16- Bakire İle Evlenmenin Müstehab Oluşu Bâbı 3710- Bize Übeydullah b. Muâz rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Mubârib'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: — Ben bir kadınla evlendim. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: «Evlendin mi?» diye sordu. Ben: — Evet, cevâbın verdim. «Bakire mi, dul mu?» dedi, — Dul, dedim. . «Bakireler ve onların cilveleri varken sen nerede geziyorsun?» buyurdular. Şu'be Dedi ki: «Ben bu hadîsi Amr b. Dinar'a söyledim de bana şu cevâbı verdi: Onu Câbir'den ben de işittim; ancak o: «Kız olsaydın ya! Sen onunla, o seninle oynaşırdınız» dedi. 3711- Bize Yahya b. Yahya ile Ebû'r-Rabî'ez-Zebrânî rivâyet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Hammâd b. Zeyd, Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Babam Abdullah vefat ederek dokuz kız bıraktı —yâhud yedi kız demiş—. Derken ben dul bir kadınla evlendim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana; «Yâ Câbir, evlendin mi?» diye sordu. — Evet, cevâbını verdim. «Bâkîre mi aldın, dul mu?» dedi. — Hayır, dul aldım yâ Resûlâîlah! dedim.' «Bakire olsaydın ya! Sen onunla, o seninle oynaşırdınız!» buyurdular. —Yahut birbirinizi güldürürdünüz— buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e dedim ki: — Gerçekten Abdullah vefat etti ve dokuz —yahud yedi— kız bıraktı. Ben de onlara kendileri gibi bir kız getirmeyi yahud bir kızla gelmeyi doğru bulmadım. Onlara bakış görüş edecek bir kadın getirmek istedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «öyle ise Allah sana mübarek eylesin!» buyurdu; yahud bana hayır duada bulundu. Ebû'r-Rabî'in rivâyetinde: «Sen onunla, o seninle oynaşır; ve birbirinizi güldürürdünüz.» cümlesi vardır. 3712- Bu hadîsi bize Kuteybetü'bnü Saîd de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Amr'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: «Evlendin mi yâ Câbir?» dedi. Râvi hadîsi: «Onlara bakacak ve saçlarını tarayacak bir kadın...» cümlesine kadar rivâyet etmiş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «isabet etmişsin!» buyurduğunu söylemiş; sonrasını zikretmemiştir. Bu hadîsi Buhari «Nafakaat» ve «Deavât» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî «Nikâh»da taline etmişlerdir. Liâb: Lâ'abe fiilinin masdarı olup oynaşmak, cilve yapmak mânâsına gelir. Buhârî'nin bâzı râvileri bu kelimeyi şeklinde rivâyet etmişlerdir; lüâb: tükürük demektir. Bazıları bu mânâyı da ihtimal dahilinde görmüşlerse de Kâdî Iy âz Müslim'in kitabında kelimenin yalnız «Liâb» şeklinde rivâyet edildiğini söyledikten sonra: «Kelâm ulemâsının cumhûru, bu hadîsin şerhinde mülâ'abeyi ma'ruf olan oyun mânâsına hamletmişlerdir. (Birbirinizi güldürürdünüz) buyu-rulmuş olması da bu mânâyı te'yîd eder.» demiştir. Hazret-i Câbir'in «Helâk oldu» ta'bîri ile ölümünden bahsettiği Abdullah kendi babasıdır. Abdullah (radıyallahü anh) Uhud gazasında şehîd olmuştu. Helâk olmak ta'bîri bâzan zemm için yani «gebermek» yerinde kullanılırsa da birçok yerlerde zemm kasdedilmeksizin vefat mânâsını ifâde eder. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Yûsuf (aleyhisselâm)’in vefatı bu kelime ile ifâde buyurulmuştur. Burada da öyledir. Bu rivâyetler: Bakirelerle evlenmenin fazilet ve sevabına, erkeğin karısı ile oynaşıp şakalaşabileceğme, iyi geçinmeye, büyüklerin, maiyyet-lerinde bulunanları teftiş ve irşad etmelerine, Hazret-i Câbir'in kız kardeşlerini kendi nefsine tercih edecek derecede fazîlet sahibi olduğuna, kadının kendi rızâsı ile kocasına ve onun çocuklarına hizmet edebileceğine ve hayırlı bir iş yapan kimseye duâ edileceğine delâlet ederler. Rivâyetlerde «yâhud» ta'bîriyle ifâde edilen cümleler, râvinin şekk ettiğini gösterirler. 