50. Kişinin Hanımı İle Olan İlişkilerini Başkasına Aktarmasının Keraheti 2176- Ebû Nadre'nin naklettiğine göre, Tufâve'li bir râvi demiş ki; Ben Medine'de Ebû Hureyre'ye misafir olmuştum. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sahabeleri içerisinde ondan daha çalışkan ve ondan daha misafirperver bir kimse görmedim. Ben bir gün onun yanında iken kendisi bir sedirin üzerinde bulunuyordu. Yanında, içinde çakıl yahut da çekirdek bulunan bir kese ve sedirin aşağısında da kendisine ait siyah bir câriye vardı. Ebû Hüreyre onlarla teşbih çekiyordu. Nihayet kesedeki (çakıl veya çekirdekler bitince o keseyi cariyeye atıyor, câriye de o (keseden çıkan) şey(ler)i toplayıp keseye koyarak keseyi kendisine veriyordu. (Bir ara Ebû Hüreyre bana hitaben); Sana kendimden ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan bahsedeyim mi? dedi. Ben de; Evet bahset dedim. (Bunun üzerine bana şunları) anlattı; Ben (bir gün) mescidde ağrı içinde kıvranıyordum. Bir de ne göreyim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip mescide girdi ve; " Devs'li genci (içinizden) kim gördü?" diye üç defa sordu. (Orada bulunan) bir adam da; Ya Resûlallah! O kimse mescidin bir köşesinde acı çekiyor, dedi. Bu sefer (bana doğru) yürümeye başladı, nihayet yanıma geldi ve elini üzerime koydu ve bana birtakım güzel sözler söyledi. Bunun üzerine ben de (iyileşip) ayağa kalktım. Kendisi de yürüyüp gitti. Ve (her zamanki) namaz kıldığı yerine varıp ashabına doğru döndü. Karşısında erkek ve kadınlardan (oluşan) iki saf vardı. Yahut da kadınlardan iki, erkeklerden de bir saf vardı. Hemen sonra (onlara hitaben); " Eğer namazımda şeytan bana bir şey unutturacak olursa, (arkamdaki erkeklerden oluşan) cemaat sübhanellah desin, kadınlar da el çırpsın!" buyurdu. Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazında hiç birşey unutmadan (onlara) namazı kıl(dır)dı. Ve, " Yerinizde (durun) yerinizde" buyurdu." (Bu hadisi Mûsânnif Ebû Dâvûd'a nakl eden) Mûsâ (b. İsmail bu hadise " yerlerinizde durun" cümlesinden sonra şu sözleri) ilâve etti; sonra (Resûlüllah) Allah'a hamd'ü senada bulundu. Ve, (Emma ba'd) gelelim sadede" dedi. (Mûsâ b. îsmailin yaptığı ilave burada sona erdi.) Bundan sonra (bu hadisi Mûsânnif Ebû Dâvûd'a nakl eden ravilerin üçüde şu közlerde) birleştiler; Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) erkeklere yönelerek (şöye) dedi. " Sizden bir kimse karısıyla cima'da bulunmak istediği zaman kapıyı üstüne kapayıp üzerine (bir örtüyle) örtüp, Allah’ın örtüsüyle örtünür mü?" dedi. Onlar da; Evet dediler. (Resûl-i Ekrem sözlerine devam ederek); " Sonra (o kimse) bu işten sonra (bir meclise) oturup ben (bugün hanımımla) şöyle şöyle, yaptım diye anlatır mı?" dedi. Onlar da (suçlanarak) sükût ettiler. (Resûl-i Ekrem) biraz sonra da kadınlara yönelerek; " Sizin içinizde de (bu gibi sırları başkalarına) anlatan kimse var mı?" dedi. Onlar da sükût ettiler. Bunun üzerine bir genç kız dizlerinin biri üzerine çöktü ve sözünü (iyi) işitmesi ve kendisini görmesi için boynunu Resûlüllah'a (doğru) uzatarak; Ey Allah'ın Rasûlü bu erkekler bunu anlatıyorlar ve bu kadınlarda anlatıyorlar" dedi. Resûlüllah da; " Bu neye benzer bilir misiniz? Bu bir şeytanın bir şeytanla yolda karşılaşıp halk kendilerine bakarken onunla cinsi münâsebette bulunmasına benzer. Dikkat ediniz! Erkek için (en uygun olan koku) kokusu belli olan rengi ise belli olmayandır. Kadın için (en uygun olan koku ise) rengi belli olan, kokusu belli olmayandır." buyurdu. Ebû Dâvûd buyurdu ki; Buradan itibaren (nakl edeceğim şu sözü) Müemmil ile Mûsâ'dan aldım. " Dikkat ediniz! Bir erkek; diğer bir erkeğin tenine dokunmasın. Bir kadın da diğer bir kadın(ın tenin)e dokunmasın! Oğul ile veya baba ile olması hali bundan müstesnâ’dır. " Müemmil ile Mûsâ üçüncü (bir söz daha) söyle(mişler)di. Amma ben onu unuttum. Müsedded'in (metinde geçen) hadisinde vardır. Fakat ben onu arzu ettiğim gibi sağlam bir şekilde tesbit edemedim. Ve (Müsedded'in hadisinden farklı olarak) Mûsâ (bu hadisin senedinde şunları da) rivâyet etti. " Bize Hammad, cerir'den (naklen) haber verdi. (Cerir de) Ebû Nadre'dan (nakletti Ebû Nadre'de) et-Tefâvî'den" Tirmizi, edeb 36; Nesâî, zine 32. |