10- İfk Hadisi ve Zina İsnadında Bulunan Kimsenin Tevbesinin Kabulu Hakkında Bir Bab 7196- Bize Hibban b. Mûsa rivâyet etti. (Dedİ ki): Bize Abdullah b. Mübarek haber verdi. (Dedi ki): Bize Yûnus b. Yezîd El-Eylî haber verdi. H. Bize İshak b. İbrahim El Hanzali ile Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd dahi rivâyet ettiler. (İbn Râfi' haddesena tâbirini kullandı; ötekiler: Bize Abdûrrezzak haber verdi dediler. Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi. Siyak, Abd'le İbn Râfi'in rivâyetinden Ma'mer'in hadîsidir. Yûnus ile Ma'mer ikisi birden Zûhrî'den demişlerdir. (Zûhrî Dedi ki): Bana Saîd b. Mûseyyeb ile Urve b. Zübeyr, Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ud, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe hadîsinden naklen iftiracılar kendisine söylediklerini söyleyip, Allah da onu bunların söylediklerinden beraet ettirdiği vakit haber verdi; Bu râvilerin hepsi bana onun hadîsinin bir kısmım rivâyet etti. Onun hadîsini bazısı bazısından daha iyi bellemiş ve rivâyetçe daha mazbut idi. Bunların herbirinden bana rivâyet ettiği hadîsi belledim. Hadîsleri birbirini tasdik etmektedir. Anlattıklarına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sefere çıkmak istediği vakit kadınlarının arasında kur'a çekerdi. Kur'a kime düşerse, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla birlikte sefere çıkardı. Âişe şöyle dedi: Yapacağı bir gaza için aramızda kur'a çekti de, o gazada kur'a bana isabet etti. Ben de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikte çıktım. Bu iş tesettür âyeti indirildikten sonra oldu. Ben hevdecimin içinde (deveye) bindiriliyor, gideceğimiz yere onun içinde indiriliyordum. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gazasını bitirip geri döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımız zaman bir gece yürüyüşü bildirdi. Yürüyüşü bildirdikleri vakit ben hemen kalktım; yürüdüm, hattâ orduyu geçtim. Hacetimi gördüğümde eşyanın yanına yöneldim. Göğsüme dokundum, bir de baktım ki, Zafâr boncuğundan yapılan gerdanlığım kopmuş. Derhal dönerek gerdanlığımı aradım. Onu aramak beni alıkoydu Benim semerimi yükleyen cemaat hevdecimi yüklemiş ve gitmişler. Gnt benim bindiğim deveme yüklemişler. Benim de içinde olduğumu zannetmişler. Âişe dedi ki: O zaman kadınlar hafif İdiler. Şişmanlamamışlar, kendilerini et kaplamamışti. Yiyecek nâmına ancak bir parça bir şey yiyorlardı. Cemâat hevdeci deveye yükler ve kaldırırken ağırlığını yadırgamamışlar. Ben körpe yaşta bir taze idim. Deveyi sürerek yürümüşler. Ben gerdanlığımı ordu gittikten sonra buldum. Bir de bulundukları yere geldim ki, orada ne çağıran var, ne cevab veren. Bulunduğum yerime vardım. Zannettim ki, cemaat beni arayacak ve yanıma dönecekler. Yerimde otururken uykum geldi. Ve uyuya kalmışım. Safvan b. Muattal Es-Sûlem sonraları Zekvânî ordunun arkasında mola vermişti. Gecenin sonunda yol çıkmış, benim bulunduğum yerde sabahlamış ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Hemen yanıma gelmiş ve beni gördüğü vakit tanımış, hakkaten bana tesettür farz kılınmazdan önce beni görüyordu. Beni tanıdığı vakit onun isttrcaiyle uyandım. Ve hemen çarşafımla yüzümü örttüm Vallahi benimle bir kelime konuşmadı. İstircaından başka ondan bir kelime işitmedim. Devesini çöktürdü; Ön ayağına bastı, ben de deveye bindim. Ve devemi yederek yola koyuldu. Nihayet orduya öğlen zamanı sıcak bastığında konakladıktan sonra yetiştik. Artık benim hakkımda hels olan helâk olmuştu. Bu işin büyük kısmını Abdullah b. Übey b. Selul üzerine almıştı. Müteakiben Medine'ye geldik. Medine'ye geldiğimiz vakit