3713- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hüşeym, Seyyar'dan, o da Şa'bî'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câbir Şöyle dedi: Bir gazada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber idik. Döndüğümüz vakit ben yavaş giden bir deveme binerek (herkesten) acele davrandım. Derken arkamdan bana bir suvâri yetişerek elindeki sopa ile dürttü. Bunun üzerine hayvanım görmüş olduğun en iyi develer gibi koşmağa başladı. Bir de baktım Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzurunda değil miyim! (Bana): «Neye acele ediyorsun yâ Câbir?» dedi, — Ya Resûlallah, ben yeni evliyim, dedim. «Bâkire ile mi evlendin, dul ile mi?» diye sordu, — Dul aldım, dedim. «Bakire alsadyın ya! Sen onunla, o seninle oynaşırdınız!» buyurdu. Medine'ye geldiğimizde şehre girmeye hazırlandık. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ağır olun! Tâ ki dağınık saçlı kadının taranması; kocası evde olmayanın kasıklarını tıraş edebilmesi için şehre geceleyin yani yatsı zamanı girelim!» buyurdular ve şunu ilâve ettiler: «Medine'ye vardığın zaman cima' etmeye bak, cima' etmeye!» 3714- Bize Muhammedu'bnü'l-Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvehhâb yani İbn Abdilmecîd es-Sekafî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Vehb b. Keysân'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir gazaya çıktım. Devem beni geri bıraktı. Derken yanıma Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek bana: «Yâ Câbir!» diye seslendi. — Efendim, dedim. «Ne hâldesin?» dedi. — Devem beni geri bıraktı ve bîtâb düştü de arkada kaldım; cevâbını verdim. Bunun üzerine hayvanından inerek bastonu ile devemi çekti. Sonra (bana): «Bin!» dedi. Ben de bindim, Yemin olsun hayvanım Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in devesini geçmesin diye onu durdurmağa çalıştığımı bilirim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ; «Evlendin mi?» diye sordu. — Evet, cevâbını verdim. «Bakire mi aldın, dul mu?» dedi. — Bu! aldıran, dedim. «Bakire olsaydın ya! Sen onunla, o seninle oynaşırdınız!» buyurdular. — Benim kız kardeşlerim vardır. Bu sebeple onları toplayıp başlarını tarayacak, kendilerine bakacak bir kadınla evlenmek istedim; dedim. «Dikkat et! işte geliyorsun! Evine vardığında cima' etmeye bak, cima' etmeye!» buyurdu. Sonra: «Deveni satıyor musun?» diye sordu. — Evet, dedim. Onu bir okıyye mukabilinde benden satın aldı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Medine'ye) geldi. Ben ertesi gün geldim. Az sonra mescide geldim; ve onu mescidin kapısında buldum. (Bana): «Şimdİ mİ geldin?» diye sordu. — Evet, dedim. «Öyle ise deveni bırak da gir iki rek'at namaz kıl!» buyurdular. Hemen içeri girerek namaz kıldım. Sonra döndüm. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilâl'a benim için bir okıyye tartmasını emir buyurdu. Bilâl de dolu dolu tarttı. Ben oradan çekildim. Uzaklaştığım vakit: «Bana Câbir'i çağır!» emrini vermiş. Beni çağırdılar. (İçimden) şimdi deveyi bana iade edecek, dedim. Bu hayvan kadar kendisinden hoşlanmadığım hiç bir şey yoktu. «Al deveni! Parası da senîn olsun!» buyurdular. 3715- Bize Muhammed b. Abdilâ'lâ rivâyet etti. (Dedi ki.): Bize Mu'temir rivâyet etti. (Dedi ki): Ben babamdan işittim. (Dedi ki): Bize Ebû Nadra, Câbir b. Abdillah'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir seferde idik. Ben su taşıyan bir devenin üzerinde idim, O da ordunun gerisinde bulunuyordu... (Râvi diyor ki): Câbir, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisine çarptığını yahud dürttüğünü söyledi. Zannederim: elindeki fok şeyle dedi. (Ve sözüne devamla) şunları anlattı: Bundan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) herkesi geçmeğe başladı. Beni çekiştiriyor hatta kendisine mâni' oluyordum. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu deveyi bana şu kadara satar mısın? Allah da seni mağfiret buyursun!» diye sordu. — O senindir yâ Nebiyyallah! dedim. (Tekrar): «Bu deveyi bana şu kadara satar mısın? Allah da seni mağfiret buyursun!» dedi. — O senindir yâ Nebiyyallah! dedim. Bana: «Baban öldükten sonra evlendin mi?» diye sordu. — Evet, dedim. «Dul mu «Eden, bakire mi?» buyurdu. «Bakire alsaydın ya! Birbirinizi güldürür; o seninle sen onunla oynaşırdınız!» buyurdular. Ebû Nadra Dedi ki: Artık bu söz müslümanların diline teşbih oldu: Şöyle şöyle yap! Allah da seni mağfiret buyursun! demeye başladılar. Bu rivâyeti Buhârî «Nikâh», «Büyü'» ve «Şurût» bahislerinde; Ebû Dâvud «Cihâd»da, Nesâî «İşretü'n-Nisâ'»da muhtelif lâfız ve isnadlarla tahrîc etmişlerdir. Hadîsin bâzı rivâyetlerinden Hazret-i Câbir kıssasının Tebûk seferinde geçtiği anlaşılıyor. Râvilerin birçokları bu ciheti mübhem bırakmış; İbn İshâk ise Vehb b. Keysân rivâyetine kat'iyetle kail olmuştur. Bu rivâyete göre vak'a Zâtü'r-Rikaa' gazasında geçmiştir. Aynı rivâyeti Vâkıdi dahi tahrîc etmiştir. Tahâvî'nin rivâyeti de bunu te'yîd etmektedir. Zîrâ vak'anın Mekke yolundan Medine'ye dönerken cereyan ettiğini gösterir. Halbuki Tebûk yolu Mekke yolu ile birleşmez. Onunla birleşen yol Zâtü'r-Rikaa' yoludur. Sühey lî de buna kaildir. Keys: Cima' ve akıl mânâlarına gelir. Kelime iki defa tekrar edilerek mansûb okunduğuna göre burada ondan murâd: Yâ igrâ' yahudu tahzîrdir. İgrâ olunca mânâsı: «Cima' etmelisin!» tahzîr kabul edilirse: «Sakın cimâ'dan aciz gösterme!» demek olur; ve her iki veçhe göre çocuk istemeye teşvik sayılır. Keyse akıl mânâsı verenlerce bu cümleden murâd: Çocuk doğurmak için akıllı davranmaktır. Hazret-i Câbir'in devesi kızıl renkli bir hayvanmış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onu hakîkaten mi yoksa yalnız şeklen mi satın aldığı ihtilaflı olduğu gibi, kıymeti hakkındaki rivâyetler de pek muhteliftir. Müslim'in rivâyetinde bir okıyye mukabilinde denilmiş; Buhârî'nin muhtelif rivâyetlerinde: Bir okıyye, dört dînâr, bir okıyye altın, dört okıyye, beş okıyye, iki yüz dirhem, on dînâr gibi çeşitli kıymetler zikredilmiştir. İmâm Ahmed'le Bezzâr’ın rivâyetlerinde ise on üç dinara satın aldığı bildiriliyor. Halbuki nefselemirde fiyat bir olduğu gibi, hadîsin bütün râvileri de sika ve mu'temed zevattır. Bu ihtilâfların sebebi hadîsin mânâ itibariyle rivâyet edilmiş olmasıdır. Mânâ hep birdir. İsmâîlî diyor ki: «Râvilerin fiyat mikdârı hususundaki ihtilâfları zarar etmez. Çünkü hadîsin siyakından murâd, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kerem ve tevâzu'unu, ashabına karşı gösterdiği şefkati ve duasının bereketini beyândır. Binâenaleyh bâzı râvilerin fiyat hakkındaki vehminden hadîsin asîmi çürütmek lâzım gelmez.» Aynî muhtelif rivâyetlerin arasını şöyle bulmuştur: Hadîste okıyye mutlak olarak zikredilmiş, fakat bir rivâyette «bir okıyye altın» denilerek bundan, murâd ne olduğu bildirilmiştir. Başka bir rivâyette beş okıyye gümüşe sattım denilmiştir. Şu halde satış altınla olmuş; ödeme gümüşle yapılmış demektir. Râvi de hadîsi bir defa satış anındaki fiyatla, başka defa Ödeme zamanındaki fiyatla rivâyet etmiştir. İki yüz dirhem rivâyeti beş okıyyeye uygundur. Çünkü bir okıyye kırk dirhem gümüştür. Dört dînâr da okıyyeye uygundur. O zamanın dirhem ve dinarları muhtelif idi. İhtimal bir okıyye altın dört dînâr ederdi. İki okıyye rivâyetine gelince: Bunların biri hayvanın kıymeti, diğeri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sonradan ihsan ettiği okıyye olabilir. Nitekim bâzı rivâyetlerde: «Bana bir okiyye de fazla verdi» denilmiştir. Bu hadîs «Büyü'» bahsinde görülecektir. |