19- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Haccı Bâbı 3009- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrâhîm hep birden Hâtîm'den rivâyet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Hârûn b. İsmail El-Medenî, Ca'fer b. Muhammed'den, o da babasından naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Câbir b. Abdillâb'ın yanına girdik. Girenlerin kimler olduğunu sordu. Sıra bana gelince: — «Ben: Muhammed b. Alî b. Hüseyin'im» dedim. Bunun üzerine eliyle başıma uzanarak üst düğmemi çıkardı. Sonra alt düğmemi de çıkardı. Sonra avucunu memelerimin arasına toydu. Ben, o uman genç bir çocuktum. (Bana): — «Hoş geldin kardeşim oğlu! Dilediğini sor.» dedi. Bern de sordum. Kendisi âmâ idi. Namaz vakti gelince bir dokumaya sarınarak (namaza) kalktı. Dokuma küçük olduğu için omuzlarına koydukça iki tarafı geriye dönüyordu. Cübbesi de yanıbaşında askıda duruyordu. Bize namazı kıldırdı. Müteakiben (kendisine): — «Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in haccını haber ver.» dedim; Câbir eliyle dokuz işareti yaparak: «Şüphesiz ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) haccetmeden dokuz sene durdu, sonra onuncu sene kendisinin haccedeceğini halka bildirdi. Bunun üzerine Medine'ye birçok insan geldi. Bunların hepsi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e uymanın çâresini arıyor, onun ameli gibi amelde bulunmak istiyorlardı. Derken onunla birlikte yola çıktık. Zü’l-Huleyfeye varınca Esma binti Umeys, Muhammed b. Ebî Bekri doğurdu da, ben ne yapacağım diye Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e haber gönderdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ona: — Yıkan da bir elbise ile kuşak sarın ve ihrama gir! cevâbını verdi. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (oradaki) mescidde namaz kıldı, sonra Kasvâ'ya bindi, devesi kendisini Beydâ düzüne çıkardığı vakit onun önünde gözümün görebildiği kadar binekli ve yayalı gördüm. Bir o kadar sağında, bir o kadar solunda; bir o kadar da arkasında vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda bulunuyordu. Kur'ân ona iniyor; te'vîlini de o biliyordu. O ne yaparsa biz de onu yapıyorduk. Derken tevhidle gürledi: — Tekrar tekrar icabet sana yâ Rabbî! Tekrar icabet sanal. Tekrar icabet sana, senin şerikin yoktur, tekrar icabet sana!.. Hiç şüphe yoktur ki hamd ve nîmet sana mahsûstur; mölk de senindir; senin şerikin yoktur!.. Halk hâlen getirmekte olduğu telbiyeyi getirdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan dolayı kendilerine bir şey demedi. O, kendi telbiyesine devam etti. (O sıralarda) biz ancak hacca niyet ediyor; ömreyi bilmiyorduk. Onunla birlikte Kabe'ye varınca rüknü istilâm buyurdu ve Uç tur hızlı, dört de (âdi) yürüyüşle tavaf yaptı. Sonra İbrahim (aleyhisselâm)’ın makaanuna ulaşarak: — "İbrahim'in makaamından namazgah ittihaz edin!.." Sûre-i Bakara âyet 125 âyetini okudu. Makaamı, kendisiyle Beyt-i şerif arasına aldı. —Babam, onun kıldığı iki rek'at namazda İhlâs ile Kâfirûn sûrelerini okurduğunu söylerdi. Bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitmeden söyleyeceğini hiç zannetmem. Sonra yine rükne dönerek onu istilâm buyurdu. Sonra (Safa) kapı (sın) dan Safâ'ya çıktı. Safâ'ya yaklaşınca:' "Şüphesiz ki Safa ile Merve, Allah'ın şeâirindendirler." Sûre-i Bakara âyet 158 âyet-i kerîmesini okudu ve: — Allah'ın başladığından başlıyorum; diyerek