1- Bab Zühd: Dünyadan yüz çevirmek, ona rağbet göstermemek demektir. Rakâik, rakikanm cem'idir. Buhârî bu bahse Kitâbu'r-Rikak unvanını vermiştir. Rikak, rakîkın cem'idir. Gerek rakika, gerekse rakîk acımak, nezâket ve İncelik mânâlarına gelirler. Bu bahsin hadîsleri kalbi rikkate getirdikleri için bu isimle anılırlar. 7606- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdü’l-Aziz (yani; Derâverdî) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Dünya mü'minîn zindanı, kâfirîn cennetidir.» buyurdular. 7607- Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman (yani; İbn Bilâi) Ca'fer'den, o da babasından, o da Câbir b. Abdülah'dan naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yayla köylerinden birinden şehre girerken pazara uğradı, halk etrafındaydılar. Derken küçük kulaklı ölü bir oğlağın yanından geçti. Onu eline alarak kulağından tuttu. Sonra: «Hanginiz bunun bir dirheme kendinin olmasını İster?» dedi. Ashâb: — Biz onun bir şey mukabilinde bizim olmasını dilemeyiz. Onunla ne yapabiliriz ki, dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bunun sîzin olmasını diler misini'z?» diye sordu. Ashâb: — Vallahi diri olsa kusuru vardı. Çünkü kulakları küçüktür. Ölü oluğu halde onu ne yapalım? dediler. Bunun üzerine: «Şimdi vallahi Allah nezdinde dünya sizin indinizde şu hayvandan daha kıymetsizdir.» buyurdu. 7608- Bana Muhammed b. Müsennâ El-Anezî île İbrahim b. Muhammed b. Ar'arate's-Sâ'mi rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Abdü’l-Vehhah (yani; Sekafî), Ca'fer'den, o da babasından, o da Câbir'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadîsin mislini rivâyet ettiler. Yalnız Sekafî'nin hadîsinde: «Diri olsaydı bu kulak küçüklüğü onda kusur sayılırdı.» cümlesi vardır. Dünyanın mü'mine zindan olmasından murad; dünya şehvetlerinden bâzılarının ona haram ve mekruh kılınması ve meşakkatli ibâdetlerin emir buyurulmasıdır. Mü'min öldüğü vakit rahata erer ve Allahü teâlâ'nın ona hazırladığı daimî nimetlere kedersiz rahatlara kavuşur. Dünyanın kâfire cennet oluşu ise, dünyada bütün arzu ve şehvetlerinin husulü itibariyledir. Öldüğü zaman daimî azaba ve ebedi şekâvete duçar olacaktır. İkinci rivâyetten dünyanın Allahü teâlâ ındinde kusurlu bir oğlak Ölüsü kadar kıymeti olmadığı anlaşılıyor. Bundan dolayıdır ki, dünya nimetlerini kâfir müslüman ayırmadan çalışan her kuluna vermektedir. Çok çalışan kâfirlere, az çalışan müslümanlardan daha fazla dünya nimeti vermesi de bundandır. Fakat âhiret nimetleri böyle değildir. Onların Allah ındinde kıymeti vardır. Binâenaleyh bu nimetleri hassaten mü'minlere ve rızâsını kazananlara ihsan edecektir. 7609- Bize Heddab b. Hâlid rivâyet etti. (Dedi ki) Bize Hemmâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Katâde, Mutarrif ten, o da babasından naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldim kendisi: «Sizi çokluk meşgul etti.» sûresini okuyordu. «Âdemoğlu malım, malım diyor. Acaba ey Âdemoğlu, malından yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip tekmillediğinden başka sana bir fayda var mı?» buyurdular. 7610- Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu’be rivâyet etti. Ve her iki rûvi birden dediler ki: Bize İbn Ebî Adiy Saîd'den rivâyet etti. Bize İbn Müsennâ da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muâz b. Hişam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. Bu râvilerin hepsi Katâde'den, o da Mulavrif'den, o da babasından naklen rivâyet etmişlerdir. (Dedi ki): Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vardım... Ve râvi Hemmâm'ın hadîsi gibi nakletmiştir. 7611- Bana Süveyd b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Hars b. Meysera, Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kul; malım, malım diyor. Halbuki malından ona yalnız uç şey vardır: 1- Yiyip bitirdiği, 2- Giyip eskittiği, 3- Ve verip biriktirdiği. Bundan gayrisi; kendisi gider, malı insanlara terkeder.» buyurmuşlar. 7612- Bana bu hadîsi Ebû Bekir b. İshak da rivâyet etti. (Dedi ki): iîze İbn Ebî Meryem haber verdi. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. (Dedİ ki): Bana Alâ b. Abdirrahman bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdi. 7613- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî İle Züheyr b. Harb ikisi birden Uyeyne'den rivâyet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. Ebî Bekr'den naklen haber verdi. (Dedi ki): Ben Enes b. Mâlik'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Cenazeyi üç şey takib eder. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Onu ailesi, malı ve ameli takib eder; ailesi ile malı döner, ameli kalır.» buyurdular. Âdemoğlunun; malım, malım demesinden murad; malına aldanıp gücenmesi ve çok defa onunla iftihar edip, böbürîenmesidir. Bu hal onu ibâdet ve tâatdan alıkor. Iktina, biriktirmek demektir. Burada ondan murad; sevabını biriktirmektir. Bu rivâyetler ilerde fayda vermesi için amel ve ibâdetleri yerli yerince yapmaya teşvik etmektedirler. 