Geri

   

 

 

 

İleri

 

6- Ölen Kimseye Ağlamak Bâbı

2173- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile İbn Nümeyr ve İshâk b. İbrahim hep birden İbn Uyeyne'den rivâyet ettiler. İbn Nümeyr dedi ki: Bize Süfyân, İbn Ebi Necîh'den, o da babasından, o da Ubeyd b. Umeyr'den naklen rivâyet etti Ubeyd Şöyle dedi-. Ümmü Seleme dedi ki: Ebû Seleme vefat edince, bin garîb nemde gurbet elde Ölen bir garib! Ona öyle bir ağlıyayım ki, dillere destan olsun, dedim. Tam ona ağlamak için hazırlanmıştım ki, birden bire Saîd'den bir kadın çıka geldi. Bana yardım etmek istiyordu. Hemen kendisini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) karşıladı ve:

«Sen şeytanı, Allah'ın çıkardığı eve tekrar sokmak mı İstiyorsun?» buyurdu. Bunu iki defa tekrarladı. Artık bende ağlamaktan vazgeçtim ve ağlamadım.

Hazret-i Ümmü Seleme, «garip hem de gurbet elde ölen bir garib!» sözü ile vei'ât eden kocasının aslen Mekke'li olduğunu ve oraya nispetle gurbet diyarı sayılan Medine'de vefat ettiğini anlatmak istemiştir.

Said: Medine'nin etrafındaki yüksek yerlerdir. Esâs ittibâi ile bu kelime: «Yer yüzüne çıkan şey» mânâsına gelir.

Ümmü Seleme (radıyallahü anha) «Bana yardım etmek isti yordu.» sözü ile de.- Ağlamak ve feryâd-ü figânda bulunmak hususun da benimle beraber olmak istiyordu, mânâsını kastetmişdir.

Dârakutni'nin tahric ettiği bir hadisde: «Garib olarak ölen bir kimse şehittir.» buyurulmuştur. Dârakutni bu hadisin sahîh olduğunu söylemiştir.

2174- Bize Ebû Kâmil-i Cahderî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd yani İbni Zeyd Asım-ı Ahvel'den, o da Ebû Osmân-ı Nehdî' den, o da Üsâmetü'bnü Zeyd'den naklen rivâyet etti. Osâme şöyle de-miş: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında idik. Bir ara kerimelerinden birisi haber göndererek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i çağırdı. Ve kendisinin bir çocuğu yahut bir oğlu vefat etmek üzere olduğunu ona haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilen zâta:

— «Dön de ona haber ver ki; Allah'ın aldığı da, verdiği de kendinindir. Onun nezdinde her şey muayyen bir müddetledir. Ona söyle de: Sabretsin ve sevap umsun!» buyurdular.

Müteakiben elçi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kızının yanına gitti geldi ve

— O yemin etti! Mutlaka yanına gelmeliynıişsin.» dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı, onunla beraber Sa'dü'bnü Ubâbe ile Muâzu'bnü Cebel de kalktılar. Ben de yanlarına takıldım. Çocuğu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e arzettiler; can çekişiyordu. Sanki canı eski bir tulum içindeydi. (Bunu görünce) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gözlerinden yaşlar boşandı. Saki kendisine:

— «Bu ne ya Resûlallah!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'

— «Bu, bir rahmettir. Allah onu kullarının kalplerine tevdi buyurmuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına rahmet eyler.» buyurdu.

2175- Bize Muhammedü'bnü Abdillah b. Nûmey rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Fudayl rivâyet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. Bu râvîler toptan Âsım-ı Ahvel'den bu isnâdla rivâyette bulunmuşlardır. Şu kadar ki Hammâd'ın hadîsi daha tamam ve daha uzundur.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l - Cenâiz» ile «Kitâbü't —Tıb» ve «Kitâbu't-Tevhid» de; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce «Kitâbü'l-Cenâiz» de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber gönderen, kızı Zeyneb (radıyallahü anha)'dır. Nitekim İbn Ebî Şeybe'nin «Mûsannaf»’ında tahrîc ettiği Ebû Muâviye hadîsinde ismi tasrih edilmiştir.

