Geri

   

 

 

 

İleri

 

43- Hayber Gazası Bâbı

4766- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İs-mâîl (yani İbn Uleyye) Abdülâzîz b. Suheyb'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber’e gaza etmiş, Enes şöyle dedi:

Orada sabah namazını alaca karanlıkta kıldık. Müteakiben Nebiy-yüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (hayvanına) bindi. Ebû Talha da bindi. Ben de Ebû Talha'nın terkisinde idim. Derken Nebiyyüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (hayvanını) Hayber'in sokağında koşturdu ve Nebiyyüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in uyluğundan elbise açıldı. Ben Nebiyyüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in uyluğunun beyazını görüyordum. Şehre girince:

«Allah en büyüktür! Hayber harâb olmuştur. Biz bir kavmin sahasına indik mi artık inzar edilenlerin sabahı kötü olur!» buyurdu. Bunu üç defa tekrarladı. Millet işlerine çıkmıştı. «Muhammedi..» dediler.

 (Râvi) Abdülâzîz Şöyle dedi: «Arkadaşlarımızdan bazısı: «Bir de ordu!..» dedi. Enes:

«Biz Hayber'i cebren aldık!» demiş.

4767- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Affân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd b. Seleme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi:

Hayber günü ben Ebû Talha'nın terkisinde idim. Ayağım, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ayağına dokunuyordu. Hayberlilere güneş doğduğu zaman vardık. Hayvanlarını (kıra) çıkarmışlardı. Kendileri de baltaları ile, zenbilleri ile ve kazmaları ile çıkmışlardı. (Bizi görünce:

— Muhammed ve ordu!., dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

«Hayber harab oldu. Biz bir kavmin sahasına indik mi artık inzâr edilenlerin sabahı kötü olur buyurdu. Arkacığından Allah (azze ve celle) onları hezimete uğrattı.

4768- Bize İshâk b. İbrahim ile İshâk b. Mansûr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Nadir b. Şümeyl haber verdi.

(Dedi ki): Bize Şu'ue, Katâde'den, o da En es b. Malik'den naklen haber verdi. (Şöyle dedi):

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'e vardığında:

«Biz bir kavmin sahasına indik mi artık inzâr edilenlerin sabahı kötü olur!» buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü's-SalâU'da; Ebû Dâvûd «Ha-râc»'da; Nesâî «Nikâh», «Velîme» ve «Tefsir» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hayber: Yahûdicede kal'a demektir. «Buraya ilk yerleşen Hayber isminde biridir. Sonraları bu isim o yere verilmiştir.» diyenler de vardır. Medine ile Şâm arasında mahsuldar ve hurmalık bir vaha olup Medine'ye altı konak mesafededir. Burası Benî Kureyza ile Benî Nadîr kabilelerine aitti.

Hayber gazası hicretin yedinci yılında olmuştur. Tirmizî ile Beyhakî'nin Hazret-i Enes'den rivâyet ettikleri bir hadîse göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu harpte bir eşeğe binmiştir. Fakat gerek Buhârî gerekse Müslim'in Sahihlerinde: «Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayvanını Hayber'in sokağında koşturdu. Uyluğundan elbise açıldı...» denildiğne bakarak İbn Kesir o gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir at üzerinde bulunduğuna kail olmuş ve: «Bu hadîs sahîh ise muhasaranın bâzı günlerinde eşeğe bindiğine hamlolunur.» demiştir.

Mamafih eşeğin koşmasından da uyluğun açılması mümkündür. Bu harpte Hazret-i Enes'i terkisine alan Ebû Talha (radıyallahü anh) onun üvey babası idi. Hadîsin burasında hazif olduğu anlaşılıyor. Cümlenin takdiri şöyledir: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hayvanını koşturdu. Biz de onunla beraber hayvanımızı koşturduk...» Hazfe delil:

«Dizim Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in uyluğuna dokunuyordu.» cümlesidir. Zîrâ beraber koşmasalar Hazret-i Enes'in dizi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in uyluğuna dokunmazdı. Şunu da kaydedelim ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in uyluğu ya hızlı koşmaktan yahut kalabalıktan açılmıştı. Kendisinin bundan haberi yoktu.

Mâlikîler bu hadîsle istidlal ederek: «Erkeğin uyluğu avret değildir.» demişlerdir. Diğer mezheplere göre uyluk avrettir. Bu hususta birçok meşhur hadîsler vardır. Hazret-i Enes'in Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in uyluğunu görmesi kasdi dejil, tesadüfendir.

