
٩٩٩-
الأحاديث الصحيحة: أن
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم قال لأصحابه في الأضحية:
"اذْبَحُوا على اسْمِ اللّه" (٣٥)
أي قائلين باسم اللّه.
فصل:
ومن ذلك ما رواه النحاسُ عن أبي
بكر محمد بن يحيى قال: وكان من الفقهاء الأدباء العلماء، قال: لا
تقلْ: جمعَ اللّه بيننا في مستقرُ رحمته، فرحمةُ اللّه أوسعُ من أن
يكون لها قرار؛ قال: لا تقلْ:
ارحمنا برحمتك.
قلت:
لا نعلمُ لما قاله في اللفظين حجة، ولا دليلَ له فيما ذكره، فإن
مرادَ القائل بمستقرّ الرحمة: الجنة، ومعناه: جمعَ بيننا في الجنة
التي هي دار القرار ودار المقامة ومحل الاستقرار، وإنما يدخلها
الداخلون برحمة اللّه تعالى، ثم من دخلَها استقرّ فيها أبداً، وأمِنَ
الحوادث والأكدار، وإنما حصل له ذلك برحمة اللّه تعالى، فكأنه يقول:
اجمع بيننا في مستقرّ نناله برحمتك.
فصل:
ومن ذلك ما حكاهُ النحَّاسُ عن
هذا المذكور، قال: لا تقل: توكّلتُ على ربي الربّ الكريم، وقل:
توكلت على ربي الكريم.
قلتُ:
لا أصلَ لما قال.
فصل:
روى النحّاسُ عن أبي بكر المتقدم
قال: لا يقلْ:
اللّهمَّ أجِرْنا من النار ولا يقل: اللّهمْ ارزقنا شفاعةَ
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم فإنما يُشفعُ
لمن استوجبَ النار.
قلتُ:
هذا خطأ فاحش وجَهالة بيّنة، ولولا خوفُ الاغترار بهذا الغلط وكونه
قد ذكرَ في كتب مصنفه لما تجاسرتُ على حكايته، فكم من حديث في الصحيح
جاء في ترغيب المؤمنين الكاملين بوعدهم شفاعة
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم، لقوله
صلى اللّه عليه وسلم:
"مَنْ قالَ مِثْلَ ما يَقُولُ المُؤَذِّنُ حَلَّتْ لَهُ شَفاعَتي"
(٣٦) وغير ذلك.
ولقد أحسن الإِمام الحافظُ الفقيه أبو الفضل عِياض رحمه اللّه في
قوله: قد عُرف بالنقل المستفيض سؤالُ السلف الصالح
رضي اللّه عنهم شفاعةَ نبيِّنا
صلى اللّه عليه وسلم ورغبتهم فيها
قال: وعلى هذا لا يُلتفت إلى كراهة مَن كَرِهَ ذلك لكونها لا تكونُ
إلا للمذنبين، لأنه ثبتَ في الأحاديث في
صحيح مسلم (٣٧) وغيره إثبات
الشفاعة لأقوام في دخولهم الجنة بغير حساب، ولقوم في زيادة درجاتهم
في الجنة؛ قال: ثمّ كل عاقل معترف
بالتقصير، محتاجٌ إلى العفو، مشفقٌ من كونه من الهالكين؛
ويلزمُ هذا القائل أَنْ لا يدعوَ بالمغفرة والرحمة، لأنهما
لأصحاب الذنوب، وكلُّ هذا خلافُ ما عُرف من دعاء السلف والخلف.
فصل:
ومن ذلك ما حُكي عن جماعة من العلماء أنهم كرهوا أن يُسمَّى الطوافُ
بالبيت شوطاً أو دوراً،
قالوا: بل يُقال للمرّة
الواحدة طوفة، وللمرتين طوفتان، وللثلاث طوفات، وللسبع طواف.
قلتُ:
وهذا الذي قالوه لا نعلمُ له أصلاً، ولعلَّهم كرهوه لكونه من ألفاظ
الجاهلية، والصوابُ المختار أنه لا كراهةَ فيه.
١٠٠٠-
فقد روينا في صحيحي البخاري ومسلم،
عن ابن عباس
رضي اللّه عنهما قال: أمرهم
رسولُ اللّه
صلى اللّه عليه وسلم أن يرملوا
ثلاثةَ أشواط ولم يمنعْه أن يأمرَهم أن يرملوا الأشواطَ كلَّها إلا
الإِبقاء عليهم.
