6- Vasiyyet Edecek Bir Şeyi Bulunmayan Kimsenin Vasiyyeti Terk Etmesi Bâbı 4314- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân b. Mehdi, Mâlik b. Miğvel'den, o da Talha b. Mûsarrifden naklen haber verdi. Şöyle dedi: Abdullah b. Ebi Evfa'ya: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey vasiyyet etti mi? diye sordum da «Hayır!» cevâbını verdi. — O halde müslümanlara vasiyyet neden farz oldu yahut: Neden vasiyyetle emrolundular? dedim. — Allah (azze ve celle)’in kitabını vasiyyet etti, dedi. 4315- Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivâyet etti. H. Bize İbn Nümeyr dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. Her iki râyi Mâlik b. Miğvel'den bu isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir. Şu kadar var ki, Vekî'ia hadîsinde: «O halde halka vasiyyet nasıl emrolundu? dedim.» İbn Nümeyr hadîsinde ise: «Müslümanlara vasiyyet nasıl farz kılındı? dedim» cümleleri vardır. Bu hadîsi Buhârî «Vâsâya», «Megâzî» ve «Fedâilül-Kur'ân»da; Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce «Vasâyâ»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Görülüyor ki, Hazret-i Abdullah b. Ebî Evfâ: «Bir şey vasiyyet etti mi?» sorusuna «Hayır!» diye cevap vermiştir; çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz mal bırakmamıştır. Hazret-i Abdullah'ın cevâbını zahire göre umumî mânâda anlayan râvi Talha suâlini tekrarlayarak: «O hâlde müslümanlara vasiyyet neden farzoldu?» diye sormuş; o da Allah'ın kitabını vasiyyet ettiğini söylemiştir. Hazret-i Abdullah'in buradaki vasiyyet sualinin birincisine «Hayır!» cevâbını vermekle bâzı şiîlerin iddiasını reddetmek istediğini söyleyenler de vardır. Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hilâfeti Hazret-i Alî'ye vasiyyet ettiğini iddia etmişlerdir. Bu hususta Hazret-i Alî'ye: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) halka söylemediği bir şeyi sana vasiyyet etti mi?» diye sorulmuş. O da: «Çekirdeği yaran ve canlıyı yaratan Allah'a yemin ederim ki, bizde Allah'ın kitabiyle şu sa-hifeden başka bir şey yoktur.» cevâbını vererek bu gizli vasiyyet isnadından teberrî etmiştir. Hâsılı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç bir kimseye mal vasiyetinde bulunmamıştır. Zîra arkasında mal bırakmamıştı. Bu ciheti: «Biz Peygamberler mîras bırakmayız; bıraktığımız mallar sadakadır.» hadîsiyle îzâh buyurmuşlardı. Gerçi Hayber ve Fedek'de hissesine düşmüş arazîsi vardı, fakat onları sağlığında müslümanlara tesad-duk etmişti. Allah'ın kitabı, ehli beyti, müşriklerin Arap yarımadasından çıkarılması hususlarındaki vasiyyetleri ise buradaki soruda dahil değildir. Binâenaleyh hadîslerin arasında münâfât yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Allah'ın kitabını vasiyyet etmesinden murâd: Onunla ameldir. Filhakika Teâlâ Hazretleri: "Biz bu kitapta hiç bir şeyi noksan bırakmadık.;" Âyet-i Kerîme. buyurmuştur ki, bundan murâd: Bazı şeylerin doğrudan doğruya delilden anlaşılması, bazılarının da istinbat (yani ulemanın mânâ çıkarması) yolu ile bilinmesidir. Suâl sahibinin: «O halde müslümanlara vasiyyet neden farz oldu?» sorusundan maksadı: "Birinizin başına ölüm geldiğinde şayet geride mal bırakırsa vasiyyet farz olur." Sûre-i Nisa. âyet-i kerîmesidir. Bu âyet cumhûru ulemâya göre mensuhtur. 4316- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr ile Ebû Muâviye, A'meş'den rivâyet ettiler. H. Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babamla Ebû Muâviye rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize A'meş' Ebû Vâil'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivâyette bulundu. Âişe: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç bir dinar, dirhem, koyun ve deve bırakmadı; hiç bir şeyi vasiyyet de etmedi.» demiş. 