1- Ebû Bekri Sıddıki (radıyallahü anh)’in Faziletlerinden Bir Bab 6319- Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Humeyd ve Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivâyet ettiler. Abdullah: Ahberana; ötekiler ise Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki): Bize Habbân b. Hilal rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Sabit rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Enes b. Mâlik rivâyet etti. Ona da Ebû Bekr'i Siddîk rivâyet etmiş. Ebû Bekr Şöyle dedi: Biz mağarada iken başlarımızın üzerinde müşriklerin ayaklarını gördüm. Ve: — Ya Resûlallah! Birisi ayaklarına baksa; ayaklarının altında bizi görecek! dedim. «Yâ Ebâ Bekr, üçüncüsü Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun!» buyurdular. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu-Fadâili-Eshab» ile «Hicret, bahsinden; Tirmizî «Tefsîr»'de tahric etmişlerdir. İki kişiden murad Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) île Hazret-i Ebû Bekr, üçüncüsü de Allah'ın kudret ve yardımıdır. Hadîsin bir rivâyetinde: «Sus yâ Ebâ Bekir! iki kişi; üçüncüsü Allah!» buyurulmuştur. Bu hadîsin mübtedası mahzufdur. Cümle: Biz iki kişiyiz, Allah bu iki kişiye yardımcıdır, takdirindedir. İmâm Ebû Abdullah El-Mâziri diyor ki: «Ulernâ sahabenin birbirlerinden üstün çıkarılması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir taife: Biz fark yapmayız, bilâkis bundan çekiniriz, demiş; cumhûr farka kail olmuşlardır. Sonra ihtilâf etmişler; Ehl-i Sünnet: Sahabenin efdali Ebû Bekr-i Sıddîk'dir demiş; Hattâbî'ye onların efdali Ömer b. Hattâb'dır iddiasında bulunmuş; Kâvendiyye fırkası Abbâs'in hepsinden efdal olduğunu söylemiş, Şîiler ise bunun Hazret-i Ali olduğuna kail olmuşlardır. Ehl-i sünnet, sahabenin en faziletlisi Ebû Bekr, ondan sonra Ömer olduğuna ittifak etmiş; bunların cumhûru ondan sonra Osman, daha sonra Ali geldiğini söylemişlerdir. Küfe'li bâzı ehl-i sünnet âlimleri Ali'nin Osman'dan önce geldiğini söylemişlerse de, sahîh ve meşhur olan Osman'in Ali'den efdal sayılmasıdır.» Ebû Mansûr Bağdadî diyor ki: «Ulemâmız bu tertib üzere dört halifenin, sahabenin en faziletlileri olduğuna, sonra cennetle müjdelenen on kişi, sonra Bedir gazileri, sonra Uhud gazileri, sonra Bey'ati Rıdvan'da bulunanlarla ensardan her iki Akebe bey'atında bulunan meziyet sahipleri ve keza sabikûnu evvelûn geldiğine icma etmişlerdir. Sabikûnu evvelûndan murad nü Müseyyeb ile bir taifeye göre, iki kıbleye doğru namaz kılmış olanlardır. Şa'bi'nin kavline göre Bey'atü'r-Rıdvân'da bulunanlar Atâ ile Muhammed b. Ka'b'a göre de Bedir gazileridir.» Kâdî Iyâz’ın beyânına göre içlerinde İbn Abdil -Berr de bulunan bir takım ulemâ Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hayatında vefat eden ashabın, onun hayatından sonra sağ kalanlardan daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Fakat mutlak olan bu söz kabul görmemiştir. Bu farkın kat'î olup olmadığında hem zahire, hem bâtına göre mi, yoksa sadece zahire göre mi olduğunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebû'l-Hasen El-Eş'arî kat'î olduğunu söylemiştir. «Bunlar fazilet hususunda da halifelikleri tertibine göredir.» demiştir. Ebû Bekri Bakıllânî ise bu farkın kat'î değil, zannî ve içtihadı olduğunu söylemiş, ulemanın bu fark hususundaki ihtilâfını zikretmiştir. Ulemâ Hazret-i Âişe ile Hazret-i Hatice'nin ve keza Âişe ile Fâtma (radıyallahü anh)’nın hangisi efdal olduğunda da ihtilâf etmişlerdir. Nevevî diyor ki: «Osman (radıyallahü anh)’in halifeliği bilicma sahihtir. O mazlum -olarak şehid edilmiş, kendisini bir takım fasıklar öldürmüşlerdir. Ashâb-ı kirâm'dan onu öldürmeye iştirak