ben bir ay hasta oldum. Halk iftiracıların sözlerini dile doluyorlarmış. Ben bundan bir şey hissetmiyordum. Ama hastalığım esnasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den eskiden rahatsızlandığımda gördüğüm lüt görememek beni şüphelendiriyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadece içeriye girer, selâm verir, sonra: «Nasılsınız?» derdi. Bu da beni şüphelendirirdi. Ama bir kötülük hissetmezdim. Nihayet iyileştikten sonra dışarı çıktım. Benimle beraber Ümmü Mistah da Menasî tarafına doğru çıktı. Bu yer bizim helâmızdi. Yalnız geceden geceye çıkardık. Bu hâdise helaları evlerimize yakın yapmamızdan önce idi. Ayak yolu hususunda âdetimiz ilk Arabların âdeti idi. Helaları evlerimizin yanına yapmaktan eziyet duyardık. Ben ve Ümmü Mistah yürüdük. Bu kadın Ebû Ruhm b. Muttalib b. Abdi Menafin kızıdır. Annesi de Sahr b. Âmir'in kızı Ebû Bekri Sıddık'ın teyzesidir, Ümmü Mistah'ın oğlu Mistah b. Üsâse b. Abbâd b. Muttalifa'dir. Sonra ben ve Bintİ Ebû Ruhm hacetimizi gördükten sonra, benim evime doğru yöneldik. Derken Ümmü Mistah çarşafına bastı ve: — Mistah belâsını bulsun! dedi. Ben kendisine: — Ne fena söyledin! Bedr'de bulunmuş bir adama sövüyor musun? dedim. — Be kadın, sen onun ne söylediğini işitmedin mi? dedi. — Ne söylemiş? dedim. Bunun üzerine bana iftiracıların söylediklerini haber verdi. Ve hastalığım kat kat arttı. Evime döndüğüm vakit yanıma Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi ve selâm verdi. Sonra: «Nasılsınız?» diye sordu. — Bana ebeveynimin yanına gitmeye izin verir misin? dedim, o anda ben İm haberi onlardan iyice anlamak istiyordum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana izin verdi. Ben de ebeveynimin yanına gittim. Ve anneme: — Ey anneciğim! Âlem ne konuşuyor? dedim. Annem: — Ey kızcağızım, sakin ol! Vallahi pek az güzel kadın vardır ki, kendisini seven bir adamla evli olsun, ortakları da bulunsun da, onun aleyhinde çok lâf etmesinler, dedi. — Sübhanallah! Hakikaten halk hunu söylediler mi? dedim. Artık o gece ağladım. Gözümün yaşı dinmeden ve gözüme uyku girmeden sabahladım. Sonra (yine) ağlayarak sabahladım. Vahyin arası kesildiği zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinden ayrılmak husufunda istişarede bulunmak üzere Ali b. Ebi Tâlib ile Üsâme b. Zeyd'i çağırdı. Üsâme b. Zeyd, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ailesinin beraetini bildiğini ve onlara karşı beslediği sevgiye işaret ederek: — Ya Resûlallah! Onlar senin âilendir. Bİz hayrdan başka bir şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebî Tâlib'e gelince o: — Allah senin başını dara sokmaz, ondan başka kadınlar çoktur. Câriyeye sorarsan sana doğruyu söyler, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Berîre'yİ çağırarak: «Ey Berîre! Âişe'den seni şüpheye düşürecek bir şey gördün mü?»: diye sordu. Berîre ona: — Seni hakla gönderen Allah'a yemin ederim ki, ondan kendisini ayıplayacağım hiç bir şey görmedim. Şu kadar var ki, o genç yaşta bir tazedir. Ailesine yoğurduğu hamur üzerinde uyur da, koyun gelip o hamuru yer, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkarak minber üzerine çıktı ve Abdullah b. Übey b. Selûl'den Özür almak istedi. Âişe Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde iken şunu söyledi: «Ey müslümanlar cemaatı! Ehl-i Beytim hakkında ezası son dereceyi bulan bir adamdan benim özrümü kim alacak? Vallahi ben ailem hakkında hayrdan başka bir şey bilmem. Ailemin yanına da ancak benimle beraber girerdi.» Bunun üzerine Sa'd b. Muâz El-Ensârî ayağa kalkarak: — Senin Özrünü ondan ben alırım ya Resûlüllah! Şayet Evs kabîlesindense