4317- Bize Züheyr b. Harb ve Osman b. Ebî Şeybe ve İshâk b. İbrahîm rivâyet ettiler. Bunların hepsi Cerîr'den rivâyette bulundular. H. - Bize Alî b. Haşrem de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Îsâ —ki İbn Yûnus'tur— haber verdi. Bu râvilerin hepsi A'meş'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir. 4318- Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Dedi ki: Bize İsmâîl b. Uleyye, İbn Avn’dan, o da İbrahim'den, o da Esved b. Yezîd'den naklen haber verdi. Şöyle dedi: Âişe'nin yanında Alî'nin vasi olduğunu söylediler de Âişe: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona ne zaman vasiyyette bulunmuş! Ben kendilerini göğsüme (yahut kucağıma demiştir) dayamıştım. Leğeni istedi; derken kucağıma düşüverdi. Vefat ettiğini bile anlamadım; şu halde ona ne zaman vasiyyet etmiş?» dedi. Bu hadîsin Esved rivâyetini Buhârî «Vasâyâ» ve «Meğazî» bahislerinde; Tirmizî «Şemâil»de; Nesâî «Taharet» ve «Vasâyâ»da; İbn Mâce «Cenâiz»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Kurtubî diyor ki; «Şiîler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hilâfeti Hazret-i Alî'ye vasiyyet ettiğine dair bir takım hadîsler uydurmuşlardı. Sahabeden bir cemaat ve keza onlardan sonra gelenler bunlara red cevabı vermişlerdi. İşte Hazret-i Âişe'nin: «Ben onu göğsüme dayamıştım ilâh...» sözü de bu red ve inkâr cümlesindendir.» Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gerçi ölüm döşeğinde vasiyyet etmemiş ama daha önce Hazret-i Âişe'nin haberi yokken Ali (radıyallahü anh)'a vasiyyet etmiş olabilir. Cevab: Evet, Hazret-i Alî (radıyallahü anh) bu hususta kat'î beyanâtta bulunarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Kitabullah ile elindeki sahifeden başka hiç bir şey vasiyyet etmediğini yeminle te'kîd etmese idi o zaman belki bu ihtimâlin üzerinde durulabilird. Mezkûr beyanâttan sonra ise böyle bir ihtimâle asla mahal kalmamıştır. 4319- Bize Saîd b. Mansûr ile Kuteybe b. Saîd, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Amru'n-Nâkıd rivâyet ettiler. Lâfız Saîd'indir. (Dediler ki): Bize Süfyân, Süleyman El-Ahvel'den, o da Saîd b. Cübeyr'den naklen rivâyette bulundu. Dedi ki: İbn Abbâs: Ah perşembe günü!.. Ne perşembe günü idi o!., dedi. Sonra ağladı; hattâ göz yaşları çakılları ıslattı. Bunun üzerine ben: — Ne imiş bu perşembe günü ey İbn Abbâs? diye sordum. (Dedi ki): — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hastalığı şiddetlendi de: «Getirin size bir nâme yazayım; benden sonra sapmayasıniz!» dedi. Bunun üzerine oradakiler münakaşa ettiler. Bir Peygamber'in huzurunda münâkaşa yakışmaz. (Bunlar): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ne oluyor? Sayıklıyor mu (ne yapıyor)? Kendisine sorun! dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — Bırakın beni! Benim içinde bulunduğum hal daha hayırlıdır. Size üç şey vasiyyet ediyorum: 1) Müşrikleri Arap yarımadasından çıkarın! 2) Gelen hey'etlere benim yaptığım gibi ikramda bulunun! Râvi (Saîd b. Cübeyr) diyor ki: (İbn Abbâs) üçüncüsünden sükût etti yahut söyledi de ben unuttum. 4320- Ebû İshâk İbrahim dedi ki: Bize Hasen b. Bişr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân bu hadîsi rivâyet etti. 4321- Bize İshâk b. İbrâhîm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Mâlik b. Miğvel'den, o da Talha b. Mûsarrif den, o da Saîd b. Cübeyr’den, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi ki. İbn Abbâs: — Ah perşembe günü! Ne perşembe günü idi o!., demiş; sonra göz yaşları akmağa başlamış. (Râvi diyor ki): Hattâ göz yaşlarını yanakları üzerinde gördüm; sanki inci dizisi idiler. İbn Abbâs şunları söyledi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bana kürek kemiğini ve kalemi (yahut tahta ile kalemi) getirin! Sİze bir daha ebediyyen sapmayacağınız bir nâme yazayım» buyurdu. Bunun üzerine yanındakiler: Gerçekten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sayıklıyor, dediler. 