Geri

   

 

 

 

İleri

 

34- Hudeybiye'deki Hudeybiye Sulhu Bâbı

4729- Bana Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Bera' b. Âzib'i şunları söylerken işittim:

Ali b. Ebî Tâlib Hudeybiye günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e müşrikler arasındaki anlaşmayı yazdı ve: «Bu, Resûlüllah Muhammed'in üzerine yazışma yaptığı sulhnâmedir.» diye yazdı. Müşrikler:

Resûlüllah (kelimesini) yazma! Biz senin Resûlüllah olduğunu bilsek seninle harbetmezdik! dediler. Bunun üzerine Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Alî'ye:

«Sil onu!» buyurdu. Ali:

— Onu silecek ben değilim! dedi. Artık onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi eli ile sildi.

Koştukları şartlar arasında Mekke'ye girip orada üç gün kalmak, fakat oraya silâhla değil de ancak silâhın cülübhânı ile girmek de vardı.

Ben Ebû İshâk'a: Silâhın cülübbânı nedir? diye sordum.

— Dağarcık ve onun içindekidir; dedi.

4730- Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti,

(Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan rivâyet etti.

(Dedi ki): Berâ' b. Âzib'i şunları söylerken işittim:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye halkı ile anlaşma yaptığı vakit Alî, aralarında bir nâme yazdı. Ve «Resûlüllah Muhammed» diye kaydetti...

Bundan sonra râvi Muâz hadîsi gibi nakletmiş; ancak o bu hadîste: «Üzerine yazışma yaptığı sulhnâme budur!» ifâdesini anmamıştır.

4731- Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Ahmed b. Cenâb El-Missîsî hep birden Îsâ b. Yûnus'dan rivâyet ettiler. Lâfız İshâk'ındır.

(Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi.

(Dedi ki): Bize Zekeriyyâ, Ebû İshâk'dan, o da Berâ'dan naklen haber verdi. Berâ' Şöyle dedi:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Beyt-i Şerifin yanında durdurulunca Mekke halkı onunla: Mekke'ye girerek üç gün orada kalmak, oraya sadece silâh dağarcığı yani bir kılıç ve kını île girmek, beraberin de Mekkeliler'den kimseyi çıkarmamak, yanındakilerden Mekke'de kalmak isteyen tir kimseye mâni' olmamak şartı ile bir anlaşma yaptılar. Alî'ye:

«Aramızdaki şartı yaz! Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile:

Bu, Resûlüllah Muhammed'in imza ettiği sulhnâmedir!» buyurdu.

Müşrikler:

— Biz senin Resûlüllah olduğunu ti İsek sana tâbi' olurduk! Lâkin sen Muhammed b. Abdillâh yaz! dediler. O da Alî'ye bunu silmesini emretti. Fakat Alî:

— Hayır, vallahi! Ben onu silemem! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bana onun yerini göster!» dedi. O da yerini gösterdi. Ve o cümleyi sildi de:

«İbn Abdillâh» diye yazdı. Artık orada üç gün kaldı. Üçüncü gün olunca Alî'ye:

— Bu seninkinin şartının son günüdür: Ona emret de çıksın! dediler. O da kendilerine bunu haber verdi. Fahr-i Kâinat:

«Peki!» buyurdu ve çıktı.

İbn Cenâb kendi rivâyetinde «sana tâbi' olurduk» yerine «sana bey'at ederdik» demiştir.

Bu hadîsi Buhârî «KitâbüVSulh» ile «Kitabü'l-Cizye»'de; Ebû Dâvûd «Hacc»'da tahrîc etmişlerdir.

Hudeybiye anlaşması hakkında Hacc bahsinde söz geçmişti. Bâbımız hadîsinde kısaltma yapılmıştır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hudeybiye'de sulh yapıldığı yıl Mekke'ye girmediği ma'lûmdur. Başka rivâyetlerde bu cihet açıklanmıştır. Yapılan sulha göre müslümanlar gelecek sene Mekke'ye gelerek ömre yapacaklar; fakat Mekke'de üç günden fazla kalmayacaklardı. Bu anlaşma mûcebince müslümanlar o sene Mekke'ye girmeden geri dönmüş, oraya ertesi sene girmişlerdi. Orada üç gün kaldılar. Üçüncü gün tamam olurken müşrikler Hazret-i Alî'ye gelerek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in artık Mekke'den çıkması lâzım geldiğini söylediler. O da «Peki» diyerek çıktı.