boynunu vururuz kardeşlerimiz Hazrec'den ise emir buyurursun, biz de senin emrini yaparız, dedi. Müteakiben Sa'd b. Ubâde kalktı. Bu zat Hazrec kabilesinin reisi ve iyi bir adam idi. Lâkin hamiyyet kendisini cahilleştirmişti. Sa'd b. Muâz'a: — Hatâ ettin! Allah'a yemir ederim ki, onu Öldüremezsin. öldürmeye kadir de değilsin! dedi. Arkacından Üseyd b. Hudayr kalktı. Bu zat Sa'd b. Muâz’ın amcası oğluydu. Sa'd b. Ubâde'ye: — Hatâ ettin! Allah'a yemin ederim ki, onu mutlaka öldürürüz. Sen gerçekten münafıksın. Münafıklar namına mücâdele ediyorsun, dedi. Ve iki kabîle (yani) Evs ve Hazrec ayaklandılar. Hatta çarpışmaya niyetlendiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise minberin üzerinde ayakta duruyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları yatıştırmaya devam etti. Nihayet sustular. O da sustu. Âişe Dedi ki: Ben o gün ağladım. Göz yaşım dinmiyor, gözüme uyku girmiyordu. Sonra ertesi gece de ağladım. Göz yaşım dinmiyor, gözüme uyku girmiyordu. Annem, babam "ağlamak" ciğerimi parçalayacak sanıyorlardı. Onlar benim yanımda oturuyor, ben de ağlıyorken ensardan bir kadın yanıma girmek için izin istedi. Kendisine izin verdim. Kadın oturup ağlamaya başladı. Biz bu minval üzere iken yanımıza Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi. Ve selâm verdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenenler söyleneli beri benim yanımda oturmamıştı. Bir ay beklemiş, benim hakkımda kendisine hiç bir şey vahyedilmemişti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturduğu vakit teşehhüd getirdi. Sonra şunu söyledi: «Bundan sonra Ey Âişe, hal şu ki, senden bana şöyle şöyle isnad geldi. Eğer suçsuzsan Allah seni beraet ettirecektir. Şayet bir günah işledinse, Allah'a istiğfar et! Ona tevbe eyle! Çünkü kul bir günahı itiraf eder de sonra tevbekâr olursa, Allah onun tevbesini kabul eder.» Âişe dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünü bitirince göz yaşım dindi. Hatta ondan bir damla hissetmez oldum. Babama: — Benim namıma Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), söyledikleri hakkında cevab ver! dedim. Babam: — Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ne söyleyeceğimi bilmiyorum, dedi. (Bu sefer) Anneme: — Benim namıma Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e cevab ver! dedim, O da: — Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ne söyleyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine ben genç yaşta bir taze olduğum ve Kur’ân'dan çok şey bilmediğim halde: — Vallahi ben iyi anladım ki, siz bu söyleneni işitmişsiniz. Hatta kalelerinize yerleşmiş. Ve ona inanmışsınız. Size ben suçsuzum desem — ki. Allah suçsuz olduğumu bilir— bu hususta bana inanmadınız. Size bir şey itiraf etsem —ki, Allah suçsuz olduğumu bilir— beni tasdik edersiniz. Vallahi ben kendimle size verecek misâl bulamıyorum. Ancak Yûsuf'un babasının dediği gibi benim işim güzel sabırdan ibarettir. Sizin söyledikleriniz üzerine yardım dilenecek (zat) Allah'dır, dedim. Âişe şöyle dedi: Sonra yan dönerek döşeğime yattım. Halbuki ben vallahi o anda suçsuz olduğumu; ve Allah'ın beni beraet ettireceğini biliyordum. Lâkin vallahi hakkımda okunan vahy (Kur'ân) indirileceğini zannetmiyordum. Benim halim, beklentim kendimce Allah (Azze ve Ceze)'nin hakkımda âyet göndereceği şeklinde değildi. Şöyle ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in uykuda rü'ya göreceğini; o rü'ya ile Allah'ın beni beraet ettireceğini bekliyordum. Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) meclisinden ayrılmamış; ev halkından hiç bir kimse dışarı çıkmamıştı ki. Allah (Azze ve Ceze) Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahy indirdi. Kendisini vahy anında basan şiddet yine bastı. Üzerine indirilen kelâmın ağırlığından soğuk günde (alnından) inciler gibi ter dökülüyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahy hâli açıldığı vakit kendisi gülüyordu. Konuştuğu ilk söz şu oldu: «Müjde ya Âişe! Allah seni beraet ettirdi.» Bunun üzerine annem bana: — Kalk, onun yanına git, dedi. Ben: — Vallahi onun yanına kalkıp gidemem. Allah’dan başka kimseye de hamdedemem! Benim berâetimi indiren O'dur, dedim. Âişe Dedi ki: Allah (Azze ve Ceze): "Şüphesiz ki, iftirayı getirenler sizden bir cemaatdır." Sûre-i Nur, âyet: 11 (âyetinden başlayarak) on âyet indirdi. İşte Allah (azze ve celle) bu âyetleri benim berâetim hakkında indirmiştir. Ebû Bekr —ki karabetinden ve fakirliğinden dolayı Mistah'a nafaka verirdi.—: — Vallahi Âişe hakkında söylediği lâkırdılardan sonra artık ona ebediyen bir şey vermem! dedi. Bunun üzerine Allah (azze ve celle): "Sizden fazilet ve varlık sahibi olanlar akrabaya yardımda bulunmayacağına yemin etmesin..." âyetini "Allah'ın size mağfiret buyurmasını dilemez misiniz?" kavli kerîmine kadar indirdi. Hıbban b. Mûsa Dedi ki: «Abdullah b. Mübarek: Allah'ın kitabında en ümid bahş âyet budur, dedi.» Ebû Bekr: Vallahi hen Allah'ın beni mağfiret buyurmasını dilerim, demiş ve Mistah'a evvelce vermekte olduğu nafakayı tekrar vermeye başlamış: Bunu ondan ebediyyen kesmem, demiş. Âişe Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcesi Zeyneb binti Cahş'a benim meselemi sordu: «Ne bildin (yahut) ne gördün?» dedi. O da: — Ya Resûlallah! Kulağımı ve gözümü korurum. Vallahi hayrdan başka bir şey bilmemi cevâbını verdi. Âişe şöyle dedi: Halbuki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcelerinden benimle boy ölçüşen oydu. Allah onu vera' ve takva ile korudu. Kız kardeşi Hanıne binti Cahş ise onunla mücâdele etmeye başladı ve helâk olanlar meyanında kendisi de helâk oldu. Zührî: «Bu cemâatin meselesinden bize gelen işte budur!» demiş. Yûnus'un hadîsinde de: «Hamiyyet onu kızdırdı...» tâbirini kullanmıştır. 7197- Bana EbûVRahi' El-Atekî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Füleyh b. Süleyman rivâyet etti. Bize Hasen b. Alî El-Hulvânî ile Abd b. Humeyd dabî rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ya'kub b. İbrâbim b. Sa'd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam, Salih b. Keysan'dan rivâyet etti. Her iki râvî Zührî’den, Yûnus ile Ma'mer'in isnadlarıyle onun hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlardır. Füleyb'in hadîsinde Ma'mer'in dediği gibi: «Hamiyyet onu cahilleştirmîşti.» cümlesi vardır. Salih'in hadîsinde ise Yûnus'un dediği gîbî: «Hamiyyet onu kızdırmıştı.» cümlesi vardır. Salih'in hadîsinde su ziyâde vardır: «Urve dedi ki, Âişe, yanında Hassân'a sövülmesinden hoşlanmaz ve şöyle derdi: Çünkü o: Şüphesiz benim babam, onun babası ve benim ırzım, Muhammed'in ırzını sîzden korumak için koruntudur, demiştir.» Şunu da ziyâde etmiştir: «Urve dedi ki: Âişe şunu söyledi: «Vallahî! Hakkında söylentiler dolaşan şu adam: Sübhanellah! Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben asla bir kadının elbisesini açmamışındır, diyor. Âişe: Bundan sonra, o Allah yolunda şehid olarak öldürüldü, dedi.» Ya'kub b. İbrahim'in hadîsinde «Mûgirîne» yerine «Müırîne» denilmiştir. Abdürrezzâk da «mûgirîne» denilmiştir. Ahd b. Humeyd: «Abdürrezzâk'a mûgirîne sözü ne demektir? diye sordum: Vagra sıcağın şiddeti demektir, cevabını verdi.» demiş. 