Geri

   

 

 

 

İleri

 

26- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in İslam'a Davet Îçin Hirakl'e Yazdığı Mektub Bâbı

4707- Bize İshâk b. İbrâhîm El-Hanzalî ile İbn Ebî Ömer, Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Lâfız İbn Râfi' indir, İbn Râfi' ile İbn Ömer «haddesenâ» tâbirini kullandılar. Diğer ikisi: Bize Abdürrazzâk haber verdi, dediler.

(Dedi ki): Bize Mamer Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe'den, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi ki, ona da Ebû Süfyân leb beleb haber vermiş.

(Dedi ki).;

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le aramızda geçen müddette seyahata çıktım. Ben Şam'da iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den Hirakl'e yani Roma imparatoruna bir mektub getiriverdiler. Mektubu Dihyetü’l-Kelbî getirmişti. Onu Busrâ emîrine verdi. Busrâ emîri de Hirakl'e verdi. Hirakl:

— Kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bu adamın kavminden burada kimse var mı? diye sordu.

— Evet! dediler. Bunun üzerine Kureyş'den birkaç kişi ile birlikte beni de çağırdılar. Hirakl'in yanına girdik. Bizi huzuruna oturttu. Ve:

— Kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bu adama soyca hanginiz daha yakındır? dedi. Ebû Süfyân

Dedi ki:

— Ben! diye cevap verdim. Ve beni onun Önüne, arkadaşlarımı da benim arkama oturttular. Sonra tercümanını çağırarak ona şunu söyledi:

— Bunlara söyle! Ben kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bu adamın kim olduğunu soruyorum! Eğer bana yalan söyledi ise siz de onu yalanlayın! Râvi diyor ki: Bunun üzerine Ebû Süfyân:

— Allah'a yemîn olsun ki, yalanım nakledileceğinden korkmasam mutlaka yalan söylerdim! dedi. Sonra Hirakl tercümanma:

— Buna sor! Onun sizin aranızda asaleti nasıl? dedi. Ebû Süfyân

Dedi ki: Ben:

— O aramızda asalet sahibidir; dedim.

— Babalarından kıral olan var mı idi?

— Hayır!

— Onu bu söylediğini söylemezden önce yalanla itham eder mi idiniz?

— Hayır!

— Peki ona tâbi' olanlar kim? Halkın eşrafı mı yoksa zayıfları mı?

— Yok, zayıflan!

— Bunlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?

— Hayır, bilâkis artıyorlar!

— Onlardan hiç biri onun dînine girdikten sonra beğenmeyerek dininden dönüyor mu?

— Hayır!

— Onunla hiç harb ettiniz mi?

— Evet!

— Onunla harbiniz nasıl olmuştu?

— Onunla bizim aramızdaki harb nevbetleşe olur. Kimi o bizi mağ-lûb eder, kimi biz onu!

— Vefasızlık eder mi?

— Hayır! Ama biz onunla bir müddet (anlaşma) içindeyiz; o müddette ne yapacağını bilmeyiz! dedim. Vallahi içerisine bundan başka bir şey sokabileceğim bir söz söylemeye bana imkân vermedi.

— Bu sözü ondan önce hiç bir kimse söyledi mi? diye sordu.

— Hayır! dedim. Tercümanına dedi ki:

