Geri

   

 

 

 

İleri

 

10- Mersiye (Ağıt) Okuma Hususunda Gösterilen Şiddet Bâbı

2203- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Affân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebânü'bnü Zeyd rivâyet etti H.

Bana İshâk b. Mansûr da rivâyet etti. Lâfız onundur.

(Dedi ki): Bize Habbânü'bnü Hilâl haber verdi

(Dedi ki): Bize Ebân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya rivâyet etti; ona da Zeyd rivâyet etmiş. Zeyd'e Ebû Sellâm, ona da Ebû Mâlikî Eş'arî rivâyet etmiş ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşları

«Ümmetimde câhiliyet âdetlerinden kalma dört şey vardır ki, onları terk edemezler, (Bunlar): Asaleti ile öğünme, neseplere ta'n, yıldızlarla yağmur isteme ve niyâhadır.» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şunu da sözlerine ilâve buyurdular:

«Yasçılık yapan kadın, Ölmezden evvel tevbe etmezse, kıyâmet gününde üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu hâlde (kabrinden) kaldırılır.»

«Onları terk edemezler...» sözünden murâd: Tamâmiyle terk edemezler, demektir. Çünkü bunları Müslümanlardan bir taife terketse, başka bir taife yapmakta devam eder.

«Yıldızlarla yağmur istemek»: Câhiliyet devri itikaadına göre fecir zamanı batıda bir yıldız düşmek, onun yerine doğuda başka bir yıldız doğmakla olurdu. Onlar bunu görünce yağmur yağacağına itikaad eder ve tesaadüfen yağmur yağarsa: «Filân yıldızla bize yağmur gönderildi.» derlerdi.

Yasçı kadına kıyâmet gününde uyuzlu gömlek giydirmekten mu-râd: Bedenine uyuz ve gidişme arız olup, adetâ gömlek gibi kaplayacağını anlatmaktır.

Hadîs-i şerif niyâhanın haram olduğuna delildir. Bu husûsda ulemâ müttefikdir.

Yine bu hadis, mükellefin can gırtlağına gelmeden yapacağı tevbenin sahîh olduğuna delildir.

2204- Bize İbnü'l-Müsennâ ile İbn Ebî Ömer rivâyet ettiler. İbn'l-Müsennâ dedi ki: Bize Abdülvahhâb rivâyet etti.

(Dedi ki): Yahya b. Saîd'i şöyle derken işittim: Bana Amra haber verdi, o da Alşe'yi şunları söylerken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, İbn Harise ile Ca'fer b. Ebî Tâlib ve Abdullah b. Ravâha' nın katli haberi gelince oturdu; mahzun olduğu belliydi. Ben, kapının aralığından bakıyordum. Derken ona bir adam gelerek:

— «Ya Resûlallah! Ca'fer'in kadınları...» diyerek onların ağladıklarım söyledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ona gidip kadınları nehyetmesini emir buyurdu. O zât da gitti. Müteakiben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek kadınların kendisine itaat etmediklerini söyledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona ikinci defa giderek kadınları nehyetmesini emir buyurdu; o da gitti. Sonra tekrar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'egelerek:

— «Vallahi bu kadınlar bize galebe çaldılar, ya Resûlallah!» dedi.

 (Râvî dedi ki): Âişe, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in o adama:

«Hadi git!.. Onların ağızlarına toprak sac!-» buyurduğunu söyledi.

Âişe şöyle dedi: «Bunun üzerine ben o adama: Allah senin cezam kaldırsın! Vallahi ne Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sana emrettiğini yaptın; ne de onu kederiyle başbaşa bıraktın! dedim.»

2205- Bize, bu hadisi Ebü Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivâyet etti. H.

Bana Ebû't-Tâhir dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Muâviyetü'bnü Sâlih'den naklen haber verdi. H.

Bana Ahmedü'bnü İbrahim Ed-Devrakî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdüssamed rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdülaziz yani İbn Müslim rivâyet etti. Bunların hepsi Yahya b. Said'den bu isnâdla, bu hadisin benzerini rivâyet etmişlerdir. Abdülazîz'in hadîsinde: «Ne de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i derdiyle başbaşa bıraktın ... denilmiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Cenâiz» bahsinin bir iki yerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahi ayni bahiste muhtelif râvilerden tan-ric etmişlerdir.

