Geri

   

 

 

 

İleri

 

1- Bab

2310- Bana Amrü'bnü Muhammed b. Bükeyr En - Nâkıd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti.

(Dedi ki): Amrü'bnü Yahya b. Umâra'la sordum da, bana babasından, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi;

«Beş vesk'dan azda zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha az da zekât yoktur; beş okiyye'den daha az dan gümüşte zekât yoktur.» buyurmuşlar.

2311- Bize Muhammedü'bnü Rumh b. El-Muhâcir rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys haber verdi. H.

Bana Amru'n - Nâkıd da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. İdrîs rivâyet etti. Leys ile Abdullah'ın ikisi birden Yahya b. Saîd'den, o da Amr b. Yahya'dan bu isnâdla yukarki hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

2312- Bize Muhammedü'bnü Râfi' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdurrazzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi.

(Dedi ki): Bana Amr b. Yahya b. Umara, babasından, o da Yahya b. Umara' dan naklen haber verdi. Yahya şöyle dedi: Ben, Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları söylerken işittim: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken dinledim; Hem avucuna beş parmağı ile işaret ediyordu.»

Bundan sonra İbn Uyeyne hadîsi gibi rivâyette bulundu.

2313- Bana Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyin El-Cahderî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Bişr yani İbn Muf addâl rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Umârutü'bnü Gaziyye, Yahya b. Umâra'dan naklen rivâyet etti.

Dedi ki: Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları söylerken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'-

«Beş vesk'den daha az da zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha aşağı da zekât yoktur. Ve beş okiyye'den daha az gümüşte zekât yoktur.» buyurdular.

2314- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan, o da İsmail b. Ümeyye'den, o da Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti. Ebû Saîd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

«Hurmadan olsun, hububattan olsun beş vesk'den daha az da zekât yoktur.» buyurdular.

2315- Bize İshâk b. Mansûr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdurrahmân yani İbn Mehdi haber verdi.

(Dedi ki): Bize Süfyân, İsmail b. Ümeyye'den, o da Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Beş veski bulmadıkça hububatla hurmada zekât yoktur. Üçer yaşında beş deveden daha az da zekât yoktur. Beş okiyye gümüşten daha az da zekât yoktur.» buyurmuşlar.

2316- Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdur-Âdem rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân-ı Sevrî İsmâil b. Ümeyye' den bu isnâdla İbn Mehdi hadisi gibi rivâyette bulundu.

2317- Bana Muhammed b. Aafi' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdur-razzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Sevrî ile Ma'mer, Jsmâil b. Ümey-ye'den bu isnâdla İbn Mehdî ve Yahya b. Âdem hadîsi gibi haber verdi. Yalnız o «Hurma» yerine «Yemiş» demiştir.

2318- Bize Hârûn b. Mâruf ile Hârûn b. Said El - Leylî rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Iyâz b. Abdillâh, Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi ki:

«Beş okiyye'den daha az olan gümüşte zekât yoktur; üçer yaşında beş deveden daha azında zekât yoktur. Beş vesk'den daha az hurmada zekât yoktur.» buyurmuşlar.

Ebû Şaid hadîsini Buhârî «Zekât» bahsinin bir-iki yerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce ayni bahisde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Evâkî: Okiyye'nin cem'idir. Okiyye fıkıh, hadîs ve lügat ulemâsının ittifakı ile kırk dirhemdir. Buna «Hicaz okiyyesi» de derler.

Kâdi Iyâz: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında okiyye ile dirhemin meçhul kalması mümkün değildir. Çünkü bu ölçülerle zekâtı vâcib kılan bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Sahih hadîslerde sabit olduğuna göre: Alışverişler, nikâhlar hep bunlarla yapılmıştır. Bu gösteriyor ki: Dirhemler Abdülmelik b. Mervân zamanına kadar malûm değildi. Onları ulemânın re'yi ile Abdülmelik topladı ve her onluğu yedi miskâal ağırlığında, bir dirhemin ağırlığını da altı dânık yaptı... iddiasında bulunanların sözü bâtıldır. Yalnız bunlar Müslümanlar tarafından husûsi surette ve muayyen şekilde basılmamışlardır. Kimisi Acem kimisi Rum basınası şeylerdi. Ve büyüklü küçüklü idiler. Bazıları da hiç basılmamış ve nakşedilmemiş gümüş parçalarından ibaret olup, Yemen'e veya Mağrib'e aittiler. Nihayet bunların İslâmi bir şekille basılıp, nakşedilmeleri ve değişmeyen bir tek vezin hâline getirilmelerine lüzum görülerek büyüğü küçüğü bir araya toplandı. Ve münaasip gördükleri vezinde basıldı. Şüphesiz ki o zaman dirhemler malûmdu. Aksi takdirde onlara zekât vb. hususunda hukûkullah ve ve hukûk-u ibâd nasıl taalûk edebilirdi? Nitekim o zaman okiyye de malûmdu.» diyor.

