3- Kusüf Namazında İken Peygamber sallallahü aleyhi ve selleme Arzolunan Cennet ve Cehennem Halleri Bâbı 2138- Bana Yâkûb b. İbrahim Ed-Devrakî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye, Hişâm-ı Destevâî'den, rivâyet etti. Dedi ki: Bize Ebû'z-Zübeyr Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında pek sıcak bir günde güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına namaz kıldırdı. Amma kıyamı uzattı. O derecede ki, ashâb (yorgunluktan) düşmeye başladılar. Sonra rükû'a gitti» onu da uzattı. Sonra rükû'dan başını kaldırdı; kavmeyi de uzattı. Sonra (tekrar) rükû'a vardı, onu da uzattı. Sonra rükû'dan başını kaldırdı ve kavmeyi yine uzattı. Sonra iki secde yaptı. Sonra kalkarak yine bu şekilde hareket etti. Böylece namaz dört rükû’ ile dört secdeli (olarak) kılındı. Sonra şöyle buyurdular: «Şu muhakkak ki, sizin gireceğiniz her yer bana arzolundu. Ezcümle bana cennet arzolundu. O derece (yaklaştırıldı) ki, ondan bir salkım koparmak için elimi uzatsa m, onu alabilirdim, (yahut ondan bir salkım üzüm koparmaya uzandım da, koparmaya elim varmadı, dedi.) Bana cehennem de arz olundu, orada Benî İsrail'den kendisi yüzünden azâb olunan bir kadın gördüm. (Vaktiyle) hayvanı bağlamış da, doyurmamış. Yerin haşerâtından yemesine de müsâade etmemiş. Ebû Sümâme Amr b. Mâlik'i de gördüm, cehennemde bağırsaklarını sürükleyip duruyordu. Bu gibiler: (Şüphesiz güneşle ay yalnız bir büyüğün vefatından dolayı tutulurlar) derlerdi. Güneş'le ay Allah'ın size gösterdiği âyetlerinden iki âyettirler. Bunlar tutuldukları vakit, açılıncaya kadar siz namaz kılın.» 2139- Bana, bu hadîsi Ebû Gassân El-Mismaî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik b. Sabbâh, Hişâm'dan bu isnâdla, bu hadisin mislini rivâyet etti. Şu kadar var ki o: «Ben, cehennemde Hımyerli siyah ve uzun bir kan gördüm.» dedi? «Benî İsrail'den.» kaydını söylemedi. 2140- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivâyet etti. H. Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr de rivâyet etti. İkisinin sözleri de biribirine yakındır. Dedi ki: Bana babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik, Atâ'dan, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Câ-bir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’la oğlu İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutuldu. Halk derhâl: «Bu güneş ancak İbrahim'in vefatı için tutulmuştur.» dediler. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayağa kalkarak, cemaata dört secde ife altı rükû'fu (iki rek'at) namaz kıldırdı. Evvelâ tekbîr aldı, sonra Kur'ân okudu. Ama kıraati uzattı. Sonra aşağı yukarı kıyamı derecesinde uzun bir rükû' yaptı. Sonra başını rükû'dan kaldırarak birinci kırâatdan daha kısa olmak üzere Kur'ân okudu. Sonra aşağı yukarı kıyamı derecesinde bir rükû' yaptı. Sonra başını rükû'dan kaldırarak ikinci kırâatdan daha kısa olmak üzere Kur'ân okudu. Sonra ayakta kaldığı kadar uzun süren bir rükû' yaptı. Sonra başını rükû'dan kaldırdı. Sonra secdeye kapandı ve İki secde yaptı. Sonra kalkarak yine üç rükû yaptı ki, bu üç rükû'dan her biri kendinden sonrakinden daha uzundu. RükÛ'u da takriben sücûdu kadar oluyordu. Sonra geriledi, arkasındaki safflar da gerilediler. Böylece son saff'a vardık. (Râvî Ebû Bekir) Böylece kadınlar saff'ına vardık, diye rivâyet etti. