52- Amru'bnü Abese'nin Müslüman Oluşu Bâbı. 1967- Bize Ahmed b. Ca'fer El-Ma'kırî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Nadru'bnü Muhammed rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İkrimetü'bnü Ammâr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şeddâd b. Abdillâh Ebû Ammâr ile Yahya b. Ebî Kesir, Ebû Ümâme'den naklen rivâyet ettiler. (İkrime: Şeddâd, Ebû Ümâme ve Vasile ile görüşmüş. Enes'le de Şam'a kadar sohbet etmiş; Enes kendisini hayır ve faziletle senada bulunmuşdur; demiş.) Şeddâd, Ebû Ümâme'den rivâyet etmiş. Ebû Ümâme Dedi ki: Amru'bnü Abesete's-Sülemî şunları söyledi: «Ben câhiliyyet devrinde iken bütün insanların dalâletde bulunduğunu ve hiç bir doğru yolda olmadıklarını biliyordum. (Çünkü) insanlar putlara taparlaradi. Derken işittim ki Mekke'de bir zât (çıkmış) bir takım haberler veriyormuş. Hemen devemin üzerine atlıyarak ona geldim. Bir de baktım Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gizlenmiş, kavmi onun aleyhinde cür'etkâr bir vazîyetde... Bunun üzerine kalbını yumuşadı ve Mekke'de onun yanına girerek, kendisine: — Sen nesin? dedim. «Ben, Peygamber'im.» cevâbını verdi. — Peygamber ne demekdir? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Beni Allah gönderdi? buyurdular. — Seni ne ile gönderdi? dedim; «Allah beni akrabaya yardım edilmesi, putların kırılması, Allah'ın bir tanınması, ona hiç bir şey'in şerîk konulmaması (vazifesi) İle gönderdi» dedi. Ben, kendisine: — O hâlde bu husûsda sana yardım etmek üzere yanında kimler var? dedim; «Bİr hür ile bir köle!» cevâbını verdi. (O gün yanında kendisine îmân edenlerden yalnız Ebû Bekir ile Bilâl vardı.) Ben: — Sâna ben de tâbi oluyorum; dedim. — «Sen şu gününde bunu yapamazsın. Benim hâlimi ve ortalığın hâlini görmüyormusun? Lâkin şimdi sen ailen nezdine dön! Ne vakit benim meydana çıktığımı duyarsan; hemen yanıma gel!» buyurdular. Ben de ailemin yanına gittim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldi. Ben hâlâ ailemin yanında bulunuyordum. Ama o, Medine'ye geleli kendisini soruşturmağa ve haberlerini almaya başladım. Nihayet yanıma Yesriplilerden yânî Medînelilerden bir kaç kişi geldi. (Onlara): — Medine'ye gelen o zât ne yaptı? dedim. — Halk sür'atle onun tarafına koşuyor; kavmi onu öldürmek istemiş; ama buna muvaffak olamamışlar; dediler. Bunun üzerine hemen Medîne’ye gelerek onun yanına girdim. Ve: — Yâ Resûlallah! Beni tamyormusun? dedim. «Evet! Mekke'de benimle görüşen sen değil misin? buyurdular. — Evet, ben'im; dedim. Ve şunu ilâve ettim: — Yâ Nebiyyallah! Bana Allah'ın sana öğrettikleri ve benim bilmediğim şeylerden haber ver! Bana, namazı haber ver!.. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sabah namazını kıl! Sonra güneş doğup; yükselinceye kadar namazı kes! Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından doğar. Küffâr da ona, o zaman secde ederler. Sonra namaz kıl! Çünkü namaz isbâtlı, şâhidlidir... Onu mızrağın gölgesi dim dik duruncaya kadar kılmağa devam et! Sonra namazı kes! Çünkü o zaman cehennem kızdırılır. Gölge döndüğü zaman yine namaz kıl! Çünkü namaz, ısbatlı şâhidlidir. Onu tâ ikindiye kadar kılmağa devam et! (ikindiyi kıldıkdan sonra namazı kes! Tâ güneş kavuşuncaya kadar (namaz kılma.) Çünkü güneş şeytanın İki boynuzu arasında batar. O zaman kâfirler güneşe secde ederler.» buyurdu. Ben: — Yâ Nebiyyallah! Gelelim abdeste; bana oradan da söz et! dedim. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sizden hiç bir kimse yokdur ki, abdest suyunu hazırlayarak mazmaza ve İstinşâk yapsın burnunu atsın da, yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülmesin! Sonra Allah'ın emrettiği gibi yüzünü yıkasın da, yüzünün günahları su ile birlikde sakalının etrafından dökülmesin! Sonra ellerini, dirsekleri ile beraber yıkasın da, su ile birlikde, ellerinin günahları parmak uçlarından dökülmesin! Sonra başına mesnetsin de, başının günahları su ile birlikde saçlarının kenarlarından dökülmesin! Sonra ayaklarını topukları ile beraber yıkasın da, ayaklarının günahları su ile birlikde parmak uçlarından dökülmesin! Eğer bu adam kalkar da, namaz kılar; Allah'a hamd-ü senâ'da bulunur; onu lâyık olduğu şekilde temcîd eyler ve kalbini sırf Allah için (başka şeylerden) fariğ eylerse, günahlarından annesinin doğurduğu günkü hey'etinde arınmış olur» buyurdular. Amru'bnii Abese bu hadîsi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sahâbîsi Ebû Ümâme'ye anlatmış: Ebû Ümâme: — Yâ Amra'bnü Abese! Bu zâta verilen bir makaam hakkında söyle-"diklerini iyi düşün! demiş. Amr şu mukaabelede bulunmuş: — Yâ Ebâ Ümâme! Vallahi artık yaşım İlerledi. Kemiklerim zayıfladı; ecelim yaklaştı! Ne Allah'a karşı yalan söylemeğe bir ihtiyâcım var; ne de Resûlüllah'a!.. Ben, bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’âert yalnız bir veya iki yahut üç (yedi defaya kadar saymış.) defa işitmiş olsaydım, onu ebediyyen rivâyet etmezdim. Lâkin ben onu, bundan daha çok fazla defalar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittim.» Cüreâ: Cerî'in cem'idir. Cerî': Atılgan ve musallat olan kimsedir. Hadîsin esâs nüshalarında kelime bu şekilde rivâyet edilmişse de, Humeydi'nin rivâyetinde «Hira'» diye zaptedilmişdir. Mânâsı: Kızgın, dargın, gam ve gussalı; demekdir. Fakat sahîh olan rivâyet kitabımızdakidir. Hazret-i Amr'm, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e diye sorması, sıfatını anlamak içindir. Sıfatlar eşya kablîindendir. Eğer zâtını anlamak isteseydi demesi îcâb ederdi. Çünkü akıl sahipleri için kullanılan suâl-edâtı «Men»dir. Yine Hazret-i Amr'ın; «Ben, sana tâbi olacağım...» demesi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ona: «Sen bu gün için bunu yapamazsın... ilâh...» mukaabele sinde bulunması: «Gerçi müslümanlığını îlân ederek bana tâbi olmak ve benimle beraber burada kalmak istiyorsun ama bu gün için buna imkân yokdur. Çünkü müslümanların kuvveti pek zayıfdır. Kureyş kâfirlerinin sana da eziyet etmelerinden korkarım. Sen ecrini kazandın; Müslüman olarak kal, kavminin yanına dön, orada da müslümanlığına devam et! Ne zaman benim muzaffer olduğumu duyarsan, benim yanıma gelirsin.» mânâsına gelir. Sirâ': Sür'at ediyorlar, manasınadır. Bu sür'at: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in getirdiği hak dîne giren hususunda idi. Hazret-i Amr'in Medine'ye gelişi, Bedir, Uhud, Hendek, hattâ Hayber vak'alarından sonra, Mekke'nin fethinden önce imiş. «Isbatlı şâhidli...» diye terceme ettiğimiz meşhûde ve mahdûra kelimelerinin mânâları: Melekler tarafından şâhid ve hâzır olunmuş yânî meleklerin, görerek şâhid oldukları bir şeydir; demekdir. «Onu mızrağın gölgesi dimdik duruncaya kadar kılmağa devam et!...» cümlesinden murâd: Şark'a veya garb'a meyletmeksizin sol tarafının mu-kaabilinde duruncaya kadar demekdir ki, buna istiva' hâli derler. Gölge hususunda mızrağın zikredilmesi, araplar bâdiyenişîn oldukları içindir. Onların âdeti günün yarı olup olmadığını anlamak için mızraklarını yere dikerek gölgelerine bakmakdı. Lisân ulemâsı «cehennem» kelimesinin arapça bir isim olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre bu kelime arapçadır. Ve çirkin mânâsına gelen cühûmetden alınmışdır. Bu takdirde alemiyet ve te'nîsden dolayı gayr-i munsarifdir. Ekseri ulemâya göre ise: «Cehennem» arapçalaştırılmış ecnebî bir isimdir. Gayr-i münsarif olması kendisinde alemiyyet ve ucme bu-lunduğundandır. Hayâşîm: Hayşûm'un cem'idir. Hayşûm: Burunun yukarıdan nihayet bulduğu yer yani genizdir. Bazıları hayâşîm'in, burunla dimağ arasında bulunan bir takım ince kemikler olduğunu söylerler. |