7614- Bana Harmele b. Yahya b. Abdillah (yani; İbn Harmele b. îmran Et-Tûcîbi) rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Urve b. Zübeyr'den naklen haber verdi. Ona da Mis ver b. Mahreme haber vermiş. Ona da Amr b. Avf —ki bu zât Benî Âmir b. Lüeyy'in müttefiki idi. Resûlülah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Bedir'de bulunmuştu— haber vermiş ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Ubeyde b. Cerrah» Bahreyn'in vergisini getirmek için oraya göndermiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat Bahreyn halkıyla müsaleha yapmış, onlara Alâ' b. Hadramî'yi vâli göndermişti. Ebû Ubeyde Bahreyn'den mallar geldi. Derken ensar Ebû Ubeyde'nin geldiğini duydular. Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikte sabah namazına geldiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı kılınca oradan ayrıldı. Onlar önüne çıktılar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları gördüğü vakit gülümsedi. Sonra: «Zannederim siz Ebû Ubeyde'nin Bahreyn'den bir şey ile geldiğini duydunuz.» buyurdu. — Evet. ya Resûlallah! dediler. «O halde sevinin ve sizİ sevindirecek şeyi ümît edin! Vallahi! Ben sizin namınıza fakirlikten korkmuyorum. Lâkin ben sizîn namınıza dünyana sizden öncekilere serildiği gibi, size de serilmesinden ve dünya içtn onlarır yarıştıkları gibi, sizin de yarış etmenizden, dünyanın onlars helâk ettiğ gibi, sîzi de helâk edeceğinden korkuyorum.» buyurdular. 7615- Bize Hasen b. Ali El-Hulvâni ile Abd b. Humeyd hep birden Yakub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivâyet ettiler. (Dedi ki): Bize babam Salih'den rivâyet etti. H. Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Darimî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki): Bize Şuayb haber verdi. Her iki râvİ Zührî'den Yûnus'un isnâdiyle onun hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlardır. Yalnız Salih'in hadîsinde: «Onları alıkoyduğu gibi, sizi de alıkoyacağından korkarım.» cümlesi vardır. 7616- Bize Amr b. Sevvâd El-Âmirî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vebb haber verdi. (Dedi ki): Bana Amr b. Haris haber verdi. Ona da Bekir b. Sevâde rivâyet etmiş. Ona da Yezîd b. Rebah (bu zat Abdullah b. Amr b. Âs’ın azatlısı Ebû Firâs'dır), Abdullah b. Amr b. As’dan, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etmiş ki: «Size İran ve Bizans fethedildiği vakit, sizler hangi kavimsiniz?» buyurmuş. Abdurrahman b. Avf: — Bize Allah'ın emrettiği gibi deriz, cevabını vermiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bundan başka bir şey yapmaz mısınız? Yarış edersiniz. Sonra birbirlerinize hasedlik çekersiniz. Sonra birbîrlerinize sırt çevirirsiniz. Sonra birbîrlerinize küsersiniz. Yahut buna benzer şeyler yaparsınız. Sonra muhacirlerin fakirlerine gider de, onları birbirleri üzerine vali yaparsınız.» buyurmuşlar. 7617- Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe b. Saîd rivâyet ettiler. (Kuteybe: Haddesenâ; Yahya ise: Ahberanâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki): Bize Muğîra b. Abdirrahman El-Hızâmî, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rae'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: «Biriniz mal ve hilkatte kendinden üstün olana baktığı vakit, bir de kendinin üstün olduğu daha aşağıkine baksın!» buyurmuşlar. 7618- Bize Muhammed b. RniV rivâyet etti, (Dedi ki): Bize Abdurrezzâk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen tamamiyle Ebû'z-Zinâd'ın hadîsi gibi rivâyette bulundu. 7619- Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cerir rivâyet etti. H. Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti, (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. H. Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye ile Vekî, A'meş'den, o da Ebû Salih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sizden daha aşağı olanlara bakın! Sizin fevkinizde olanlara bakmayın! Bu Allah'ın nimetini küçümsememenize daha lâyıktır.» buyurdular. Ebû Muâviye: «Allah'ın sîzin üzerinize olan nimetini.» demiş. Bu rivâyetleri Buhârî «Kitâbu'l-Cizye» ve «Kitâbü'r-Rikak»'da tahric etmiştir. Bahreyn; Irak'ta Basra ile Hecar arasında meşhur bir beldedir. O zamanlar ahalisi ekseriyetle Mecûsilerden müteşekkildi. Mecûsi'lerden cizye denilen vergi alınırdı. Hazret-i Ebû Ubeyde bu cizyeyi getirmişti. Ensarı kirâmın, sabah namazında Mescid-i Nebeviye toplanmalarından anlaşılıyor ki, şâir namazları kendi mescitlerinde kılarlar-mış. Çünkü her kabilenin ayrı ayrı mescitleri vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gülümsemesi, onların maksadını anladığındandır. Filhakika Ensarın mala ihtiyaçları olduğu, huzuruna bu maksatla çıktıkları hallerinden belli idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) «Sevinin!» diyerek arzularını yerine getirdiğini müjdelemiş, arkacığından onlar için fakirlikten değil, bilâkis zenginlikten korktuğunu izah buyurmuştur. Bu endişenin sebebi ihtimal ki, dünyanın