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (tekrar) ilerledi, onunla birlikte cemâat da İlerledi. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelki yerine durdu. Namazdan, ayrıldığı zaman güneş de eski hâline dönmüştü. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şunları söyledi: «Ey Cemâat! Güneş İle ay ancak Allah'ın âyetlerinden iki âyetdirler. Bunlar insanlardan hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar. (Ebû Bekîr: Beşer'in ölümünden dolayı, dedi.) Siz bu nev'îden bir şey gördünüz mü açılıncaya kadar namaz kılın. Size vaad edilen hiç bir şey yoktur ki, ben onu şu namazımda görmüş olmıyayım. Sizi te'mîn ederim ki, bana cehennem getirildi. Bu da yalını bana dokunur korkusu ile gerisi geriye çekildiğimi gördüğünüz sırada oldu. Hattâ orada çomaklı herifin ateş içinde bağırsaklarını sürüdüğünü gördüm. Vaktiyle hacıların paralarını çomağı ile çalardı. Eğer malının çalındığını anlayan olursa: (çomağıma takıldı.) derdi. Farkına varan olmazsa alıp götürürdü. Ben, orada kedi sahibi kadınr da gördüm; o kadın ki vaktiyle kediyi bağlayarak aç tutmuştu. Ona, yerin haşerâtından yemesine müsaade etmemiş, nihayet hayvan açlıktan ölmüştü. Sonra (bana) cenneti de getirdiler, bu da eski yerimde duruncaya kadar ilerlediğimi gördüğünüz sırada oldu. Yemin olsun ki elimi uzattım, siz güresiniz diye cennetin meyvelerinden koparmak istiyordum. Sonradan bunu yapmamayı düşündüm. İşte bu suretle size vaadedilen her şey'i ben bu namazımda görmüş oldum.» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in «Sizin gireceğiniz her yer bana arzolundu...» sözünden murâd: Cennet, cehennem, kabir ve mahşer gibi, kulların öldükten sonra varacakları yerlerdir. Kâdi İyâz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cennet ve cehennemi görmesi hususunda şunları söylemiştir: Ulemânın beyânına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cennet ve cehennemi aynen görmüş olması muhtemeldir. Cenâb-ı Hak aradan perdeyi kaldırarak, onları kendisine göstermiştir. Nitekim İsrâ hâdisesinde müşrikler kendisine Kudüs'teki Mescîd-i Aksâ'yı sordukları vakit hâl böyle olmuş yani Teâlâ Hazretleri Mescîd-i Aksâ'yı Resûl-i Zîşan'ma göstermiş; o da gözüyle görerek ona müşriklere tavsif etmişti. Maamâ-fih yine ulemânın beyânına göre onları aynen değil de, ilmen görmüş olabilir. Kendisine cennet ve cehennemin hâlleri vahy suretiyle arz olunmuş, bu suretle o zamana kadar bilmediği bu hâlleri tafsilatı ile öğrenmiş ve beyân buyurmuştur. O zamana kadar bilmediği bu hâlleri son derece büyük gördüğü için de: (Benim bildiklerimi siz bilseniz mutlaka çok ağlar; az gülerdiniz.) buyurmuştur.» Kâdi İyâz, ulemânın bu iki te'vîlinden birinciyi hadisin sözlerine daha uygun bulmuştur. Zira hadîsin metninde elini uzatmak, salkım koparmak, cehennemin alevi parçmasın diye geriye çekilmek gibi sözler vardır ki, bunlar ilmen değil; aynen gördüğüne delâlet ederler. «Haşâşû'l - Erd»: Yer'in böcekleri, demektir. Bazıları: «Bundan murâd: kuşlardır.» demişlerdir. Kâdı îyâz'ın rivâyetine göre «Haşâş» kelimesini «Hişâş» ve «Huşâş» şekillerinde okuyanlarda olmuşsa da, «Haşâş» kıraati meşhurdur. Kâdı îyâz, kediyi aç bıraktığından