Geri

   

 

 

 

İleri

 

32- Misafire İkram ve Onu Tercih Etmenin Fazileti Bâbı

5480- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ce-rir b. Abdul Hamid, FudayI b. Gazvan'dan, o da Ebû Hazım El-Eşcaî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle, demiş):

Bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek:

— Ben muhtacım! dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarından birine haber gönderdi. O da:

— Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun ki, evimde sudan başka bir şey yok, dedi. Sonra başka bir hanımına hater gönderdi, bu da bunun gibi söyledi. Hattâ bütün hanımları böyle söylediler.

— Hayır! Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun ki, evimde sudan başka bir şey yok, dediler. Bunun üzerine:

«Bu zâtı bu gece kim misafir edecek? Allah ona rahmet eylesin!» buyurdu. Hemen ensardan bir zât ayağa kalkarak:

— Ben ya Resûlallah! dedi. Ve onu evine götürdü. Karısına evinde bir şey var mı diye sordu. Kadın:

— Hayır! Yalnız çocuklarımın yiyeceği var, cevâbını verdi.

— Sen onları bir şeyle oyala! Misafirimiz girdiği vakit kandili söndür ve ona biz de yermişiz gibi göster. O yemeğe eğildi mi sen hemen kandile kalk ve onu söndür, dedi. Böylece oturdular ve misafir yemeğini yedi. Sabahlayınca Peyganiler (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vardı. O da (kendisine):

«Bu akşam (karı koca) her ikinizin misafirinize yaptığınıza Allah te-accûb buyurdu.» dedi.

5481- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivâyet etti.

(Dedi ki) ; Bize Veki', FudayI b. Gazvan'dan, o da Ebû Hazim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, ensardan bir adama bir gece misafir gelmiş. Evinde kendi yiyeceği ile çocuklarının yiyeceğinden başka bir şey yokmuş. Karısına:

— Sen çocukları uyut; kandili söndür ve ne yemeği varsa misafire takdim etî demîş.

Râvi diyor ki, arkacığından şu âyet indi:

"Onlar başkalarını kendi nefislerine tercih ederler, velev ki kendileri muhtaç olsunlar." Sûre-i Haşr, Âyet: 9.

5482- Bize bu hadîsi Ebû Küreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Fudayl, babasından, o da Ebû Hazim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi) ; Bir adam misafir olmak için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldi. Fakat evinde onu misafir edecek bir şey yoktu. Bunun üzerine:

«Bu zâtı misafir edecek kimse yok mu? Allah ona rahmef eylesin!» dedi. Hemen ensardan Ebû Talha denilen bir zât kalkarak onu evine götürdü...

Râvi hadîsi Cerir'in hadîsi gibi nakletmiş; bu hadîste Vekî'in zikrettiği gibi âyetin inişini de anmıştir.

Bu hadîsi Buhârî «Menâkıb» ve «Tefsir» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî de «Tefsîr» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Misafiri evine götüren ensârînin kim olduğu ihtilaflıdır. Bir rivâyete göre Ebû Talha Zeyd b. Sehl'dir. Kâdî İsmail «Ahkamu'l-Kur'ân» ismindeki eserinde bu zatm Sabit b. Kays olduğunu söylemiş. Bazıları Abdullah b. Revaha , bir takımları da hadîsin râvisi Ebû Hüreyre olduğunu söylemişlerdir.

Hane sahibinin karısına: «Sen onları bir şeyle oyala!» demesi; çocukların aç olmayıp, çocuk âdeti veçhile bir şey istediklerine hamledilmiş-tir. Zira yememek kendilerine zarar verecek kadar aç olsalar, müsâfir-den önce onları doyurmak vâcib olurdu. Bu karı kocayı Allah ve Resûlümethû sena etmişlerdir. Bu da gösterir ki, onlar bir vacibi terk etmemiş. Bilâkis güzel ve makbul bir iş yapmışlar, misafiri kendi nefislerine tercih etmişlerdir. Bu âyet-i kerîmeyi Allahü teâlâ onlar hakkında indirmiştir.

Hadîs-i şerifteki Allah'ın teaccûbundan murad yapılana razı olmasıdır. Bundan meleklerin teaccûbu kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde te-accûbü Allah'a izafe etmekten murad, meleklerin şerefini beyân içindir.