Bu bâbda Nevevîde şunları söylemiştir: «îlk asırda yaşı-yanlar mâruf olan bu vezinle kıymet takdirine ittifak etmişlerdir. Yani dirhem altı dânıktır. Her on dirhem yedi miskaâl ağırlığında gelir. Miskaâl ise gerek câhiliyet gerekse İslâmiyet devirlerinde değişmemiştir.»

Aynî, İbn Sa'd'ın «Tabakat»mdan şunları naklet-miştir: «Abdülmelik b. Mervân 75. târihinde dirhemle dinarı darbetmiştir. Onları ilk darbeden ve üzerlerine nakış vuran o'dur.»

Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm «Kitâbü’l-Emvâl» nâm eserinde şunları söylemiştir: «İslâmiyetten önce dirhemler irili ufaklı idi, İslâmiyet gelince dirhemleri darbetmek istediler. Zira her iki nev'înden de zekât veriyorlardı. Büyük dirhem: 8 dânık, küçük dirhem ise, 4 dânık idi. Müslümanlar büyük dirhemi küçük dirheme katarak; bunlardan iki müsavi dirhem yaptılar. Böylelikle altışar dâ-nıklık iki dirhem meydana geldi. Sonra dirhemleri miskaâllerle ölçtüler. Miskaâl ilelebet mahdut, eksilip artmayan bir ölçüdür. Bir tanesi altı dânıktan ibaret olan on dirhemi miskaâlle ölçünce yedi miskaâl ağırlığında geldiğini gördüler. Büyüklü küçüklü dirhemler arasında bu dirhem ortayı teşkil ediyordu. Zekât hususunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünnetine de muvafık idi. Binâenaleyh dirhem meselesi ondan sonra bu minval üzere devam etti. Ümmet de bu hususta ittifak eyledi. Artık tam dirhem altı dânık olarak, değişmeden devam etti.»

Hanefiîyye kitaplarında beyân olunduğuna göre: İlk zamanlarda dirhemler üç nev'idi, birinci nev'in her on dirhemi on miskaâl geliyordu. Yani bir dirhem bir miskaâl ağırlığında idi. İkinci nev'în on dirhemi altı miskaâl tutuyordu. Üçüncü nev'în on dirhemi beş miskaâl geliyordu. Halk, bu dirhemlerin her biri ile muamele görüyordu. Bu hâl taa Hazret-i Ömer'in hilâfeti zamanına kadar böyle devam etti. Ömer (radıyallahü anh) haraç denilen vergiyi büyük dirheme göre almak istedi. Mükellefler kendisinden bunu hafifletmesini rica ettiler, o da zamanının hesap âlimlerini toplayarak dirhemlerin arasını buldurdu. Neticede âlimler her nev'i dirhemin üçte birini alarak, yedi miskaâl ağırlığındaki dirhemi buldular.

Bâzı fetva kitaplarında her beldenin kendine mahsûs dinar ve dirhemi nazar-ı itibâra alınacağı ve zekâtın ona göre verileceği beyân olunmuştur.

Verik veya verk: Madrup olsun olmasın «gümüş» demektir. Bazıları esâs itibârı ile her nev'î gümüşe verik denildiğini; diğer Bazıları da dirhem şeklinde darbedilmiş gümüşe verik denildiğini, dirhem olmayan gümüşe ise ancak mecazen vekik itlâk edilebileceğini söylemişlerdir.

Hattâ altınla gümüşün ikisine birden verik denildiğini söyliyen-ler vardır.