dolayı kadının kazandığı günâhı, küçük günahlardan saymış ve: «Bu hadis, küçük günahlardan dolayı muâhaze olunacağına delildir. Ama kadının bundan dolayı ateşle azâb olunduğuna hadîste delâlet yoktur. İhtimâl, bu kadın kâfirmişdir de, kedi sebebi ile azabı arttırılmıştır.» demişse de, Nevevî bunu haklı olarak doğru bulmamış ve kendisine şu cevâbı vermiştir: «Doğrusu hadisde tasrîh buyurulduğu vecihle kadın, kedi sebebi ile azâb olunmuştur. Kadının suçu büyük günahtır. Çünkü hayvanı bağlamış ve ölünceye kadar salmamıştır. Küçük günah üzerinde ısrar etmek, o günahı büyütür. Nitekim fıkıh kitaplarında ve diğer yerlerde bu böylece takrir olunmuştur. Hadisde kadının kâfire olduğunu iktizâ eden bir cihet yoktur.» Hadiste zikri geçen «lef h» den murâd: Cehennem alevinin vurmasıdır. Bu mânâda bir de «nefh» kelimesi kullanılırsa da, nefh mânâ itibariyle lefh derecesine varmayan alev, demektir. 2141- Bize Muhammedü'bnu'l - Ala El - Hemdânî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm, Fatıme'den, o da Esma'dan naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde güneş tutuldu da, Âişe’nin yanına girdim. Âişe namaz kılıyordu. (Kendisine): — Bu İnsanlara ne oluyor ki, namaz kılıyorlar?» dedim. Başı İle gökyüzüne işaret etti. Ben: — «Bu bir âyet midir?» dedim. Âişe: «Evet» diye işaret etti. (Bunun üzerine ben de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uyarak namaza durdum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamı pek uzattı, hattâ üzerime baygınlık geldi. Bunun üzerine ya rubası ma bir tulum su alarak, ondan başıma veya yüzüme serpmeye başladım. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazdan çıktık; güneş de açılmıştı. Cemaata bir hutbe okudu. (Evvelâ) Allah'a hamd-ü senada bulundu. Sonra şunları söyledi: Bundan sonra: Görmediğim bir şey kalmadı ki, şu makaamımda bana gösterilmiş olmasın. Cennet ve cehennemi bile., (gördüm.) Bana muhakkak surette bildirildi ki siz kabirlerde Mesih-i deccâlın fitnesine yakın yahut onun kadar —Esmâ'nın bu iki sözden hangisini söylediğini bilmiyorum.— bir fitne göreceksiniz. Sizden birinize (kabirde) gelerek: — Bu zât hakkında bilgin ne idi? diye soracaklar. Mü'min yahut mûkin —Esmâ'nın bunlardan hangisini söylediğini bilemiyorum.— o Muhammed' dir; o Allah'ın Resûlüdür. Bize Beyyinelerle hidâyet getirdi. Biz de ona icabet ve itaat ettik, diyecek; bu üç def'â tekrarlanacak. Kendisine. (Sen uyu. Zâten biz, senin ona muhakkak surette inandığını bilirdik. Sen rahatça uyu) diyecekler. Münafık veya şüpheciye —ki Esma bunların hangisini söylediğini bilemiyorum.— gelince: O: — Ben bilmem. Âlemin bir şey söylediğini işittim; ben de söyledim, cevâbını verecek. 2142- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan, o da Fâtıme'den, o da Esmâ'dan naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: Âişe'ye geldim. Bir de baktım halk ayakta! Âişe de namaz kılıyor. — Bu insanlara ne oluyor? dedim... Râvî hadisi İbn Nümeyr'in Hişâm'dan rivâyet ettiği hadis gibi anlattı. 2143- Bize Yahya b. Yahya haber verdi. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Zühri'den, o da Urve'den naklen haber verdi. Urve: «Güneş Küsûf etti, deme. Lâkin güneş Hüsûf etti, de!» demiş. Hazret-i Esma'nui: «Başıma veya yüzüme su serpmeye başladım... ilâh...» sözü, bu işi arka arkaya bir çok defalar yapmadığına hamle-dilmiştir. Çünkü arka arkaya bir çok defalar yapmış olsa namazı bozulurdu. Ölen bir kimseye kabrinde: «Bu zât hakkında ne bilirsin?» diye soranlar Münker ve Ne kir adlı suâl melekleridir. Meleklerin «Resûlüllah» demeyip; «bu zât» sözü ile iktifa etmeleri, ölen kimseyi imtihan içindir. Çünkü onun hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) diye söz ederlerse bundan onun büyük bir mertebe sahibi ve ikrama lâyık bir zât olduğunu anlıyarak, melekleri taklîden, o da hürmet ve ta'zîmde bulunur. Meleklerin sözü imtihan olduğu içindir ki ölen kimse mü'min ise: «O Resûlüllah »dır. diye cevap verecek; münafık ise: «Bilmiyorum» demekle iktifa edecektir. Bu suretle Teâlâ Hazretleri Kur'ân- Kerim'inde beyân buyurduğu vecihle mü'minleri hem dünyâda hem de âhirette îmânlarından sabit kılacaktır. Hadîsin metninde bir iki yerde geçen «Esma» bunların hangisini söyledi, bilemiyorum.» ifadesi, arayerdeki râvînin şekkettiğini gösterir. Bu hadîsler hakkında merhum Ahmet Naim Bey «Tecrîd-i Sarih tercümesi» nâm eserinin birinci cildinde şu mütâlâayı serdetmistir: «İlâhi nimetleri ve Rabbani kudretin eserlerini hiç bir an hatırdan çıkarmış olmamak için bu Kadr-i Uzmâya âyet yani alâmet olan hâllerle feleki vaziyetlerden muttariden tekerrür ve teceddüd edenlerinin her biriyle beraber olmak üzere dîn-i Mübîn-i islâm bir namaz teşri' etmiş, zamanların hiç biri teabbüdden hâli bırakılmamıştır. Gündüzün yarısından sonra öğle namazmı, her günkü aydınlığın ib-Udâsı ile intihasından sabah ve akşam koyu karanlığın koyu karanlık basar basınaz yatsı, öğlen ile aksa marasında takriben gündüzün çizdiği dâirenin çeyreği kaldığında ikindi namazlarını edâ etmeyi farz eylediği gibi, gündüzün çizdiği dâirenin bir çeyreği geçtikden sonra kuşluk namazı, güneş doğduktan ve sanlığı zail olduktan sonra ışrâk namazı, gece ortalarında teheccüd namazı farz olmıyarak teşrî' edilmiştir. Ramazanlarda herkesin yalnız başına veya cemaatla kılıp re-yizyâb olduğu teravih nmazı da gece namazının nazîridir. Kezalik senenin bayram dediğimiz iki muayyen gününde işrâk namazı vaktinde yine cemaatla bayram namazı kılmak Islâmın şeriatları cümlesindendir. Bunlar gibi her ufukta muayyen zamanlarda görülmiyen ay ve güneş tutulmaları da Allah'ın büyük âyetlerinden mâdût olup, bunların meydana geldiği zamanlarda dahi İslâm dini tarafından bir namaz tahsis edilmiş olmasında şaşılacak bir cihet yoktur. Bâ husus kıyâmet alâmetlerini beyân hususunda (güneş ile ay bir araya getirildiği zaman) âyet-i kerîmesi gibi bir çok âyetlerden anlaşılacağı vecih-le kıyâmet alâmetlerinden olarak bu kabilden bâzı astronomik zuhûrât meydana geleceği Peygamber Efendimiz tarafından haber verilmesine mukaabil: (De ki): "Kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmek ancak Rabbime âtt bir meseledir. Onun vaktini kendisinden başka kimse beyân edemez; kıyâmet göklere de yere de ağır basınıştır. O, size ansızın geliverecekdir "Sûre-i A'râf; 187. âyet-i kerîmesindeki sarahate binâen apansızın kopacak olan kıyâmetin de vakti aletta'yta bilinemediği için ay ve güneş tutulması hâdiselerini Allah'a tezarru' ve niyaza vesile addederek, namaza koyulmak mü'minlere