eden yoktur. Onu el-ayak takımı ve kabilelerin en adî ve sefilleri öldürmüşler, Ashâb-ı kirâmın mevcut olanları bunları defetmekten âciz kalmışlardır. Nihayet reziller gurubu onu muhasara ederek öldürmüşlerdir. Ali (radıyallahü anh)'a gelince onun hilâfeti bilicma sahihtir. Kendi zamanında Halife o idi. Başkasının hilâfet hakkı yoktu. Muâviye (radıyallahü anh) ise âdil, fâzıl ve necib Ashâb-ı kirâm-dandır. Olup biten harplere gelince: Bu harpler sebebiyle her taifede bir şüphe hâsıl olmuştu ki, bu şüphe sebebiyle her taife kendinin doğru hareket ettiğine inanıyordu. Ashabın hepsi âdildirler. Allah-onlardan razı olsun. Harblerinde ve sâirede ise tevilcidirler. Bu te'vilcilik onlardan hiç birini adaletten çıkarmamıştır. Çünkü onlar müctahiddirler. İctihadi bir takım meselelerde ihtilâf etmişlerdir. Nitekim onlardan sonra gelen müctehidler de kan ve şâire meselelerinde ihtilâf etmişlerdir. Bundan, onlardan herhangi birinin eksik taraflı olması lâzım gelmez. Bilmiş ol ki, bu harblerin sebebi, dâvaların şiddetle birbirine benzer olmasıdır. Bundan dolayı ashabın icühadları muhtelif olmuş, kendileri üç kısma ayrılmışlardır. Bir kısma göre ictihad sayesinde hakkın bu tarafda olduğu, muhalifinin âsî sayıldığı anlaşılmıştır. Bunların itikadına göre âsî ve bâği olan muhalifle harbetmek vâcibdir. Onlar da bunu yapmıştır... İkinci kısım birincilerin tam aksinedir. Onlar da ictihad sayesinde hakkın karşı tarafda olduğunu anlamışlardır. Binâenaleyh o tarafa yardım etmek vâcibdir. Üçüncü kısım hiç bir tarafı tercih edemeyip hayrette kalanlar ve ne hüküm vereceğini bilemeyenlerdir. Bunlar her iki fırkadan uzak kalmışlardır. Bu hareket onlar hakkında vâcibdir. Çünkü: Bir müslümanın ölümü hakettiği anlaşılmadıkça üzerine hücum etmek helâl değildir. Bunlar iki tarafdan birinin tercih edileceğini ve hakkın onunla olduğunu anlasalar yardımdan geri kalmaları caiz olmazdı. Binâenaleyh hepsi mazurdurlar, Allah kendilerinden razı olsun. Bundan dolayıdır ki, Ehl-i Hak ve icmâına îtimad olunan ulemâ bu zevatın şahitliklerinin ve rivâyetlerinin kabulüne, adaletlerinin kemâline ittifak etmişlerdir. Hadîs-i şerîf Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin bu kadar tehlikeli bir anda bile sonsuz tevekkül sahibi olduğuna ve Hazret-i Ebû Bekr'in faziletine delildir. 6320- Bize Abdullah b. Ca'fer b. Yahya b. Hâlid rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ma'n rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mâlik, Ebû'n-Nadr’dan, o da Ubeyd b. Huneyn'den, o da Ebû Saîd'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberin üzerine oturarak şöyle buyurmuş: «Bİr kul ki, Allah kendisini dünya nimetlerini vermekle kendi nezdindekiler arasında muhayyer bırakmış, o da onun nezdindekileri seçmiştir.» Bunun' üzerine Ebû Bekr ağlamış ve ağlamış. Sonra şunu söylemiş ; — Sana babalarımızı, annelerimizi feda ettik. Ebû Saîd Dedi ki, muhayyer bırakılan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) idi. Ebû Bekr de onu en iyi bilenimiz idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: «Şüphesiz ki, bana matı ve sohbeti hususunda insanların en cömerdi Ebû Bekr'dir. Ben dost ittihaz edecek olsaydım mutlaka Ebû Bekr'i dost ittihaz ederdim. Lâkın din kardeşliği (efdaldir). Mescidde Ebû Bekr'in kapısından başka hiç bir kapı bırakilmıyacaktır.» 6321- Bize Saîd b. Mansûr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Füleyh b. Süleyman, Sâlim'den, o da Ebû'n-Nadr'dan, o da Ubeyd b. Huneyn ile Büsr b. Saîd'den, onlar da Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün hutbe okudu... Râvi Mâlik'in hadîsi gibi rivâyet etmiştir. 