— Buna söyle! Ben sana onun asaletini sordum; sen de onun aranızda asalet sahibi olduğunu söyledin. Peygamberler de böyledir; kavimlerinin asal etlilerinden gönderilirler. Babalarının içerisinde kıral olan var mı? dedim. Hayır! diye cevap verdin, imdi ben de derim ki: Babalarından kıral olan bulunsa idi, babalarının saltanatım arayan bir adam!., derdim. Sana onun tâbi’lerini sordum. Kavminin zayıfları mı, eşrafı mı? dedim. Yok. zayıfları... dedin. Peygamberlerin tabileri de bunlardır! Sana: Onu bu söylediğini söylemezden önce yalanla itham eder mi idiniz? diye sordum. Hayır! diye cevap verdin! Gerçekten anladım ki, bu zât inamlara yalan söylemeyi bırakıp da giderek Allah'a karşı yalan uyduracak değildir. Sana: Onlardan hiç biri onun dînine girdikten sonra beğenmeyerek dîninden dönüyor mu? diye sordum! Hayır! diye cevap verdin! İşte kalplerin hoşnûdisi İle karıştığı zaman îman da böyledir. Sana: Onun tabileri artıyorlar mı, eksiliyorlar mı? diye sordum; arttıklarını söyledin! İşte îmân da tamam oluncaya kadar böyledir. Sana: Onunla hiç harb ettiniz mî? diye sordum. Onunla harbettiğinizi, aranızda geçen harblerin nevbetleşe olduğunu, kimi onun sizi mağlûb ettiğini, kimi de sizin om mağlûb ettiğinizi söyledin! Peygamberler de böyledir; (evvelâ) ibtilâ edilirler; sonra akıbet onların olur! Sana: Vefasızlık eder mi?, diye sordum. Vefasızlık etmezdiğini söyledin. Peygamberler de böyledir; vefasızlık etmezler. Sana: Bu sözü ondan önce hiç bir kimse söyledi mi? diye sordum. Hayır! diye eevâp verdin!

İmdi ben de derim ki: Eğer bu sözü ondan önce biri söylemiş olsaydı, ben: Kendinden önce söylenmiş bir söze uyan bir adam!., derdim. Ebû Süfyan

Dedi ki: Bundan sonra:

— Size neyi emrediyor? diye sordu. Ben:

— Bize namazı, zekâtı, akrabaya yardımı ve İffeti emrediyor; dedim.

— Eğer onun hakkında söylediklerin doğru ise o hakîkaten Peygamberdir. Onun çıkacağını biliyordum; ama sizden olacağını zannetmezdim. Ona kavuşacağımı bilsem mutlaka onunla görüşmek isterdim. Yanında olsam ayaklarını yıkardım! Onun mülkü behemehal ayaklarımın altındaki yere erişecektir! dedi. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mektubunu istedi; ve onu okudu. Bir de baktı ki mektupta şunlar var:

«Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle: Allah'ın Resûlü Muhammed’den Romalıların büyüğü Hirakl’e: Doğru yola tâbi' olana selâm!..

Bundan sonra: (malûmun olsun ki: Ben seni İslâm daveti ile davet ediyorum. Müslüman ol, selâmet bul! Müslüman ol da Allah senin ecrini İki defa versin! Şayet, yüz çevirirsen ırgatların, çiftçilerin vebali de muhakkak senin üzerine olur! Ey kitap ehli! Sizinle aramızda dosdoğru bir kelimeye gelin! Allah'tan başka hiç bir şeye tapmayalım! Ona hiç bir veyİ şerik koşmayalım! Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb İttihâz etmeyelim! Eğer yüz çevirirlerse! Şahid olun ki biz müslümanlarız! deyiverin!» Sûre-i Âl-i İmrân âyet:

Mektubu okumayı bitirince yanında sesler yükseldi ve gürültü çoğaldı. Bizim için de emir verdi ve dışarı çıkarıldık. Çıktığımız vakit ben arkadaşlarıma: Artık İbn Ebî Kebşe'nin işi iştir!.. Ondan Benî Asfar’ın kralı bile korkuyor! dedim. Ve artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in muzaffer olacağına yüzde yüz inanmaya devam ettim. Nihayet Allah İslâm'i bana nasib etti!

4708- Bize bu hadîsi Hasen El-Hulvânî ile Abd b. Humeyd de rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ya'kûb —ki İbn İbrahim b. Sa'd'dır— rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam, Sâlih'den, o da İbn Şihâb'dan bu isnâdla rivâyet etti.

