1- Meyve ve Ekinin Bir Kısmı Mukabilinde Müsakaat ve Muamele Bâbı 4044- Bize Ahmed b. Hanbel ile Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki): Bize Yahya yani el-Kattân, Ubeydullah'dan rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Nâfi', İbn Ömer'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber halkına, orada çıkan meyve veya ekinin yarısı karşılığında muamele yapmış. 4045- Bana Alî b. Hucr es-Sa'dî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ali yani İbn Müshir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen haber verdi. İbn Ömer Şöyle dedi: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'i, çıkan meyve veya ekinin yarısı mukabilinde verdi. Zevcelerine her sene kuru hurmadan seksen, arpadan yirmi vesk olmak üzere yüz vesk veriyordu. Ömer hilâfete geçince Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerini ya kendilerine arazî ve su bölmek yahut her yıl onlara veskları ödemek şartiyle muhayyer bıraktı. Onlar muhtelif hareket ettiler. Bâzısı arazî ile suyu, bâzısı da her yıl vesklerin verilmesini ihtiyar ettiler. Âişe ile Hafsa, arâ-tî ve suyu ihtiyar edenlerdendi. 4046- Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Nâfi', Abdullah b. Ömer'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber halkına oradan çıkan ekin veya meyvenin yarısı mukabilinde muamele yapmış. Râvi hadîsi Alî b. Müshir rivâyeti gibi nakletmiş; yalnız: «Âişe ile Hafsa, arazî ve suyu ihtiyar edenlerdendi.» cümlesini zikretmemiş: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerini, kendilerine yer bölmek şartiyle muhayyer bıraktı.» demiş; suyu da zikretmemiştir. 4047- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Üsâme b. Zeyd el-Leysî, Nafî'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi. Şöyle dedi: Hayber fethedilince yahudîler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den, Hayber'de çıkan meyve ve ekinin yansını vermek şartiyle çalışmak üzere kendilerini orada bırakmasını istediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu şartla dilediğimiz müddetçe sizi burada bırakıyorum...» buyurdu. Sonra râvi hadîsi İbn Nümeyr'le İbn Müshir'in Ubeydallah'dan rivâyet ettikleri gibi rivâyette bulunmuştur. Bu rivâyette: «Hayber'in yan gelirinden meyve iki paya bölünür; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beşte birini alırdı» ifâdesini ziyade etmiştir. 4048- Bize İbn Kumlı rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Muhammed b. Abdirrahmân'dan, o da Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi ki, Hayber'in arazî ve hurmalıklarını, meyvesinin yansı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in olmak şartiyle kendi mallarından işletmek üzere Hayber Yahûdilerine vermiş. 4049- Bana Muhammed b. Râfİ' ile İshâk b. Mansûr rivâyet ettiler. Lâfız İbn Râfi'indir. (Dediler ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Mûsâ b. Uk-be' Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti ki, Ömer b. Hattâb yahudîlerle hirîstiyanları Hicaz toprağından sürmüş. Zâten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber fethedilince yahudîleri oradan çıkarmak istemiş. Orası fethedildiği vakit arazî Allah ile Resûlünün ve müslümanlarınmış. Bundan dolayı yahudîleri oradan çıkarmak istemiş. Derken Yahûdiler çalışmayı üzerlerine almak ve meyvenin yarısı onların olmak şartiyle kendilerini orada bırakmasını Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den dilemişler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara ; «Bu şartla sizi dilediğimiz müddetçe burada bırakıyoruz.» buyurmuş ve Yahûdiler tâ Ömer kendilerini Teyma'ya ve Erîha'ya sürgün edinceye kadar orada kalmışlar. Bu hadîsin iki rivâyetini Buhârî «Müzârea» bahsinde tahrîc etmiştir. Hayber: Medine ile Şam arasında Medîne'ye dokuz konak mesafede bulunan münbit bir vahadır. Burada Yahûdiler yaşarlardı. Vâhâyı müteaddit kalelerle tahkim etmişlerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yeri hicretin yedinci yılında fethetmiştir. Müslümanların Hayberli sulhan mı yoksa harben mi fethettikleri ulemâ arasında ihtilaflıdır. Nevevî'nin beyânına göre Bazıları harben alındığını