kendilerine feth edileceğini ve ileride zengin olacaklarını bilmesidir. Fakat, bu sözü ile fakirliğin zararı zenginliğin zararından daha az olduğuna işaret etmiş de olabilir. Çünkü fakirliğin zararı ekseriyetle dünyevî, zenginliğin zararı ise ekseriyetle dînî olur, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının dünya malı kazanmak için birbirleri ile münâfese ederek geçmiş milletler gibi helâk olmalarından endişe duyduğunu tasrih buyurmuştur. Münâfese: Bir şeye rağbet göstererek ona yalnız başına sahip olmaya çalışmak ve bu babta âdeta yarış etmektir. Dünya malı için yapılan bu yarışın sonu kavga ve helâke varır. İbn Battal diyor ki: «Bu hadîs dünya malının kötü akıbetinden ve fitnesinin şerrinden korunmak gerektiğine delildir. İnsan dünya zînetlerine aldanarak bu hususta başkaları ile yarış etmemelidir. Yine bu hadîsle fakirliğin zenginlikten efdal olduğuna istidlal edilir. Çünkü dünya fitnesi zenginlikle beraberdir.» Hadîsin bir rivâyetinde Hazret-i Abdırrahman b. Avf'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e cevaben: «Allah'ın bize emrettiği gibi söyleriz.» demesinden murâd; ona hamd ve şükür ederiz, fazlının devam ve ziyadesini dileriz, demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buna karşılık: «Bundan başka bir şey yapmaz mısınız?» mânâsına gelen: «E ve gayra zâlik» cümlesiyle başlayan beyanatını serd etmiştir. Fakat, bu cümle «Ev gayru zâlik» şeklinde de rivâyet olunmuştur. Bu takdirde mânâsı: «Yahut bundan başka şeyler yaparsınız» demek olur. Hadîsin Hazret-i Ebû Hüreyre rivâyeti hakkında İbn Battâ1 şunları söylemiştir: «Bu hadîs bütün hayır mânâlarını cem' etmektedir. Çünkü insan dine müteallik husûsatta mutlaka kendinden üstün olanı bulacaktır. Onun derecesine varmak istediği zaman kendi halini kusurlu görecek ve daima Allah'ına yaklaşması artacaktır. Darlık içinde bulunan bir kimse de kendinden daha fakirini bulacak ve bunu düşündüğü zaman Allah'ın kendisine birçok kimselerden fazla ni'met verdiğini anla-layacaktır. Binâenaleyh haline şükredecek, bu da âhiretteki ecrini yükseltecektir.» Bazıları: «Bu hadiste derde deva vardır. Çünkü insan kendinden üstün olana bakarsa ona hasetlik çekmekten emin olamaz. Onun devası kendinden aşağı olana bakmaktır. Tâ ki, bu hal onun şükrüne sebep olsun!» demişlerdir. 7620- Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hemmam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İshak b. Abdillâh b. Ebî Talha rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Abdurrahman b. Ebî Amr'a rivâyet etti. Ona da Ebû Hüreyre rivâyet etmiş ki, kendisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken işitmiş: «Benî İsrail'de biri abraş, biri kel, biri de kör üç kişi varmış. Allah onları imtihan etmek istemiş de, kendilerine bir melek göndermiş. Melek Abraş'a gelerek: Sence en makbul şey nedir? diye sormuş. Abraş: — Güzel renk, güzel cild ve benden insanların iğrendiği halin gitmesidir, demiş. Bunun üzerine melek onu sıvazlamış ve iğrenç hali gitmiş, kendisine güzel bir renk ve güzel bir cild verilmiş. Melek: — Sence hangi mal en makbuldür? diye sormuş. Abraş: — Devedir (yahut; sığırdır, ishak şekketmiş.) demiş. —Şu kadar var ki. Abraşla Kelden biri devedir, demiş, öteki sığırdır demiştir— ve kendisine doğurması yakın bir deve verilmiş. Bunun üzerine Melek: — Allah sana bu devede bereket versin, demiş. Müteakiben Kele gelerek: — Sence en makbul şey nedir? diye sormuş. Kel: — Güzel saç ve insanların iğrendiği şu halin benden gitmesidir, demiş. Melek onu da sıvazlamış ve o hal gitmiş. Kendisine güzel saç verilmiş. Melek: — Sence hangi mal en makbuldür? diye sormuş. Kel: — Sığırdır, cevâbını vermiş. Hemen kendisine hâmile bir inek verilmiş ve melek: — Allah bu inekte sana bereket versin, demiş. Sonra köre gelerek ; — Sence en makbul şey nedir? diye sormuş. Kör: — Allah'ın bana gözümü iade etmesi ve onunla insanları görmemdir, demiş. Melek onu da sıvazlamış ve Allah gözünü ona iade etmîş. — Sence hangi mal en makbuldür? diye sormuştur: — Koyundur, cevâbını vermiş, hemen Kendisine doğurmuş bir koyun verilirmiş. Derken ötekiler üretmiş. Beriki, de doğurtmuş. Bu suretle birinin bir vâdi devesi, diğerinin bir vadi sığırı, bunun da bir vadi koyunu olmuş. Sonra melek abraşa eski suret ve kılığında gelerek: — Ben fakir bir adamım, yolculuğumda bütün çarelerim inkıta'a uğradı. Bugün evvel Allah sonra senden başka beni (evime) ulaştıracak yoktur. Senden şu güzel rengi, güzel cildi ve malı veren (Allah) aşkına bir deve istiyorum. Yolumda onun üzerinde muradıma ulaşacağım, dedi. Abraş: — Haklar çoktur, mukabelesinde bulunmuş. Bunun üzerine melek ona: — Ben seni tanır gibiyim. Sen İnsanların iğrendiği abraş değil misin? Hani fakirdin, Allah sana verdi, demiş. Abraş: — Ben bu malı ancak ve ancak büyükien büyüğe (intikal eden) bir miras olarak edindim, cevâbını vermiş. Melek de: — Yalancı İsen Allah seni eski haline çevirsin! demiş. Melek kele de eski suretinde gelerek, buna söylediğinin mislini söylemiş. O dahi bunun gibi cevap vermiş. Bunun üzerine: — Yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin, demiş. Köre de eski suret ve kılığında gelerek: Ben yoksul ve yolcu bir adamım. Yolculuğumda bütün çarelerim inkıtaa uğradı. Evvel Allah, sonra senden başka bugün beni (evime) ulaştıracak yüktür. Senden gözünü iade eden (Allah) aşkına bir koyun istiyorum. Onunla yolumda (muradıma) ulaşacağım, demiş. Kör: — Gerçekten ben âmâ idîm. Alah bana gözümü iade etti. İmdi dilediğini al, dilediğini bırak! Vallahi bugün Allah için aldığın bir şeyde sana zorluk çıkarmam, demiş. Bunun üzerine melek: — Malın senin olsun. Siz ancak imtihan edildiniz. Senden razı olundu, İki arkadaşın da hışıma uğradı, demiş.» Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Eyman ve'n-Nüzûr» ile «Kitâbu'l Enbiyâ»da tahric etmiştir. Abraş: Bedeninde yer yer beyaz lekeler olan kimsedir. Bu hâl mizaç bozukluğundan ileri gelir. Meleğin abraşa eski suretinde gelmesinden murad; ilk göründüğü şeklidir. O şekliyle görünmesi dâvasını isbâta daha elverişli olduğu içindir. Görülüyor ki, bu üç kişi Allah tarafından imtihan edilmiş ve imtihanı yalnız âmâ kazanmıştır. İçlerinde tabiatı en ziyâde selâmete yakın olan da odur. Çünkü gerek abraşlık, gerekse saç dökülmesi mizaç bozukluğundan ileri gelir. Körlük öyle değildir. O haricî bir sebepten de ileri gelebilir. Hadis-i şerîî fakirlere yardım ve ikramda bulunmaya istediklerini vermeye, kalblerini kırmaktan sakınmaya teşvik etmektedir, Allah'ın nimetlerinden bahsederek şükür, o nimetleri küfrandan kaçınmak lüzumu da bu hadîsin işaretleri cümlesindendir. 7621- Bize İshak b. İbrahim ile Abbâs b. Abdi’l-Azîm rivâyet ettiler. Lâfız İshâk'mdır. (Abbâs: Haddesenâ; İshâk ise Ahberanâ tâbirini kullandı. Dedi ki): Bize Ebû Bekir El-Hanefî haber verdi. (Dedi ki): Bize Bükeyr b. Mismâr rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Âmir b. Sa'd rivâyet etti. (Dedi ki): Sa'd b. Ebî Vakkâs develerinin arasında idi. Müteakiben oğlu Ömer geldi. Sa'd onu görünce: Şu binek gelenin şerrinden Allah'a sığınırım, dedi. Ömer indi ve babasına: Sen develerinin ve koyunlarının arasına indin de, halkı mülk hususunda aralarında çekişmeye terk mi ettin? dedi. Bunun üzerine Sa'd onun göğsüne vurarak: — Sus! Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Şüphesiz ki, Allah müttekî, zengin, kendini ibâdete veren kulu sever.» buyururken işittim, dedi. Bu hadîsdeki zenginlikten murad; gönül zenginliğidir. Makbul olan zenginlik de budur. Çünkü bir hadîsde: «lâkin zenginlik gönül zenginliğidir.»buyurulmuştur. Kâdî Iyâz buradaki zenginlikten mal kastedildiğine işaret etmiştir. Hadîs-i şerif uzletin yani; insanlar arasına karışmayıp bir tarafa çekilmenin efdal olduğunu söyleyenlere delildir. Mes'ele ihtilaflıdır. Ulemanın bu bâbdaki kavilerini yeri geldikçe arzetmiştik. İnsan arasına karışmanın daha faziletli olduğunu söyleyenler, uzletin fitne zamanına mahsus olduğunu iddia ederler. 7622- Bize Yahya b. Habib El-Hârisî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir rivâyet etti, (Dedi ki): İsmail'i Kays'dan, o da Sa'd'dan naklen rivâyet ederken dinledim. H. 7623- Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr de rivâyet etti. (Dodi ki): Bize babamla İbn Bişr rivâyet ettiler, (Dediler ki): Bize İsmail, Kays'dan rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Sa'd b. Ebî Vakkas'i şunu söylerken işittim: — Vallahi ben Allah yolunda Araplardan İlk ok atan adamım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte Hufale ile su Semur ağacının yaprağından başka yiyeceğimiz bir şey olmadığı halde gaza ederdik. Hattâ her birimiz koyun gibi defi hacet ederdi. Sonra Benî Esed din nâmına beni ta'zir eder oldu. Şu halde ben hüsrana uğradım ve amelim yazık oldu demektir. İbn Nümeyr «izen» kelimesini söylememiştir. 7624- Bize bu hadîsi Yahya b. Yahya da rivâyet etil. (Dedi ki) Bize Veki', İsmail b. Ebî Hâlid'den naklen bu isnadla haber verdi. Ve: «Halta her birimiz keçi gibi defi hacet eder, ona hiç bir şey karışmazdı.» dedi. Bu had'si Buhârî «Kitâbu'r-Rikâk»'ta tahric etmiştir. Hazret-i Sa'd, Allah yolunda ilk ok atan müslümandır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretin ilk yılında ilk seriyyesini Ubeyde b. Haris kumandasında müşriklerin kervanına karşı göndermiş, iki taraf Râbığ'da karşılaşarak birbirlerine ok atmışlar, kılıç harbi yapmamışlardı. Bu harbde müslümanlar tarafından ilk oku Hazret-i Sa'd atmıştı. Huble ve Semûr çölde yetişen birer nevî ağaçtır. Benî Esed kabilesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra dinden dönerek Peygamberlik iddia eden Tuleyha b. Huveylid'e tâbi olmuşlardı. Sonra Hazret-i Ebû Bekr zamanında Hâlid b. Velid (radıyallahü anh) onlarla harbederek kılıçtan geçirdi. Kalanları tekrar İslâm'a avdet ettiler. Ve ekserisi Kûfeye yerleştiler. Hazret-i Sa'd , Küfe valisi olunca, onu halife Ömer (radıyallahü anh)'a şikâyet ettiler. Namazı iyi kıldıramıyor, dediler. Tâzir'den murad; ahkam ve farzlar hususunda tevkiftir. Taberi bunun takvim ve tâlim mânâsına geldiğini söylemiştir. Bu takdirde Hazret-i Sa'd: «Sonra Benî Esed kabilesi bana İslâm'ı öğretmeye kalkıştı.» demek istemiştir. İslâmda ta'zir: Te'dib ederek takvin yani terbiye suretiyle doğrultmak mânâsına gelir ki, azarlamaktan başlıyarak icâbına göre dövmek, hapsetmek, sürgüne göndermek ve idam etmek surelleriyle icra olunur. Hadîs-i şerif ashâb-ı kirâmın Allah'a tâat yolunda gösterdikleri zühd, kanaat ve sabra delildir. 