45- Zü Kared Gazası ve Diğer Gazalar Bâbı 4778- Bize Kuteybe b. Said rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hatim (yani İbn îsmâîl) Yezîd b. Ebi Ubeyd'den rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Seleme b. Ekva'ı şöyle derken işittim: İlk namaz için ezan okunmadan yola çıktım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sağmal develeri Zû Kare d'de otluyordu. Derken bana Abdurrahmân b. Avf in bir hizmetçisi rastlayarak: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sağmal develeri alındı! Dedi. — Onları kim aldı? Dedim. — Gatafân (kabilesi!) cevâbını verdi. Bunun üzerine ben: Yâ sabahım! diye üç defa nâra attım. Ve Medine'nin iki harrası arasındakilere işittirdim. Sonra yüzümün döndüğü tarafa hızlandım. Nihayet onlara Zû Kared'de yetiştim. Tam sudan içmeye faaşlamışlarmış. Hemen kendilerine okumu atmağa başladım. Atıcı idim. Hem: Ben Ekva'ın oğluyum! «Bugün alçakların (helâk) günüdür!» diyor; racez okuyordum. Nihayet sağmal develeri onlardan kurtardım; ve onlardan otuz elbise ele geçirdim. Derken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le cemaat geldiler. Ben: — Yâ Nebiyyallah! Ben susamış oldukları halde bu kavme suyu vermedim. Şimdi hemen onlara adam gönder! Dedim. «Ey Ekva' oğlu! Mâlik oldum; binâenaleyh merhametli davran!» buyurdular. Sonra döndük. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye girinceye kadar beni terkisine aldı. Bu hadîsi Buhârî «Cihâd» ve «Megâzî» bahislerinde; Nesâî «El-Yevm ve’l-leyle»'de tahrîc etmişlerdir. Zû Kared: Şam yolu üzerinde Medine ile Hayber arasında bir sudur. Medîne'ye bir günlük mesafede olduğu söylenir. İbn Sad'in beyanına göre Zû Kared gazası hicretin altıncı yılında olmuştur. Likaah: Likha ve lekûhun cem'i olup sütlü develer demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin Zû Kared'de yirmi sağmal devesi vardı. İbn Ebî Zerr ile karısı bunların yanında bulunuyorlardı. Gatafan kabilesinden Abdurrahmân b. Uyeyne kumandasında kırk kişilik bir çete bunların üzerine baskın yaparak erkeği öldürdüler; karısını esîr ettiler; ve develeri alıp gittiler. «Yâ sabahım!» sözü ile Araplar yardıma çağırırlardı. Esâs itibariyle bu söz baskın için seslenüdiği zaman söylenirdi. Çünkü ekseriyetle baskınlar sabahleyin yapılırdı ve «sabah oldu; harbe hazır olun!» mânâsına gelirdi. Harra: Kara taşlı yer demektir. Medine böyle iki harra arasındadır. İki harra arasındakilerden murâd: Bütün Medine halkıdır. Hazret-i Seleme üç na'ra ile hâdiseyi Medîneliler'e duyurmuştu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zırhını giyerek çıkmış. Yanına İlk gelen Mikdâd b. Amr olmuştu. O da zırhlı idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu öncü göndermiş; Medîne'ye de İbn Ümmi Mektûm'u vâlî bırakmıştı. Mikdâd'in arkasından da süvarilerini gönderdi. Seleme (radıyallahü anh) ise düşmana yaya olarak yetişmiş. Arkasından yatsı zamanı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ordusu yetişmişti. Onlar gelinceye kadar Seleme ve yanında toplananlar develerden on tanesini kurtardılar. Kalan on tanesini düşman kaçırmıştı. Seleme (radıyallahü anh) düşmanın ta'kibîni istedi ise de Resûlüllali (sallallahü aleyhi ve sellem) buna müsaade etmedi: «Mâlik oldun! Binâenaleyh merhametli ol!» Duyurdular. Mâlik olmaktan murâd: Küffara galebe çalmasıdır. Aşağıdaki rivâyet d«ha tafsilâtlıdır. 