söylemiş; bir takımları sulh yolu ile, daha başkaları ahâlisinin çekilmesiyle harpsiz darpsiz girildiğini ileri sürmüşlerdir. Hattâ bir kısmının harben, bir kısmının sulh yolu ile bir kısmının da ahâlisinin çekilmesi suretiyle alındığını söyleyenler olduğu gibi: «Bir kısmı sulhan, bir kısmı da harben alınmıştır.» diyenler de vardır. Kâdî Iyâz bu son kavlin esah olduğunu söylemiştir. İmâm Mâlik ile ona tâbi olanların ve Süfyan b. Uyeyne'nin kavilleri de budur. Bâbımız rivâyetlerinden birinde: «Orası fethedildiği vakit arazî Allah ile Resûlünün ve müslümanların îdi.» denilmesi bu yerin harben alındığına delildir. Çünkü müslümanların hakkı ancak harbederek aldıkları yerlere teallük eder. Fakat Buhârî'nin bir rivâyetinde: «Arazi Yahûdilerin, Resûlün ve müslümanlann idi.» denilmiştir ki, bu da o yerin sulhan alındığını gösterir. El- Mühelleb bu iki rivâyetin arasını şöyle bulmuştur: Rivâyetlerin birincisi sulhdan önceki hâli, ikincisi de sulhdan sonraki hali beyân etmektedir; zîra Hayber'in bir kısmı sulh yolu ile, bir kısmı da harben alınmıştır. Harben alınan kısım tamamiyle Allah'a, Resûlü'ne ve müslümanlara aitti; sulh yolu ile alınan kısmı ise yahudîlerindi; sulh akd edildikten sonra müslümanlann oldu. Müsâkaat ve müzâreayı tecviz edenlerin en kuvvetli delilleri bu rivâyetlerdir. Zîra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hayber halkına, çıkan meyvenin yarısı mukabilinde muamele buyurması müsâkaat, ekinin yansı karşılığındaki muamelesi de müzâreadır. İmâm Mâlik, Seyri, Leys, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, muhadisler, Zahirîler ve cumhûr-u fukahâ müsâkaatm caiz olduğuna kaildirler. Hanefîler'den İmâm A'zam'la Züfer'e göre müsâkaat da müzârea gibi hiç bir suretle caiz değildir. Müsâkaat meselesi, müzâbeneden nehyeden hadîsle nesholunmuştur. İmâm A'zam Bâbımız rivâyetlerini te'vîl etmiş; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hayberliler'e yaptığı muamelenin müzârea ve müsâkaat değil, onlara bir iyilik ve ihsan olmak üzere bir harâc olduğunu söylemiştir. Çünkü ona göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'i ganimet olarak almıştı. Yahûdilere hiç bir şey vermeyebilirdi. Yerlerinden çıkan mahsulün bir kısmını almak şartiyle mallarım ellerinde bırakması bir fazilet ve minnettir. Buna harâc-ı mu-kâseme derler. Harâc-ı tavzif gibi mukâseme de caizdir. Harâc-ı mukâseme: İslâm hükümdarı tarafından mahsulün üçte bir, dörtte bir veya onda bir gibi muayyen bir miktarı alınarak arazînin sahiplerine bırakılmasıdır. Bu takdirde arazîden mahsul elde edilemezse sahiplerinden de bir şey alınmaz. Bu bir nevi' cizye yani zimmîlere mahsus vergidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr ve Ömer (radıyallahü anh) devirlerinde yahudüerden ayrıca cizye alındığı hiç bir hadîste rivâyet olunmamıştır. Eğer bu vergi cizye olmasa idi, yahudîlerden cizye almak îcâbederdi. Bu hal İmâm A'zam hazretlerinin te'vîlinin sahîh olduğunu gösterir. Harâc-ı muvazzaf: Zimmîlerin ziraata elverişli arazîsinden dönüm basına alınan bir sâ' ve bir dirhemlik vergidir. Müşâkaatı caiz görenler onun ne gibi ağaçlar hakkında yapılacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Dâvûd-u Zahirî'ye göre müsâkaat yalnız hurmada caizdir. Çünkü bu bir ruhsattır; jıasean beyân edilen ağaçtan başkasına teşmil edilemez. İmâm Şafiî yalnız hurma ile üzüme mahsus olduğunu söylemiştir. Müsâkaat ona göre de ruhsat ise de birçok yerlerde üzüme hurma hükmü verildiği için burada da ikisine bir hüküm vermiştir. İmâm Mâlik «Her nevi ağaçta müsâkaat caizdir.» demiştir.1 Şafiî'nin bir kavli de budur. Mâlik'e göre müsâkaatm tecviz edilmesine sebep, ihtiyaç ve maslahattır. Bu ise bütün ağaçlara şamildir; binâenaleyh hurmaya kıyasen bütün ağaçlarda müsâkaat caizdir. Hadis-i şerifte: «Çıkan mahsûlün yansı karşılığında...» buyurulma-sı, müsâkaatm yan, üçte bir ve dörtte bir gibi muayyen bir cüz' mukabilinde yapılacağına delildir. Meçhul miktarla meselâ: Mahsulden bir şeyler vermek şartiyle müsâkaat yapmak caiz değildir. İmâm Şafiî ve ona muvafakat eden birçok ulemâ müstakil-len müzâreaya cevaz vermedikleri halde müsâkaatle birlikte olursa