Geri

   

 

 

 

İleri

 

3- Zahire ve Hücceti İyi Anlatmaya Göre Hüküm Bâbı

4570- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den naklen haber verdi. Ümmü Seleme şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Gerçekten siz bana davaya geliyorsunuz. Ama ihtimal bâzımız hüccetini bâzınızdan daha iyi anlatır da ben de ona kendisinden dinlediğime göre hüküm vermiş olurum! İmdi her kimse din kardeşinin hakkından bu suretle bir şey bölersem, onu hemen alıvermesin! Zîrâ bununla ona ancak ateşten bir parça bölmüş olurum!» buyurdular.

4571- Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Vekî' rivâyet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. Her iki râvi Hişâm'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

4572- Bana Harmeletü'bnü Yahya da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb’dan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr, Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Ümmü Seleme'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kapısının önünde davacı gürültüsü işitmiş de yanlarına çıkmış; ve:

«Ben ancak bir insanım! Bana gerçekten davacılar geliyor. Ama caiz ki bazıları bazılarından daha belîg olur da ben onu doğrucu zanneder ve lehine hüküm vermiş olabilirim. İmdi her kime bir müslümanın hakkını hükmetmişsem bu ancak ateşten bir parçadır. Onu (isterse) üzerine alsın; yahut (dilerse) terk etsin I»

4573- Bize Amru'n-Nâkıd da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yakûb b. İbrahim b. Sa'd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam, Sâlih'den naklen rivâyet etti. H.

Bize Abd b. Humeyd dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdürraizâk haber verdi.

(Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi.

Her iki râvi Zührî'den bu isnâdla Yûnus'un hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlardır. Ma'mer'in hadîsinde:

«Ümmü Seleme

Dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ümmü Seleme'nin kapısı önünde davacı yaygaraları işitti.» cümlesi vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Mezâlim», «Ahkâm», «Şehâdât» ve «Terkü'l-Hıyel» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Ahkâm»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

«Zira bununla ona ancak ateşten bir parça bölmüş olurum!» cümlesinden murâd: Eğer zahire göre verdiğim hüküm bâtına ve gerçeğe uymazsa böldüğüm şey ona haramdır; kendisini cehenneme götürür;- demektir. Burada şöyle bir suâl hâtıra gelebilir: Bu hadîsin zahirinden anlaşıldığına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bâzan zahiri bâtınına muhalif hüküm verebilir; halbuki usûl-i fıkıh âlimleri bilittifak onun ahkâm Bâbında hatâ üzerine ikrar ve terk edilemiyeceğini söylemişlerdir?

Cevap: Bu hadisle usûl-i fıkıh kaidesi arasında muâraza ve zıddiyet yoktur. Çünkü usûl-i fıkıh ulemasının muradlan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendi içtihadı ile verdiği hükümlerdir. Hadîs-i şerifte bahsedilen hüküm ise ictihadla değil, yemin ve şâhid gibi bir beyyineye İstinaden verilen hükümdür. Böyle bir hükme hatâ denilmez. Hüküm teklîî-i ilâhiye göre verilmiştir; ve sahihtir. (Bu husustaki teklifi ilâhî iki şahidin dinlenmesi gibi şeylerdir. Şahidler yalancı iseler vebal de onlara âid olur. Hükümde bir kusur yoktur.)

Celebe ve lecebe sözleri aynı mânâya gelirler. Bunlardan murâd: Gürültü ve karışık seslerdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben ancak bir insanım!» buyurmakla insanlık haline tenbîhte bulunmuştur. İnsan gaibi ve hâdisâtın sırlarını bilemez; meğer ki Allahü teâlâ bildirmiş olsun! Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de sair insanlar gibi zahire göre hüküm vermek caizdir. Hükümlerin sırlarını ancak Allah bilir. O halde zahire göre şâhid ve yennîn gibi beyyinelerle hüküm verir. Bu hüküm sırr-i ilâhiye muhalif olabilir; fakat o ancak zahire (yani eldeki delile) göre hüküm vermekle mükelleftir; tâ ki bu hususta ümmeti de ona tâbi' olsun.

«Her kime bir müslümanın hakkını hükmetmişsem...» ifadesindeki «müslüman» ta'bîri ihtirazı bir kayd değil, ekseri hallere bakarak söylenmiştir. Yoksa bu hususta zimmî, muâhed ve mürted gibi kâfirlerin malları da müslümanın malı gibidir.

«Onu (isterse) üzerine alsın; yahut (dilerse) terk etsin!» cümlesinden murâd da muhayyerlik değil, tehdiddir. Bu cümle:

"İsteyen îmân etsin; isteyen de küfür!" Sûre-i Kehf, âyet: 29. âyet-i kerîmesine benzer. Mezkûr âyetten murâd: Tehdîddir.