4779- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Haşim b. Kâsım rivâyet etti. H, Bize İshâk b. İbrahim de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âmir El-Akadî haber verdi. Her iki râvi Ikrime b. Ammâr'dan rivâyet etmişlerdir. H. Bize Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî dahi rivâyet etti. Bu onun hadîsidir. (Dedi ki): Bize Ebû Aliy El-Hanefî Ubeydullah b. Abdilmecîd haber verdi. (Dedi ki): Bize İkrime —ki İbn Ammâr'dır— rivâyet etti. (Dedi ki): Bana İyâs b. Seleme rivâyet etti. (Dedi ki): Bana babam rivâyet etti. (Dedi ki): Hudeybiye'ye Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le beraber geldik. 1400 kişi idik. Kuyunun başında elli koyun vardı. Kuyu bunları bile sulayamıyordu. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kuyunun kenarına oturdu da ya duâ etti yahut içine tükürdü. Bunun üzerine kuyu coştu, biz de hem su içtik hem hayvan suladık. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi ağacın altında bey'ata da'vet etti. Ona cemaattan evvelâ ben bey'at ettim. Sonra birer birer herkes bey'at etti. Nihayet halkın ortasında kalınca: «Bey'at et yâ Seleme!» dedi. — Ben sana herkesten evvel bey'at ettim ya Resûlallah! dedim. «Yine de!» buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni çıplak gördü. (Beraberinde silâh olmadığını anlatmak istiyor.) Ve bana bir hacefe yahut deraka verdi. Sonra bey'at devam etti. Nihayet cemâatin sonunda kalınca: «Bana bey'at etmiyor musun yâ Seleme!» buyurdular. — Sana cemaatin başında ve ortasında bey'at ettim yâ Resûlallah! Dedim. «Yine de!» buyurdu. Ben de kendisine üçüncü defa olarak bey'at ettim. Sonra bana: «Yâ Seleme! Sana verdiğim hacefen veya derakan nerede?» diye sordu. — Yâ Resûlallah! Bana amcam Âmir çıplak olarak rastladı da, onu kendisine verdim; dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) güldü. Ve: «Gerçekten son vaktiyle öbür adamın dediği gibisin: Allah’ım, bana öyle bir dost ver ki, benim için kendi nefsimden daha sevimli olsun! (demiş)» buyurdu. Bundan sonra müşrikler sulh hakkında bizimle haberleşmeye taşladılar. Hattâ birbirimize gittik ve barıştık. Ben Talha b. Ubeydi İlâh'in hizmetçisi idim. Onun atını suluyor; kaşağılıyor ve kendisine hizmet ediyor; yiyeceğinden de yiyordum. Allah ve Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hicret ederek ailemi ve malımı terk etmiştim. Mekkeliler'le biz barış akdederek birbirimizle ihtilât edince ben bir ağacın yanına geldim ve dikenlerini siipiirerek kütüğüne yaslandım. Az sonra bana Mekkeli müşriklerden dört kişi geldi; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında atıp tutmaya başladılar. Ben bunlara kızdım; ve başka bir ağaca de-ğiştim. Onlar da silâhlarını astılar; ve yaslandılar. Onlar bu halde iken birden vadinin aşağısından bir dellâl: Yetişin muhacirlere!.. Züneym oğlu öldürüldü!., diye seslendi. Hemen kılıcımı kuşandım. Sonra bu dört kişiye kendileri uyku halinde iken hücum ettim. Ve silâhlarını alarak elimde deste yaptım. Sonra şöyle dedim: — Muhammed'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemîn olsun ki, sizden biriniz başını kaldırırsa üzerinde iki gözü bulunan uzvu keserim! Sonra onları sürerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e getirdim. Amcam Âmir dahi Abelâttan Mikrez denilen Mr adamı müşriklerden yetmiş kişinin içinde çukallı bir at üzerinde olduğu halde