Cülübbân yahut Cülbân: İçerisine kını ile birlikte kılıç, kamçı ve diğer öte beri konulan deriden yapılmış mahfazadır. Ulemânın beyanına göre müşrikler müslümanların Mekke'ye kılıç kında olarak girmelerini iki sebeple şart koşmuşlardır:

1- Hâllerinden galip oldukları mânâsı anlaşılmasın yani Mekke'yi aldılar sanılmasın;

2- Bir fitne veya çatışma olursa silâha sarılmak güçleşsin!

Hazret-i Alî'nin muahededen «Resûlüllah» kelimesini silmek istememesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e karşı itaatsizlik değil, bilâkis büyük bir edeb ve nezakettir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in «Sil!» emrini bizzat kendisine teveccüh eder mahiyette telâkki etmemişti. Böyle anlamış olsa bu emri terkedemezdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de emrine muhalefetinden dolayı kendisini muâhaze buyururdu.

4732- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Affân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd b. Seleme, Sabit'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti ki, Kureyş, içlerinde Süheyl b. Amr olduğu halde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’le sulh yapmışlar. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Alî'ye ;

«Besmeleyi yaz!» buyurmuş. Süheyl:

— Bismillâha gelince: Biz besmelenin ne olduğunu bilmiyoruz. Lâkin sen bizim bildiğimiz «Senin adınla Allahım!» ibaresini yaz! demiş. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah'ın Resûlü Muhammed'den yaz!» buyurmuş. Müşrikler:

— Biz senin Resûlüllah olduğunu bilsek sana tâbi' olurduk! Lâkin sen kendi isminle babanın ismini yaz! demişler. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) i:

«Muhammed b. Abdillâh'dan diye yaz!» buyurmuş. Müşrikler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e: Sizden (bize) gelen olursa onu size iade etmiyeceğiz; ama bizden size kim giderse siz onu bize iade edeceksiniz! diye şart koşmuşlar. Ashâb:

— Yâ Resûlallah, bunu yazalım mı? diye sormuşlar.

«Evet! Gerçekten bizden kim onlara giderse Allah onu ırak etsin! Onlardan bize gelene İse Allah bir ferahlık ve çıkar yol halkedecektir!» buyurmuşlar.

Görülüyor ki Hudeybiye sulhunda müşrikler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e üç şeyi şart koşmuşlar; o da bunları kabul etmiştir. Acaba bundaki hikmet nedir?

Bundaki hikmet sulhun getireceği mühim menfaat ve maslahattır. Bununla beraber müşriklerin ileri sürdükleri şartlan kabul etmekte bir zarar ve mefsedet de yoktur. Çünkü mânâ i'tibarı ile Besmele ne ise «Senin adınla Allahım!» ibaresi de odur. Yalnız besmeledeki Rahman ve Rahîm sıfatlan terk edilmiştir ki, bundan bu sıfatların Allahü teâlâ'dan nefî edilmiş olması lâzım gelmez.

Sulhnameden silinen «Resûlüllah» kim ise Muhammed b. Abdillâh da odur. Binâenaleyh bu şartlan kabulde bir mahzur yoktur. Müşrikler bunların yerine putlannı ta'zîm gibi bir şeyi şart koşsalar, mefsedet ve mahzur o zaman baş gösterirdi.

Müşriklerin üçüncü şartı evvelemirde çok ağır gibi görünür. Nitekim ashâb-ı kirâma da ağır gelmiştir. Bu şarta göre müşriklerden müslüman olup gelenleri müslümanlar iade edecek; fakat müslümanlardan ir--tidâd edip müşrikler tarafına geçenler iade olunmayacaktı. Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz bunu da kabul etti; ve bundaki hikmeti şu cümlelerle ifâde buyurdu:

«Bizden kim onlara giderse Allah onu ırak etsin! Onlardan bize gelene ise Allah bir ferahlık ve çıkar yol halk edecektir!»

Evet! Gerçekten öyle olmuş; bu mu'cize dahi sahibinin haber verdiği gibi zuhur etmiş; Mekke'nin fethinden sonra bütün Araplar müslüman olmuşlardır.

4733- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivâyet etti. H.

Bize İbn Nümeyr de rivâyet etti. İkisinin lâfızları birbirine yakındır.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdülâzîz b. Siyah rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Habîb b. Ebî Sabit, Ebû Vail'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi):

Sıffîn (harbi) günü Sehl b. Huneyf ayağa kalkarak şunları söyledi: Ey insanlar! Kendinizi itham edin! Yemîn olsun biz Hudeybiye günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le beraberdik! Şayet harbe lüzûm görseydik mutlaka harbederdik! Bu söylediğim, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le müşrikler arasındaki sulhda idi. Derken Ömer b. Hattâb gelerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vardı; ve:

— Yâ Resûlallah! Biz hak, onlar bâtıl üzerinde değil miyiz? dedi. «Evet, öyle!» buyurdular.