4322- Bana Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd de rivâyet ettiler. Abd (Bize haber verdi) tâbirinİ kullandı. İbn Râfi' ise: Bize Abdürrazzak rivâyet etti, dedi. (Abdürrazzâk Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) evde içlerinde Ömer b. El-Hat-tab'ın da bulunduğu bir takım zevat olduğu halde intizâra gelince: «Getirin size bir nâme yazayım; ondan sonra bir daha sapmazsınız!» buyurdu. Bunun üzerine Ömer: — Gerçekten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hastalık galebe çaldı. Kur'ân elimizdedir. Bize Allah'ın kitabı yeter, dedi. Müteakiben ehl-i beyt ihtilâf ve münakaşa ettiler. Kimisi: Getirin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) size bir daha asla sapmayacağınız bir nâme yazsın! diyor; kimisi de Ömer'in söylediğini söylüyordu. Bunlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzurunda lâkırtı ve ihtilâfı çoğaltınca (o hazret) «Kalkın» buyurdular. Ubeydullah Dedi ki: İbn Abhâs: Musibetin en büyüğü, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bu nâmeyi kendilerine yazmasının arasına giren ihtilâf ve gürültüleridir, diyordu. Bu hadîsi Buhârî «Cihâd», «Megâzî» ve ««Cizye» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Cirâh»da; Nesâî «İlim» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. İbn Abbâs hazretlerinin: «Ah perşembe günü!.. Ne perşembe günü idi o!..» sözünden maksat: O günün şiddet ve kötülüğünün büyüklüğüdür. Bu kötülük onun itikadına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in söyleyeceklerini yazmamalarıdır. Bundan dolayıdır ki, İbn Abbâs (radıyallahu anh): «Musibetin en büyüğü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bu nâmeyi kendilerine yazmasının arasına giren ihtilâf ve gürültüleridir.» demiştir. Bu hadîs etrafında Nevevî şunları söylemiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yalan söylemekten ve şer'î ahkâmdan bir şey değiştirmekten sıhhat hâlinde de, hastalığında da ma'sumdur. Allah tararından beyân ve tebliği emir buyurulan bir şeyi beyan etmeyip bırakmaktan da masum ve münezzehtir. Fakat şanına nakîsa ve şerîatine fesâd sayılmayan hastalık ve sızı gibi vücûd arızalarından ma'sum değildir. Nitekim kendilerine sihir yapılmış; bu sebeple yapmadığı bir şey ona yapmış gibi görünmüştür; ancak bu halde kendisinden şeriat hükümleri hususunda evvelkilere muhalif bir söz sadır olmamıştır. Bu cihet böylece bilindikten sonra gelelim buradaki yazı meselesine: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ölüm döşeğinde iken ne yazdırmak istediği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları muayyen bir şahsa hilâfeti vasiyyet etmek ve bu suretle vukuu hâtıra gelen fitne ve fucurların önünü almak istediğini söylemiş; bir takımları mühim hükümleri kısaca yazdırıp beyân etmek istediğini; zira nassan vârid olmuş bir delîl hususunda ancak böylelikle birleşip niza' ortadan kalkacağını ifâde etmişlerdir. Demek oluyor ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ bu düşündüklerini yazdırmak istemiş; yahut bu cihet kendisine vahyolunmuş; sonra yazdırmamanın daha muvafık olduğu kanaatine varmış yahut yine vahî gelerek ilk emir neshedilmiştir. Hazret-i Ömerin bu mesele hakkındaki sözü kelâm uleması tarafından bilittifak onun faziletine ve derin anlayışına delil sayılmıştır. Çünkü Ömer (radıyallahü anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in müslümanlar için tehammülü güç, terk edildiği takdirde cezayı müstelzim bazı şeyler yazdıracağından, nassan sabit olan bu deliller karşısında içtihada da mecal kalmayacağından endîşe ederek: «Bize Allah'ın kitabı yeter.» demişti. Zîra Teâlâ Hazretleri: "Biz bu kitapta hiç bir şeyî eksik bırakmadık." Âyet-i Kerime Ve "Bugün size dîninizi tamamladım." Âyet-i Kerime buyurmuştu. Hazret-i Ömer bunlardan Dîn-i İlâhînin tamam olduğunu, bu ümmetin delâletten emîn kaldığını