Vefat etmek üzere bulunan yavrunun ismi: Bâzılarına göre Aliyyu'bnü Ebi'l-Âs'dır.

Bazıları, hadisin hiç bir tarîkinde bu çocuğun ismi zikredilmemiştir bahanesi ile buna itiraz etmek istemişse de, Aynî bu itirazın itiraz götürdüğünü söylemiş ve «çünkü bu zâtın Hazret-i Zeyneb'in Ali isminde bir oğlu bulunduğunu öğrenememesi, başkalarının onun görmediği tarîklerden buna muttali' olamamasını istilzam etmez. Bu zât, hadisin bütün tarîklerine nereden nereye vâkıf mış? Çocuğun Alî ismini taşıdığım kendi eli ile Dimyatı kaydetmiştir. Dimyâti sağlam bir hafızdır. Böyle bir şey'i kendinden söyleyemez. Çünkü bu gibi şeyler tevkifidir. Aklın bunlara dahl-ü te'siri yoktur. Binâenaleyh Dimyatı onu bilmese sarahaten yazmazdı.» demiş ve yine bu mu'tarizin başka bir itirazına geçmiştir. îtirâz şudur: Zübeyr b. Bekkâr ile diğer bâzı ulemâ Hazret-i Zeyneb'in oğlu Ali’nin buluğ zamanına yaklaşıncaya kadar yaşadığını, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mekke fethedildiği gün onu terkisine aldığını söylemişlerdir. Böyle bir çocuğa ise Sabî denemez.» demiş.

Ayni, bu îtirâzı da reddetmiş, bulûğa yaklaşan bir çocuğa ör-fen sabi denilebileceğini, lûgatda ise doğduğundan büyüyünceye kadar çocuğa sabi denildiğini ispat etmiştir.

Rivâyetlerin bâzılarında Hazret-i Zeyneb'in «oğlum mu yoksa kızım mı vefat etmek üzeredir.» dediği râvi tarafından şekk ile kaydedilmiştir. Ulemâdan Bazıları «kızım» dediğini doğru bulmuşlardır. Nitekim İmâm Ahmed b. Hanbel'in «Müsned»inde bu kızın Ümâme binti Zeyneb olduğu tasrih edilmiştir. Bâzı rivâyetlerde Umâme kelimesi küçültülerek «Ümeyme» diye zikredilmiştir. Fakat Ayni'nin de beyânı vecîhle Siyer ulemâsı Hazret-i Zeyneb'in kızı Ümâme'nin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra uzun zaman yaşadığına, hattâ Hazret-i Fâtıme'nin vefatından sonra Hazret-i . Ali ile evlendiğine ve Ali (radıyallahü anh) şehid edildiği zaman dul kaldığına ittifakla kaildirler. Binaenaleyh doğrusu Hazret-i Zeynep'in «oğlum» demiş olmasıdır. Nitekim Buhârî ile Müslim'in rivâyetlerinde oğlu diye tasrîh edilmiştir. Zeyneb (radıyallahü anha) Ebû’l- Âsdan yalnız Alî ile Umâme'yi doğurmuştu.

«Allah'ın aldığı da verdiği de kendinindir.» cümlesinden murâd: Bütün mâhlûkat onundur; her şey onun yed-i kudretindedir; ve onun nezdinde her şeyin bir ecel-i müsemmâsı ya'nî muayyen ömrü vardır, demektir. Çünkü Allahü teâlâ Levhı ve Kalemi yarattıktan sonra, kıyâmete kadar olacak her şeyi yazmasını kaleme emretmiştir. Ecel ömrün sonuna da bütününe de itlak olunur.