6322- Bize Muhammed b. Beşşâr El-Abdî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, İsmail b. Recâ'dan rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Abdullah b. Ebî'l-Hüzeyli Ebû'l-Ahvas'dan naklen rivâyet ederken dinledim. (Dedi ki): Ben Abdullah b. Mes'ud'u Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ederken dinledim. Şöyle buyurmuşlar: «Ben dost İttihaz edecek olsam mutlaka Ebû Bekr'i dost ittihaz ederdim. Lâkin o benim kardeşim ve arkadaşımdır. Gerçekten Allah (azze ve celle) sahibinizi halil ittihaz etmiştir.» 6323- Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan, o da Ebû'l-Ahvas'dan, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, şöyle buyurmuşlar: «Ben ümmetimden birini dost ittihaz edecek olsam; mutlaka Ebû Bekr'i ittihaz ederdim.» 6324- Bize yine Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Abdürrahman rivâyet etti. (Dedi ki) ; Bana Süfyân, Ebû İshâk'dan, o da Ebû'l-Ahvas'dan, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. H. 6325- Bize Abd b. Humeyd de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cafer b. Avn haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebû Umeys, İbn Ebî Müleyke'den, o da Ahdullah'dan naklen haber verdi. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ben dost ittihaz edecek olsam, mutlaka İbn Ebî Kuhafe'yi dost ittihaz ederdim!» buyurdular. 6326- Bize Osman b. Ebî Şeybe île Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. İshâk: Ahberana, ötekiler: Haddesena tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki): Bize Cerir, Muğîre'den, o da Vâsıf b. Hayyan’dan, o da Abdullah b. Ebî'l-Hüzeyl'den, o da Ebû'l-Ahvâs'dan, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. «Ben yeryüzü halkından dost ittihaz edecek olsam mutlaka İbn Ebî Kuhâfe'yi dost ittihaz ederdim. Lakin sîzin sahibiniz Halilullah'dir.»buyurmuşlar. 6327- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye ile Veki' rivâyet ettiler. H. Bize İshâk b. İbrahim de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cerir haber verdi. H. Bize İbn Ebî Ömer dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivâyet etti. Bu râvilerden hepsi A'meş'den rivâyet etmişlerdir. H. Bize Muhammed b. Abdillah ve. Nümeyr ile Ebû Saîd El-Eşecc de rivâyet ettiler. Lâfız her ikisinindir. (Dediler ki): Bize Veki' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Abdullah b. Mürra'dan, o da Ebû'l-Ahvâs'dan, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); «Dikkat edin, ben her dostun dostluğundan beraet ediyorum. Ben dost ittihaz edecek olsaydım mutlaka Ebû Bekr'i dost ittihaz ederdim. Muhakkak sahibiniz Halilullah'dır.» buyurdular. Ebû Saîd rivâyetini Buhârî «Menâkıbu'l-Ensar» bahsinde tahric etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ashabının ne derece mütenebbih olup anlayacaklarını denemek için ismini söylemeyerek: «Bir kul ki, Allah kendisini dünya nimetleri vermekle kendi nezdinde-kiler arasında muhayyer bırakmıştır.» demiş ve bununla Allah'ın kendisini yaşamakla ölmek arasında muhayyer bıraktığını, kendisinin de ölümü tercih ettiğini anlatmak istemiştir. Bu mânâyı Hazret-i Ebû Bekr derhal anlayarak ağlamaya başlamış ve ağlaması dineceği yerde gittikçe artmıştır. Sana babalarımızı, annelerimizi feda ettik demesi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vefatının yakın olduğunu anladığı içindir. Sair ashâb-ı kirâm Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in maksadını anlayamamış; Ebû Bekr'in bu sözüne ve ağlamasına şaşmışlardır. Bu husûsda, Buhârî'nin rivâyetinde şöyle denilmektedir: «Biz Ebû Bekr'e şaştık, cemâat birbirlerine: Şu Şeybe bakın! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın kendisine dünya nimetleri vermesiyle kendi nez-dindekiler arasında muhayyer bıraktığı bir kulu haber veriyor, o ise: Sana babalarımızı, annelerimizi feda ettik, diyor! dediler.» Filhakika muhayyer bırakılan kulun Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu Hazret-i Ebû Bekr herkesten önce anlamıştı. Durmadan ağlaması bundandı. Halil, yakın dost demektir. Kâdî Iyâz’ın beyânına göre hailenin aslı hücet, fakirlik ve inkıta' mânâsına gelir. Halilullah'ın mânâsı başka şeylerden alâkasını kesip kendini Allah'a veren demektir. Bazıları hacetim yalnız Allah'dan bekleyen mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu kelime: «Hılle» ve «Hülle» şekillerinde de okunmuştur. Bazıları bunun ihtisas mânâsına geldiğini, diğerleri safisini süzmek olduğunu söylemişlerdir. Bu kelime esasen muhabbet ve sevgi manasınadır. Halil sevdiğinden başkasına kalbinde yer kalmayan sevgili manâsına gelir, diyenler de vardır. Bazı hadîslerde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben Allah'ın habibiyim...» buyurmuştur. Habib de sevgili demektir. Bundan dolayı kelâm ulemâsı habibin mi, yoksa halilin mi daha yüksek bir sevgi ifâde ettiği hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazıları bu iki kelimenin aynı mânâya geldiğini söylemiş; bir takımları habibin daha yüksek bir mânâ taşıdığını, diğerleri halilin ondan daha yüksek mânâ ifade ettiğini söylemişlerdir. Demişlerdir ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Lâkin sîzin sahibiniz Halilullah'dır.» sözüyle kendisini kasdetmiştir. Yani: Ben ancak Allah'ın haliliyim, demek istemiştir. Şu halde Halil, Habibden daha yakın sevgili mânâsına gelir. Çünkü bu hadîste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kullardan hiç bir kimseyi halil ittihaz etmediğini bildirmektedir. Halbuki habiblik sıfatı yalnız Allah'a tahsis ettiği muhabbete mahsus değildir. Onun Hazret-i Hatice'ye, Âişe'ye, Ebû Bekr'e, Üsâme'ye, onun babası Zeyd'e, Hazret-i Fâtıma'ya, oğulları Hasan ile Hüseyin'e ve diğer zevata karşı muhabbeti vardı.» Maamafih mânâ itibariyle habibin halilden daha yüksek olduğunu söyleyenlerin sayısı daha fazladır. Allah'ın kulunu sevmesinden maksad, kendisine ibâdet ve tâat hususunda imkân vermesi, hidâyet ve rahmet buyurması, nice eltafma muvaffak kılmasıdır. Kâdî Iyâz diyor ki: «Bu muhabbetin başlangıcıdır. Nihayeti ise kulun kalbinden perdeyi açmasıdır. Tâ ki kul onu basireti ile görmeye başlar. Nitekim sahîh hadîste: «Ben kulumu seversem artık kendisiyle gördüğü gözü ben olurum... ilâh.» buyurulmustur.» Hazret-i Ebû Hüreyre gibi bazı Ashâb-ı kirâm Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında «Halilim» tâbirini kullanmışlardır. Fakat bu tâbir inkıta mânâsında kullanıldığı için, buradaki mânâya muhalif değildir. Sahâbinin her şeyden alâkasını keserek kendini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e adaması güzel bir şeydir. Halil kelimesinden maksadı da budur. 6328- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Abdillah, Hâlid'den, o da Ebû Osman'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Bana Amr b. As" haber verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Amr'ı zatı selâsil ordusuna kumandan göndermiş. Amr Şöyle dedi: Ona vararak: — Sana insanların en sevimlisi kimdir? diye sordum. «Âişe!» cevâbını verdi. — Yâ erkeklerden? dedim. «Babası!» buyurdu. — Sonra kim?» dedim. «Ömer!» buyurdu ve bir takım zevat saydı. Bu hadîsi Buhârî «Fedâli ashao» ne «megmı» Tirmizî ile Nesâî «Menâkıb»'de tahric etmişlerdir, Zatu Selâsil: Şam tarafında Benî Cüzam kabilesine ait bir sudur. Hicretin sekizinci yılında burada müslümanlarla küffar harb' ettiği için vak'aya bu