ona tebean müzâreanın da caiz olduğunu söylemişlerdir. Delilleri: Bu hadîste müzâreanın müsâkaat üzerine atfedilerek: «Meyve veya ekinin yarısı karşılığında...» denilmiş olmasıdır. Zira onlara göre: Nazımda kıran, hükümde müsavat îcâbeder. Yani bir delilde iki şey yan yana zikredilir ve biri diğeri üzerine atfolunursa ikisinin hükmü de bir olur. Burada mü-zârea, müsâkaat üzerine atfedilmiştir. Müsâkaat caiz olunca ona tâbi olan müzârea da caizdir. Binâenaleyh bir kimse ile yemiş ağaçları hakkında müsâkaat yapan, arazîsini işlemek için müzârea da yapılabilir. İmâm Mâlik müstakillen olsun müsâkaata tebean olsun mü-zâreayı tecvîz etmemiştir. Yalnız ona göre müsâkaat akdiyle bahçe alan bir kimse ağaçların arasındaki arazîyi ekebilir. İbn Ebî Leylâ, Hanefîler'den İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Muhammed, şâir Küfe ulemâsı, mu-haddisler, İmâm Ahmed, İbn Kuzeyine, İbn Süreyh ve diğer bir takım ulemâ müzârea ile müsâkaatm birlikte olsun ayrı ayrı olsun yapılabileceğine kaildirler. Nevevî: «Zahir ve muhtar olan kavil budur.» dedikten sonra Hayber'deki müzâreanın müsâkaata tebean değil, müstakillen yapıldığını söylemiş; müslümanîann, asırlar boyunca müzârea yapageîdiklerini hatırlatmıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kâfirleri Arap yarımadasından çıkarmaya niyetli idi. Nitekim veratına yakın bunu emir de buyurmuştu. Onun için de yahudîler'in isteklerini muvakkaten kabul etmiş: «Dilediğimiz müddete kadar sizi burada bırakıyorum.» buyurmuştu. Zahirîler hadîsin bu cümlesiyle istidlal ederek müsâkaatm meçhul müddetle de yapılabileceğine kail olmuşlardır. Cumhûra göre müsâkaat, İcâre gibi malûm bir müddet için yapılır; müddeti belli olmayan müsâkaat caiz değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu sözü yahudîlerle müsâkaat akdi değil, maslahat îcâbı, bir müddet daha Hayber'de kalmalarına müsaade idi; onlarla müsâkatı bundan sonra yapmıştı. Bazıları: «Meçhul müddetle müsâkaat yapmak İslâm'ın ilk devirlerinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsus olmak üzere caizdi.» demiş; bir takım ulemâ da Hayber'de kalmak için yahudîlere malûm bir müddet tâyîn edildiğini, hadîsin bu cümlesiyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ; «Bu malûm müddet bitince sizi buradan çıkarırız.» demek istediğini söylemişlerdir. Bu takdirde murâd: Müsâkaatın nikâh ve satış gibi müebbed değil, muvakkat bir akid olduğunu beyandır. Ebû Sevr mutlak olarak akdedilen müsâkaatın bir sene müddet iktizâ ettiğini söylemiştir. Hadîsteki: «Kendi mallarından işletmek üzere...» ifâdesi müsâkaatla bahçe alan kimsenin vazifesini bildirmektedir. Bu vazife ağaçlan sulamak, budamak, aşılamak, köklerini temizlemek ve kazmak, yemişini korumak, zamanı gelince toplamak gibi her sene yapılan hizmetlerdir. Duvar yapmak, hendek kazmak gibi her yıl tekerrür etmeyen işlerse mal sahibine aittir. Bâbımız rivâyetleri kahran alınan arazînin şâir menkul mallar gibi gaziler arasında ganimet olarak taksim edileceğini göstermektedir. Zîra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber arazîsini taksîm etmiştir. Mâlikîler: «Bu gibi arazîyi İslâm hükümdarı müslümanlara vakfeder. Nitekim Hazret-i Ömer Irak arazîsini vakfetmiştir.» demişlerdir. İmâm A'zam'la Küfe ulemâsına göre hükümdar îcâb-ı hale göre muhayyerdir. Gerekirse taksîm eder; îcâbında arazîyi sahiplerine bırakarak onları haraca bağlar. Nevevî'nin beyanına göre Yahûdilerle yapılan muamele ganimetler taksîm edilip gaziler hisselerini aldıktan sonra onların rızâ-lariyle olmuştur. Hazret-i Ömer'in Yahûdiler'i sürgün ettiği Teymâ' Medine ile Şam arasında Medîne'ye yedi-sekiz konak mesafede bir yerdir. Erîhâ' ise Şarkı'l-Ürdün'de sarp yollarla çıkılan dağlık arazîde bir şehirdir. Beyt-i Makdis'e at yürüyüşü ile bir günlük mesafededir. Ömer (radıyallahü anh)’in Hayber'den yahudîler'i sürmesi Arap yarımadasından gayri müslimlerin çıkarılması hususundaki hadîsten yalnız Hicaz kastedildiğine delildir. Zîrâ Teymâ' Arap yarımadasından ma'dûddur, fakat Hicaz'dan değildir. Vâki-dî Hicaz'ı: «Medîne'den Tebûke; ve Medine'den Küfe yoluna kadar olan yerlerdir.» diye tahdîd etmiştir. |