7198- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Ala' rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebû Üsâme, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Benim haberim yokken hakkımda söylenenler söylendiği vakit Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe okumak üzere ayağa kalktı da, teşehhüd getirdi. Allah'a ehil olduğu şekilde bamdü senada bulundu. Sonra şunu söyledi: «Bundan sonra! Bana zevcemi itham eden bir takım insanlar hakkında düşüncenizi söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben ailemden hiç bir kötülük bilmem. Onları kiminle itham ettiler. Vallahi o zât hakkında hiç bir kötülük bilmem. Benim evime ben yanında olmaksızın hiç girmemiştir. Ne zaman bir sefere gidersem, o da benimle beraber gitmiştir...» Râvî hadîsi kissasıyle nakletmiştir. Bu hadîsde şu da vardır: «Ger çekten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) evime girerek cariyeme sor du. o da: — Vallahi onun hiç bir kusurunu bilmem. Şu kadar var ki, uyuklar. Hattâ koyun girerek hamurunu yerdi. (Râvî Hişam acîn mi dedi, hamîr mi şekketmiştir.) Bunun üzerine cariyeyi arkadaşlaruıdan biri azarladı ve: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e doğruyu söyle, dedi. Nihayet cariyeye meseleyi açıkladılar. Câriye: — Subhânallah! Vallahi onun namına kuyumcu kırmızı altın külçesi için neyi biliyorsa, ben de onu bilirim, dedi. Bu mesele, hakkında dedikodu edilen adamın kulağına vardı. O da: — Sübhanallah! Vallahi ben hiç bir kadın elbisesi açmadım, dedi. Âişe: Bu zât Allah yolunda şehid olarak Öldürüldü, demiş.» Yine bu hadîsde şu ziyâde vardır: «İftirayı dile dolayanlar Mistah, Hınıne ve Hassan idiler. Münafık Abdullah b. Übey'ye gelince bu meseleyi o kurcalıyor, o topluyordu. Onun büyük kısmını üzerine alan kendisi İle Hınıne'dir.» Bu hadîsi Buhârî «Kitabut-Tefsir»'de ve kimi uzun, kimi kısa olmak üzere Sahîh'inin birkaç yerinde tahric etmiştir. Ulemadan bazıları Zührî'nin bu hadîsi dört rivâyeti bir araya getirmek suretiyle naklini tenkid etmiş ve: «Zührî bu rivâyetleri ayrı ayrı nakletmeliydi.» demişlerse de Nevevî bunlara cevab vermiş: Zührî'nin yaptığı caiz olduğunu; bunda hiç bir kerahet bulunmadığım bildirmiştir. Zührî'nin rivâyetlerini biraraya topladığı hafızlar tabiînin en büyüklerinden sayılan İmâmlardır. Üstelik hadîsin bir kısmını birinden, diğer yerini ötekinden aldığını bildirmiştir. Hadîsin hangi parçasını kimden aldığını'bildirmemesi zarar etmez, öyle br hadîsle ihticac şahindir. Çünkü râvîleri mevsukdur. Bir hadîs hakkında râvî: «Bunu bana Zeyd yahut Amr rivâyet etti...» dese, ikisi de mu'temed olmak şartıyle o hadîs bilittifak hüccet olur. İfk: Yalan demektir. Bazıları yalanın en çirkini mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu kelime esas itibariyle bir şeyi tersine çevirmek mânâsına gelir. Burada da Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) hâiz olduğu iffet ve şeref itibariyle hamdü senaya lâyık iken, ona iftira atanlar bunu tersine çevirerek kendisine bühtanda bulunmuşlardır. Hazret-i Âişe'nin kur'a çekerek iştirak ettiği bu gaza Benî Müstalik gazâsıdır. Kendisi o zaman henüz onbeş yaşını doldurmamıştı. Ordudan bir parça geri kalmayla üzerine en çirkin iftirayı atanlar: Başta münafıkların reisi Abdullah b. Übey olmak üzere Zeyd b. Rıfâa, Hassan b. Sabit, Mistah b. Üsâse, Hanıne binti Cahş ve yardımcılarıdır. Bunlardan Mistah , Hazret-i Âişe'nin akrabasıdır. Mistah, çadır direği mânâsına gelir. Bu kelime onun lâkabıdır. İsmi Avf'dır. Hâdise hadîs-i şerifte tafsilâtiyle anlatılmıştır. Neticede masum olan Ümmü'l-Mü'minin Âişe (radıyallahü anha) validemizin beraeti hakkında Teâlâ Hazretleri birbiri ardınca tam onse-kiz âyet indirmiştir. Teıse