göre pek tabii bir iş olduğu, gibi, Esma (radıyallahü anha)'nın (Acabe ne oluyoruz? Dünyâ'nın gizli olan sonu mu geldi, şu gördüğümüz âyet onun alâmeti midir?) diye endişe etmesinde de ayıplanacak bir şey yoktur. «Husuf ve Küsüf zamanları dakikası dakikasına hattâ saniyesi saniyesine erbâbı tarafından evvelce hesâb edilerek haber verilebilir. Pek ziyâde tekerrür eden tabiî hâdiselerden oldukları için bunları görünce korkuya ne mahal vardır?» demek de uymaz. Çünkü «Bu kâinat nizâmının bozulduğu gün demek olan kıyâmet zamanın evvelden hesap ve tâyin edilmiş bu gibi hâdiselerle vukûbulmayacağına hiç bir aklî delîl yoktur. İşte o büyük hâdisenin gelip çattığı anda bu gösteri Allah'ın âyetlerinden biridir.» diyerek namaza ibâdet ve niyaza koyulanlara —Eğer öyleleri o gün dünyâda kalmış bulunursa— ne mutlu! Bütün vakitlerini ibâdât ve tâattan hâli bırakıp: «Hesapla bilinecek vukûatdan ne korkmalı?» diyen gafillerin başına ise —Allah'ın vaadi mu'cebince—varsın apansızın kıyâmet kopsun.» Naim beyin mütâlâası burada sona erer. 2144- Bize Yahya b. Habîb El - Hârisî rivâyet etti. (Dedi ki); Bize Hâlid b. Haris rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Cüreyc rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Mansûr b. Abdirrahman, annesi Safiyye binti Şey-be'den, o da Esma binti Ebi Bekir'den naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: «Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) telâşlandı (Safiyye: Esma, Güneşin tutulduğu günü kastediyor, demiştir.) da, bir kadın gömleği alarak dışarı çıktı. (Arkadan) kendi gömleğini yetiştirdiler. Müteakiben cemaata uzun bir namaz kıldırdı. O derece ki (dışarıdan) onun rükû, ettiğini bilmeyen biri gelse kıyamının uzunluğundan dolayı rükû'a vardığını zannetmezdi.» 2145- Bana Said b. Yahya El - Emevî rivâyet etti. (Dedi ki) Bana babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Cüreyc bu isnâdla bu hadisin mislini rivâyet etti. Ve: «Uzun uzadıya ayakta durdu, sonra doğruldu, sonra rükû' etti.» dedi; şunu da ziyâde etti: «Artık kimi benden daha yaşlı, kimi de benden daha hasta kadınlara bakıyordum.» 2146- Bana Ahmed b. Saîd Ed - Dârimi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Habbân rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vüheyb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mansûr, annesinden, o da Esma binti Ebî Bekir'den naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde güneş tutuldu, bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) telaş ederek yanlışlıkla bir kadın gömleği giydi, sonrar kendisine kendi elbisesini yetiştirdiler. Ben de hacetimi gördüm, sonra gelerek mescide girdim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i namazda gördüm; ben de onunla beraber namaza durdum. Kıyamı o kadar uzattı ki, kendimde oturmak İhtiyâcını hissettir. Sonra zayıf bir kadına bakarak (kendi kendime) bu benden daha zayıf diyor ve ayakta duruyordum. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) rükû'a vardı. Fakat rükû'u da uzattı. Sonra rük'û'dan başını kaldırdı; kıyamı da uzattı. O derece ki, (hani dışardan) bir adam gelse: Rükû' etmediğini tahayyül ederdi.» «Fezîa»: Korktu, yardım istedi, iltica etti ve hazır oldu; gibi mânâlara gelir. Kâdı îyâz «Onun burada korku yahut telâş mânâlarına gelmesi muhtemeldir.» demiştir. Korktu, mânâsına alınırsa: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmetin kopacağından korktu.» demek olur. Anlaşılıyor ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ya kıyâmetin kopacağından korkmuş yahut güneşin tutulduğunu görünce bir an evvel namaza durmak için telâş göstermiş, bu sebeple kendi elbisesini giymek isterken yanlışlıkla zevcelerinden birinin elbisesini almıştır. Kalbi, güneşin tutulması ile meşgul olduğu için yanlışlığının farkına bile varamamış; evdekiler kendi elbisesini bıraktığını görünce geriden yetiştirmişlerdir. Bu hadîs dahi Küsûf namazının delillerindendir. Küsûf ve Husuf namazlarının uzun tutulmak suretiyle, sair namazlardan temayüz ettikleri rivâyetlerin hepsinde göze çarpmaktadır. 2147- Bize Süveyd b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Meysera rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Zeydü'bnü Eşlem, Atâ b. Ye-sâr'dan, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. İbn Abbâs şöyle dedi: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaatla birlikte namaza durdu. Ama Bakara sûresini okuyacak kadar uzun bir kıyam yapti. Sonra uzun bir rükû' yaptı, sonra başını rükû'dan kaldırdı ve uzun uza-dıya ayakta durdu. Yalnız bu kıyam birinciden daha kısaydı. Sonra uzun bir rükû' yaptı fakat bu da birinci rükû'dan daha kısaydı. Sonra secde etti, sonra (tekrar) uzun bir kıyam yaptı fakat bu da birinci kıyamdan aşağı idi. Sonra uzun bir rükû' yaptı ama bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra başını kaldırarak uzun bir kıyama durdu. Bu da birinci kıyamdan aşağı idi. Sonra uzun bir rükû' yaptı: Bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra secde etti, sonra namazdan çıktı. Gerçekten güneş açılmıştı. Müteakiben şunları söylediler; — Şüphesiz ki güneş ile ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettirler. Bunlar bir kimsenin hayâtı veya memâtı için tutulmazlar. Siz böyle bir gördünüzmü hemen Allah'a zikredin. Ashâb: — Ya Resûlüllah! Şu makaamında seni bir şey almak için uzanırken gördük, sonra bundan vazgeçtiğini müşâhade ettik, dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — Ben, cenneti gördüm de, ondan bir salkım üzüm koparmaya el uzattım. Eğer ben o salkımı atmış olsaydım, dünyâ durdukça siz ondan yerdiniz. Ben cehennemi de gördüm; Bugünkü gördüğüm manzara gibi (şimdiye kadar) hiç bir manzara görmüş değilim. Ekseriyetle cehennemliklerin kadınlar olduğunu da gördüm, buyurdular. Ashâb: — Ne sebeple ya Resûlallah? diye sordular: — Küfretmeleri sebebi ile cevâbını verdi. — Kadınlar Allah'a küfreder mi? diyenler oldu; — Evet, onlar kocalarına karşı nankörlük ederler, iyiliğe karşı küfrânda bulunurlar, onlardan birine ilelebet iyilik etsen, sonra senden bir şey görse hemen: Senden hiç bir hayır görmedim; der, buyurdu.» 