Safa'dan başladı, onun üzerine çıktı; Beyt-i şerifi görünce kıbleye döndü Allah'ı tevhid eyledi ve ona tekbîr getirdi; — Bir tek Allahdan başka hiç bir ilâh yoktur. Onun şeriki yoktur. Mülk onundur, hamd de ona mahsûstur. Hem o, her şey'e kaadirdır! Bir tek Allah'dan başka ilâh yoktur. Vaadini yerine getirdi; kulunu muzaffer kıldı. Yalnız başına bütün hizipleri bozguna uğrattı; dedi. bu arada dua okudu ve söylediklerinin mislini üç defa tekrarladı. Sonra Merve'ye indi. Ayakları, vadinin ortasına indiği vakit hızlıca yürüdü. Ayakları vadiden çıkınca mûtâd yürüyüşüne devam etti. Nihayet Merve'ye geldi. Merve'de dahi Safâ'da yaptığı gibi hareket etti. Merve üzerinde son tavafını yaparken: — Arkamda bıraktığım iş tekrar karşıma çıksaydı hedyi getirmez bu haca, ömre yapardım. İmdi sizden hanginizin yanında hedy yoksa hemen ihramdan çıksın ve haccıni ömreye çevirsin! buyurdu. Bunun üzerine Sürâkatü'bnü Mâlik b. Cü'şum ayağa kalkarak: — Ya Resûlallah! Bu iş, bizim bu senemize mi mahsûs, yoksa ilelebet devam edecek mi? diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarını birbirine kenetledi ve Üç defâ: — ömre, hacca dâhil olmuştur, hayır, ebedî olarak devam edecektir! buyurdu. Alî (radıyallahü anh) , Yemen'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in develerini getirdi, Fâtıme (radıyallahü anh)'yi da ihramdan çıkanlar meyânında buldu. Fâtıme boyalı esvâb giymiş ve sürme çekinmişti. Alî, onun bu yaptığını beğenmediyse de Fâtıme: — Bunu, bana babam emretti! dedi. tiz. Ali, Irak'ta iken şöyle derdi: — Bunun üzerine ben Fâtıme'yi bu yaptığından dolayı, azarlatmak ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) nâmına söylediklerini sormak için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gittim; Fâtıme'nin yaptıklarını beğenmediğimi ona haber verdim de: (Doğru söylemiş. Doğru söylemiş. Sen, haçça niyetlenirken ne dedin?) buyurdu. Ben: (Yâ Rabbî! Resûlün neye niyetlendiyse, ben de ona niyet ettim.) cevâbını verdim. (Benim yanımda hedy'ım var. Sen ihramdan çıkma!) buyurdular. Hazret-i Alî'nin Yemert'den getirdikleri ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’vı beraberinde getirdikleri hedy kurbanlar yüz adettiler. Derken cemâatin hepsi ihramdan çıkıp, saçlarını kısalttılar. Yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yanlarında hedy bulunanlar müstesna idi. Terviye günü gelince Mina'ya müteveccihen hareket ettiler ve hacca niyetlendiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayvanına binmişti. Mi-na'da öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldı. Sonra güneş doğuncaya kadar biraz durdu. Ve kendisine Nemira denilen yere kıldan bir çadır kurulmasını emir buyurdu. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola revân oldu. Kureyş kendilerinin câhiliyet devrinde yaptıkları gibi onun da Meş'ari Haram'da duracağında şüphe etmiyorlardı. Hâlbuki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o yeri geçerek Arafat'a Vardı. Ve Nemira denilen yerde Çadırının kurulduğunu görerek, oraya indi. Güneş zevale inince Kasvâ'-uın hazırlanmasını emir buyurdu ve hayvana semer vuruldu. Müteakiben Urane vârisine geldi ve cemaata hutbe okuyarak şöyle buyurdu: — Şüphesiz ki sizin kanlarınız ve mallarınız şu beldenizde, şu ayınızda, su gününüzün hürmeti gibi birbirinize haramdır. Dikkat edin! Câhiliyet umuruna âit her şey ayaklarımın altına konmuştur. Câhiliyet