yerin ismi verilmiştir. Mûte harbi bundan önce olmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Amr İbn Âs'ı ordu kumandanı tayin etmişti. Halbuki ordunun içinde Hazret-i Ebû Bekr'le Ömer de vardı. Bunu görünce Hazret-i Amr b. Âs: Galiba beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha çok seviyor; rütbe itibariyle bunlardan üstün tutuyor, diye düşünerek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hadîste zikri geçen suali sordu. Hadîsin muhtelif rivâyetlerinden anlaşıldığına göre Amr b. Âs kendisini söyler ümidiyle: «Ondan sonra kimi seviyorsun?» diye sormakta devam etmiş, fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hep başkalarını söylemiştir. Bunun üzerine Hazret-i Amr kendisine yakında sıra gelmeyeceğini anlayarak sormaktan vazgeçmiştir. Siyer ulemâsının beyânlarına göre gerçekten o gün Hazret-i Amr'dan daha üstün bir hayli Ashâb-ı kiranı bulunmakta idi. Nevevî: «Bu hadîs Hazret-i Ebû Bekr'le Ömer ve Âişe'nin pek büyük fazilet sahibi olduklarını açıkça göstermektedir. Bu hadîste Hazret-i Ebû Bekr'i, ondan sonra Ömer'i bütün sahabeden üstün kabul eden ehl-i sünnete açık delil vardır.» diyor. 6329- Bana Hasan b. Alî El-Hulvâni rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Avn, Ebû Umeys'den rivâyet etti. Bize Abd b. Humeyd de rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Avn haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebû Umeys, İbn Ebî Müley-ke'den naklen haber verdi. (Dedi ki): Ben Âişe'den dinledim. Kendisine: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yerine halife bıraksa, bu zât kim oturdu? diye soruldu da: — Ebû Bekr! dedi. Müteakiben kendisine: — Ebû Bekr'den sonra kim? olurdu denildi: — Ömer! cevâbını verdi. Sonra kendisine: — Ömer'den sonra kim? dediler. — Ebû Ubeyde b. Cerrah! Ve bunda karar kıldı. Görülüyor ki: Hazret-i Âişe, Ebû Ubeyde de durmuş, bir daha bir şey söylememiştir. Nevevî diyor ki-: «Bu hadîs sahabenin icmaı ile birlikte hilâfet için evvelâ Ebû Bekr'i, sonra Ömer'i hak sahibi gören Ehl-i Sünnetin delilidir. Yine bu hadîs gösteriyor ki Ebû Bekr'in halife olması, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in nassan emriyle değil, Ashâb-ı kirâmın icmaı iledir. Eğer ortada ona yahut başkasına ait bir emir bulunsaydı evvelâ ensarla diğer ashab arasında münazaa çıkmazdı. Bu nassı belleyen hafız da onu rivâyet eder, ashab ona müracaatta bulunurlardı. Lâkin evvel emirde ensar münazaa etmişlerdir. Ortada nassan bir emir de yoktur. Sonra Ebû Bekr'i halife seçmekte ittifak etmişler ve iş yatışmıştır. Şiîler'in Hazret-i Ali hakkında emir vardır, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun halife olmasını vasiyet etmiştir, şeklindeki iddiaları bâtıldır. Bütün müslümanlarm ittifakı ile asılsızdır. Onlann dâvalarıma bâtıl olduğuna Hazret-i Ali devrinden beri ittifak vardır. Kendilerini ilk yalanlayan: «Bizde şu sahifeden başka bir şey yoktur...» diyerek Ali (radıyallahü anh) olmuştur. Onda bir emir olsaydı söylerdi. Böyle bir şey söyledi ise hiç bir zaman nakledilmemiş, kendisine böyle bir, şey anan da olmamıştır.» 6330- Bana Abbad b. Mûsa rivâyet etti, (Dedi ki): Bize îbrâhim b. Sa'd rivâyet etti. (Dedi ki): Bana babam Muharomed b. Cübeyr b. Mutim den, o da babasından naklen haber verdi ki: Bir kadın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bir şey istemiş, o da kadına tekrar gelmesini emir buyurmuş. Bunun üzerine kadın: — Ya Resûlallah, ne buyurursun! Ya gelir de seni bulamazsam? demiş. — Râvi diyor ki: Babam herhalde kadın ölümü kastediyordu, dedi. — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. «Beni bulamazsan Ebû Bekr'e gıdiver!» buyurmuşlar. 