5483- Bize Ebû Bekr b- Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şebâbe b. Sevvâr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre Sabitten, o da Ahdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Mikdad'dan naklen rivâyet etti. Mikdâd (Şöyle dedi) ; Ben ve iki arkadaşım yoldan geldik. Açlıktan gözlerimiz, kulaklarımız gitmişti. Kendimizi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabına arzetmeye başladık. Ama onlardan hiç biri bizi kabul etmiyordu. Derken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldik, bizi hanesine götürdü, bir de baktık üç keçi!.. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şu sütü aramızda (paylaşmak üzere) sağın,» buyurdu. Artık sütü sağıyor ve bizden her birimiz nasibini içiyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e de nasibini takdim ediyorduk. O geceleyin gelerek Öyle bir selâm veriyordu ki uyuyanı uyandırmak, fakat uyanık olana îşîttirirdi. Sonra mescide gelir. Namaz kılar. Sonra sütünün kaşına gelerek içerdi. Derken bir gece bana şeytan geldi. Tam nasibınıi içmiştim.

(Dedi ki):

— Muhammed ensâra geliyor, ona hediye veriyorlar, onların yanında hissemend oluyor. Onun bu bir yudum süte ihtiyacı yoktur! Bunun üzerine ben sütün başına gelerek onu içtim. Karnıma yerleştiği ve onu çıkarmaya bir çare olmadığını anladığım vakit şeytan bana pişmanlık verdi. Ve:

— Yazık sana! Ne yaptın seni Muhammed'in sütünü nıü içtin? Bir gelir de onu bulamaz ve sana beddua ederse helâk olursun, dünyan da, âhirelin de (heba olup) gider, dedi. Üzerimde bir peştemaî vardı, onu ayaklanma koyarsam Başım meydana çıkar; başıma koyarsam ayaklarım meydana çıkardı. Uykum gelmemeye başladı. İki arkadaşını ise uyudular; onlar benim yaptığımı yapmadılar. Derken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek eskiden verdiği gibi selâm verdi. Sonra mescide geldi ve namaz kıldı. Sonra sütünün naşma gelerek onu açtı. Ama kabın içinde bir şey bulamadı. Bunun üzerine başını semaya kaldırdı. Ben (içimden): Şimdi bana beddua ediyor ve helâk oluyorum, dedim, (Halbuki) O:

«Allahım! Bana yiyecek verene, sen de yiyecek ver! Su verene, sen de su ver!» dedi. lien peştemala dönerek onu üzerime bağladım. Ve bıçağı alarak keçilerin yanına gittim. Hangisi semiz ise onu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kesecektim. Bir de baktım keçinin sütü toplanmış. Baktım hepsinin sütleri toplanmış. Bunun üzerine Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinin bir kabını ele geçirdim. Onun içine süt sağmaya tama' etmezlerdi, İçine sağdım. Hattâ südün üzerine köpük çıktı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldim.

«Bu akşam sütünüzü içtiniz mi?» dedi. Beü ;

— Ya Resûlallah iç! dedim. İçti, sonra bana verdi. Ben (yine):

— Ya Resûlallah iç! dedim, içti, sonra bana verdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kandığın ve duasına nail olduğumu anlayınca güldüm. Hattâ yere düştüm. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)

«Bu senin yaramazlıklarından biri (olacak) yâ Mikdad!»dedi. Ben de

— Ya Resûlallah! Halim şöyle idi, fren de şöyle yaptım, dedim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu Allah'ın rahmetinden başka bir şey değildir. Sen benden izin istesen de arkadaşlarımızı uyandırsak. onlar da bu sürten naisbedâr olsalardı ya!» buyurdu. Ben:

— Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun ki, ondan sen ve seninle beraber ben de nasibedar olduktan sonra, insanlardan kimin ondan nasibedar olacağına aldırış etmem, dedim.

5484- Bize İshâk b. İbrahim de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Nadr b. Şümeyl haber verdi.

(Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre bu isnadla rivâyette bulundu.

Hazret-i Mikdad ile iki arkadaşını kimsenin misafir etmemesi, baş vurdukları zevatın hep fakir olup, yiyecek bir şeyleri bulunmadığına hamledilmiştir.

«Bu senin yaramazlıklarından biri (olacak) yâ Mikdad!» cümlesiyle ondan önceki cümlelerden anlaşılıyor ki, Hazret-i Mikdad yaptığına çok pişman olmuş, buna son derece üzülmüş. Ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bedduasına uğrıyacağindan korkmuşken, onun bu sefer sütü içerek kandığını ve duasının kabul edildiğini görünce pek ziyade sevinmiş, gülmüş, üzüntüsü bir anda sevince inkılâb etmiştir.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Bu Allah'ın rahmetinden başka bir şey değildir.» sözünden murad: Bu sütü vakitsiz halk edip âdeti hilâfına biriktirmesi Allah'ın bir rahmetidir, demektir.