Mâlikîler'den Bazıları bu açılma meselesine cevap vermiş ve: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın sevgili kuludur. Binâenaleyh Allah onu avretini açmak sureti ile ibtüâ etmez!» demişlerdir. Diğer mezheplerin ulemâsı ise: «İnsanın elinde olmadan avret mahallinin açılması bir nakısa değildir. Böyle bir şey mümteni' olamaz!» mukabelesinde bulunmuşlardır.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şehre girince neden: «Hayber harab olmuştur!» dediği hususunda ihtilâf edilmiştir. Bazıları, na göre Hayberliler'in ellerinde tahrîb âletleri olan baltaları, kazmaları ve saireyi görünce bu yerin harab olacağım tefâülen söylemiştir. Bir takımları bunu şehrin isminden aldığına kaildirler. (Yani harâb kelimesinin harfleri Hayber kelimesinden alınmıştır.) «Bu bir bedduadır.» diyenler de olmuştur. Fakat en doğrusu bu sözü Allah'ın bildirmesi ile söylemiş olmasıdır. Arkacı ğından:

«Biz bir kavmin sahasına indik mi artık İnzar edilenlerin sabahı kotu ölür!» buyurmuştur.

Saha: Evlerin arasındaki boşluk avlu içi mânâlarına gelir. Bu cümle bir şart ve ceza cümlesidir, fakat ceza (yani inzâr edilenlerin sabahı kötü olur!) cümlesi Kur'ân'dan iktibas edilmiştir. Bu âyet Peygamberler vasıtası ile dîne davet edilip de yine aklını basına almayanların akıbet' lerinin kötü olacağını bildirmektedir. Vuku'u muhakkak işlerde hâdiseye misâl teşkil eden âyetlerle istişhadda bulunmak caizdir. Bunun örnekleri çoktur. Nitekim Mekke'nin fethinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Hak geldi; bâtıl muzmahil oldu...» buyurması bu kabildendi. Ulemâ âyetle istişhâd etmenin ata sözlerinde, konuşmalarda, şaka ve boş sözlerde mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bu da Kitabullahı ta'zîm içindir, Hazret-i Enes: «Biz Hayber'i cebren aldık!» diyor. Mâzirî burada şu mütâleada bulunmuştur: «Bu sözün zahiri bütün Hayber'in kahran alınmış olmasını iktizâ eder. Halbuki Mâlik'in, İbn Şihâb'dan rivâyetine göre bir kısmı kahran, bir kısmı da sulh yolu ile alınmıştır. Ebû Dâvûd'un «SÜnen»'inde rivâyet ettiği: (Hayber'i ikiye taksim etti. Yansını kendi hâdisât ve ihtiyaçlarına, yarısını da müslümanlara ayırdı.) hadîsi de müşkil kalır. Bunun cevâbı bâzı ulemânın söylediği şu sözdür: Hayber'in etrafında çiftlikler ve köyler vardı. Bunları sahipleri terk edip gitmişlerdi. İşte bu yerlere sırf Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsûstu; ve Hayber arazîsinin yarısını teşkil ediyordu. Geri kalan yerleri harben alınmıştı, ki bunlar da gazilere taksim edildi.»

4769- Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivâyet ettiler. Lâfız İbn Abbâd'ındır. (Dediler ki): Bize Hatim —ki İbn İsmail'dir— Seleme b. Ekva'ın âzâdlısı Yezid b. Ebî Ubeyd'den, o da Seleme b. Ekva'dan naklen rivâyet etti. Seleme (Şöyle dedi):

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte Hayber'e (müteveccihen yola) çıktık. Ve geceleyin yürüdük gittik. Derken cemaattan bir zât, Âmir b. Ekva'a:

— Bize racezlerinden dinletmez misin? dedi. Âmir şâir bir zât idi. Hemen cemaatF (n develerini) sürmek üzre hayvanından indi. Şöyle diyordu:

«Allahim! Sen olmasan biz ne hidayete erer; ne sadaka verir; ne de namaz kılardık.»

«O halde —can sana feda— biz günah irtikâb ettikçe affet! Düşmanla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl!»

"Bize mutlaka sekinet ver! Çünkü biz çağırılırsak geliriz!» «Yaygara ile aleyhimize yardım istediler!» Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu sürücü kim?» diye sordu.

— Âmir! dediler.