«Allah Kayser'in başından Acem ordularını defettikten sonra Allah'ın lütfuna şükür İçin Hıms'dan Beyt-i Makdis'e gitti-» Yine bu hadîste:

«Allah'ın kulu ve Resûlü Muhammed'den» dedi. (Erîsiyyîn yerine) «yerîsiyyîn» tâbirini kullandı. (Dîâyeti'l-islâm yerine) «dâiyeti'l-islâm» dedi.

Bu hadîsi Buhârî «Bed'ü’l-Halk, Cihâd, Tefsir, Şehâdât, Cizye, Edeb, îmân, İlim, Ahkâm, Megâzî, Haber-i vâhid» ve «İstizan» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Edeb» bahsinde; Tirmizî «İstîzân»'da; Nesâî «Tefsir»'de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. «Sünen» sahiplerinden onu tahrîc etmeyen yalnız İbn Mâce olmuştur.

Hazret-i Ebû Süfyân’ın bahsettiği müddetten maksat: Hudeybiye anlaşmasıdır. Bu anlaşma hicretin altıncı yılı sonuna doğ' ru yapılmıştı. Ebû Süfyân (radıyallahü anh) o zaman henüz müslüman olmamıştı.

Busrâ: Havran şehrinin adıdır. Şamla Hicaz arasında, cenûbta Taberiyye gölü kıyılarına kadar uzanan, toprağı mahsuldar bir yerdir. Bir rivâyette İmparator Hirakı , Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den gelen mektubu Kudüs'teki Beyt-i Makdis'de okumuştur. Mektubu alınca: «Bu adamın kavminden burada kimse var mı?« diye sorması akrabası onun iç ve dış ahvâlini herkesten iyi bileceği içindir. Bir de akrabadan olmayanlar bir kimsenin soyuna sülâlesine dil uzatabilirler; fakat akraba bunu yapmaz. Hazret-i Ebû Süfyân o zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in belli başlı düşmanlarından biri olduğu için onun hakkında yalan söyleyerek imparatorun gözünden düşürmek, kin bağlatmak gibi şeyler düşünmüşse de, yalanı derhal Mekke müşriklerine ulaştırılarak kendinin gözden düşmesine sebep olacağını bildiği için buna cesaret edememiştir. Bu hal yalanın İslâm'da olduğu gibi. câhiliyet devrinde de çirkin sayılırdığını gösterir.

Görülüyor ki Hirakı Hazret-i Ebû Süfyân'a birçok suâller sormuş; aldığı cevaplar neticesinde: «Peygamberler de böyle idi» demiştir. Hattâ bu suâl ve cevapların sonunda âhir zaman Peygamberinin çıkacağını bildiğini de söylemiştir. Acaba bunları nereden bilmiştir? Ulemâ bunları geçmiş kitaplardan öğrendiğini veya aklî karinelerle bildiğini söylerler. Filhakika İncil'de Ahmed isminde bir âhir zaman Peygamberi geleceğinin bildirildiğini Kur'ân-ı Kerim haber vermektedir. Ancak hıristiyan paazları İslâm'a olan düşmanlıklarından dolayı bunu tahrif ederek gizlemişlerdir. Son devrin Osmanli ulemâsından Abdullâtîf Harpûtî merhum «Tenkîhu'l-Kelâm...» adlı eserinde bundan bahsetmiştir.

Hirakl'in huzurunda Hazret-i Ebû Süfyân'i öne, arkadaşlarını onun arkasına oturtmaları —bazı ulemâya göre— şayet Ebû Süfyân yalan söyleyecekse sıkılmasın diyedir. Çünkü bir kimsenin yüzüne karşı yalan söylemek insana güç gelir.

Hirakl'in sualleri manidardır. İbn Battal diyor ki: Hirakl'in haberleri ve her haberi ayrı ayrı sorması eski kitaplardan almadır. Zîra bütün bu sordukları, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in, ellerindeki Tevrât'la İncî1'de yazılı evsâfıdır.»