«Kitâbü'l -Mikâyîl»'de Vâkıdi'den naklen şöyle deniliyor: «Câhiliyet devrinde Kureyş'în kendine mahsûs bir takım vezinleri vardı. İslâmiyet gelince bunlardan okiyye'yi olduğu gibi yani kırk dirhem, ritılı da oniki okiyye yani seksendört dirhem olarak kabul etti. Arapların «neş» ve «Nevât» denilen birer ölçüleri daha var di:

Neş: 20 dirhem, nevât: 5 dirhem ağırlığında idi. Miskaâl: 22 kirât' dan bir dâne noksan gelen ölçü idi. On dirhemin ağırlığı 7 miskaâl gelirdi. Bir dirhem 15 kîrâtdan meydana gelirdi.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz Medine' ye gelince veznine bakarak külçe altına dînâr; ve yine veznine bakarak külçe gümüş dirhem ismini verdi. Medine' nin ölçüleri bu suretle tekarrur etti ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Mizan, Medîne'lilerin nizâmıdır.» buyurdular.»

Hazret-i Câbir'den rivâyet edilen bir hadîste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bir dînâr yirmidört kîrâtdır.» buyurduğu bildirilmişdir.

İbn Abdilberr: «Bu hadîsin senedi sahîh değilse de, ulemânın onun mûcebince amel etmesi halkın onun mânâsına göre amel hususunda ittifakı senedinni sıhhâtma ihtiyâç bırakmamıştır.» diyor.

Kîrât: Ortalama beş arpa tanesi ağırlığında bir ölçüdür.

Evsuk: Veks'in cem'idir. Müfredi visk şeklinde dahi okunabilir. Fakat vesk kîrâatı daha meşhurdur.

Ulemâdan bâzılarına göre, vesk: Bir deve yükü, demektir. Bazıları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin ölçeği ile altmış ölçek, demek olduğunu söylerler.

Bir takımları vesk'in mutlak surette bir yük, mânâsına geldiğine kaaildirler.

Ebû Dâvûd'un, Hazret-i Ebû Saîd-i Hudri’ den rivâyet ettiği merfû bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

«Beş vesk'den daha azda zekât yoktur. Bir vesk altmış mühürlü ölçektir» buyurmuş olduğunu rivâyet etmiştir. Ancak: «Ebû'l-Buhteri, Ebû Said'den işitmemiştir.» diyerek bu hadisin munkatı' olduğuna İşarette bulunmuştur.

Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm’ın beyânına göre «mühürlenmiş ölçek»den murâd: Üzerine ziyâde veya noksan yapılmasın diye matbu mühür vurulan ölçektir. Bunu vaktiyle hükümdarlar yaparlarmış.

Ölçek mânâsına gelen sa' 51/3 Bağdat rith eder. Bağdat rith hakkında muhtelif kaviller vardır. Bunların en meşhuru 128 4/7 dirhem olmasıdır. Bazıları Bağdat ritlının tam 128 dirhem, bir takımları da 130 dirhem olduğunu söylemişlerdir. Şu hâlde beş vesk binaltıyüz Bağdat rith eder. Esah kavle göre beş veski, ritl denilen ölçüyle takdir etmek yüzdeyüz değil, takribidir.

Zevd: Üç'den on'a kadar olan devedir. Bâzılarına göre iki ile dokuz arasındaki dişi devedir. Erkek develere zevd denilmez.

Bazıları: Zevd: Üçten, onbeş'e kadar olan develerdir.» demiş; bir takımları üçten yirmiye kadar hattâ İbnü'l-A'râbî üçden, otuz'a kadar olan dişi develere zevd denildiğini söylemiştir.

Bir takımları, bir deveye de zevd denilebileceğini söylemişlerdir. İbn Kuteybe: «Bir cemâat zevd'in müfred mânâsına geldiğini, diğlerleri cemi' olduğunu söylemişlerdir ki, muhtar olan da budur.» demiştir.

Fakat İbn Abdilberr bunu beğenmemiş: «Bu söz bir şey değildir.» demiştir.

Hâsılı zevd kelimesi rant, kavm ve nisa kelimeleri gibi lâfzında müfredi bulunmayan cemi'lerdendir.

Bu bâbda daha bir çok sözler söylenmiştir.