Hadîsde şehid edildiği bildirilen İbn Harise'den murâd: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in azatlısı Zeydü'brıü Harise (radıyallahü anh)'dıc. Hazret-i Zeyd küçüklüğünde annesi ile beraber akrabasını ziyâreye gittiğinde Beni Kays kabilesinden birtakım atlıların hücumuna uğramış, onların eline esîr düşmüştü. Kendisini Hakim b. Hizam, halası Hatice binti Huveylid için satm almıştı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve Sel-km)'in zevcesi olan Hatice (radıyallahü anha), onu Peygamber-i Zîşân. (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize hibe etti. Bil'âhara Hazret-i Zeyd'in babası yakınlarından birkaç kişi ile birlikte Mekke'ye geldi. Oğlunun orada köle olarak satıldığını işitmişti. Zeyd'in babası para mukaabilinde oğlunu almak isteyince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Zeyd'i çağırtarak, gelenlerin babası ile sair akrabası olduklarını bildirmiş ve kendisini meccânen babasına gitmekle Mekke'de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ixı yanında kalmak arasında muhayyer bırakmıştı. Hazret-i Zeyd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hâne-i saadetinde kalmayı tercih etti. O da kendisini azâd ederek oğulluk edindi. Artık ona herkes Zey-dü'bnü Muhammed diyorlardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini pek seviyordu. Onu azatlı cariyesi Ümmü Eymen'le evlendirdi. Bu izdivâcdan: Üsâmetü'bnü Zeyd dünyâya geldi.

Hazret-i Âişe'den rivâyet olunduğuna göre: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seriyye ile Hazret-i Zeyd‘i de gönderirse o seriyyeye mutlaka kendisini kumandan tâyin edermiş. Hattâ Âişe (radıyallahü anha): «Zeyd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' den sonra hayâtta kalsaydı onu mutlaka Halîfe ta'yîn ederdi.» dermiş.

Bu hadîsi imâm Ahmed ile Nesâî ve İbn Ebî Şeybe rivâyet etmişlerdir. Sahih ve garîb bir hadistir.

Şehîd edilen Ca'fer (radıyallahü anh)'a gelince: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'m. amıcası Ebû Tâlib'in oğlu olup, kardeşi Hazret-i Alî'den on yaş büyüktür. Eskiden Müslüman olmuş ve Habeşistan'a hicret etmişti. «Ca'fer-i Tayyar» demekle meşhurdur. Hazret-i Ca'fer'in şehîd olacağını bizzat Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz haber vennişdir. Ca'fer (radıyallahü anh) cennetle müjdelenen bahtiyarlardandır.

Şehîd edilen üçüncü zât Abdullah b. Ravâha'dır. Künyesi Ebû Muhammed veya Ebû Revâha olan bu zât dahi eskiden Müslüman olmuş, Akabe, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber gibi bir çok vak'alarda hâzır bulunmuştur. Onun dahi şehîd olacağını ve cennete gireceğini bizzat Fahr-i Alem (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz müjdelemiştir. Bu üç zâtın şehid edilmeleri şöyle olmuştur:

Kendilerini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç bin kişilik bir ordu ile Hicret'in 8. yılında şam taraflarına harbe göndermiş, Hazret-i Zeyd'i orduya kumandan tâyin etmişti. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine bâzı tavsiyelerde bulunmuş, bu meyânda: Şayet Zeyd vurulursa yerine Ca'fer'in geçmesini; o da vurulursa yerine Abdullah b. Ravâha'nın kumandan olmasını emir buyurmuştu. Ordu yola revân olurken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de teşyî'a çıkmıştı; böylece hareket ederek «Ma'ân- taraflarına vardılar. Orada Bizans İmparatoru Hırakl'in, Belkaa' taraflarına yüzbin kişilik bir Roma ordusu ile geldiğini ve kendilerine o taraflardan da yüz bin kişi katıldığını; bu suretle İkiyüz bin kişilik bir ordu teşkil ettiklerini haber aldılar. Müslümanlar bu vaziyet karşısında Mûte denilen bir yere çekildiler. Sonra düşmanla karşılaştılar, Hazret-i Zeyd şehid oluncaya kadar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sancağı elinde olduğu hâlde düşmanla çarpıştı ve nihayet şehîd düştü. Arkasından sancağı Ca'fer aldı; o da şehîd düşünceye kadar düşmanla çarpıştı. Nihayet sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Enes (radıyallahü anh)’ın beyânına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu üç zâtın şehîd düştüğünü haber verirken gözlerinden yaşlar boşanmış. Sonra:

«Sancağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç aldı.» buyurmuş. Bu kılıç: Meşhur İslâm kumandanı Hâlidü'bnü Velid (radıyallahü anh) Hazretleri'dir. Allahü teâlâ, Hazret-i Hâlid kumandasında Müslümanlara fütuhat nasîb etmişti. Rivâyete nazaran Hazret-i Hâlid: «Gerçekten Mûte Harbinde benim elimde dokuz kılıç kırıldı. Nihayet elimde bir Yemen kılıcından başka bir şey kalmadı.» demiştir. Mûte Harbinde Müslümanlardan oniki kişi şehîd olmuştur. Mûte harbi, târihin eşini kaydetmediği muharebelerden biridir. Biribirine din düşmanı olup; Biri hak yolunda cihâd eden fakat sayısı «üç bin»i geçmeyen; diğeri kâfir olup ikiyüz bin kişilik bir orduya Mâlik bulunan iki ordunun birbiri ile çarpışması akıllara durgunluk verecek derecede büyük bir iştir. Sonunda bir avuç mü'minîn koskoca ikiyüz bin kişilik küfür ordusuna galebe çalması şüphesiz ki Allah'ın mü' mîn kullarına lütfettiği bir mûcizesidir.

Tıybî'nin tahminine göre: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûte Harbinde üç kumandanının arka arkaya şehit düştüğü haberini alınca cidden mahzun olmuş. Bunu ne kadar gizlemeğe çalışmışsa da, fıtrat-ı beşeriyye iktizâsı yine yüzünden belli olmuştur.

Kalbinin kan ağladığı bir sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize gelerek Hazret-i Ca'fer'in evinde kıyâmetler koptuğunu, aile efradının feryâd-ü figân ettiklerini bildiren zatın kim olduğu malum değildir. İhtimâl Hazret-i Âişe kendisine kırıldığı için ismini tasrîh etmemiştir.

Ca'fer (radıyallahü anh)'in kadınlarından murâd: Zevcesi Esma binti Umeys ile onun yanında bulunan kendi akrabası ve Hazret-i Ca'fer'in akrabası kadınlardır. Burada cümlede hazf vardır. Âişe (radıyallahü anha) cümleden delâleti hâl karinesi ile «Inne» nin haberini hazfetmiştir. Mânâ şudur: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelen zât: Ca'fer'in kadınları bağıra çağıra ağlamak ve feryâd-ü figânda bulunmak gibi şer'an memnu olan işler yaptılar; dedi.»

Kurtubî diyor ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: (Kadınların ağzına toprak saç.) enirini vermesi: Kadınların yüksek sesle ağladıklarına delildir. Bundan vazgeçmeyince ağızlarını toprakla tıkamayı emir buyurmuştur.»

Kâdî îyâz'a göre ise: Bu cümleden murâd: Ta'cizdir. Yani bu kadınlar ağızları tıkanmazsa susmazlar. Ağızlarını da ancak toprakla doldurmak suretiyle tıkayabilirsin, demektir.

Yine Kurtubi'nin beyânın göre, kadınların söz dinlememesi, bu emrin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den geldiğini söylemediği için olabilir. Bu sözü kendiliğinden söylediğini zannettikleri için o zâta itaat etmemişlerdir. Yahut emrin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den geldiğini anlamışlar fakat musibetin şiddetinden kendilerine Mâlik olamamışlardır.

Ayni, Kurtubî'nin bu mütâlâasını yerinde bulmakta ve: «Sahâbî kadınlara lâyık olan budur. Çünkü haram bir şeyden tekrar tekrar nehyolunduktan sonra ondan vazgeçmeyip, devam etmeleri ihtimâlden uzaktır.» demektedir.

tâbiri: «Allah burnunu toprakta süründürsün» mânâsına gelir. Bu cümlenin mânâsı hakkında evvelce söz geçmişti. Burada ondan murâd: Bedduadır. Çünkü Hazret-i Âişe'nin kanaatine göre o zât, kendisine verilen emrî yerine getirememiş; kadınları nehyedip susturamamıştı. İkide bir gelerek kadınların itaat etmediklerini söylemekle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i derdiyle başbaşa dahi bırakmamıştı.

Burada Kirmânî şöyle diyor: «Eğer (o zât Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emrini yerine getirdi ama kadınlar itaat etmedi) dersen; ben de derim ki: Onun bu fiiline imtisal eden olmadığı için hakikatte onu yapmamış gibidir. Yahut hakikaten toprak serpmemiştir.»

Hazret-i Âişe'nin sözüne Nevevî şöyle mânâ. vermiştir: «Sen, beceriksizsin! Onun için de aldığın emri yerine getirip kadınları susturamıyorsun. Bunu yapamadığını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber de vermiyorsun ki, başkasını göndersin de, üzüntüden kurtulsun.»