yederek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e getirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bir baktı ve: «Bırakın onları! Fücurun başı, sonu onların olsun!» buyurdu; ve kendilerini afvetti. Allah da: "Sizi onlar üzerine muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan men'eden odur." Sûre-i Fetih, âyet: 24. âyetinin tamâmını indirdi. Seleme Dedi ki: Bundan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktık. Ve öyle bir menzile indik ki, tizimle Benî Lehyân (kabilesi) arasında bir dağ vardı. Onlar müşriktiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu gece bu dağa tırmanacak kimse İçin istiğfar etti. Sanki o zat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabının karakolu olacaktı. Seleme şöyle dedi: O gece ben iki veya üç defa (dağa) çıktım. Sonra Medine'ye geldik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yük develerini, ben de beraber olmak üzere hizmetçisi Rabâh ile gönderdi. Ben onun maiyyetine Talha'nın atı ile çıktım. Atı develerle birlikte mer'aya suya getirip götürüyordum. Sabahladığımız vakit ne göreyim! Abdurrahman El-Fezârî, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in develerini yağma etmiş ve hepsini götürmüş! Çobanını da öldürmüş! Bunun üzerine: — Yâ Rabâh! Bu atı al da Talha b. Ubeydillâh'a götür! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e de haber ver ki, müşrikler mer'âdaki sürüsünü yağma etmişlerdir! Dedim. Sonra bir tepenin üzerine çıkarak Medine'ye doğru döndüm. Ve üç defa: Yâ sabahım! diye haykırdım. Sonra düşmanların arkasından onlara ok atarak çıktım. Hem racez okuyor ve: «Ben Ekva'ın oğluyum! Bugün alçakların (helâk) günüdür!» diyordum. Az sonra onlardan, bir adama yetiştim. Ve semerine bir ok attım. Hattâ okun yüzü omuzuna erdi. Ben: Al bunu! «Ben de Ekva'ın oğluyum! Bugün alçakların (helâk) günüdür!» dedim. Vallahi onlara attım durdum; atlarını vuruyordum. Bana bir atlı döndü mü bir ağaca gelerek kütüğüne oturuyor; sonra ona ok atıyor hayvanını vuruyordum. Hattâ dağ daraldı da onun dar yerlerine girdiler mi ben dağa çıkıyor, üzerlerine taş yuvarlıyordum. Böylece devam ettim. Onları kovalıyordum. Hattâ Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hayvanlarından Allah'ın yarattığı hiç bir deve yoktu ki, onu arkama almış olmayayım! Müşrikler de benimle hayvanın arasını serbest bırakmasınlar! Sonra onlara ok atarak kendilerini ta'kîb ettim. Nihayet otuzdan fazla elbise ve otuz mızrak bıraktılar. Hafiflemek istiyorlardı. Bir şey attılar mı üzerine taşlardan nişanlar koyuyordum. Onları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı tanırdı. Nihayet dar bir dağ yoluna geldiler. Bİr de taktılar ki, yanlarına Bedr El-Fezârî'nin oğlu filânca gelmiş! Az sonra kuşluk (yani sabah) kahvaltısı yapmak için oturdular Ben de bir hüyükün tepesine oturdum. Fezârî: — Bu gördüğün nedir? dedi. (Müşrikler): — Bu adamla belâya çattık! Vallahi, alaca karanlıktan heri bizden ayrılmadı. Bize ok atıyor; hattâ elimizdeki her şeyi aldı. Dediler. — O halde ona sizden dört kişi gitsin! Dedi. Derhal onlardan dört kişi dağa benim yanıma çıktı. Bana konuşma imkânı verdikleri vakit: — Beni tanıyor musunuz? diye sordum. — Hayır! Sen kimsin? Dediler. — Ben Seleme b. Ekva'ım. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemin olsun ki, sizden bir adamı yakalamak istemeyeyim; yoksa ona yetişirim! Ama sizden bir beni yakalamak isterse bana yetişemez! Dedim. Onlardan biri: — Ben biliyorum! Dedi. Ve döndüler. Ben yerimden ayrılmadım. Tâ ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in süvarilerini ağaçların arasına girefken gördüm. Bir de baktım. Başlarında Ahram El-Esedî!.. Onun peşinde Ebû Katâdete'l-Ensârî!.. Onun peşinde de Mikdâd b. Esved El-Kindi!.. Hemen Ahram'ın gemini tuttum. Küffâr dönüp gittiler. — Yâ Ahramî Bunlardan sakın! ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le ashabı yetişince ye kadar yolunu kesmesinler! Dedim. Ahram şunu söyledi: — Yâ Seleme! Eğer Allah'a ve son güne îmân ediyor ve cennetin hak, cehennemin hak olduğunu biliyorsan benimle şehidliğin arasına girme! Bunun üzerine onu bıraktım. O da Abdurrahman'la karşılaştı. Ve hemen Abdurrahman'ın atını öldürdü. Abdurrahmân da onu yaralayarak öldürdü ve onun atına geçti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) 'in atlısı Ebû Katâde Abdurrahmân'a yetişerek onu yaraladı ve öldürdü. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemîn olsun ki, yaya koşarak onları ta'kîb ettim. Hattâ arkamdaki Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabından ve onların tozundan bir şey gör-tnüyordum. Nihayet güneş kavuşmazdan önce, içinde Zû Kared denilen su bulunan bir dağ yoluna saptılar. Susuz olduklarından ondan su içmek istiyorlardı. Bana baktılar; arkalarından koşuyorum. Ben onları bundan kovdum (yani bertaraf ettim). Ondan bir damla tadamadılar. Ve çıkarak sarp bir yola çattılar. Ben de koştum; ve onlardan bir adama yetişerek ona omuz başı kemiğne bir ok yetiştirdim. — Al şunu! Ben Ekva'ın oğluyum! Bugün alçakların (helâk) günüdür! dedim. — Ey anası ağlayasıca! Sabahki Ekva'ı mı? Dedi. — Evet, ey kendinin düşmanı! Sabahki Ekva'ın!.. cevabını verdim. Sarp bir yolda iki at bıraktılar. Ben bunları sürerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirdim. Âmir de birinde sulandırılmış süt, diğerinde su bulunan iki tulum ile bana yetişti. Ben abdest aldım ve su içtim. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldim. Kendileri benim müşrikleri kovduğum suyun başında idi. Bir de ne göreyim! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o develeri ve benim müşriklerden kurtardığım her şeyi, her oku ve her elbiseyi almış! Bilâl benim düşmandan kurtardığım develerden bir dişi deve boğazlamış bile! Kendisi onun ciğerinden, hörgücünden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e kızartıyor! — Yâ Resûlallah! Bana müsaade buyur da şu cemaatten yüz adam seçeyim. Ve düşmanı ta'kîb edeyim de onlardan tepelemediğim hiç bir haberci kalmasın! Dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) güldü. Hattâ gündüzün ışığında yan dişleri göründü. Ve: «Yâ Seleme! Acaba bir sey yapacağını sanıyor mu İdin?» dedi. — Evet! Sana ikram buyuran Allah aşkına! cevâbını verdim. «Şüphesiz ki onlara şimdi Gatafan toprağında ziyafet verilmektedir.» buyurdular. Derken Gatafân’dan bir adam gelerek: — Onlar için filân bir deve boğazladı. Ama derisini açtıkları vakit bir toz gördüler. Bunun üzerine: Düşman size gelmiş! Dediler ve hemen çıkarak kaçtılar. Dedi. Sabahladığımızda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. «Bugün süvarilerimizin en hayırlısı Ebû Katade, piyadelerimizin en hayırlısı da Seleme idi.» buyurdular. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana iki hisse verdi. Biri stiyâri hissesi, biri de piyade hissesi idi. Benim için bunların ikisini bir araya getirdi. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye dönmek üzere beni Adbâ'ın üzerinde arkasına aldı. Ensârdan bir zât vardı ki yaya koşusunda geçilmezdi. Biz yürümekte iken: Medine'ye kadar koşu yapacak yok mu? Koşucu var mı? demeye ve bunu tekrarlamaya başladı. Ben bunun sözünü işitince: — Sen hiç bir iyiye ikram etmez ve hiç bir şerefliyi savmaz mısın? dedim. — Hayır! Meğer ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ola. cevâbını verdi. — Yâ Resûlallah! Annem babam hakkı için! Müsaade buyur da şu adamla müsabaka edeyim! Dedim. «Dilersen 1» buyurdu. — Kendine gel! Dedim. Ve ayaklarımı ayarlayarak bir sıçradım!.. Bir koştum!.. Nefesim tükenmesin, diye bir veya iki bayırda kendimi tuttum. Ve onun izinden koştum. Yine bir veya iki bayırda kendimi tuttum. Sonra ona yetişmek için eşkini kaldırdım. Ve onun iki omuzu arasına dokundum. Geçildin vallahi! dedim. — Ben biliyorum! dedi. Hasılı Medine'ye kadar onu geçtim. Vallahi Uç geceden başka durmadık. Tâ ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) le birlikte Hayber (seferin)'e çıktık. Ve amcam Âmir düşmana racez okumaya başladı: «Vallahi, Allah olmasa idi biz ne hidayete erer; ne sadaka verir; ne de namaz kılardık!» «Biz senin fadlından müstağni değiliz!;; «İmdi düşmanla karşılaşırsak, ayaklarımızı sabit kıl!» «Üzerimize mutlaka sekînet indir!» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kim bu?» diye sordu. (Amcam): — Ben Âmir! cevabını verdi. «Rabbin sana mağfiret buyursun!»Dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hassaten bir insana mağfiret dilerse, o insan mutlaka şehîd olurdu! Bu sebeple Ömer b. Hattâb, bir devesinin üzerinde: — Ya Nebiyyallah! Âmir'le bizi faydalandirsaydın ya! diye seslendi. Hayber'e vardığımızda hükümdarları Marhab kılıcını bir kaldırıp bir indirerek çıktı. Hem: «Hayber benim Marhab olduğumu iyi bilir.» .TilShı tamam, denenmiş bir kahraman!..» ipler geldi mi alev kesilir!» diyordu. Onun karşısına amcam Âmir çıktı. Ve şunları söyledi: «Hayber benim Âmir olduğumu iyi bilir.» «Silâhı tamam, bahâdir, kahraman!..» Derken iki vuruşla birbirlerine girdiler. Ve Marhab’ın kılıcı Âmir'in kalkanının içine düştü. Âmir onu alttan vurmaya kalkıştı. Fakat kılıcı kendine dönerek can damarını kesti. Ölümü de bundan oldu. Seleme Dedi ki: Dışarı çıktım. Bir de baktım Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabından birkaç kişi: Âmir'in ameli bâtıl oldu! O kendini öldürdü! diyorlar. Hemen ağlayarak Pevgamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldim; ve; — Yâ Resûlallah! Âmir'in ameli bâtıl mı oldu? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bunu kim söyledi?» diye sordu. — Senin ashabından bazı kimseler! Dedim. «Bunu söyleyen hatâ etmiş! Bilâkis onun için ecri iki defadır!» buyurdu. Sonra beni Alî'ye gönderdi. Ali gözlerinden rahatsızdı. Ve: «Bu sancağı behemehal Allah'ı ve Resûlünü seven yahut Allah'ın ve Resûlünün sevdiği bir adama vereceğim!» buyurdular. Müteakiben ben Alî'ye vardım. Ve onu, gözlerinden rahatsız olduğu faalde yederek getirdim. Nihayet kendisini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e götürdüm. Gözlerine tükürdü; ve hemen iyileşti. Sancağı ona verdi. Marhab da çıkarak şunları söyledi: «Hayber benim Marhab olduğumu iyi bilir.» «Silâhı tamam, denenmiş bir