6331- Bana bu hadîsi Haecâc b. Şâir de rivâyet etti. (Dedi ki): Ya'kub b. İbrahim rivâyet etti. (Dedi ki) ; Bize babam, bahasından rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Muhammed b. Cübeyr b. Mut’ım haber verdi. Ona da babası Cübeyr b. Mut'un haber vermiş ki, kadının biri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek bir şey hususunda onunla konuşmuş. O da kadına bir şey verilmesini emretmiş... Râvi Abbâd b. Mûsa'nın hadîsi gibi rivâyette bulunmuştur. Hafız İbn Hacer, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bir şey isteyen bu kadının ismini bulamadığın! söylemiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kadına tekrar gelmesini emir buyurması, yine bir şey vererek yardımda bulunmak içindir. Nevevî diyor ki: «Bu hadîsde Hazret-i Ebû Bekr'in halife olacağına dâir bir emir yoktur. Hadîs Allahü teâlâ’nın bildirdiği gaibi haber vermekten ibarettir.» 6332- Bize Ubeydullah b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Hârun rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim, b. Sa'd haber verdi. (Dedi ki): Bize Salih b. Keysan, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalığında bana şöyle buyurdu: «Bana Ebû Bekr'i ve kardeşini çağır da bir yazı yazacağım. Çünkü ben bir arzukeşin temenni etmesinden ve birinin: Ben daha lâyıkım, demesinden korkarım. —Halbuki bunu Allah ve mü'minler kabul etmez.— Yalnız Ebû Bekr müstesna!» Bu hadîsin son cümlesi muhtelif şekillerde rivâyet olunmuştur. Kâdî Iyâz: «Bu rivâyetlerin en güzelidir.» demiştir. Hadîsten murad şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölüm döşeğinde iken yerine bir halife bırakmayı düşünmüş, bunun için en lâyık Ebû Bekr'i gördüğünden oğlu ile ikisini çağırtarak bu husûsdaki vasiyetini' yazdırmak istemiştir. Buna sebep olarak da çıkması melhuz olan nizâyı göstermiş: «Çünkü ben halife olmaya hevesli bir kimsenin, halife ben olacağım demesinden yahut birinin, bu hak benimdir diye iddia etmesinden korkarım. Böyle bir iddiaya Allah ve mü'minler razı değildir. Yalnız Ebû Bekr müstesna. Bu husûsda o hak iddia ederse, onu Allah da, mü'minler de kabul eder.» demiştir. Nevevî diyor ki: «Bu hadîsde Ebû Bekri Sıddîk’ın faziletine açık delil vardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra vuku bulacak bâzı şeylere işaret buyurmuş; müslümanlarm Ebû Bekr'den başka kimsenin hilâfetini kabul etmeyeceklerini haber vermiş ve bunların hepsi olmuştur.» 6333- Bize Muhammed b. Ebî Ömer El-Mekkî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b. Muâviyete'l-Fezârî Yezid'den (bu zat İbn Keysan'dır), o da Ebû Hâzhn El-Eşcaî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. «Bugün sizden kim oruçlu olarak sabahladı?» diye sordu. Ebû Bekr: — Ben! cevâbını verdi. «Bugün sizden kim bir cenazenin arkasından gitti?» dedi. Ebû Bekr: — Ben! cevâbını verdi. «Bugün sizden kim bir fakiri doyurdu?» diye sordu. Ebû Bekr: — Ben! cevâbını verdi. «Ya bugün sizden hanginiz bir hastayı dolaştı?» buyurdular. (Yine) Ebû Bekr: — Ben! cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu hasletler bir kimsede toplanmaya görsün mutlaka cennete girer!» buyurdular. Bu hadis zekât bahsinde geçmişti. Kâdî Iyâz diyor ki: «Bunun mânâsı: Bu hasletler kendinde bulunan bir kimse kötü amelleri bulunmakla beraber soruşuz sualsiz cennete girer, demektir. Aksi takdirde mücerred iman dahi Allah'ın lûtfuyla cennete girmeyi iktiza eder. 6334- Bana Ebû't-Tâhir Abmed b. Amr b. Şerh ile Harmele b. Yahya rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihab'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Bana Saîd b. Müseyyeb ile Ebû Seleme b. Abdirrahman rivâyet ettiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: «Vaktiyle bir adam bir ineğini sürüyordu, üzerine yük yüklemişti. İnek ona bakarak: Ben onun için yaratılmadım. Ben ancak çift sürmek için yaratıldım, dedi.» Bunun üzerine cemâat şaşarak ve inek konuşur mu diye ürkerek: Sübhanellah! dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’de: «Ben buna inanıyorum. Ebû Bekr'le Ömer de!» buyurdu. Ebû Hüreyre Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: «Bir defa bir çoban koyunlarının içinde iken üzerine kurt saldırarak koyunlardan birini almış. Çoban onu tâkib etmiş, nihayet koyunu ondan kurtarmış. (Bu sefer) Kurt ona bakarak: Bu koyunlara yırtıcı gününde benden başka çobanları olmadığı günde kim bakacak! demiş.» Cemâat (yine): — Sübhanallah! dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: «Ben buna inanıyorum. Benimie birlikte Ebû Bekr ile Ömer dei»buyurdular. 6335- Bana Abdul-Melik Şuayb b. Leys de rivâyet etti. (Dedi ki): Bana babam dedemden rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Ukayl b. Hâlid, İbn Şihab'dan bu isnadla kurt ve koyun hikâyesini rivâyet etti. Ama inek kıssasını anmadı. 6336- Bize Muhammed b. Abbâd dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. H. Bana Muhammed b. Rafı' de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvud El-Haferî, Süfyân'dan rivâyet etti. Her iki râvi Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen Yûnus'un Zührî'den rivâyet ettiği hadîs mânâsında rivâyette bulunmuşlardır. Bunların hadîsinde inekle koyun kıssaları beraberce zikredilmiştir. İkisi de hadîslerinde: «Ben buna inanıyorum. Benimle birlikte Ebû Bekr'le Ömer de! buyurdu. Ama Ebû Bekr'le Ömer orada yoktular.» demişlerdir. 6337- Bize bu hadisi Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. - (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer de rivâyet etti. (Dedi ki)': Bize Şu'be rivâyet etti. H. Bize Muhammed b. Abbad da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Mis'ar'dan rivâyet etti. Her İki râvi Sa'd b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etmişlerdir. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu’l-Enbiya» ile «Kitâbu'!-Müzaraa«'da tahric etmiştir. Buhârî'nin rivâyetinden anlaşılıyor ki, inek ve koyun kıssaları İslâmiyetten önce ve ihtimal Benî İsrail zamanında vuku bulmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bunlara inandığım soyledikteh sonra orada olmadıkları halde Ebû Bekr'le Ömer'in de inandıklarını söylemesi, onların sadakatlarına ve imanlarının kuvvetine, Allah'ın kemâl kudretini bildiklerine güvendiğindendir. İneğin: Ben ancak çift sürmek için yaratıldım, dediği hasr edatı olan «İnnema» ile bildirilmişse de, burada hasr ve kasr bilittifak murad edilmemiştir. Çünkü çift sürmekten başka ineğin etinden ve sütünden de istifade olunur. Yırtıcı günü diye terceme ettiğimiz «Yevmü's-Seb»'den ne kasdedil-diği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bundan murad mahşer yeridir. Yani kurt, çobana: «Bu koyunlara mahşer gününde kim bakacak?» demek istemiştir. Bir takımları bundan ihmal günü kastedildiğini söylemişlerdir. Yani fitneler çoğaldığı, insanlar sürülerini çobansız bıraktığı zaman bu koyunlara kim bakacak? demektir. Bir takımlarına göre «Yevmi seb»'den murad bayram günüdür. Arabların câhiliyyet devrinde bu isimde bir bayramları vardı. O gün işi gücü bırakarak oyun ve çeşitli eğlencelerle meşgul olurlar, koyunlarını da kurtlar yerdi. Bu kavillerin içinde en doğrusu fitneler zamanında sürülerin ihmal edilmesi mânâsıdır. Bu rivâyetler Hazret-i Ebû Bekr'le Ömer'in faziletlerine keramet ve harikaların cevazına delildir ki: Ehl-i hakkın mezhebi de budur. |