Almak rütbe i'tibârile vermekten sonra geldiği hâlde burada ondan evvel zikredilmesi makam iktizâsıdır. Ma'nâ şudur.- Allah'ın şimdi almak istediği şey, evvelce kendisinin verdiği şeydir. O kendi verdiğini alıyor. Binâenaleyh feryadu figâna mahal yoktur. Zîrâ emanetçiye verilen bir şey geri alınırken emanetçinin feryad etmesi yakışık almaz.

Bu cümlede iki yerde zikredilen «mâ» kelimesi ismi nıevsûl olarak kullanılmıştır. Almak, vermek fiillerinin mef ulleri umum bildirmek için hazfedilmişlerdir. Şu halde çocuk alıp vermeye ve diğer bütün ilâhi ihsanlara şâmildir. «Mâ» kelimesinin her iki yerde masdariyye olması da caizdir. Bu takdirde cümlenin ma'nasi: «alıp vermek Allah'a mahsustur» demek olur, ki yine çocuk alıp vermekle sair şeylere âmm ve şâmildir.

«Sabretsin ve sevâb umsun!» cümlesinin ma'nâsı: sabretsin ve bunu bir amel-i sâlih sayarak onunla Allah'dan sevâb umsun, demekt:

Bir rivâyette Hazret-i Zeyneb yemîn ederek iki defa müracaat bulunmuş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ancak üçüncü defasında kalkmıştır. İlk müracaatta kalkmaması ihtimâl o anda b vazife ile meşgul bulunduğundandır. Yahut Rabbına tam teslîmiyyet göstermek için icabet etmemiştir. Böyle bir şey için vâki' da'vete icabet gerekmediğini beyân için kalkmamış olması da mümkündür. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ısrar neticesinde kalkması y bâzı câhiller babasının nazarında Hazret-i Zeyneb'in i'tibarı yok zannetmesinler diye yahut yeminli ısrarını görünce kızına acıdığındandır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber kalkan Sa'du'bnü Ubâde, Hazrec kabilesinin reîslerindendir Kerîm ve gayur bir zattı. Şamda vefat etmiştir. Kendisini cinlerin öldürdüğü dahi rivâyet olunur.

Müslim'in rivâyetinde Hazret-i Sad'dan maada Muâz b. Cebel ileüsâmetü'bnü Zeyd'inde kalktıkları zikrediliyor. Buhârî'nin rivâyetinde ise bu üç zattan başka Übeyyü'bnü Kâ'b, Zeydü'bnü Sabit (radıyallahu anhüma) ile bir takım zevatın da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber gittikleri bildirilmektedir.

Hazret-i Üsâme'nin: «Ben de yanlarına takıldım. Çocuğu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e arzettiler...» sözünde bir çok hazif-ler vardır. Bu söz.- «Beraberce Zeyneb'in evine gittik. İçeriye girmek için kapıyı çaldık; bize izin verildi. İçeri girdik. Müteakiben çocuğu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e arzettiler...» şeklinde takdir olunur.

cümlesi «canı hareket ediyordu» mâ'nasına gelir. Onun için biz de «can çekişiyordu» diye terceme ettik. Fakat bazı lisân âlimleri «teka'ku» veya «ka'ka'a» kelimelerinin.- «ses veren hareket» mâ'nasına geldiğini söylemişlerdir. İbnü'l-A'râbi diyor ki: «Ka'ka'a, ak'aka, şahşaha, haşhaşe, hafhafe, fehfaha, sensene, neş-neşe» kelimelerinin hepsi kâğıt ve yeni elbisenin hareketi ma'nâsına gelirler. Bazıları: «Ka'ka'a: silâh sesidir.» demiş; bir takımları da titremek- ma'nasına geldiğini söylemişlerdir.

Burada can çekişme hâli «sanki canı eski bir tulum içinde idi» cümlesile eski bir tulum içinde bulunan su sesine benzetildiği cihetle, cümleye «canı sanki bir eski tulum içinde imiş gibi horultu veriyordu» diye ma'nâ vermek de mümkindir.