«Allah ona rahmet eylesin!» dedi. Cemaatten biri:

(Şehâdet) vâcib oldu yâ Resûlallah! Bârî onunla bizleri faydalandırsa idin! dedi. Az sonra Hayber'e gelerek onları muhasara ettik. Nihayet bize şiddetli bir açlık çattı. Sonra:

«Şüphesiz Allah onu size fethedecektir » buyurdular. Hayber'in fet-hedildiği günün akşamı cemaat geceledikleri vakit birçok ateşler yaktılar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

«Bu âteşler ne? Ne üzerine yakıyorsunuz?» dedi. Ashâb:

— Et üzerine! dediler. «Ne eti?» diye sordu.

— Ehli eşeklerin eti! dediler.

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Dökün onları ve kırın!» buyurdu. Bir zât;

— Yoksa onlan döksünler de yıkasınlar mı? diye sordu. «Yahut öyle yapsınlar!» buyurdu.

Cemâat harb için saf bağladığı vakit Âmir'in kılıcında kısalık vardı. Onunla, bir Yahûdiyi vurmak için bacağını yakaladı. Fakat kılıcının keskin tarafı dönerek Âmir'in dizine isabet etti. Ve ondan Öldü. Seleme

Dedi ki:

Harbden döndüğümüz vakit Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elimden tutmuştu. Beni susmuş görünce:

«Sana ne oldu?» diye sordu. Kendisine şunu söyledim:

— Annem, babam sana feda olsun! Âmir'in ameli boşa gitti diycır-lar!..

«Bunu kim söyledi?» diye sordu.

— Filân, filân ve Üseyd b. Hudayr El-Ensârî dedim.

«Bunu söyleyen hatâ etmiş! Ona gerçekten İki ecir vardır!» buyurdu. Ve iki parmağını bir araya topladı. (Sözüne devamla):

«O gerçekten câhid, mücâhiddir! Yeryüzünde yürüyen onun gibi bir Arap pek az bulunur!» buyurdular.

Bu hadîste Kuteybe Muhammed'e iki cümlede muhalefet etmiştir, İbn Abbâd’ın rivâyetinde: «Bizim üzerimize sekînet ver!» cümlesi de vardır.

4770- Bana Ebû't-Tâhir de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'tan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Abdurrahmân (bunun nesebini İbn Vehb'den başkası bildirmiş ve: İbn Abdillâh b. Kâ'b b. Mâlik demiştir.) haber verdi ki, Seleme b. Ekva' Şöyle dedi:

Hayber harbi olunca kardeşim, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) le birlikte şiddetli bir çarpışma yaptı da, kılıcı kendine dönerek onu Öldürdü. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı bu hususta söz ettiler ve onun hakkında şikâyette bulundular: Kendi silâhı ile ölen bir adam! dediler. Bâzı işlerinde de şüpheye düştüler. Seleme demişdi:

Az sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'den döndü. Ben:

— Ya Resûlallah! Bana müsaade buyur da sana racez okuyayım! dedim.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine izin vermiş. Ömer b. Hattâb: Ben senin ne söyleyeceğini biliyorum! demiş. Seleme şunları söylemiş:

Ben de: «Vallahi Allah olmasa biz ne hidayete erer; ne sadaka verir, ne namaz kılardık!» dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'.

«Doğru söyledin!» buyurdular. (Devam ettim):

«Bize mutlaka sekînet indir! Ve düşmanla karşılaşırsak ayaklarımızı sabit kıl!»

«Müşrikler bize tecâvüz etmişlerdir!..»

Ben racezimi bitirince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bunu kim söyledi?» diye sordu.

— Onu kardeşim söyledi! dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah ona rahmet eylesin!» dedi. Ben de:

— Yâ Resûlallah! Bâzı insanlar ona rahmet okumaktan korkuyorlar: «Kendi silâhı İle ölmüş bir adam!» diyorlar! dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«O câhid mücâhid olarak öldü!» buyurdular.

İbn Şihâb

Dedi ki: Bilâhare ben Seleme b. Ekva'ın bir oğluna sordum da bana babasından naklen bunun gibi rivâyette bulundu. Şu kadar var ki (ben: Bazı insanlar ona rahmet okumaktan korkuyorlar, dediğim vakit) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Hatâ etmişler! Câhid mücâhid olarak öldü. Binâenaleyh ona iki defa ecir vardır!» buyurdu ve parmağı ile işaret etti, dedi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Megâzî»'de tahrîc etmiştir.

Hüneyyât: Hüneyyenin cem'idir. Hüneyye: Henenin ismi tasgiridir. Süheylî'nin ta'rifine göre hane: İsmi bilinmeyen yahut bilinip de söylenmek istenmeyen her şeyden kinayedir; yani şey, nesne mânâsına gelir. Hüneyye de şeyceğiz demek olur. Bazan bu kelime «hüneyhe» şeklinde de tasgir yapılır.