Hirakl suâllerine hasebten başlamıştır.

Haseb: Soy sop, şeref, asalet demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in âsîl bir aileden geldiği cevabına karşı: «Peygamberler de böyledir; kavimlerinin asaletlilerinden gönderilirler!» demiştir. Bundaki hikmet: Asilzadenin bâtıla intisab etmekten uzak kalması ve insanların kendisine kolaylıkla inanmasına sebep olmasıdır. Peygamberlere evvelâ insanların zayıf tabaksının îmân etmesi ise, eşrafın kendileri ayarında birinin öne geçmesini bir izzet-i nefis meselesi yaparak çekememelerin-den ileri gelir. Zayıf tabakanın böyle bir dâvası yoktur. Onun için hakka kolaylıkla inkıyâd ederler.

Dînden dönen olup olmadığını sorması, bir insanın hakikatim bilerek girdiği bir işten dönmeyeceği malûm olduğu içindir. Bâtıla saplanan ise bir müddet sonra hatasını anlayarak ondan vaz geçer. ,

Vefasızlık suâline gelince: Vefasızdan Peygamber olmayacağını Hirakl bilirdi. Zîrâ dünya menfaatleri peşinde koşan bir adam bu uğurda sözünden dönme, aldatma gibi şeylere tevessül edebilir; fakat âhiret için çalışan asla bu gibi şeylere tenezzül etmez.

Bu suâl cevap faslı bitekten sonra Hirakl: «Eğer onun hakkında söylediklerin doğru ise o hakîkaten Peygamberdir. Onun çıkacağını biliyordum... Yanında olsam ayaklarını yıkardım!..» gibi îmânına delâlet eden sitayişkâr sözler söylemiştir. Hattâ Buhârî'deki rivâyetin sonunda Romalılar'a şöyle hitâb etmiştir:

«Ey Romalılar! Felaha, hakka ermeyi ve mülkünüzün elinizde kalmasını ister misiniz! O halde bu Peygambere tâbi' olun!..» Hadîsin devamı şöyledir:

«Bunun üzerine Romalılar vahşî eşekler gibi kapılara koştular; fakat onları kapalı buldular. Hirakl onların kaçışını görüp îmândan ümidini kesince: Bunları benim yanıma iade edin! dedi ve kendilerine şunu söyledi: Ben demin size söylediğim sözümü sizin dîniruze olan metanet ve gayretinizi denemek için söyledim; bunu da gördüm!..»

Artık Romalılar kendisine secde ettiler; ondan razı oldular. İşte Hirakl'in son hâli bu idi. «Acaba Hirakl hakîkaten îmân etmiş mi îdi?»

Ulemâ bu suâlin cevabında mütereddit görünüyor. Bazıları son olarak: «Ben sizi denemek için Öyle söyledim.» demesine bakarak İslâm'ı kalben tasdik etmediğine kail olmuş, fakat allâme Ayni buna i'tirazla:« Caiz ki, bu sözü, kaçtıklarını görünce kendisini öldüreceklerinden korktuğu için söylemiş; bununla onları iskât ve tatmin etmek istemiştir. Kalbindekine biz nereden vâkıf olalım; bu sözün kalbin tasdiki ile söylenip söylenmediğini nereden bilelim!» demiş; sonra şunları söylemiştir: «Lâkin

Nevevî diyor ki: Hirakl'in (Bilmiş olsam ona kavuşmak külfetini göze alırdım...) sözünde bir mazeret yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak Nebî olduğunu bilmişti. Ancak tahtına kıyamadı; riyasete rağbet gösterdi. Ve bunları İslâm'a tercih etti. Bu cihet «Sahîh-i Buhârî»de sarahaten beyan edilmiş:

 (Eğer Allahü teâlâ onun hidâyetini dilese idi kendisini Necâsî gibi muvaffak kılar; riyaset de elinden gitmezdi.) denilmiştir.»