2206- Bana EbûY-Rabî’ Ez-Zehrânİ rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Eyyûb, Muhammedden, o da Ümmü Atiyye'den naklen rivâyet etti. Ümmü Atiyye şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizden bey'atla beraber niyâ-ha yapmıyacağımıza dâir de söz aldı. Ama beş kadından başka bizden hiç bir kadın sözünde durmadı. (Bu beş kadın): Ümmü Süleym, Ümmü’l-Alâ', Muâz'ın karısı Binti Ebî Sebra yahut Binti Ebî Sebra ile Muâz'ın karısı (dır.)

2207- Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Es-bat haber verdi.

(Dedi ki): Bize Hişâm, Hafsa'dan, o da Ümmü Atiyye'den naklen haber verdi. Ümmü Atiyye şöyle dedi: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tbey'at esnasında niyâha yapmıyacaksınız) diye bizden söz aldı. Ama bizden beş kadından başka sözünde duran olmadı. Bunlardan biri Ümmü Süleym'dir.»

Bu hadîsi Buhârî Kitâbü'l-Cenâiz»'de, Nesâî «Bey'a»'da tahric etmişlerdir.

«Bey'a»: Muâhade, mânâsına gelir. Burada ondan murâd: Müslüman olmak için yapılan muâhade ve verilen sözdür.

Ümmü Süleym.- Hazret-i Enes'in vâlidesidir. îsmi Sehle'dir. Daha başka olduğunu söyleyenler de vardır.

Ümmü’l-Alâ': Ensâr'dan bir kadındır.

Binti Ebi Sebra: Hazret-i Muâz b. Cebel'in zevcesidir. Buhârî'nin rivâyetinde Muâz'in zevcesinden sonra: «İki de başka kadın yahut Binti Ebî Sebra ile Muâz’ın karısı ve bir de başka kadın.» denilmiştir.

Bu hadîsde râvi şekketmiş ve: «Muâz'in karısı Binti Ebî Sebra yahut Binti Ebi Sebra ile Muâz’ın karısı.» demiştir. Birinci kavle göre: Binti Ebî Sebra Hazret-i Muâz'ın karışıdır. İkinci kavle göre ise Binti Ebi Sebrâ başka, Hazret-i Muâz’ın karısı başkadır. Şu hâlde birinci kavle göre: Verdiği sözde duran kadınlardan: Ümmü Süleym, Ümmü’l-Alâ' ve Binti Ebî Sebrâ olmak üzere üçü beyân edilmiş demektir. Buhârî'nin rivâyetinde «İki de başka kadın» denilmek suretiyle kadınların adedi beşe çıkarılmıştır. İkinci rivâyete göre ise hadiste zikri geçen kadınlar dörttür. Bunlar Ümmü Süleym, Ümmül’l-Alâ, Binti Ebî Sebrâ ve Muâz'n zevcesidir. Buhari'nin rivâyetinde «Bir de başka kadın...» denilerek kadınların adeti tamamlanmıştır.

Ayni diyor ki: «Bazıları burada bir çok yerlerden sahih olmayan nakiller yaparak sözü karıştırmış ve tahmin üzere konuşmuşlardır. Sahih olan şekli, sahih kitaplarında nakledilendir.»

«Ama beş kadından başka bizden hiç bir kadın sözünde durmadı.» ifâdesi hakkında Kaad îyâz şunları söylemiştir: «Bu sözün mânâsı: Ümmü Atiyye ile beraber bey'at edenlerden beş kadın müstesna olmak üzere, hiç biri sözünde durmadı, demekdir. Beş kadından maada kimse niyâhayı terketmedi, demek değildir.»

2208- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe İle Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim toptan Ebû Muâviye'den rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Muhammed b. Hâzim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Âsim, Hafsa'dan, o da Ümmü Atiyye'den naklen rivâyet etti. Ümmü Atiyye şöyle dedi: Şu âyet (yani) "Ey Peygamber! Sana mü'min kadınlar gelerek Allah'a şirk koşmayacaklarına... Ve sana âsî olmayacaklarına söz verirlerse, onlarla bey'at akdet..." Sûre-i Müntehine âyet 12. nâzil olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kadınlardan aldığı bey'atta niyâha da vardı. Ben:

— «Ya Resûlallah! Yalnız fülân oğulları ailesine yapılacak niyâha müstesna. Çünkü onlar câhiliyet devrinde benim niyâhama iştirak etmişlerdi. Binâenaleyh benim de onların niyâhasına iştirak et-mera gerekir; değil mi?» dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

