8- Musibete, Başa Geldiği Ânda Sabir Etme Hakkında Bab 2178- Bize Muhammedö'bnü Beşşâr El-Abdî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed yani İbn Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Sâbit'den naklen rivâyet etti. Dedi ki: Ben Enes b. Mâlik'i şöyle derken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sabır (musibet) ilk başa geldiği andadır.» buyurdular. 2179- Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennârivâyet etti. (Dediki): Bize Osmânü'bnü Ömer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Sâbit-i Bünânî'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuğuna ağlayan bir kadının yanına uğramış da, ona: — «Allah'dan kork ve sabret.» buyurmuş. Kadın: «— Sen, benim musibetime aldırış etmezsin.» demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (oradan gidince) kadına: — Bu zât Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) idi.» demişler. Bu sefer kadının içine «ölüm acısı» gibi bir şey çökmüş. Bunun Üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kapısına gelmiş. Fakat onun kapısında kapıcı filân bulamamış ve-. — «Ya Resûlallah! Ben, seni tanıyamadım» diyerek Özür beyân etmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' — «Sabır ancak (musibet) ilk başa geldiği andadır.» yahut «Musibetin başa geldiği İlk andadır.» buyurmuşlar. 2180- Bize, bu hadîsi Yahya b. Habîb El-Hârisî dahi rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hâlîd yani İbnil-Hâris rivâyet etti. H. Bize Uktebü'bnü Mükrem-i Ammî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik b. Amr rivâyet etti. H. Bana Ahmed b. îbrâhim Ed-Devrakî dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdü's-Samet rivâyet etti. Bunlar hep birden: «Bize Şu'be bu isnâdla, Osman b. Ömer'in hadisi gibi rivâyette bulundu.» dediler. Abdü's-Samed'in rivâyetinde: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir yanında bir kadına uğradı...» denilmiştir. Bu hadîsi Buhârî «Cenâiz» bahsinin bir iki yerinde ve «Ahkâm» bahsinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Cenâiz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Nesâî, onu «Yevm ve leyle» bahsinde dahi rivâyet etmiştir. Hadisin muhtelif rivâyetlerinden anlaşıldığına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir başında ağlayan bir kadının yanına uğramış, ismi bilinmeyen bu kadın yeni ölen çocuğuna ağlıyormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine sabır ve takva tavsiye edince «Benim başıma gelen musibeti sen ne anlarsın?» diyerek, kendilerini başından savmak istemiş. Çünkü onun kim olduğunu tanıyamamış. Sonra bu zâtın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu kendisine anlatılınca âdeta beyninden vurulmuşa dönmüş ve hemen arkasından onun evine giderek özür dilemiş. Kurtubi diyor ki: «Anlaşılan bu kadın feryâd ederek ağlıyor-muş. Onun için de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine takvayı yani Allah'dan korkmasını emretmiş.» Tıybi'nin beyânına göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kadına evvelâ Allah'dan korkmasını emir buyurması, sabrı tavsiye için bir mukaddimedir. Ve sanki ona «Sabretmezsen Allah'ın gadabına uğrayacağından kork. Sevap kazanayım dersen feryâd etme.» demiş gibidir. Bir rivâyette oradan geçen bir zât kadına konuştuğu zâtın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu söylemişdir. Ebû Ya’lâ'nın rivâyetine göre bu zât, kadına: «Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?» diye sormuş; kadın: «Hâyar» cevâbını vermiş. Taberânî'nin «El-Evsat» nâm eserinde kadına soran zâtın Fdıl b. Abbâs olduğu tasrih edilmiştir. Kadın kendisi ile konuşanın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu anlayınca pek ziyâde utanmıştır. Fakat özür beyân etmek ve afdilemek için arkasından evine gittiği zaman kapısında bir bekçisi bile olmadığını görmüştür. Tıybi'ye göre bu cümlenin faydası şudur: «Kadına, kendisi ile konuşan zâtın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu söylenince, içinden ona karşı bir heybet ve korku hissetmiş, onu dünyâ hükümdarları gibi saltanatlı, kapısına bevvablar kapıcı bekleyen ve huzuruna kolay kolay çıkılamayan celâdetli bir kral tasavvur etmiş. Lâkin hakikat tasavvur ettiği gibi çıkmamış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kapısında bir tek bekçi bile yokmuş. Huzuruna çıkmak gayet kolay ve yaşayışı pek sâde imiş. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın rivâyetinde kadının Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e i'tizâr makaanunda: -Vallahi seni tanıyamadım! «Ya Resûlallah!» dediği bildirilmektedir. «Sabır ancak (musîbet) ilk başa geldiği andadır.» cümlesindeki -Sabır-dan murâd: Kâmil olan sabırdır. Sabıra bu mânâ verilmezse cümlede hasr sahih olmaz. Sadıne: Lügatta katı bir şey'e vurmak, mânâsındadır. Sonra bu kelime başa gelen her nev'î belâlar için istiare edilmiştir. Cümlenin mânâsı: «Asıl sabır, başa belâ geldiği anda ona tahammül göstererek sükûn ve sükûtla karşılamaktır.» demektir. Zîra belâ gelip geçtikten sonra sükûnete varmak ekseriya sabır değil, teselli olur. Belânın geldiği anda kalp âni olarak bir sarsıntı geçirir ki, o anda kadere razı olarak sükûneti muhafaza etmek, sabırdan başka bir şey değildir. Hallâbi diyor ki: «Bu cümlenin mânâsı: Sahibi methedilen sabır, ansızın musîbet geldiği zaman gösterilen sükûnettir. Ondan sonraki sükûna sabır denmez.» Ulemâdan bâzılarına göre: musibet, kulların fiili cinsinden olmadığına göre, kul ondan dolayı bir ecir kazanamaz. Kulun kazandığı ecr-u mükâfaat niyetinin güzelliğine ve sabrına karşı verilir. |