7625- Bize Seyhan b. Ferrûh rivâyet etti. (Dedi ki) Bize Süleyman b. Muğîra rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Humeyd b. Hilâl, Hâlid b. Umeyr El-Adevî'den rivâyet etti. (Şöyle dedi): Bize Utbe b. Gazvân hutbe okudu. Allah'a hamdu sena etti. Sonra şunları söyledi: — Bundan sonra (malûm ola ki) dünya geçici olduğunu bildirmiş ve sür'atle geçip gitmiştir. Ondan kabın dibinde kalan ve sahibi içen kalıntı gibi, bakıyyeden başka bir şey kalmamıştır. Hiç şüphe yok ki, siz dünyadan zevali olmayan bir diyara intikal edeceksiniz. O halde elinizde olanın en hayırlısı ile intikal edin. Bize söylendiğine göre Cehennemin kenarından bir taş atılacak. Taş yetmiş yıl cehenneme düşecek, dibine eremiyecektîr. Vallahi cehenneme doldurulacaksınız. Buna şaştınız mı? Filhakika bize anlatıldığına göre, cennet kapılarından her iki kanadın arası kırk yıllık mesafedir. Cennetin üzerine gün gelecek izdihamdan kapıya kadar dolacaktır. Ben kendimin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e beraber bulunan yedi kişinin yedincisi olduğumu görmüşümdür. Ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Hattâ dudaklarımız yara oldu. Ben bir örtü buldum da onu yararak kendimle Sa'd b. Mâlik arasında taksim ettim. Yansıyle kendim sarındım, yarısıyle de Sa'd sarındı. Bugün ise bizden hiç birimiz yoktur ki, şehirlerden birine vali olmasın. Ben nefsim hakkında büyük, Allah ındinde küçük olmaktan Allah'a sığınırım. Gerçekten hiç bir Peygamberlik yoktur ki, neshedilmemiş akıbeti saltanata müncer olmasın. Sizler yakında haber alacak ve bizden sonra gelecek valileri tecrübe edeceksiniz. 7626- Bana İshak b. Ömer b. Selit de rivâyet etti, (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğıra rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Humeyd b. Hilâl, Hâlîd b. Umeyr'den rivâyet etti. Bu zât câhiliyyet devrine yetişmiştir, (Dedi ki): Utbe b. Gazvân hutte okudu. Kendisi Basra valisi idi... Ve râvî, Seyhan'ın hadîsi gibi nakletmiştir. 7627- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vcki', Kurra b. Ilâ'ıd'den, o da Humeyd b. Hilâl'den, o da Hâlid b. Umeyr'den naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Beri Uthe b. Gazvân’i şunu söylerken işittim: — Gerçekten kendimin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte bulunan yedi kişinin yedincisi olduğumu görmüşümdür. Huble yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Hattâ dudaklarımız yara oldu. 7628- Bize Muhammed b. Ebî Ömer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan, Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Ashab: — Ya Resûlallah! Biz kıyâmet gününde Rabbimizi görecek miyiz? diye sordular. «Oğle zamanında bulut içinde değilken güneşi görmek husûsunda birbirinizle itişip kakışıyor musunuz?» dedi. Ashab: — Hayır! cevâbını verdiler. «Yâ Bedir gecesinde bulut içinde olmayan ayı görmek hususumda birbirinizle İtişîr misiniz?» dedi. Ashab (yine): — Hayır! cevâbını verdiler. «O halde nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz Rabbinizi görme hususunda ancak bu ayla güneşden birini görmek İçin İtiştiğiniz gibi İtişeceksiniz. Teâlâ Hazretleri kulun karşısına çıkarak: — Ey filân, ben sana İkram etmedim mi? Seni reis yapmadım mı? Sana zevce vermedim mİ? Sana at ve develeri musahhar kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malının dörtte birini almana müsaade etmedim mi? diyecek. O da: — Hay hay (ettin) cevâbını verecektir. Teâlâ Hazretleri: — Yâ bana kavuşacağını aklından geçirdin mî? diye soracak. Kul . — Hayır! cevâbını verecektir. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri: Işte ben de senin benî unuttuğun gibi, seni unutuyorum, diyecek. Sonra ikinci kulun karşısına çıkarak: — Ey filân! Ben sana ikram etmedim mi? Seni reis yapmad-m mı? Sana zevce vermedim mİ? Atları ve develeri sana musahhar kılmadım mı? Reislik yapmana ve ganimetin dörtte birini almana müsaade etmedim mi? diye soracak. O da: — Hay hay (ettin) Yarabbi! cevâbını verecek. —' Bana kavuşacağını hiç aklından geçirdin mi? diyecek. Kul: — Hayır! cevâbını verecektir. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri: — İşte ben de senin benî unuttuğun gibi, seni unutuyorum, diyecek. Sonra üçüncü kulun karşısına çıkarak, ona da bunun mislini söyleyecek. Fakat o kul: — Yâ Rabbi! Ben Sana, Senin Kitabına ve Peygamberlerine İnandım; namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim, diyecek ve olanca gücüyle hayır senasında bulunacak. Teâlâ Hazretleri: — Öyle ise şuraya! buyuracaktır. Sonra kendisine: — Şimdi sana şahidimizi göndereceğiz, denilecektir. Kul kendi kendine: Aceb bana şâhîdlik yapacak bu zât kimdir? diye düşünecek, faka ağzına mühür vurulacak; uyluğuna, etîne ve kemiğine: — Konuş! denilecek. Artık uyluğu, eti ve kemiği onun amelini söyleyecektir. Bu ona kendi nâmına bir özür bırakmamak içindir. İşte bu münâfıktır. Allah'ın hışımına uğrayacak olan da budur.» 7629- Bize Ebû Bekir b. Nadr b. Ebi'n-Nadr rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Ebun Nadr, Hâzim b. Kaâsmı rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah El-Eşcaî, Süfyan-i Sevrî'den, o da Ubeydel-Müktib'den, o da Fudayl'den, o da Şa'bî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında idik. Güldü. Ve: «Niye gülüyorum, biliyor musunuz?» dedi. Biz: — Allah ve Resûlü bilir, cevâbını verdik. Şöyle buyurdular: «Kulun Rabbisiyle konuşmasına gülüyorum. — Yâ Rabbi! Sen beni zulümden korumadın mı? diyecek. Teâlâ Hazretleri: — Evet korudum, buyuracak. Kul: — Ama ben kendime benim tarafımdan bir şâhid getirilmesinden başka bir şeye razı değilim, diyerek. Teâlâ Hazretleri de: — Bugün sana tek şâhid olarak nefsin, çok şâhid elarak da kirâm-ı kâtibin (melekler!) kâfidir. Buyuracak ve ağzına mühür vurulacaktır. Müteâkiben uzuvlarına, konuş, denilecek. Onlar da bunun amellerini söyleyecektir. Sonra konuşmak hususunda serbest bırakılacak ve: — Sizler uzak olun, ırak olun! Ben ancak sizin için mücâdele ediyordum diverekîır.» Kulların Allahü teâlâ'yı görmesi meselesi iman bahsinde geçmişti. Hadîs-i verirdeki «fül» tâbiri «füîaıı» kelimesinin murahhamıdir.. Kelime münâda olduğu için terhım yapılmış yani; sonu atılmıştır. Aslı «vâ fülânı»'dır. Ancak bu terhim kaide hârici yapılmıştır. Maamafih Kâdî Iyâz'in rivâyetine göre «fiil» kelimesi, fülân mânâsına gelen ayrı bir lügattir diyenler de olmuştur. Yine Kâdî Iyâz'a göre Teâlâ Hazretlerinin kuluna: «Ben seni reis yapmadım mı? Sana ganimetin dörtte birini vermedim mi? ilâh...:» buyurmasından murad: «Seni hiç bir meşakkate düçâr etmeden rahat yaşatmadım mı? demektir. Ganimetin dörtte birini almak câhiliyyet hükümdarlarının âdeti idi. Dünyada bunca nimetlere nail olmuşken, Allah'ını hatırlamadığı külün itirafı ile meydana çıkınca Teâlâ Hazretleri: "Öyle ise bugün ben de seni unutuyorum." diyecektir. Birçok defalar gördüğümüz vecihle Teâlâ Hazretleri hakkında unutmak, hatırlamak gibi şeyler muhal olduğu için, bu cümlenin mânâsı: «Ben de sana rahmetimi men ediyorum.» şeklinde te'vil olunmuştur. îman iddiasında bulunan üçüncü kula: «öyle İse şuraya!» Duyurulmasının mânâsı: «Sen şuraya ayrıl bakalım, bir de uzuvlarına soralım. Senin hakkında onlar ne gibi şehâdette bulunacaklar...» demektir. Neticede bütün azası aleyhine şehâdet edecek, böylece yalancılığı ortaya çıkacak, Allah'ın azabına düçâr olacaktır. 7630- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl, o da Umara b. Ka'kâ'dan, o da Ebû Zür’a’dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah’ım! Âli Muhammed'in rızkını: yetecek kadarcık ver!» diye duâ ettiler. 7631- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb de rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Veki' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Umara b. Ka'kâ'dan, o da Ebû Zür’a’dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allahım! Âli Muhammed'in rızkını yetecek kadar ver!» diye dua ettiler. Amr’ın rivâyetinde: «Allahım! Rızık ver!» denilmiştir. 7632- Bize bu hadîsi Ebû Saîd el-Eşecc de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. (Dedi ki) ; Ben A'meş'i, Umara b. Ka'kâ’dan bu isnadla rivâyet ederken dinledim. O: «Kût» yerine «kefâf» demiştir. 7633- Bize Züheyr b. Harb ile İshak b. İbrahim de rivâyet ettiler. (İshak: Ahberanâ; Züheyr ise: Haddesenâ tâbirini kullandı, Dedi ki): Bize Cerir Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): «Âli Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisi Medine'ye geleliden vefatına kadar, üç gece arka arkaya buğday yemeğinden doya doya yememişlerdir.» 7634- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İshak b. İbrahim rivâyet ettiler. (İshak: Ahberanâ; ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Dediler ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âİşe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) göçüp gidinceye kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yememiştir.» 7635- Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû İshak'dan rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Abdurrahman b. Yezid'i, Esved'den, o da Âİşe'den naklen rivâyet ederken dinledim ki, Âişe şöyle dedi: «Âli Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) tâ Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ruhu kabzedilinceye kadar, İki gün arka arkaya arpa ekmeğinden doya doya yememiştir.» 