(Peki) fülân oğullarına yapılacak niyâha müstesna olsun; buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâb't-Tefsîr» de tahrîc etmiştir. Onun rivâyetinde Hazret-i Ümmü Atiyye kendi ismini vermeyerek: «Bunun üzerine bir kadın elini çekti ve: (fülân kadın benim niyâhama iştirak etmişti; ben de ona aynı mukaabelede bulunmak isterim) dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ona bir şey söylemedi. Kadın oradan gitti ve sonra dönerek bey'at etti.» demektedir. Hazret-i Ümmü Atiyye bu sözleri ile Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in kendisine sükûtla izin verdiğini ve hemen oradan giderek niyâ-hasına iştirak etmek istediği kadına vaadini ifâ ettiğini anlatmak istemiştir.

Nesâî'nin rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' in, Hazret-i Ümmü Atiyye'ye:

«Haydi git! O kadının niyâhasına iştirak et.» buyurduğu; Ümmü Atiyye'nin: «Ben de giderek kadının niyâhasına iştirak ettim. Sonra dönerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bey'at eyledim.» dediği tasrih edilmektedir. Nitekim Müslim'in rivâyetinde de istisna talebinde bulunan kadının Hazret-i Ümmü Atiyye olduğu bildirilmektedir.

Nevevî: «Bu hadis, niyâha için yalnız Hazret-i Ümmü Atiyye'ye ruhsat verildiğine hamledilmiştir. Sâri' Hazretleri umûm mânâsından dilediğini tahsis edebilir.» diyor.

Bazıları: «Nevevî'nin bu sözünü itiraz götürür. Ancak Ümmü Atiyye'nin niyâhasına iştirak eden kadın Müslüman olmamışsa, o başka.» demişlerdir.

I'tirâzm vechi şudur: Şer'an haram kılman hiç bir şey tahsis kabul etmez.

Ancak Tirmizî'nin tahrîc ettiği Esma binti Yezid hadîsinde Hazret-i Esma şöyle demektedir: «Ben:

— Ya Resûlallah fülân oğullan amıcanun niyâhasında bana iştirak etmişlerdi; benim de bu hususta onlara borcumu ödemem îcâb eder; dedim, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kabul etmedi; ben kendisine tekrar tekrar müracaatta bulundum. Nihayet bana izin verdi. Ama bir daha niyâha yapmadım.»

İmâm Ahmed ile Taberânî, Mus'ab b. Nûh tarîki ile şu hadisi tahrîc etmişlerdir: «Mus'ab dedi ki: Akrabamızdan bir koca karıya yetiştim, bu kadın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bey'at eden kadınlar arasında bulunmuş; şöyle anlatırdı:

Derken (sallallahü aleyhi ve sellem)

Niyâha yapmayacaksınız, diye bizden söz aldı. Ben dedim ki: (Yâ Nebiyyallah! Vaktiyle birtakım insanlar başımıza gelen musibetler husûsunda bizim vaveylamıza iştirak ederlerdi, şimdi onların başına da musibet gelmiştir. Binâenaleyh ben de onların niyâhasına iştirak etmek isterim.)

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-.

— Git de onlara mukaabele bilmisilde bulun; dedi. Sonra gittim, niyâhalanna iştirak ettim ve gelerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bey'atta bulundum.»

Bu hadîslere bakarak Mâlikî'terden Bazıları niyâhanın caiz olduğuna kaail olmuş: «Haram olan niyâha câhiliyet devrindeki gibi başını saçım yolarak yapılandır.» demişlerse de, doğrusu niyâha yani ölünün arkasından bağıra çağıra yas edip ağlamak mutlak surette haramdır. Ulemânın mezhebi budur.

Ayni diyor ki: «Bu hususta en güzel ve en doğru cevap şudur: Niyâha hususundaki nehiy evvelâ tenzih için vârid olmuştur. Bil'â-hara kadınların Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bey'atları tamam olunca, niyâha haram kılınmıştır. Şu hâlde hadîslerde zikri geçen kadınlara verilen izin, birinci hâle tesaadüf etmiş, demektir. Sonra niyâha haram kılınmış ve bu husûsda bir çok hadîslerde şiddetli tehditler vârid olmuştur.»

Buhârî hadîsinde: «Bir kadın elini çekti...» deniliyorsa da, bundan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kadınlarla musâfa-ha ettiği mânâsı çıkarılmamalıdır. Zîra Hazret-i Âişe'den rivâyet olunan bir hadîsde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kadınlarla asla musâfaha etmediği bildirilmiştir. Binâenaleyh buradaki «el çekme» den murâd: Bey'attan çekinmektir. İki hadisin arası bu suretle cem olunur.