Geri

   

 

 

 

İleri

 

5- Âdil Hükümdarın Fazileti, Zalim Olanın Cezası; Teb'aya Karşı Yumuşak Davranmaya Teşvik ve Onlara Meşakkat Vermekten Nehi Bâbı

4825- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İb-nü Nümeyr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Amr’dan (yani İbn Dinar'dan), o da Amr b. Evs'den, o da Abdullah b. Amr'dan naklen rivâyet etti. İbn Nümeyr ile Ebû Bekir: (Onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ref ederek) dediler. Züheyr'in hadîsinde ise şu ibare vardır:

(Dedi ki): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şüphesiz ki, adaletle iş görenler, Allah katında nurdan minberler üzerinde Rahman (azze ve celle)'nin yemininde olacaklardır. Onun her İki yedi sağdır. Bunlar, hükümlerinde ve aileleri ile mütevellisi oldukları kimseler hakkında adalet gösterenlerdir.» buyurdular.

Muksit: Adaletle iş gören demektir. Kaasit ise: Zulmedendir. Yani bu kelime «if'âl» Bâbından kullanılırsa adalet, «sülâsî mücerred» olarak kullanılırsa zulüm mânâsına gelir.

Âdil hâkimlerin kıyâmet gününde nurdan minberler üzerinde bulunmaları Kâdî Iyâz'a göre hakikat da olabilir; yüksek mevkilerden kinaye de Nevevî ise bu sözün hakikat mânâsında kullanılmış olmasını daha zahir görmekte ve: «Onlar hakîkaten minberler üzerinde olacaklardır. Onların menzilleri de yüksektir.» demektedir.

Âdil hâkimlerin bir de Allahü teâlâ'nın yemininde olacakları bildiriliyor.

Yemîn: Sağ taraf, sağ el gibi mânâlara geldiği gibi, yine bu hadîste zikredilen «yed» de el demektir. Binâenaleyh tercemede:

«Allah'ın sağ tarafında olacaklardır.» «Onun her iki eli sağdır.» demek icâb ederdi. Fakat hadîs-i şerîf sıfat hadîslerinden olduğu için buradaki «yemin» ve «yed» kelimeleri müteşâbih (yani bu dünyâda mânâsını anlamaya imkân ve ümîd bulunmayan) kelimelerdendir. Müteşâbih-ler hakkında ulemânın ihtilâf ettiklerini evvelce görmüştük. Burada da bir nebze işaret edelim:

Ulemâdan Bazıları: «Biz bu gibi kelimelere inanır; te'vîli hakkıhda söz etmeyiz; mânâlarını bilmeyiz. Yalnız zahirî mânâlarının murâd olmadığına i'tikad ederiz. Onların Allah'a lâyık mânâları vardır. Ama o mânâları yalnız Allah bilir.» demişlerdir. Selef ulemânın ve bâzı kelâm âlimlerinin mezhepleri budur.

Bir takım ulemâ ise müteşâbihlerin yerine göre te'vil edileceğine kaildirler. Ekseri kelâm ulemâsının sözleri budur. Bu takdirde Kâdî Iyâz «yemîn»'den iyi hâl ve yüksek mertebe kasdedilmiş olacağını söylemiştir. İbn Arafe'nin beyanına göre Araplar iyi ve makbul işi sağa, zıddını da sola nisbet ederlermiş. Yemin yünın yani uğur ve bereketten alınmıştır.

Onun her iki yedi sağdır.» cümlesi, buradaki «yemîn» kelimesinden uzuv mânâsı kasdedilmediğne tenbîhtir. Zira el, sağ gibi şeyler Allahü teâlâ hakkında imkânsızdır.

«Bunlar hükümlerinde ve aileleri ile mütevellisi oldukları kimseler hakkında adalet gösterenlerdir.» cümlesinin mânâsı: Bu fazilet, üzerine aldığı hilâfet, valilik, hâkimlik yahut yetîm malında, vakıf ve emsalinde müvellîlik gibi hukukta adalete riâyet edenlere mahsustur, demektir.