anlamıştı. Binâenaleyh Ömer (radıyallahü anh) Hazret-i İbn Abbâs ile ona muvafakat edenlerden daha anlayışlı idi. Beyhakî «Delâilü'n-Nübüvve» adlı kitabının sonunda şunları söylemiştir: «Hazret-i Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ıztırâb galebe çalınca, Ömer (radıyallahü anh) sadece bu ıztırabı hafifletmek istemiştir. Eğer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in muradı müslümanlara mutlaka lâzım bir şeyi beyân etmek olsa idi ashabı ihtilâf ettikleri için yahut başka bir sebeple onu bırakamazdı. Çünkü Teâlâ Hazretleri: "Sana indirileni teblîğ et!" Âyet-i Kerime buyurmuştu. Netekim şâir ahkâmın tebliğini düşmanlarının muhalefetine bakıp da terk etmiş değildi. Aynı hal içerisinde yahudîlerin Arap yarımadasından çıkarılmasını ve hadîste zikri geçen diğer hususatı emir buyurmuştu... Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hastalığında bunca ıztırabi-na rağmen söyleyeceklerini yazdırmaya didinmesi meşakkat olacaktı. İşte Ömer, ona hafiflik olsun diye yukarıda beyan olunan cevabıyla iktifayı münasib gördü. Bir de ehli ilme ictihâd kapısı kapanmasın diye bu şekilde hareket etti...» Hattâbî de şöyle diyor: «Ömer'in sözünü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanlış söyleyeceği vehmine kapıldığına yahut hiç bir suretle onun hakkında lâyık olmayan bir şey olacak zannettiğine hamletmek caiz değildir. Lâkin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e galebe çalan ağrıları, vefatının yakınlığını; bununla beraber çektiği ıztırabı görerek hastaların umumiyetle söyledikleri azimetten hâlî sözler kabilinden söz edeceğinden korktu. Zira bu sayede münafıklar dîne burunlarını sokmağa yol bulmuş olacaklardı...» Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vasiyyetini yazdırmak için kâğıt kalem istediği halde ashabı bu hususta nasıl ihtilâf edebilmişlerdir? Bu suâlin cevabını Mâzirî vermiş; ve karine bulunduğu takdirde emir sığasının vücûbdan nedbe, nedibten ibâha veya tahyîr mânâlarına değişebileceğini söylemiş; ashâb-ı kirâmın burada içtihadlarına göre ihtiyar ettikleri mânâların da değiştiğini bildirmiştir. Bu cümleden olmak üzere Hazret-i Ömer’in içtihadı bu yazı işinin imkânsızlığına müeddî olmuş; ihtimâl Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kat'î bir maksatla konuşmadığına kanaat getirmiştir. Ashabın «sayıklıyor» demeleri ve Hazret-i Ömer'in «Ona hastalık galebe çaldı» sözünün mânâlan da budur. Ömer (radıyallahü anh)’ın: «Bize Allah'ın kitabı yeter!» sözü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emrine cevap değil, kendisiyle münâkaşa edenleredir.- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Bırakın benî! Benim içinde bulunduğum hâl daha hayırlıdır.» sözünün mânâsı: Beni çekiştirmeyin! Zîrâ benim içinde bulunduğum İlâhî murakabe, ona kavuşmaya hazırlık ve bu hususta tefekkür hâli sizin içinde bulunduğunuz niza' ve gürültüden daha hayırlıdır, demektir. Cezîretü’l-Arab (yani Arap yarımadasın)'in hududu hakkında muhtelif görüşler ortaya atılmıştır. Esmaî'ye göre Arap yarımadası: Uzunluğuna Yemen'in öteki ucundan Irak'ın Rîf'in'e kadar; genişliğine de Cidde'den Şam'in etrafına kadar olan yerlerdir. Buna cezire yani ada denilmesi, etrafı üç taraftan denizlerle; geri kalan yerleri de nehirlerle çevrildiği içindir. Araplara nisbet edilmesi ise İslâmiyetten önceki devirlerde de Arapların yurdu olduğundandır. Bu hadîste İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ın söylemediği yahut söyleyip de râvinin unuttuğu şeyin ne olduğu ihtilaflıdır, İbn't-Tîn: «Bir rivâyette bunun Kur'ân olduğu bildirilmiştir.» diyor. El-Muhelleb'den bir rivâyete göre unutulan vasiyyet Hazret-i Üsâme b. Zeyd'in ordusu ve bu ordunun teçhizatıdır. Kâdî Iyâz ise: «îhtimal üçüncüsü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Benim kabrimi put ittihâz etmeyin!» hadîsidir demiştir. |