2148- Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü Râfi' de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İshâk yani İbn îsa rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mâlik, Zey-dü'bnü Eslem'den bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etti. Şu kadar var ki o: «Sonra seni geri geri giderken gördük demiştir. Bu hadisi Buhârî «Küsûf», «Namaz» ve «Nikâh» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Tirmizî de «Namaz bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un bir riyâyetinde «İbn Abbâs» yerine "Ebû Hüreyre» denilmişse de: Hatâdır. Doğrusu İbn Abbâs olacaktır. Nitekim hadis ulemâsından İbn Asâkir bunun hatâ olduğuna tembih etmiş; Mizzî (654-742): «Bu bir vehimden ibarettir,» demiştir. Hazret-i İbn Abbâs'm: «Bakara sûresini okuyacak kadar uzun bir kıyam yaptı.» demesi gösteriyor ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kıraati gizli imiş. Nitekim Âişe (radıyallahü anha)’dan rivâyet edilen bâzı tarîklerde: «Onun kıraatini tahmin ettim; Bakara sûresi kadar olduğunu gördüm.» denilmiş olması da bunu gösterir. Bazıları: «İbn Abbâs o zaman küçüktü; saffların sonuna durduğu için kıraati işitemiş de, müddeti tahmin etmiş olabilir.» demişlerse de, bu kavil reddedilmiştir. Çünkü ayni hadisin bâzı tarîklerinde: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanıbaşına durdum ama ondan bir harf bile işitmedim.» denilmiştir. Hadîsin buradaki rivâyetinde denilmiş; kazı rivâyetlerde onun yerine diğer bâzılarında da fi'li kullanıldığı görülmüştür. «Kefefte»: Vaz geçtin, demektir. «Tekkâ'kâde» ve «Kâ'kâde» fiilleri: Geriledin, gerisi geriye gittin; mânâsına gelirler. Yalnız kelimenin iki bâbdan kullanılmasına bakarak Aynî: «Kâ'kâa» müteaddi; «Tekâ'kâa» lazımdır; demişdir. Bu takdirde Kâ'kâ'a fiilinin bir mef'ûlü bulunmak lâzım gelir. Aynî bunu «Kendini gerilettin» şeklinde takdir etmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) -Eğer o salkımı almış olsaydım, dünyâ durdukça ondan yerdiniz.» buyurmakla: Cennet mey-valannın bitip tükenmek bilmiyeceğine işaret etmiştir. Bazıları: «Bu cümlenin mânâsı: Üzümü yiyen kimse ağzında dâima yediğinin bir mislini yaratmakla zevki devam edecek, demekdir.» mütâlâasında bulunmuşlarsa da, bu söz felsefî bir fikir neticesi olduğu için reddedilmiştir. Filhakika felsefenin iddiasına göre âhiret hayâtının hakikati değil, sâdece misâli vardır. Fakat hakikatta cennetin yemişleri ile diğer muhtelif taamları feylesofların zannettiği gibi birer hayâl değil; Kur'ân-ı Kerim'in nass-ı kaatı ile beyân buyurduğu vecîhle bitip tükenmek bilmeyen hakîkî meyveler ve yiyeceklerdir. Allahü teâlâ koparılanların yerine derhâl başkalarını halke-decektir. Ona göre bunun hiç bir güçlüğü yoktur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cennet meyvelerinden koparmasına izin verilmemiştir. Çünkü cennet meyveleri ebedî; dün-vâ ise fânidir. Binaenaleyh fânî dünyada bakî cennet meyvesi yiyen kimsenin de baki kalması icâbedecektir. Halbuki dünyâda buna imkân yoktur. Bu hadîsin bir çok muhelif rivâyetleri vardır. Yine bu hadîsde, cehennemliklerin ekserisinin kadınlar olduğu bildirilmektedir. Hâlbuki Hazret-i Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği bir hadîsde derece ittibân ile cennetliklerin en aşağısına iki tane dünyâ kadını verileceği beyân edilmiştir. Bu hadise göre cennetliklerin üçte ikisinin kadınlar olması iktizâ eder. Bu suretle sûret-i zahirede iki hadîs biribirine muarız görünürse de, Ebû Hüreyre hadisi kadınlar cehennemden çıkarıldıktan sonra cennete konacak, bu suretle en aşağı bir erkeğin iki karısı olacaktır, diye te'vil olunmuştur. |