4826- Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivâyet etti.

(Dedi ki):

Bize İbn Vehb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Harmele, Abdurrahmân b. Şümâse'den rivâyet etti. (Şöyle dedi):

Âişe'ye bir şey sormaya geldim.

— Sen kimlerdensin? Diye sordu. Ben de:

— Mısırlılardan bir adamım! Dedim. Müteakiben Âişe:

— Bu gazanızda sizinkinin size karşı muamelesi nasıldı? Diye sormuş. O da:

— Kendisinden bir fenalık görmedik. Bizden birimizin devesi ölse hemen ona deve verir; kölesi ölse köle verir; yiyeceğe mufatâc olsa yiyecek verirdi. Demiş. Bunun üzerine Âişe şunu söylemiş:

— Beri bak! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiğim bir şeyi sana haber vermekten, onun kardeşim Muhammed b. Ebî Bekr'e yaptıkları beni men'edemez! Şu evimde:

«Allahım! Bir kimse ümmetimin umurundan bir vazîfe alır da onlara zorluk gösterirse sen de ona zorluk göster! Bir kimse ümmetimin umurundan bir vazife alır da onlara hoş muamele ederse, sen de ona hoş muamele eyle!» buyurdular. "

4827- Bana Muhammed b. Hatim de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Mehdî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerîr b. Hâzim, Harmeletü'l-Mısrî'den, o da Abdurrahmân b. Şümâse'den, o da Âişe'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadîsin mislini rivâyet etti.

Hazret-i Âişe'nin ismini vermeden muamelesini sorduğu kumandan Amr b. Âs (radıyallahü anh) dır. Kardeşi Muhammed b. Ebî Bekr'i onun öldürdüğüne işaret ederek: «Kardeşim Muhammed b. Ebî Bekr'e yaptıkları...» demiştir.

Vak'a şudur: Hazret-i Alî (radıyallahü anh) Muhammed b. Ebî Bekr'i Mısır'a vâlî ta'yîn etmişti. Muâviye (radıyallahü anh) tarafından üzerine Amr b. Âs gönderildi. 38. Hicrî tarihinde aralarında vuku' bulan muharebede Muhammed b. Ebî Bekir yenildi. Ve hasınının eline esîr düşerek gaddârâne şehîd edildi. Bu katlin nasıl yapıldığı ihtilaflıdır. Bazıları harbde vurulduğunu söylemiş; bir takımları esîr edilerek öldürüldüğünü bildirmişlerdir. Harpten sonra na'şının bir eşek İaşesi içinde bir harabede bulunarak yakıldığını iddia edenler de vardır. Hazret-i Âişe'nin bu vak'aya pek üzüldüğü: «O benim kardeşim ve âhiret oğlum idi.» diyerek bir daha ölünceye kadar pişmiş et yemediği, rivâyet olunur.

Hadîs-i şerif, fazilet sahibi bir kimsenin faziletinin anılması gerektiğine, buna düşmanlık, güceniklik gibi şeylerin mâni' olmamasına ve keza insanlara hoş muamele edilmesi lâzım geldiğine delildir. Bu mânâda hadîsler çoktur.

4828- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys rivâyet etti. H,

Bize Muhammed b. Rumh da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys, Nâfi’den, o da İbn Ömer'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, şöyle buyurmuşlar:

«Hepiniz çobansınız; ve hepiniz sürüsünden mes'üldür. İnsanlara hükmeden emîr bir çobandır; o sürüsünden mes'üldür. Kişi ailesi fertlerine çobandır. O da onlardan mes'üldür. Kadın kocasının evine ve çocuklarına çobandır; o da onlardan mes'üldür. Köle, sahibinin malına çobandır; o da ondan mes'üldür. Dikkat!.. İmdi hepiniz çobansınız; ve hepiniz sürüsünden mes'üldür.»

4829- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Bişr rivâyet etti. H.