devrinin kan dâvâlan sakıttır. Bize âit olan kan dâvalarından ilk Iskaat ettiğim dâva İbn Rabîate'bnİ'l-Hâris'in kan davasıdır. İbn Rabîa, Benî Sa'd kabîlesînde süt anadaydı. Onu Hüzeyil kabilesi öldürdü. Câhiliyet devrinin ribâsı da sakıttır. İlk ıskaat ettiğim ribâ bizim (yani) Abbâs b. Abdilmuttalib'in ribâsıdır. Bu ribânın hepsi muhakkak sakıttır. Kadınlar hakkında Allah'dan korkun. Çünkü siz, onları Allah'ın emânıyla aldınız ve onları Allah'ın kelimesiyle kendinize helâl kıldınız. Döşeklerinize, sevmediğiniz bir kimseye ayak bastırmamaları sizin, onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa, onları zarar vermemek şartıyla dövün. Onların sizin üzerinizdeki hakkı da, yiyeceklerini ve giyeceklerini mâruf şekilde vermenizdir. Sîze öyle bir şey bıraktım ki ona sımsıkı sarılırsanız bir daha asla sapmazsınız. Size Kitâ-bullah'ı bıraktım. Size, ben sorulacağım, acaba ne diyeceksiniz? Ashâb: — Risâletini tebliğ, vazifeni edâ ve nasîhatta bulunduğuna şehâdet ederiz; dediler. Bunun üzerine şehâdet parmağını semâya kaldırıp onunla insanlara işaret ederek: — Üç defa: Yâ Rab! Şahid ol! Ya Rab! Şâhid ol! buyurdular. Sonra ezan okuyup ikaamet getirerek öğle namazını kıldı. Sonra ikaamet getirerek ikindiyi de kıldı. Bunların arasında başka namaz kılmadı. Bundan sonra hayvanına binerek vakfe yerine geldi. Devesi Kasvâ'nın göğsünü kayalara çevirdi. Ya yalıların toplandığı yeri Önüne aldı ve kıbleye döndü. Artık güneş kavuşuncaya kadar vakfe hâlinde kaldı. Güneşin sarılığı biraz gitmişti. Nihayet bütün cirmi kayboldu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Üsâme'yi arkasına aldı ve yola revân oldu. Kasva'nın yularını o kadar kasınıştı ki, nerdeyse başı, semerinin altındaki deriye çarpıyordu. Sağ eliyle de: — Ey cemâat! Sükûneti muhafaza edin, sükûneti! diye İşaret buyu-ruyordu. Kum tepeciklerinden birine geldikçe hayvanın dizginini, düze çıkıncaya kadar biraz gevşetiyordu. Nihayet Müzdelife'ye vardı ve orada akşamla yatsıyı bir ezan iki kaametle kıldı. Aralarında hiç bir nafile namaz kılmadı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) fecir doğuncaya kadar uzandı. Sabah aydınlanınca bir ezan ve bir kaametle sabah namazını kıldı. Sonra Kasva'ya binerek Meş'ar-i Harâm'a geldi. Kıbleye karşı dönerek Allah'a duâ etti, tekbîr getirdi, tehlîl ve tevhidde bulundu. Ve ortalık cidden aydınla yıncaya kadar vakfeye devam etti, Müteakiben güneş doğmadan yola revân oldu. Terkisine de Fadl b. Abbâs'ı aldı. Fadl saçı güzel, beyaz ve yakışıklı bir zâtdı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola çıkınca yanından koşarak, bir takım ka dınlar geçtiler. Fadl onlara bakmaya başladı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elini Fadl'ın yüzüne koydu. Fadl da yüzünü öbür tarafa çevirerek bakmağa başladı. Bu sefer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de elini öbür tarafa çevirerek Fadl’ın yüzüne kapadı, Fadl yüzünü öbür tarafa çevirerek bakıyordu. Nihayet batni muhassire vardı ve hayvanı biraz sürdü. Sonra büyük cemreye çıkan orta yolu tuttu. Nihayet ağacın yanındaki cemreye vardı. Oraya, yedi ufak taş attı. Bunlar, atılan ufak taşlar gibiydi. Onları vadinin içinden attı. Her birini atarken tekbir getiriyordu. Bilâhara kurban yerine giderek kendi eliyle altmışüç deve boğazladı. Sonra (bıçağı) Ali'ye verdi. Geri kalanını da o boğazladı. Ve Atî'yi hedyine müşterek yaptı. Sonra her