7636- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Veki', Süfyan'dan, o da Abdurrahman b. Abis'ti den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): «Âli Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) üç geceden Fazla buğday ekmeğinden doya doya yememişlerdir.» 7637- Bize Ebü Bekr b. Ebû Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bİze Hafs b. Gıyâs, Hişam b. Urve'den, o da babasından naklen rivâyet ettî. (Dedi ki): Âişe şunu söyledi: «Âli Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisi göçüp gidinceye kadar, üç gece buğday ekmeğinden doya doya yememiştir.» 7638- Bize Ebû Kûreyb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Veki', Mis'ar'dan, o da Hilâl b. Humeyd'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): «Âli Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) iki gün buğday ekmeğinden doya doya yememiştir. İki günün biri mutlaka kuru hurma olmuştur.» 7639- Bize Amru'n-Nâkid rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abde Süleyman rivâyet etti. Amr dedi ki: Bize Yahya b. Yeman da Hişam Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle iemiş): «Hakîkaten biz Âli Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) (bazen) bir ay ateş yakmadan dururduk. Nafakamız ancak kuru hurma ile su idi.» 7640- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebû Üsâme ile İbn Nümeyr, Hişâm b. Urve'den bu isnadla: «Hakikaten biz dururduk...» diye rivâyet ettiler. O Âli Muhammedi anmamıştır. Ebû Küreyb İbn Nümeyr'den rivâyet ettiği hadîsinde: «Meğer ki, bize bir parçacık et gelmiş ola...» cümlesini ziyâde etmiştir. 7641- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ b. Küreyb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Hişam'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etti. Halbuki benim rafımda canlının yiyeceği bir şey yok. Yalnız bir rafımda bir parçacık arpa vardı. Ondan uzun zaman yedim. Nihayet onu ölçtüm de tükendi.» 7642- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdü'l- Aziz b. Ebî Hazım babasından, o da Yezid b. Ruman'dan, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki, şöyle dermiş: «Vallahi ey kız kardeşim oğlu! Biz hilâli görüyorduk, sonra (başka) hilâli, sonra (başka) hilâli, iki ayda üç hilâl görüyorduk da, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in evlerinde ateş yakılmazdı.» . Urve Dedi ki, ben: — Ey teyze, o hâlde sizin maişetiniz neydi? diye sordum. «— İki siyah (yani) kuru hurma ile su! Şu kadar var ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ensardan bir takım komşuları vardı. Onların da sağmalları vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sütlerinden gönderirler; o da bize içirirdi.» dedi. 7643- Bana Ebû't-Tâhir Ahmed rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Ebû Sahr, Yezid b. Abdillah b. Kusayt'dan naklen haber verdi. H. Bana Harun b. Saîd de rivâyet etti, (Dedi ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Sahr, İbn Kusayt'dan, o da Urve b. Zübeyr'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe'den, naklen haber verdi. (Şöyle dedi): «Gerçekten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir günde iki defâ doya doya ekmek ve zeytinyağı yemeden vefat etti. 7644- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Dâvud b. Abdirrahman El-Mekkî El-Attâr, Mansûr'dan, o da annesinden, o da Âişe'den naklen haber verdi. 7645- Bize Saîd b. Mansûr da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Dâvûd b. Abdirrahman El-Attâr rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Mansûr b. Abdirrahman El-Harcbî, an ümmü Safiyye'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlar iki siyaha (yani) kuru hurma ile suya doydukları vakit vefat etti.» 7646- Bana Muhammed b. Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman, Süfyan'dan, o da Mansûr b. Safiyye'den, o da annesinden, o da Âişe'den naklen rivâyet etti (Şöyle dedi): «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), vefat etti. Biz iki siyaha (yani) su ile kuru hurmaya doymuştuk.» 7647- Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivâyet etti, (Dedi ki): Bize Eşcaî rivâyet etti. H. Bize Nasr b. Alî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ahmed rivâyet etti. Her iki râvi Süfyan'dan bu isnadla rivâyet etmişlerdir. Şu kadar var ki, bunların Süfyan'dan rivâyet ettikleri hadîsinde: «Biz, iki siyandan doya doya yememişîik.» cümlesi vardır. 7648- Bize Muhammed b. Abbâd ve İbn Ebî Ömer rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Mervan (yani; El-Fezârî) Yezid'den (bu zât İbn Keysan'dır), o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): «Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, (İbn Abbâd Ebû Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, demiştir.) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar ailesini üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle doyurmamıştır.» 