Bize İbn Numeyr dani rivâyet etti,

(Dedi ki) ; Bize babam rivâyet etti. H.

Bize İbn'l-Müsennâ da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hâlid (yani İbn’l-Hâris) rivâyet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Saîd de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya (yani El-Kattan) rivâyet etti. Bunların hepsi Ubeydullah b. Ömer'den rivâyet etmişlerdir. H.

Bize Ebur-Rabî' ile Ebû Kâmil dahi rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivâyet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İsmail rivâyet etti, bunların hepsi Eyyûb'dan rivâyet etmişlerdir. H.

bana Muhammed b. Râfi' de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Ebi Füdeyk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Dahhâk (yani İbn Osman) haber verdi. H.

Bize Harun b. Saîd El-Eylî dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Üsâme rivâyet eyledi.

Bu râvilerin hepsi Nafi’den, o da İbn Ömer'den naklen, Leys'in Nâfi'den rivâyeti gibi rivâyette bulunmuşlardır.

4830- Ebû İshâk dedi ki: Bize de Hasen b. Bişr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den bu hadîsi, Leys'in Nâfi'den rivâyeti gibi rivâyet etti.

4831- Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybe b. Saîd ve İbn Hucr, hep birden İsmail b. Ca'fer'den, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet ettiler. (Şöyle dedi): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki... H.

4832- Bana Harmeletü'bnü Yahya da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbnü Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Salim b. Abdillâh'dan, o da babasından naklen haber verdi. Babası Şöyle dedi:

Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işittim...

Râvi hadisi, Nâfi'in İbn Ömer'den rivâyet ettiği hadîs mânâsında rivâyet etmiştir.

Zühli'nin hadîsinde: Zannederim:

«Kişi babasının malında çobandır; ve sürüsünden mes'üldür.» buyurdu; dedi, ibaresini ziyade etmiştir.

4833- Bana Ahmed b. Abdirrahman b. Vehb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana amcam Abdullah b. Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana bir adam (adım söyledi) ve Amr b. Haris, Bükeyr'den, o da Büsr b. Saîd'-. den naklen haber verdiler; ona da Abdullah b. Ömer, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu mânâ ile rivâyet etmiş.

Bu hadîsi Buhârî «İstikraz», «Cumua» ve «Itk» bahislerinde tahrîc etmiştir. «Râî» çoban demektir. Burada ondan murâd: Koruyucu, emniyetli ve elinin altında olanların iyi halde olmasına dikkat eden kimsedir.

Hadîsi-i şerif bir kimsenin idaresi altında bulunanlara karşı adaletli olması gerektiğine delildir. Adaletle muamele ederse pek mükâfata nail olur. Aksi takdirde idaresi altında bulunanların her biri ondan hakkım isteyecektir.

4834- Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû'l-Eşheb, Hasen’den rivâyet etti.

(Dedi ki): Ubeydullah b. Ziyâd, Ma'kıl b. Yesâr El-Müzenî'yi ölüm döşeğinde iken dolaştı da Ma'kıl şunu söyledi:

Ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiğim bir hadîsi söyleyeceğim. Benim için (daha) hayât olduğunu bilsem (onu) sana söylemezdim. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i:

«Allah'ın bir sürüye çoban yaptığı hiç bir kul yoktur ki, öldüğü gün sürüsüne hıyanet etmiş olarak ölsün de Allah ona cenneti haram kılmasın!» buyururken işittim.

4835- Bize bu hadîsi Yahya b. Yahya da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yezîd b. Zürey', Yûnus'dan, o da Hasan'dan naklen haber verdi. Şöyle dedi: Ma'kıl b. Yesâr hasta iken İbn Ziyâd onun yanına girdi...

Râvi, Ebû'l-Eşbeb'in hadîsi gibi rivâyette bulunmuş; şunu da ziyâde eylemiştir: «Bunu bana bu günden evvel söylemeli değil mi idin? Dedi.

— Sana söylemedim (işte) yahut): Sana söyleyecek değildim! cevâbını verdi.»