deveden bir parça alınmasını emir buyurdu. Bunlar bir çömleğe konarak pişirildi. İkisi de develerin etinden yeyip, çorbasından içtiler. Ondan sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan sökün ederek Beyti Şerife gitti. (Ta-vâfi müteakip) Mekke'de Öğle namazını kıldı. Arkasından zemzem sâ-kiliği yapan Benî Abdilmuttalib'e gitti. Ve onlara: — «Ey Abdilmuttalib oğulları! Suyu çıkarın! Su çıkarmanız hususunda başkalarının size galebe çalacağından endîşe etmesem, ben de sizinle beraber çıkarırdım; buyurdu. Onlar da kendisine bir koya su takdim ettiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sudan içti.» 3010- Bize Ömer b. Hafs b. Gıyâs rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Muhammed rivâyet etti. (Dedi ki): Bana babam rivâyet etti. (Dedi ki): «Câbir b. Abdillâh'a giderek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in haccını sordum...» Râvî, hadisi Hatim b. İsmail'in hadisi gibi rivâyet etmiş, şunu da ziyâde eylemiştir: «Câhiliyet devrinde Arapları Ebû Seyyare çıplak bir merkep üzerinde sevk ederdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müzdelife'den Meşar'i Harâm'a geçince Kureyş orada kalacağında ve menzilinin orası olacağında şüphe etmediler. Hâlbuki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oraya sapmadan geçti. Taa Arafat'a vardığı vakit hayvanından indi.» Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Müslim gibi rivâyet etmiş; Buhârî rivâyet etmemiştir. Hadîsin bâzı cümlelerini izah edelim: Hazret-i Câbir'in, Muhammed b. Alî'ye husûsî bir muamele yaparak düğmelerini çözmesi, ona iltifat içindir. Çünkü nefş-i ha-dîsde de beyân edildiği vecîhle Muhammed b. Alî küçüktü. Aynî muameleyi büyüklere yaparak elini onların elbisesine sokmak doğru değildi. . Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hazret-i Esma'ya: «Kuşak sarın!» buyurmasından murâd: Beline kuşak gibi bir şey dolayarak, kan gelen yerin üzerine genişçe bir bez koyduktan sonra bezin iki ucunu ön ve arka taraflarından o kuşağa bağlamaktır. Buna husûsî tabiriyle istisfâr derler. Kasvâ: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in devesidir. Esâs itibariyle bu kelime: genişliğine kulağı kesilmiş, mânâsına gelir. Hadîsin diğer rivâyetlerinde bunun yerine «Harmâ'»; diğer bâzılarında «Adbâ»; bir rivâyette «Muhadrame» denilmiştir. Harmâ: Kulağı yirilmiş; Adbâ: Kulağının dörtte birinden fazlası kesilmiş; Muhadrame: Kulakları kesilmiş, mânâlarına gelir. Tabiîn'den Muhammed b. îbrâhîm Et-Teymî ile diğer bâzılarına göre: Adbâ'; kasvâ' ve ced'â: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin devesinin ismidir. Fakat bâzı rivâyetlerden anlaşıldığına göre Kasvâ' ile Adbâ': ayrı ayrı iki devenin ismidirler.: Rüknü istilâmdan murâd: Hacer-i Es'ved'i tekbir ve teh-lîl ile öpmek yahut buna imkân yoksa eliyle veya sopa gibi bir şeyle dokunarak, dokunduğu şey'i öpmektir. İstilâm kelimesi: Seleamdan alınmadır. Binâenaleyh lügat itibariyle istilâm: Hacer-i Esved'i selâmlamak mânâsına gelir. Hamel: Sık sık adım atmak suretiyle hızlı yürümektir. Safa ile Merve: Kabe civarında bulunan iki küçük dağdır. «Sa'y» denilen hacc ibâdeti bunların arasında yapılır. Safa'dan başlayarak Merve'ye gitmek bir sayılmak şartıyla bu iki dağın arasında yedi defa gidip gelmeye sa'y derler. Nemire: Arafat civarında bir yerdir; Arafat'dan sayılmaz. Meş'ar-i Haram: Müzdelife denilen yerde bulunan bir