yahut Tease: Ayağı kaydı, helâk oldu, kendisine kötülük lâsım geldi, uzak oldu ve yüzü üstü düştü mânâlarına gelir. Ey hentahu kelimesi kadınlara mahsus bir nidadır. Bâzılarına göre ey kadın, diğer bâzı ulemâya göre ey şaşkın kadın, mânâsına gelir. Hadimdeki Özür almaktan murad; bazılarına göre yardımda bulunmaktır. Hazret-i Zeyneb'in: «Ben kulağımı ve gözümü korurum...» sözünden maksadı işitmemişken işittim demekten; görmemişken gördüm demekten korunurum demektir. Kadın elbisesi açmamak tâbiri kadınlarla cinsi münasebette bulunmamaktan kinayedir. Hazret-i Alî'nin: «Ondan başka kadınlar çoktur...» sözü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için maslahat ve nasihat icâbı söylenmiş bir sözdür. Yoksa —Hâşâ— Hazret-i Âişe hakkında söylenenlere inanmış değildir. Âyetler indikten sonra annesinin Hazret-i Âişe'yi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e göndermesi, ona teşekkür etsin ve başından Öpsün, di-yedir. Âişe (radıyallahü anha) ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i bu söylentilere kulak astığından dolayı zınınen muahezede bulunmak içrı bunu yapmamıştır. Âişe (radıyallahü anha) kendisine bir günah işleyip işlemediği sorulunca üzüntüsünün şiddetinden Ya'kub (radıyallahü anh)’in ismini hatırlayamamış, bundan dolayı ona Yûsuf'un babası demiştir. Bu cihet Buhârî'nin rivâyetinde tasrih edilmiştir. İfk hadîsinden ulemâ birçok faideler çıkarmışlardır. Şöyle ki: 1- Bir hadisi parça parça birkaç kişinin rivâyetinden alarak topluca rivâyet etmek caizdir. 2- Kadınlar arasında kur'a çekmek sahihtir. 3- Erkeğin karısıyle sefere çıkması caizdir. 4- Kadınların gazaya gitmeleri caizdir. 5- Kadınların hevdece binmeleri caizdir. (Hevdec içerisine kadınlar oturmak için tahtadan yapılan ve develere yüklenen odacıktır.) 6- Seferde erkeklerin kadınlara hizmet etmeleri caizdir. 7- Askerin yola çıkması kumandanın iznine bağlıdır. 8- Kadınların seferde de gerdanlık takmaları caizdir. 9- Mahrem olmayan bir kadını hayvana veya vasıtaya bindiren se zaruret olmadıkça onunla konuşmamalıdır. 10- Yemeklerde ihtiyaçtan fazla yiyip şişmanlamamak gerekir. 11- Bir ihtiyaçtan dolayı ordunun bazı efradının geriye kalması caizdir. 12- Başı sıkılana, yolunu kaybedene yardımda bulunmak müstehabdir. 13- Ecnebi kadınlara karşı terbiyeli davranmak, bilhassa zarurette onlarla başbaşa kalındığı zaman Hazret-i Safva in yaptığı gibi, edeb ve terbiyeye riâyet etmek gerekir, 14- Musibet anında istirca müstehabdır. (İstirca): Biz Allabmız ve biz ancak ona döneceğiz mânâsına gelen: înnâlillahi... âyetini okumaktır. 15- istenmeden yemin etmek caizdir. 16- Hastanın halini sormak müstehabdır. 17- Bir hacet için dışarı çıkan kadının yanında başka bir kadın bulundurması müstehabdır. 18- Subhanallah Lâfzıyla taaccüb caizdir. 19- Mühim işlerde yakınları ve dostlarıyle istişarede bulunmak müstehabdır. 20- Mühim işler zuhurunda hükümdarın hutbe okuması caizdir. 21- Hadîs-i serîf, Hazret-i Safvân ile Sa'd b. Muâz ve Üseyd b. Hudayr’ın faziletlerine delildir. 22- Fitne ve kavgaları yatıştırmak için acele koşmak müstehabdır. 23- Sözü büyüklere havale etmek müstehabdır. 24- Nimetler yenilendikçe şükründe yenilenmesi müstehabdır. 25- Hadîs-i şerîf, Hazret-i Âişe'nin ve babası Ebû Bekr (sallallahü aleyhi ve sellem)’in faziletlerine delildir. 26- Akraba, kötülük de yapsalar kendilerine yardımda bulunmak müstehabdır, 27- Kötülük yapan kimseyi affetmek müstehabdır. 28- Hadîs-i şerîf Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb (radıyallahü anh)’in faziletine delildir. 29- Bâtıl amelde bulunan mutaassıp bir kimseye sitemde bulunmak caizdir, |