4836- Bize Ebû Gassân El-Mismai ile İshâk b. İbrâhîm ve Muhammed b. El-Müsennâ da rivâyet ettiler. (İshâk: Bize haber verdi, tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Muâz b. Hişâm rivâyet etti; dediler.)

(Dedi ki): Bana babam, Katâde'den, o da Ebû'l-Melîh'den naklen rivâyet etti ki, hastalığında Ma'kıl b. Yesâr'ın yanına Ubeydullah b. Ziyâd girmiş. Ma'kıl ona:

— Ben sana bir hadis söyliyeceğim! ölüm hâlinde olmasam onu sana söylemezdim. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i:

«Eğer bir âmir müslümanların işini üzerine alır; sonra onlar için çalışıp samimiyet göstermezse onlarla birlikte cennete giremez!» buyururken işittim, demiş.

4837- Bize Ukbe b. Mükrem El-Ammî de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yâkûb b. İshâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Sevâde b. Ebî'l-Esved haber verdi.

(Dedi ki): Bana babam rivâyet etti, ki Ma'kıl b. Yesar hastalanmış da, Ubeydullah b. Ziyâd onu dolaşmaya gelmiş...

Râvi, Hasen'in Ma'kıl'den rivâyet ettiği hadîs gibi rivâyette bulundu.

Bu hadîsi Buhârî «Ahkâm» bahsinde tahrîc etmiştir.

Hadîsin şerh ve îzâhi «îman» bahsinde geçmişti. Hulâsası şudur: Hıyaneti helâl i'tikad eden kâfir olur; ve ebediyyen cennete giremez. Fakat helâl itikad etmezse dînden çıkmaz; ancak cennete ilk giren bahtiyarlarla beraber olamaz. Bu gecikme ona bir cezadır. Cezası ya cehennemde yanmakla, ya hesab anında yahut başka yerde verilir.

Hazret-i Ma'kıl'in: «Benim için (daha) hayât olduğunu bilsem (onu) sana söylemezdim» sözü o ana kadar bu hadîsi söylemekten çekindiğini gösteriyor. Buna sebep kendisine bir fenalık yapılacağından korkması olabilir. Öleceğini anlayınca bildiği bir şeyi müslümanlardan gizlemiş olmamak için söylemiştir. Çünkü ilmin başkalarına teblîği emrolunmuştur.

4838- Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerîr b. Hâzim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hasan rivâyet etti ki: Âiz b. Amr Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashâbındandı— Ubeydullah b. Ziyâd'ın yanına girerek şunları söylemi;:

— Ey oğulcuğum! Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Şüphesiz çobanların en kötüsü insafsız deve bakıcılarıdır. Sakın onlardan olma!»buyururken işittim. Bunun üzerine (Ubeydullah) ona:

— Otur! Sen ancak Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının kepeğindensin! Demiş. O da:

— Onların kepeği var mı idi ki? Kepek ancak onlardan sonra hem de onlardan başkalarında oldu! cevabını vermiş.

Görülüyor ki vâlî Ubeydullah Hazret-i Aiz'in nasihatinden alınarak kendisini küçümsemiş, fakat Âiz (radıyallahü anh)'dan akar sulan durduracak kadar fasîh ve yerinde bir cevâp almıştır. Filhakika sahâbe-i kirâmın hepsi bu ümmetin büyükleri, seçkinleri ve kendilerinden sonra gelenlerin efdalleridir. Onların hepsi âdil olup içlerinde kepeğe ayrılacak tek kimse yoktur. Hadîsi karıştırarak rivâyet eden râviler onlardan sonra zuhur etmiştir. Binâenaleyh kepeğe çıkarılacak râvileri ashâb zamanında değil, onlardan sonraki devirlerde aramak îcâb eder.

Hadîs-i şerifteki kepek sözü, un kepeğinden istiare edilmiş olup mertebesi düşük, aşağı dereceli kimse mânâsında kullanılmıştır.