Ebû Ömer: «Kayser, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e îmân etmiş, fakat patrikleri razı olmamıştır.» diyor. Kayser, Roma imparatorlarına verilen unvandır. Nitekim Habeş imparatorlarına Necâşî, Yemen kırallarına Tübba', Mısır kıratlarına Fir'avn denilirdi...

Hirakl'in îmân etmediğine bu hâdiseden sonra vuku' bulan Mûte harbi ile de istidlal ederler. İbn İshâk'ın beyânına göre bu harbe Hirakl yüz bin kişilik bir müşrik ordusu ile iştirak etmiştir. Bununla beraber yine de îmânını gizlemiş; bunları saltanatını korumak ve öldürülmekten korkmak gibi sebeplerle yapmış olması ihtimali üzerinde duranlar vardır. Ancak İmâm Ahmed'in «Müsned»inde şöyle bir hadîs vardır: «Hirakl Tebûk'ten Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Ben müslümanım diye mektup yazdı. Fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Yalan söylemiş: Bilâkis o hıristîyanlığında dâimdir! Buyurdu.»

İbn Battal: «Bizce Hirakl'in alenen müslüman oluşu sahih değildir. Bizim bildiğimiz, onun saltanatını, kelime-i hakkı alenen söylemeye tercih etmesidir. Büz, alenen söylemedikçe bir kimsenin müslüman olduğuna kanaat getirenleyiz. Hirakl mükreh ve muztar değildi, ki, ma'zûr olsun! Onun işi Allah'a kalmıştır.» diyor.

«Erîsiyyîn» kelimesi hadîsin ikinci rivâyetinde «yerîsiyyîn» şeklinde okunmuştur. Bu kelime «Ensin» ve «ırrîsîn» şekillerinde de. okunmuştur. En meşhur kıraeti «erişi yyîn»'dir. Mânâsında dahi ihtilâf olunmuştur. En meşhur kavle göre erîsiyyîn: Irgat ve çiftçilerdir. Cümlesinin mânâsı: «Sana tâbi' olan halkın vebali de senin üzerine olur.» demektir. Bunlarla bütün teb'a halkı kasdedilmiştir. Zira bu sınıf hem ekseriyeti teşkil etmekte hem de kolaylıkla ram olmaktadırlar. Binâenaleyh Hirakl müslüman olursa onlar da İslâmiyeti kabul eder; olmazsa onlar da kabul etmezlerdi.

Bazıları: «Bunlardan murâd: Yahûdilerle hıristiyanlardır.» demiş; bir takımları da insanları kötü yollara sevkeden kırallar olduğunu söylemişlerdir.

«Diâye» da'vet demektir. Bundan maksat kelime-i tevhîddir. «İbn Ebî Kebşe»'den murâd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Vaktiyle Huzâa kabilesinden İbn Ebî Kebşe bu hususta ona tâbi' olmamış. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nâmında biri Şi'râ denilen yıldıza tapmış, fakat Araplardan biç bin müşriklerin dînine uymamak hususunda bu adama benzetilerek kendisine burada İbn Ebî Kebşe denilmiştir. Ebû'l- Hasen Cürcânî'ye göre bu teşbih Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e düşmanlık için yapılmıştır. Bazıları: «Bundan murâdlari Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ta'yîb değil, mücerred teşbihtir.» demişlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in anne tarafından dedesine Ebû Kebşe denildiğini söyleyenler olduğu gibi, süt babasına Ebû Kebşe denildiğini ileri sürenler ve daha başka İbn Kebşe'lerden bahsedenler de olmuştur.

Benî Asfar: Romalılar'dır. Bunların menşeleri hakkında da muhtelif kaviller ileri sürülmüştür. Ebû İshâk'a göre İshâk (radıyallahü anh)’ın neslinden Asfar b. Rûm'un sülâlesidir ki, Kâdî Iyâz da bu kavli muvafık bulmuştur.