dağdır. Ulemâdan bâzılarına göre Müzdelife'nin her yeri meş'ar-i haramdır. Câhiliyet devrinde Araplar hacc esnasında Müzdelife'-ye iner, orada vakfe yaparlarmış. Vakfe: İbadet yapmak için durmaktır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında bulunan Kureyş kabilesi mensupları eski âdetleri mucibince orada mutlaka vakfe yapacağını zannetmişlerse de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) orada durmayarak doğruca Arafât'a gitmiştir. Çünkü Teâlâ Hazretlerinden aldığı emir buydu. Câhiliyet devrinde Kureyş'in Müzdelife'de vakfe yapmaları, Müzdelife Harem-i Şerîf'ten sayıldığı içindir. Kureyşliler: «Biz, Haremullah ahâlîsiyiz; ondan dışarı çıkamayız!» derlerdi. Batn-ı Vâdî: Urane vâdîsidir. Bu yer Arafat'tan değildir. Ulemâdan onu yalnız İmâm Mâlik, Arafat'dan saymıştır. Allah'ın kelimesinden muradın ne olduğu ihtilaflıdır. Bazıları: «Bundan murâd: Kelime-i tevhîddir. Çünkü bir müslüman kadım gayr-i müslim erkeğe nikâh edilemez.» demişlerdir. Bir takımlarına göre bundan murâd: «Gize helâl olan kadınları nikâh edin!» âyet-i kerîmesidir. Sahîh olan da bu kavildir. Kayalardan murâd: Cebelü'r-Rahme, denilen dağın eteklerindeki taşlardır. Cebelü'r-Rahme: Arafât'in ortasında bulunan bir dağdır. Vakfe'yi burada yapmak müstehabdır. Müzdelife: Arafat'dan dönen hacıların geceleyip vakfe yaptıkları yerdir. Batn-ı Muhassir: Vaktiyle fil ordusunun münhezim olduğu vadidir. Cemre-i Kübrâ: Şeytan taşlanan üç yerden birinin ismidir. Vaktiyle burada bir ağaç varmış. Kâdî îyâz diyor ki; «Müslim'in bâzı râvileri İbn Rabiâ’nın kan dâvası yerine Rabîa'nın kan dâvası demişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivâyeti de bu şekildeyse de bunun vehim olduğu söylenir. Doğrusu İbn Rabîa'dır. Çünkü Rabîa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra Hazret-i Ömer devrine kadar yaşamıştır...» İbn Rabîa küçük çocukken evlerin arasında emekleyip gezdiği bir sırada başına bir-taş isabet ederek ölmüştür. Bu taş, Benî Sa'd ile Benî Leys kabileleri birbirleriyle harp ederken çocuğa isabet etmiştir. Ribâ': Alış verişteki karşılıksız ziyâdedir. Bugün «faiz» dediğimiz şey budur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Hoşlanmadığınız bir kimseyi döşeklerinize ayak bastırmamaları kadınlar üzerinde sizin hakkınızdır.» ifâdesi hakkında Mâzirî şunları söylemiştir: «Bâzılarına göre bundan murâd: Kadınların erkeklerle başbaşa kalmamalarıdır. Zinaları maksût değildir. Çünkü zina hadd-i şer'î îcâb eder. Ve erkek hoşlansın hoşlanmasın karısının her adamla zina etmesi haramdır.» Kâdi Iyâz'ın beyânına göre İslâmiyetten önce Arapların âdeti erkeklerle kadınların beraberce oturup sohbette bulunmalarıymış. Bu, onlarca ayıp sayılmadığı gibi, hiç bir şüpheye de sebep olmazmış. Tesettür âyetî nâzil olunca kendilerine bu gûnâ sohbetler yasak edilmiş. Hâsılı bu cümlenin şâyân-ı tercih olan mânâsı: Kadınların, kocatan izin vermedikçe evlerine erkek kabul etmemeleridir. Bu hususta gelen kimsenin ecnebî bir erkek olmasıyla kadının veya kocasının yakın akrabasından olması arasında hiç bir fark yoktur. Kâdi İyâz diyor ki: «Ulemâ bu hadîsdeki fıkıh mes'elelerî hakkında pek çok sözler söylemiştir. Ebü Bekir, İbn'-Münzir bu hususta büyük bir cüz kitap telif etmiş ve 150 küsur mes'ele tahrîc eylemiştir. Daha da tetkik etse tahrîc ettiğine yakın bir miktar ziyâde edebilirdi.» Hadîsin bâzı ahkâmı geçen rivâyetlerde görülmüştür. |