kahraman!» «Harpler geldi mi alev kesilir!» Bunun Üzerine Alî de şöyle dedi: «Ben o kimseyim ki annem adımı arslan koymuştur.» «Ormanların arslanı gibi çirkin manzaralı düşmanlara ufak ölçekle, sendera kilesi ölçerim!» Arkacığından Marhab'ın başını vurarak onu tepeledi. Bilâhare fetih de onun eliyle müyesser oldu. 4780- Râvi İbrahim Dedi ki: Bize Muhammed b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdüssamed b. Abdilvâris, İkrime b. Ammâr'dan bu hadîsi bütün uzunluğu ile rivâyet etti. 4781- Bize Ahmed b. Yûsuf El-Ezdî Es-Sülemî de rivâyet etti. (Dedi ki) ; Bize Nadr b. Muhammed, Ikrime b. Ammâr'dan bu isnâdla rivâyet etti. Hudeybiye: Mekke'ye bir, Medîne'ye dokuz konak mesafede küçük bir beldedir. Köye bu isim, orada bulunan aynı isimde bir su kuyusu dolayısı ile verilmiştir. Bâzılarr bu kelimeyi «Hudeybiyye» şeklinde okumuşlardır. Ağaç altındaki meşhur bey'at burada olmuştur. Bu rivâyette Hudeybiyye'de bulunan ashabın 1400 kişi oldukları bildiriliyor. Bir rivâyette 1300, başka bir rivâyette 1500 nefer oldukları bildirilmiştir. 1600 kişi oldukları dahi rivâyet olunmuştur. Aynî'nin beyanına göre bu ihtilâflar, bazılarının kadınları ve sonradan katılanları da saymasından» bazılarının bunları hesaba katmamasından ileri gelmiştir. Burada en i'timada şayan rakam 1500 kişi olmalarıdır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kuyuya tükürmesi veya duâ buyurması ile suyun coşarak çoğalması açık bir mu'cizedir. Bu bâbta Buhârî'nin bir rivâyetinde şöyle deniliyor: -Câbir'e: O gün kaç kişi idiniz? diye sordum. Yüz bin kişi olsak yine kâfi gelirdi; biz 1500 kişi idik! cevabını verdi.» Abelât'tan murâd: Kureyş'den üç kardeştir. Bunlar Ümeyye, Nevfel ve Abdullah b. Abdi Şems'dirler. Anneleri Able binti Ubeyd'e nisbet edilmişlerdir. Ticfâf: Harpte atı korumak için üzerine giydirilen çul gibi bir örtüdür. Bu rivâyette Hazret-i Seleme «amcam Âmir» ta'bîrini kullanıyor; halbuki az yukarıda geçen «Hayber gazası bâbı»nda onun için «kardeşim» demişti. Nevevî bu iki rivâyetin arasım bulmuş ve: «İhtimal süt kardeşi olup neseben amcasidır.» demiştir. Hayber' gazasında kal'a kumandanı Marhab mübareze için Hazret-i Alî'nin karşısına çıktığı vakit, kendisinin kim olduğunu Hayberliler'in iyi bildiklerini, silâhşor, tecrübeli bir kahraman olduğunu söyleyerek meydan okumuştur. Bu adam bin kişilik bir orduya bedel sayılan müthiş bir pehlivandı. Hazret-i Alî (radıyallahü anh)'ın ona verdiği cevap ise şahane olmuştur. Haydera: Arslan demektir. Alî (radıyallahü anh) doğduğu vakit annesi adını Esed yani arslan koymuş. Babası Ebü Tâlib evde yokmuş. Geldiğinde oğluna Alî ismini vermiş. Çocuk kuvvetli ve gürbüz olduğu için Esed'i de Haydara ile değiştirmiş. Bu isim güçlü, kuvvetli ve dolayısı ile yine arslan demektir. Hazret-i Alî'nin söze: «Ben o kimseyim ki, annem adımı Arslan koymuştur...» diye başlaması, Marhabi korkutmak ve moralini bozmak içindir. Çünkü Marhab rüyasında kendisini bir arslan öldüreceğini görmüştü. Alî (radıyallahü anh)’ın muradı, cesaret ve atılganlıkta arslan gibi olduğunu anlatmaktır. «Düşmanlara ufak ölçekle Sendera kilesi Ölçerim!» ifadesinin mânâsı: Düşmanları geniş ölçüde tepelerim demektir. Sendera: Büyük ölçek ve acele mânâlarına gelir. Filhakika Alî (radıyallahü anh) bir vuruşta Marhabı Öldürmüştür. Bazıları onu Muhammed b. Mesleme'nin öldürdüğünü iddia etmişlerse de doğru değildir. |