— Bizim Ölülerimiz cennette, onların ölüleri cehennemde olacak değil mi? dedi.

«Evet, öyle!» buyurdular.

— Öyle ise neye dînimiz hususunda bu aşağılığı gösteriyoruz da henüz Allah onlarla bizim aramızda bir hüküm vermemişken geri dönüyoruz? dedi. Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:

«Ey Hattâb oğlu! Ben gerçekten Allah'ın Resûlüyüm! Allah beni ebediyyen zayi’ etmez!» Bunun üzerine Ömer sabretmedi de kızarak oradan gitti ve Ebû Bekr'e gelerek:

— Yâ Ebâ Bekr! Biz hak, onlar bâtıl üzerinde değil miyiz? dedi. Ebû Bekir:

— Evet, öyle!» cevâbm verdi.

— Bizim Ölülerimiz cennette, onların ölüleri cehennemde olacak değil mi?

— Evet, öyle!

— O halde neye dînimiz hususunda bu aşağılığı gösteriyoruz da henüz Allah onlarla bizim aramızda bir hüküm vermemişken geri dönüyoruz? dedi. Ebû Bekir şu karşılığı verdi:

— Ey Hattâb oğlu! O gerçekten Allah'ın Resûlüdür. Allah onu ebediyyen zayi' etmez!..»

Arkacığından Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e fetih (müjdesi) le Kur'ân indi. Ve Ömer'e haber göndererek onu kendisine okuttu. Ömer:

— Yâ Resûlallah! Bu fetih midir? dedi.

«Evet!» cevâbını verdiler. Artık Ömer'in gönlü oldu ve döndü.

4734- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şakîk'dan naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Ben Sehl b. Huneyfi Sıffin'de şunları söylerken işittim:

Ey insanlar! Kendi re'yinizi itham edin! Vallahi ben kendimi Ebû Cendel günü görmüşüm dür! Şayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in emrini reddetmek elimden gelseydi onu mutlaka reddederdim. Vallahi biz ne zaman bir işin neticesine kadar kılıçlarımızı boynumuza astı isek, bizi bildiğimiz tir şeye kolaycacik ulaştırmışlardır. Yalnız sizin şu işiniz müstesna! İbn Nümeyr «ilâ emrin kat tu- ifadesini anmadı.

4735- Bize bu hadîsi Osman b. Elû Şeybe ile İshâk da hep birden Cebîr'den rivâyet ettiler. H.

Bana Ebû Saîd El-Eşecc de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yeki' rivâyet etti.

Bu râvilerin ikisi birden A'meş'den bu isnadla rivâyette bulunmuşlardır. İkisinin hadîsinde de: «Bizi kepaze edecek bir şeye kadar» fâdesi vardır.

4736- Bana İbrahîm b. Saîd El-Cevheri de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Mâlik b. Miğvel'den. o da Ebû Hasîn'den, o da Ebû Va-îl'den naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Ben Sehl b. Huneyfı Siffîn'de şunları söylerken işittim:

— Dîniniz üzerine (baş kaldıran) re'yimzi itham edin! Yemin olsun ben kendimi Ebû Cendel günü görmüşüm dür. ResûlüllaK (sallallahü aleyhi ve sellem)’in emrini reddetmeye bir gücüm yetse idi!.. Şu işinizin bir tarafını tıkar tıkamaz hemen o bir taraf üzerimize fışkırmıştır!

4737- Bize Nasr b. Aliy El-Cehdamî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hâlid b. Haris rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Arûbe, Katâde'den naklen rivâyet etti ki, kendilerine Enes b. Mâlik rivâyet etmiş.

(Dedi ki): Hudeybiye'den dönüşte: Biz sana apaçık bir fetih sağladık. Allah sana gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlasın diyen âyet-i kerîmesi: Bu, Allah ındinde büyük bir kurtuluştur! âyetine kadar indiği vakit ashabı pnı ve gussa almıştı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hedy kurbanını Hudeybiye'de boğazlamıştı. İşte o zaman:

«Bana Öyle bir âyet indirildi ki, benim için bütün dünyadan daha makbuldür!» huy urdular.

4738- Bize Asım b. Nadr El-Temîmî de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Mu'temir rivâyet etti. (Dedî ki): Bahamdan dinledim.

(Dedi ki) ; Bize Katâde rivâyet etti.

(Dedi ki): Ben Enes b. Mâlik'ten dinledim. H.