Hazret-i Sa'd o ana kadar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)' in bu gibi yerlerde ağladığını görmediği için her halde şaşmış olacak ki: Bu ne oluyor ya Resûlâllâh» diye sormuş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: «Bu bir rahmettir» yani. «Bu göz yaşı bir rahmet eseridir; yoksa senin tevehhüm ettiğin gibi feryad-u figan ve sabırsızlıktan iteri gelmiş değildir» demek istemişler. Filhakika bir hadis-de beyan olunduğuna göre Allahü teâlâ hazretleri yüz rahmet yaratmış. Bunun doksan dokuzunu nezd-i Bârisinde bırakarak bir dane-sini kullan arasında taksim eylemiştir. îşte kullar bundan dolayı bir birlerine acır ve merhamet ederler. Anne yavrusuna bundan dolayı şefkat gösterir. Kıyâmet gününde bu bir rahmeti de doksan dokuzun yanına toplayarak mahlûkaatını gölgelendirecek; hatta küfrün başı olan İblis, Allah'in rahmetini görünce ümide kapılacaktır.

2176- Bize Yûnus b. AbdiTâle's-Saddefi ile Amru'bnü Sev vâd el-Amiri rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Amru'bnü'l-Hâris, Saîd b. Harisi Ensai den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi.

Dedi ki: da" dü'bnü Ubâde bir hastalığı dolayısile rahatsızlandı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), yanında Abdurrahman b. Avf, Sa'dü'bnü Ebû Vakkaas, ve Abdullah b. Mes'ûd olduğu halde onu dolaşmağa geldi. Yanına girdiğinde onu kuşatılmış buldu; ve:

— «Öldü mi?» diye sordu. (Oradakiler)

— Hayır ya Resûlallah! dediler. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağladı. Onun ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine:

— İşitmiyormusunuz? Allah göz yaşından ve kalbin üzülmesinden dolayı (İnsanı) azâb etmez. Lâkin şundan dolayı ya azâb eder yahud rahmet buyurur; dedi ve diline İşaret etti.

Bu hadîsi Buhârî «Cenâiz» bahsinde tahric etmiştir. Onun rivâyetinde hadisin sonunda şu ziyâde de vardır: «Şüphesiz ki ölü, ailesinin ona ağlaması sebebiyle azâb görür. Ömer (radıyallahü anh) bundan dolayı sopa ile döğer; taş atar; toprak serperdi.»

«Gaşiyye» kelimesi Buhârî'nin rivâyetinde «gâşiye» şeklinde zabtolunmuştur. Kâdî Iyaz'ın beyanına göre bazıları onu «gaşye- diye rivâyet etmişlerdir. Bu rivâyetlerin hepsi sahihtir. Kelime iki suretle tefsir edilmiştir. Birinci tefsire göre «onu ailesi efradı kuşatmış»; ikinciye göre «kendisini elem ve ıztırab kaplamıştı» demektir.

Kirmanı bu kelimeyi bayılmakla tefsir etmiştir. Burada ondan murad ikinci ma'nâ yani elem ve ıztırab kaplamasıdır. Çünkü Hazret-i Sa'd bu hastalıktan iyileşmiş ve uzun zaman yaşamıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dilini göstererek: «Lâkin şundan dolayı ya azâb eder: ya rahmet buyurur.» demekle kötü şeyler söylemenin azaba, hayır söylemenin rahmete sebeb olacağına işaret buyurmuştur, İbn Battal diyor ki: «Ya rahmet buyurur.» cümlesinin iki ma'naya ihtimâli vardır: Yâ hayır söyleyip Allah'ın kaza ve kaderine teslim olana rahmet eyler; yahud azabını hak etmişken onu affeder de azâb yüzü göstermez.»

Son cümle: Şalinde de rivâyet olunmuştur. Kirmânî:

«Eğer bu rivâyet doğru ise hadîsin mâ'nasi: (Allah rahmet edinceye kadar azâb eyler) demek olur. Zira mü'min sonunda mutlaka cennete girecektir.» diyor.