فصل:
ومن ذلك: صُمنا رمضانَ، وجاء
رمضانُ، وما أشبه ذلك إذا أُريد به الشهر. واختلف في كراهته؛
فقال جماعة من المتقدمين: يُكره أن يُقال رمضان من غير إضافة
إلى الشهر، رُوي ذلك عن الحسن البصري
ومجاهد. قال البيهقي:
الطريق إليهما ضعيف؛ ومذهبُ
أصحابنا أنه يُكره أن يُقال: جاء
رمضانُ، ودخل رمضانُ، وحضر رمضانُ، وما أشبه ذلك مما لا قرينة تدلّ
على أن المرادَ الشهرُ، ولا يُكره إذا ذُكر معه قرينة تدلّ على
الشهر، كقوله: صمتُ رمضانَ، وقمتُ رمضانَ، ويجبُ صومُ رمضان، ،
وحضرَ رمضانُ الشهر المبارك، وشبه ذلك، هكذا قاله
أصحابنا ونقله الإِمامان: أقضى
القضاة أبو الحسن الماوردي في
كتابه "الحاوي" وأبو نصر الصباغ في كتابه "الشامل" عن
أصحابنا، وكذا نقله غيرُهما من
أصحابنا عن الأصحاب مطلقاً،
واحتجُّوا بحديث:
١٠٠١-
رويناه في سنن البيهقي، عن
أبي هريرة
رضي اللّه عنه، قال: قال
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم:
"لا تَقُولُوا رَمَضَانُ، فإنَّ رَمَضَانَ اسْمٌ مِنْ أسْماءِ اللّه
تَعالى، وَلَكِنْ قُولُوا: شَهْرُ رَمَضَانَ" وهذا الحديث ضعيف
ضعَّفه البيهقي والضعف عليه
ظاهر، ولم يذكرْ أحدٌ رمضانَ في أسماء اللّه تعالى مع كثرة مَنْ
صنَّف فيها. والصوابُ واللّه أعلم، ما ذهب إليه الإِمام أبو عبد
اللّه البخاري في صحيحه وغير
واحد من العلماء المحقِّقين أنه لا كراهةَ مطلقاً كيفما قال، لأن
الكراهةَ لا تثبتُ إلا بالشرع، ولم يثبتْ في كراهته شيء، بل ثبتَ في
الأحاديث جواز ذلك، والأحاديث فيه من
الصحيحين وغيرهما أكثر من أن تُحصر. ولو تفرَّغتُ لجمع ذلك
رجوتُ أن يبلغ أحاديثه مئين، لكن الغرضَ يحصل بحديث واحد، ويكفي من
ذلك كله:
١٠٠٢-
ما رويناه في صحيحي البخاري ومسلم،
عن أبي هريرة
رضي اللّه عنه؛ أن
رسول اللّه
صلى اللّه عليه وسلم
قال:
"إذَا جَاءَ رَمَضَانُ فُتِّحَتْ أبْوَابُ الجَنَّةِ وَغُلِّقَتْ
أبْوَابُ النَّارِ وَصُفِّدَتِ الشَّياطِينُ "
(٣٩) منها صوم رمضان، وأشباهُ هذا
كثيرةٌ معروفة.
فصل:
ومن ذلك ما نُقل عن بعض المتقدمين أنه يُكره أن يقولَ: سورة البقرة،
وسورة الدخان، والعنكبوت، والروم،
والأحزاب، وشبه ذلك؛ قالوا: وإنما
يُقال السورة التي يُذكر فيها البقرة، والسورة التي يُذكر فيها
النساء وشبه ذلك.
قلتُ:
وهذا خطأ مخالف للسنّة، فقد ثبت في الأحاديث استعمال ذلك فيما لا
يُحصى من المواضع كقوله صلى اللّه عليه
وسلم:
"الآيَتانِ مِنْ آخِرِ سُورَةِ البَقَرَةِ مَنْ قَرأهُما في
لَيْلَةٍ كَفَتَاه" (٤٠) وهذا
الحديث في الصحيحين وأشباهُه
كثيرة لا تنحصر.
فصل:
ومن ذلك ما جاء عن مُطرف رحمه اللّه أنه كره أن يقول: إن اللّه تعالى
يقول في كتابه؛ قال: وإنما يُقال:
إن اللّه تعالى قال: كأنه كره ذلك لكونه لفظاً مضارعاً، ومقتضاهُ
الحالُ أو الاستقبالُ، وقول
اللّه تعالى هو كلامُه، وهو قديم.
قلتُ:
وهذا ليس بمقبول، وقد ثبتَ في الأحاديث الصحيحة استعمالُ ذلك من جهات
كثيرة، وقد نبَّهتُ على ذلك في شرح صحيح
مسلم، وفي كتاب آداب القرّاء، قال
اللّه تعالى:
{واللّه يقول الحقّ}
[الأحزاب: ٤].
١٠٠٣-
وفي صحيح مسلم (٤١)
، عن أبي ذرّ قال: قال
النبيّ
صلى اللّه عليه وسلم قال:
”يَقُولُ اللّه عَزَّ وَجَلَّ:
{مَنْ جاءَ بالحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أمْثالِهَا}"
[الأنعام: ١٦٠].
|