4739- Bize İbn'l-Müsennâ da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Dâvûd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hemmâm rivâyet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yûnus b. Muhammed rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şeybân rivâyet etti.

Bu râvilerin hepsi Katâde'den, o da Enes'den naklen İbn Ebî Arû-be'nin hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlardır.

Hazret-i Sehl b. Huneyf hadîsini Buhârî «Cizye», «İ'tİ-sâm» «Humus» ve «Tefsir» bahislerinde; Nesâî «Kitâbü't-Tefsîr»'de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Sifiîn: Fırat nehri kenarında bir yerdir. Hazret-i Âli ile Muâviye (radıyallahü anhuma) arasındaki meşhur harp burada olmuştur.

Hazret-i Sehl bu harbe iştirak etmiş ve Ali (radıyallahü anh) tarafını tutmuştu. Arkadaşları kendisini harpte gevşeklikle itham ediyorlardı. Hadîste zikri geçen sözünü burada söylemiş; birbirleri ile harbeden her iki fırkaya nasihat ederek:

— Siz kendi reylerinizi itham edin! Çünkü İslâmiyet nâmına reylerinize İstinaden dîn kardeşlerinizle harb ediyorsunuz! Ben vazifemde kusur etmiyorum! Nitekim Hudeybiye anlaşmasında da kusur etmemiştim!..» demiş ve orada olup bitenleri anlatmıştı.

Ebû Cendel gününden murâd: Hudeybiye anlaşmasıdır. Ebû Cendel'in İsmi Âs olup Kureyş murahhası Sehl'in oğludur. Âs , Mekke'de müslüman olmuş; bu sebeple büyük işkencelere ma'ruz kalmıştı. Tam Hudeybiye anlaşmasının imzalandığı gün müşriklerin elinden kaçarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e iltica etti. Fakat arkasından babası Sehl Peygamberimize: «Yâ Muhammed senden ilk dava ettiğim tudur!» dedi. Artık anlaşma gereğince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onu babasına teslim etti. Ebû Cendel sesi çıkabildiği kadar bağırıyor': «Ben müslüman olmuş ve Allah uğrunda bu kadar işkence görmüşken beni müşriklere iade mi ediyorsunuz?» diyordu. Bunun üzerine babası, Ebû Cende Tin yüzüne bir taş atmış ve burnunu kırmıştı. îşte Hazret-i Ömer'le diğer müslümanları gayrete getiren bu olmuş. Ömer (radıyallahü anh): «Biz hak, onlar bâtıl üzerinde değil miyiz?..» diye konuşmuştur.

Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Cendel'e:

«Yâ Ebâ Cendel! Sabr-u tehammül et! Şüphesiz ki, Allah sana ve seninle beraber olan malzumlara bir ferah ve kurtuluş yolu halkedecektir. Biz bir anlaşma akdettik. Artık onlara karşı sözümüzden dönemeyiz!» buyurdu. Ulemâdan bazılarına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Cendel'i, babasının i'tibarı sayesinde öldürülmeyeceğini bildiği için iade etmiştir.

Sehl b. Huneyf'in: «Şayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in emrini reddetmek elimden gelseydi onu mutlaka reddederdim!..» sözünden murâd: «Hudeybiye anlaşmasına aykırı harekette bulunmak elimden gelseydi müşriklerle harp ederdim! Ama anlaşma imzalanınca Peygamberimizin emrine imtisâlen herkes harpten vazgeçti!» demektir.

Bu sözleri ile Hazret-i Sehl , Sıffin harbinde arkadaşlarını hakem kararı ile anlaşmayı kabule davet etmiş; böyle ilk bakışta nahoş görünen şeylerin netice itibarı ile hayır getirdiğini, nitekim Hudeybiye anlaşmasında da böyle olduğunu anlatmak istemiştir. 96 numaralı hadîsteki: «Şu işinizin bir tarafını tıkar tıkamaz hemen öbür taraf Üzerimize fışkırmıştır!» cümlesinin mânâsı: Sizin reyinizi bir taraftan doğrultup düzeltiyoruz; Öbür taraftar patlak verip üzerimize fışkırıyor demektir. Yani hakemliği kabul meselesinde Hazret-i Alî tarafdâr-larının görüşlerini düzeltmenin çok zor olduğu, bir tarafından bağlanırken öteki ucundan patlayan su tulumuna veya çuvala benzetmek sureti ile ifade olunmuştur. Yalnız ibaredeki «fetahnâ» ta'bîri Kâdî Iyâzin da beyân ettiği vecihle hatadır. Doğrusu «sedednâ»dır; nitekim Buhârî'nin rivâyetinde de öyledir.