5485- Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî İle Hamid b. Ömer El-Bekrâvî ve Muhammed b. Abdi’l-A'lâ toptan Mu'temir b. Süleyman'dan rivâyet ettiler. Lâfız İbn Muâz'ındir. (Dediler ki): Bize Mu'temir rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam Ebû Osman'dan ve bir de Abdurrahman b. Ebî Bekr'den naklen rivâyet etti. Abdurrahman Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yüz otuz kişi bulunuyorduk. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sizden hiç birinizin yanında yiyecek var mı?» diye sordu. Bir de baktık, bir adamın yanında bir ölçek zahire veya bunun gibi bir şey bulunuyormuş. Hemen hamur karıldı. Sonra saçları dağılmış uzun boylu müşrik bir adam bir sürü koyun sürerek (yanımıza) geldi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (ona):

«Satılık mı, hediyye mi? —Yahut hibe mi?—» diye sordu. Adam:

— Hayır! Bilâkis satılık, dedi. Ve ondan bir koyun satın aldı. Koyun hasıllandi. Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ciğerinin kızartılmasını emir buyurdu. Allah'a yemin ederim yüz otuz kişiden hiç bir kimse yoktur ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o koyunun ciğerinden bir parça vermemiş olsun. Mevcut ise kendisine verdi. Gaibse onun için sakladı. Abdurrahman: «Akide çanak doldurdu, bunlardan hepimiz yedik ve doyduk. Kaplarda yemek de arttı da, ben onu deveye yükledim.» demiştir. Yahut dediği gibidir.

Bu hadîsi Buhârî «Buyu'» ve «Hibe» bahislerinde tahrîc etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in müşrik çobana:

«Satılık mır hedîyye mi? —Yahut— Satılık mı, hibe mi? dediğinde râvi şekketmiştir. Hadis-i şerîfde dört mucize vardır. Bunların birincisi kabı büyültmek, ikincisi ciğeri çoğaltmak, üçüncüsü çanakların genişlemesi, dördüncüsü herkes karnını doyurduktan sonra yemeğin artmasıdır.

5486- Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî ile Hâmîd b. Ömer el-Bekrâvi ve Muhammed b. Abdi'l-A'lâ El-Kaysî hepsi Mu'temirden rivâyet ettiler. Lâfız İbn Muâz'ındır. (Dediler ki): Mu'temir b. Süleyman rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana babam şunu söyledi. Bize Ebû Osman rivâyet etti. Ona da Abdurrahman b. Ebî Bekr rivâyet etmiş ki: Eshab-i Suffe. fakir insanlarmış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir defa:

«Kimde iki kişilik yemek varsa, üç kişi götürsün! Kİmde dört kişilik yemek varsa beşinciyi, altıncıyı götürsün.» buyurmuşlar. Yahut buyurduğu gibidir. Gerçekten Ebû Bekr üç kişi getirmiş. Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) on kişi (yine) Ebû Bekr üç kişi götürmüş. Râvi Şöyle dedi:

— Şan şu ki: Annem, babam ve ben — bilmiyorum karım da dedi mi — bizim evimizle Ebû Bekr'in evinin arasında bir hizmetçi vardı. Ebû Bekr Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında akşam yemeği yedi. Sonra yatsı kılmıncaya kadar durdu. Sonra döndü ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyuklayıncaya kadar yanında durdu. Gecenin Allah'ın dilediği kadarı geçtikten sonra geldi. Hanımı ona:

— Misafirlerinin yanına gelmekten yahut misafirinin yanına gelmekten seni alıkoyan nedir? dedi. Ebû Bekr:

— Sen onlara akşam yemeği vermedin mi? diye sordu. Kadın:

— Sen gelinceye kadar yemek istemediler. Onlara yemek (evdekiler) arzettiler. Fakat onlar galebe çaldı, dedi. Abdurrahman

Dedi ki: Ben giderek gizlendim. Ebû Bekr:

— Ey alçak! dedi. Beddua ve sitem etti. Ve:

— Yeyin, afiyet olmasın! dedi. Bir de:

— Vallahi ben bu yemekten ebediyyen tatmam! dedi. Abdurrahman diyor ki: Biz bu yemekten hiç bir lokma almıyorduk ki, altından o lokmadan daha fazla artmasın. Nihayet doyduk ve yemek öncekinden daha fazla oldu. Ebû Bekr ona baktı, ne görsün, olduğu gibice yahut daha Çok!.. Hanımına:

— Ey Benî Firâs'ın kız kardeşi! Bu ne? dedi. Hanım:

— Hayır iki gözüm! Şimdi o öncekinden üç kere daha çoktur, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr ondan yedi. Ve yeminini kasdederek:

— Bu ancak şeytandandı, dedi. Sonra yemekten bir lokma yedi. Ve yemeği Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e götürdü. Yemek onun yanında sabahladı. Bizimle bir kavm arasında akid vardı. Müddet geçti. Biz de on iki adamı reis yaptık. Her adamla birlikte onlardan bir takım insanlar bulunuyordu. Her adamla kaçar kişi bulunduğunu Allah bilir. Şu kadar var ki, onlarla beraber gönderdi ve yemekten toptan yediler. Yahut dediği gibidir.

5487- Bana Muhammed b. Müsennâ rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Salim b. Nuh El-Attâr, Cüreyrî'den, o da Ebû Osman'dan, o da Abdurrahman b. Ebî Bekir'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi):

Bize bir takım misafirlerimiz geldi. Babam geceleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le konuşuyordu, hemen geldi ve:

— Ey Abdurrahman! Misafirlerine akşam yemeği ver, dedi. Akşamlayınca' biz misafirleri ağırlamaya geldik, fakat onlar kabul etmediler. Evimizin babası gelerek bizimle beraber yemedikçe olmaz, dediler. Ben kendilerine:

— O hiddetli bir adındır. Eğer siz (dediğimi) yapmazsanız, ondan bana ezâ isabet edeceğinden korkarım, dedim. (Yine) kabul etmediler. Ebû Bekr geldiği vakit onlardan önce hiç bir şeye başlamadı:

— Ziyafetinizi bitirdiniz mi? diye sordu:

— Hayır! Vallahi bitirmedik, dediler.

— Ben Abdurrahman'a emretmedim mi? dedi. Ben ondan (bir tarafa) çekildim. O:

— Ey Abdurrahman! dedi. Ben (yine) çekildim. Bunun üzerine:

— Ey alçak! Sana yemin ediyorum, sesimi işitirsen mutlaka gel! dedi. Ben de geldim. Ve:

— Vallahi benim bir suçum yok! İşte misafirlerin! Onlara sor! Kendilerine yemeklerini getirdim ama onlar sen gelmedikçe yemekten çekindiler, dedim. Bu sefer (onlara):

— Size ne oldu? Bizden yemeğinizi kabul etmiyor musun? diye sordu. Abdurrahman

Dedi ki: Bunun üzerine Ebû Bekr:

— Vallahi bu gece ben bu yemekten tatmam, dedi. Onlar da:

— Vallahi sen tatmadıkça, biz de tatmayız, dediler. Ben bu gece gibi kötü bir gece görmedim. Yazık size! Ne oluyorsunuz da bizden yemeğinizi kabul etmiyorsunuz? dedi. Sonra şunu söyledi:

— Birinciye gelince o (yani yemin) şeytandandır. Yemeğinize gelin! Arkacığından yemek getirildi. Ebû Bekr besmele çekerek yedi. Misafirler de yediler. Sabahlayınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gitti ve:

— Ya Resûlallah! Onlar yeminlerinde durdu. Ben yeminimi bozdum, dedi. Ve (olanı) ona haber verdi. O da:

«Bilâkis sen onların en yemininde duranı ve en hayırlısısın!» buyurdular.

Abdurrahman: «Keffâret (verip vermediği) benim kulağıma gelmedi» demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Mevâkıtu's-Salât», «Alamâtu'n-Nûbûvve» ve «Edeb» bahislerinde: Ebû Dâvud «Kitabu'l-Eyman ve'n-Nuzûz»'da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hadîsin ikinci rivâyeti birincideki İbhamlan oldukça tefsir etmiştir. Yerinde de görüldüğü veçhile Ashâb-ı Suffe, Mescid-i Nebevi'nin sofasında yaşayan fakirlerdir. Bunlar muhtelif yerlerden gelerek mescidin arkasındaki sofaya sığınırlar, orada yatıp kalkarlardı. Bâzan âdetleri azalır, ba-zan yetmişe kadar çıkardı. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’den en çok hadîs rivâyet eden Hazret-i Ebû Hüreyre de onlar meyanında idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu rivâyetlerde Ashâb-ı Suffe'nin yemeğe davet edilmelerini teşvik etmektedir. Müslim'in birinci rivâyetinde:

«Kimde iki kişiye yetecek yemek varsa.. Ashâb-ı Suffe'den üç kişi götürsün...» buyurulmakta; Buhârî'nin rivâyetinde ise üç kişi yerine:

«Ashâb-ı Suffe'den üçüncü bir zât götürsün...» denilmektedir. Doğrusu da budur. Zaten Müslim'in rivâyetinde de hadîsin devamında:

«Kimin evinde dorf kişilik yiyecek varsa besinciyi, altıncıyı götürsün.» bu vurulmaktadır ki, bu da ondan evvel zikredilen üç kişiden üçüncü bir şahıs kastedildiğini te'kîd eyler. Maamafih Nevevî. Müslim rivâyetinin de bir vechi olduğunu bu rivâyetin:

«Üçü tamamlayan kimseyî götürsün » Yahut «Tam üç kişi götürsün.»

Müslim'in birinci rivâyetinde Ebû Bekr'in üç kişi getirdiği iki defa tekrarlanmıştır. Bundan sonra Abdurrahman: «Şân şu ki: Annem, babam ve ben...» diyerek bir cümle yapmıştır. Bu cümle mübteda haber cümlesidir. Yalnız haberi hazfedilmistir. Cümlenin tamamı şöyle takdir edilebilir. «Ben, annem ve babam vardık.»

«Bilmiyorum karım da dedi mi?» diye şekkeden hadîsin râvisi Ebû Osman'dır. «Karım da» dediğini farzedersek Hazret-i Abdurrahman'ın cümlesi şöyle olur: «Ben, annem, babam ve karım mevcuttu. İki evin arsında bir hizmetçi vardı.» Demek oluyor ki. oğul-baba ikisinin evlerine müştereken bir hizmetçi bakıyormuş.

Hazret-i Ebû Bekr'in hanımı Ümmü Rûman'dır. Süheylî adının Da'd olduğunu söyler. Bazılarına göre Zeynebdir. Bu kadın Benî Firâs kabîlesindendir.

Hazret-i Ebû Bekr'in ona: «Ey Benî Firâs’ın kız kardeşi» diye hitab etmesi: «Ey Benî Firâs kabilesinden olan hanımım» manasınadır. Kadının Hazret-i Ebû Bekr'e: «Seni misafirlerinden alıkoyan nedir?» mi, yoksa «Misafirinden alıkoyan nedir?» mi dediğinde râvi şekketmiştir. Misafirlerin yemek yememeleri Hazret-i Ebû Bekr’e acıdıkları içindir. Onsuz yerlerse tamamıyla aç kalacağından endişe etmişlerdir.

Hazret-i Abdurrahman'ın oradan giderek gizlenmesi babasından korktuğu içindir. Nitekim babası vaziyeti görünce hiddetlenerek Abdurrahman orada olmadığı halde ona söylenmiştir. Bunun sebebi de misafirlere ikramda kusur ettiği zannına kapılmasıdır. Buradaki çekingenliğin misafirlerden geldiğini anlayınca onları te'dib için «Yeyin, afiyet olmasın!» demiş ve yemekten yemeyeceğine yemin etmiştir.

Bazıları bunun beddua olmadığını, vaktinde yemedikleri için yemeğin midelerine iyi gelmeyeceğini haber vermekten ibaret olduğunu söylemişlerdir.

Nihayet yemeğin eksüeceği yerde artmakta olduğunu görünce Ebû Bekir (radıyallahü anh) da yemiş; yeminini kasdederek: «O ancak şeytandandı.» demiştir. Hazret-i Ebû Bekr:in yeminini bozması daha faziletli olanı yapmak içindir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadisinde:

«Bir kimse bir şeye yemin eder de, başkasını ondan daha hayırlı görürse, o hayırlı gördüğünü yapsın. Yemininden dolayı da keffâret versin.»

buyurmuştur. Ebû Bekr (radıyallahü anh)'in yemininden «Sizinle beraber yemem» yahut «Bu saatte» veya «Öfkeli iken yemem» mânâlarını kasdetmiş olması da mümkündür.