7649- Bana Muhammed b. Hatim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Yezid b. Keysan'dan rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Hâzim rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Ebû Hüreyre'yi parmağıyle tekrar tekrar işaret ederek: «Ebû Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar kendisi ve ailesi bir bir arkasına üç gün buğday ekmeği yememişlerdir.» 7650- Bize Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Ebû’l-Ahvas, Simâk'den rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Nu'man b. Beşîr'i şunu söylerken işittim: «Siz dilediğiniz müddetçe yiyecek ve içecek içinde değil misiniz? Gerçekten ben Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in karnını doyuracak kadar kötü hurma bulamadığını gördüm.» derken işittim. Kuteybe «bîhî» kelimesini anmamıştır. 7651- Bize Muhammed b. Râfi' rivâyet etti, (Dedi ki): Bize Yahya b. Âdem rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr rivâyet etti. H. Bize İshak b. İbrahim de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mülâî haber verdi. (Dedi ki): Bize İsrail rivâyet etti. Her iki râvi Simâk'den bu is-nadla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir. Züheyr'in hadîsinde: «Ama siz kuru hurma ile kaymağın çeşitlerinden başkasına razı olmuyorsunuz.» ziyâdesi vardır. 7652- Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki) ; Bize Şu'be, Simâk b. Harb'den rivâyet etti. (Dedi ki): Nu'man'ı hutbe okurken dinledim. Şunu söyledi. Ömer insanların dünyadan pide ettiklerini andı da, şöyle dedi: «Gerçekken ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı bütün gün kıvranıyor, karnını doyuracak kötü hurma bulamiyorken gördüm.» 7653- Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Ebû Hani haber verdi, o da Ebû Abdirrahman El-Hubuliy'i şöyle derken işitmiş. Ben Abdullah b. Amr b. Âs'dan dinledim. Ondan bir adam dilen»., muhacirlerin fakirlerinden değil mîyi»? demiş,. Bunun üzerine Abdullah ona — Senin kendisine sığınacak karın var mı? diye sordu. Adam: — Evet! cevâbını verdi. — Oturacak evin var mı? dedi. (Yine): — Evet! cevâbını verdi. Abdullah: — Öyle ise sen zenginlerdensin, dedi. Adam: — Benim bir hizmetçim de var! dedi. Abdullah: O halde sen kırallardansın, dedi. 7654- Ebû Abdurrahman dedi ki: Ben yanında bulunduğum halde Abdullah b. Amr b. Âs'a üç kişi geldiler. Ve: — Yâ Ebâ Muhammed! Vallahi biz hiç bir şeye kâdir değiliz. Ne nafakaya, ne hayvana, ne de eşyaya! dediler. Abdullah onlara: — Ne istiyorsunuz? İşitirseniz bize müracaat edersiniz. Biz de size Allah'ın başınızı çözeceği şeyleri veririz. İsterseniz hâlinizi Sultana anlatırız. Dilerseniz sabredersiniz. Çünkü ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Şüphesiz ki, muhacirlerin fakirleri kıyâmet gününde cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir.» buyururken işittim, dedi. Üç zât: — Öyleyse sabrederiz; hiç bir şey istemeyiz, dediler. Bu hadîsin Ebû Hureyre rivâyetlerini Buhârî «Kitâ-bu'r-Rikâk» ve «Kitâbul-Et'ime»'de; Hazret-i Âişe rivâyetlerini dahi «Kitâbu’l-Hibe», «Kitâbu'r-Rikâk» ve «Kitâbu'l-Et'ime»'rîe tahric etmiştir. Kut ve kefâf aynı mânâya gelen kelimelerdir. İkisi de israf yapmadan yetecek mikdar yiyecek demektir. Âli Resûlillah'dan murad; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevceleridir. Bu kelimeden bazan bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de kastedilir. Görülüyor ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ailesi efradı üç günden fazla arka arkaya buğday veya arpa ekmeği bulamadan geçirir, hiç bir zaman tıkabasa karınlarını doyurmaz. Aylarca bacalarının tütmediği olur, yani; evlerinde yemek pişirmezmiş. Tabiî ki, bu onların yoksulluklarından değil, hudutsuz cömertliklerinden idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi malından zevcelerinin senelik nafakasını ayırır, fakat cömertliğinden bu nafaka senenin yarısı gelmeden biterdi. En ucuz ve kolay bulunan nafaka kuru hurma olduğu için günde iki öğün yemek yerlerse, bunun biri mutlaka kuru hurma olurdu. Kuru hurmaya siyah denilmesi, ekseriyetle Medine'nin hurmaları siyah renkli olduğundandır. Suya da tağlîb tarikiyle siyah denilmiştir. Aksi takdirde suyun rengi yoktur. Hazret-i Âişe'nin: «Biz kuru hurma ile sudan karnımızı doyurmaya başladığımız vakit ilâh...» sözünden murad: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de karnını doyurmaya başladı, demektir. Karınlarını doyurdukları gıda kuru hurma idi... Bu hal Hayber’in fethinden itibaren başlamıştı ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan sonra ancak üç sene yaşamıştır. Karınlarını doyuran gıda ancak kuru hurma ise de, tokluğun tamamı su ile olduğundan Âişe (radıyallahü anhâ) gıda namına kuru hurma ile suyu zikretmiştir. Bu hadîsler Ümmehâtı mü'minin ile diğer sahâbe-i kirâmın da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte dünya metâma kıymet vermediklerine ve başkalarım kendilerine tercih ettiklerine delildirler. Rivâyetlerin Bazıları bir kimsenin fakru hâlini zenginledikten sonra zikrederek Allah'ın nimetlerini başkalarına da hatırlatmanın caiz olduğuna işaret etmektedir. |