Burada «hüneyyât»'dan murâd: Racez denilen beytlerdir.

«Cemâatin develerini sürmek...»den maksat: Develer yürüsün diye onlara şarkı söylemektir. Buna Araplar «hidâ1» yahut «hudâ'» derler. Hi-dâ' ancak şiir veya racezle olur. Burada hidâ' için hayvanından inen şâir Âmir, hadîsi rivâyet eden Seleme b. Ekva' (radıyallahü anh)'ın amcasıdır.

Hazret-i Âmir'in bu beytlerle Allah'a mı yoksa Peygamber'ine mi hi-tâb ettiği ihtilaflıdır. Mâzirî Allah'a hitab ettiğine kail olmuş; ancak «can sana feda!» ifadesine i'tirazla: «Bu kelime Allah hakkında kullanılmaz; çünkü bir kimseye gelmesi muhtemel bir kötülük hakkında kullanılır. O kimse başka bir şahıs seçerek kötülüğün ona gelmesini ister; onu kendi nâmına feda eder. İmdi bu söz yâ razı olmaktan mecazdır ve sanki: Senin rizân için nefsimi harcarım! demiş gibi olur. Yahut bu kelime bir cümle-i mu'tarıza olarak araya sokulmuş; ve orada muhatab olan birine söylenmiştir.» demiştir. Bazıları, bu sözün zahirî mânâsı kasdedilmediğini, maksat sâdece mahabbet ve ta'zim olduğunu söylemiş; bir takımları da bu beytlerde muhatabın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu iddia etmişlerdir. Allâme Aynî bunların içinde en akla yatanı Mâzirî'nin sözü olduğunu kaydediyor. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir:

Bu beytleri Hendek harbinde bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) okumuştur. Bunlar aslında Abdullah b. Revaha'ya âit değil midir?

Cevâb: Olabilir. Aynı şeyi iki şâirin de söylemiş olması mümkündür. Buna tevârüd derler.

Şiir okuyanın Hazret-i Âmir olduğunu anlayınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem).:

«Allah ona rahmet eylesin!» demiş. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) buna: «Şehadet vâcib oldu!» diye mukabele etmiştir. Bu sözün mânâsı: Bu zâtın şehîd olacağı anlaşıldı demektir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu duayı böyle bir yerde kime yaparsa o kimsenin şehîd olacağını ashâb bilirlerdi. Onun içindir ki Hazret-i Ömer: «Bârî onunla bizleri faydalandırsaydın!» demiştir. Bundan murâd: Keşke bu duayı biraz daha yapmasan da bizler Âmir'in sohbetinden istifade etseydik; onu bir müddet daha aramızda görseydik!.. demektir.

Ashâb-ı kirâmın ehli eşek eti kaynatmakta olduklarım anlayınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ o kapların dökülüp kırılmasını emir buyurmuş; sonra bir zât: «Yoksa onları döksünler de yıkasınlar mı?» deyince: «Yahut öyle yapsınlar!» demişti. Bu onun bu meselede ic-tihâd ettiğine hamlolunmuştur. Evvelâ çömleklerin kırılmasına hükmetmiş; sonradan içtihadı değişmiş yahut vahiy gelerek yıkanmasını emir buyurmuştur.

Anlaşılıyor ki Hazret-i Âmir kendi kılıcı İle ölünce ashâb onun intihar ettiğini zannederek: «Âmir'in ameli boşa gitti!» demişler. Seleme (radıyallahü anh) amcası hakkında söylenen bu sözden çok müteessir olmuş; meseleyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e arzetmişti. Aldığı cevap şu oldu:

«Ona gerçekten İki ecir vardır! O gerçekten câhid, mücâhiddir!» Ulemâya göre buradaki iki ecirden biri Allah'a taat uğrunda bütün gücü ile çalışmış olması; diğeri de Allah yolundaki mücâhidliği ve gâzî-liği karşılığı verilmiştir. Yani onlar buradaki «câhid» kelimesini, içinde ciddî çalışan mânâsına almış; «mücâhid»! de gazi diye tefsir etmişlerdir. Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazret-i Âmir hakkındaki sözünü şu cümle ile bitirmiştir:

«Yeryüzünde yürüyen onun gibi bir Arap pek az bulunur!» Kâdî Iyâz'la Nevevî'nin beyanlarına göre bu cümledeki «meşâ bihâ» ifâdesi, «müşâbihen» şeklinde de rivâyet olunmuştur. Bu takdirde cümlenin mânâsı: «Harbde ve sairede kemal sıfatları hususunda ona benzeyen Arap pek az bulunur!» demek olur.