34- Sesi Kur'ân'la Süslemenin Müstehab Oluşu Bâbı 1881- Bana, Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vardırarak rivâyet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah, Kur'ân'ı tegannî eden bir Peygambere verdiği kadar, hiç bir şey'e ihsanda bulunmamışdır.» buyurmuşlar. 1882- Bana, Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus haber verdi. H. Bana, Yûnus b. Afadil'a'lâ da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana, Amr haber verdi. Bunların ikisi de İbn Şi-hâb'dan bu isnâdla rivâyet etmişlerdir. (Burada) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kur'ân'ı tegannî eden bir Peygambere ihsanda bulunduğu gibi.» buyurmuşdur. 1883- Bana Bişru'bnü'l-Hakem rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülâzîz b. Muhammed rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd, —ki İbn'l -Hâd'dır,— Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Ebû Hüreyre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Allah güze! sesli bir Peygambere Kur'ân'ı cehren tegannî ettiğine mukaabil verdiği mükâfatı başka hiç bir şeye vermemişdir.» buyururken işitmiş- 1884- Bana İbn Vehb'in kardeşi oğlu rivâyet etti. (Dedi ki): Bize amcam Abdullah b. Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Ömer b. Mâlik ile Hayvetü'bnü Şüreyh, İbn’l-Hâdîdan bu isnâdla, bu hadîsin tamâmiyle mislini haber verdiler. İfanü’l-Hâd: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) -demiş; «İşitmiş.» kelimesini söylememiş. 1885- Bize Hakem b. Mûsâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hikl, Evzâî'den, o da Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah yüksek sesle Kur'ân tegannî eden bir Peygamber'e verdiği sevap kadar, hiç bir şey'e sevap ihsan etmemişdir.» buyurdular. 1886- Bize Yahya'bnü Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Saîd ve İbn Hucr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, İsmâîl (yânî İbn Ca'fer) Muhammed b. Amr'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen Yahya b. Ebî Kesîr'in hadîsi gibi rivâyetde bulundu; yalnız İbn Ebî Eyyûb kendi rivâyetinde (ke ezenihî yerine) «ke iznihî» dedi. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü Fedâili'l-Kur'ân» ile «Kitâbu't-Tevhîd» de tahrîc etmişdir. Nevevî diyor ki: «Ulemâ ezenin lûgatda dinlemek mânâsına geldiğini söylemişler; ancak burada dinlemek mânâsına hamletmenin caiz olmadığını bildirmişlerdir. Çünkü kulak vermek mânâsına gelen dinlemek Allahü teâlâ hakkında muhaldir; kelime burada mecazen kullanılmışdır. Mânâsı: okuyanı ma'nen kendine yaklaştırmak ve ona bol bol sevap ver-mekdir. Zîra Allahü teâlâ’nın işitmesi muhtelif değildir. Binâenaleyh bu sözün te'vîli vâcibdir.» Bu bâbda Aynî dahi şunları söylemişdir: «Hâsılı (ezine) fiili ıtlaak ile dinlemek arasında müşterekdir. Mutlak mânâsını kasdedersen masdarı (izn) dinlemek mânâsını murâd edersen masdari (ezen) şeklinde gelir.» Kurtubî de: «Ezen: İmlâ yazan bir kimsenin kulağını, dinlediği kimseye doğru eğiltmesidir. Bu mânâ zahiri itibârı ile Allahü teâlâ hakkında kullanılamaz. Kelime Allah hakkında mecazen: Okuyana ikram ve bol sevap ihsan etmek mânâsına gelir. Zira dinlemenin neticesi bunlardır. îzn'in ıtlaakından murâd: Onun mutlak mânâda kullanılmasıdır. Mutlak mânâda îzn, mubah kılmak demekdir. Ulemâ tegannînin mânâsı hususunda da ihtilâf etmişlerdir. İmâm Şafiî ile diğer Şafiîyye ulemâsına göre sesi Kur'ân'la güzelleştirip zînetlemek manasınadır. Ebû Dâvûd'un «Sünen» inde rivâyet ettiği bir hadîsde, İbn Ebî Müleyke'nin: «Okuyanın sesi güzel değime, Kur'ân onu mümkin olduğu kadar güzelleştirir.» demiş olması bu mânâyı te'yîd eder. Bazıları: «Tegannînin mânâsı: Onunla müstağni olur; başka şey'e muhtâc kalmaz; demekdir.» mutâleasında bulunmuşlardır. İmâm Ahmed'in rivâyeti bu tarzdadır. Diğer bâzılarına göre teğannî: Kur'ân okumakla geçmiş milletlere dâir haberlerden ve eski kitaplardan müstağni kalır; manasınadır. Bir takımları, tegannî'nin: Meşgul olmak; mânâsına geldiğini; diğerleri fakirliğin zıddı yani zenginlik; demek olduğunu söylemişlerdir. Bu mânâların içinde en ziyâde akla yatanı tegannîden, fayda mânâsı kasdedilmekdir. Yani bir kimseye Kur'ân fayda vermez, kur'ân'daki va'd ve tehdîdleri tasdik etmezse, o kimse bizden değildir» demektir. Tegannîyi bu şekilde te'vîl edenler Kur'ân-ı Kerîm'i lâhn ve tercî' ile okumayı mekruh sayarlar. Lâhn ve tercî'den murâd: sesi boğazda oynatarak nağme ile okumak, Kur'ân-ı Kerîm'i mûsikî kaaidelerine uydurmakdır. Hazret-i Enes (radıyallahü anh) ile Saîdü'bnü’l -Müseyyeb, Hasan-ı Basri, İbn Şîrîn, Saîdü'bnü Cübeyr, İbrahim Nehaî, Abdurrahmân b. Kâsım ve Abdurrahmân b. Esved dahi lâhn ve terci' ile Kur'ân okumayı kerîh görürlermiş. İmâm Mâlik'in kavli de budur. Lâhn ve tegannî ile okumayı caiz görenler, Hazret-i Dâvûd (aleyhisselâm)'ın okuyuşu ile istidlal ederler. İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunduğuna göre, Dâvûd (aleyhisselâm) Zebur'u yetmiş makaamla okur ve okuyuşu ile hastaları cûşu hurûş'a getirirmiş. Bunlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Kur'ân okumasını tavsîf eden Abdullah b. Mugaffel hadîsi ile de istidlal ederler. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’in dahi lâhn'la Kur'ân okumayı caiz-gördüğü rivâyet olunur. Bazen Hazret-i Ebû Mûse'l-Eş'arî'ye: «Bize, Rabbimizi hatırlat!» der; o da lahn-u tegannî ile Kur'ân okurmuş. Hattâ bir defa: «Kim Kur'ân'ı Ebû Mûsâ gibi tegannî ile okuyabilirse, bunu hemen yapsın!» demişdir. Ukbetü'bnü Âmir (radıyallahü anh) Kur'ân'ı pek güzel bir sesle okurmuş. Hazret-i Ömer kendisine: «Filân sûreyi bana oku!» demiş; o okumuş; Ömer (radıyallahü anh) da ağlamış. Abdurrahmân b. Esved, ramazanda mescidleri dolaşarak güzel sesle Kur'ân okuyanları araştırırmış. Tahâvî'nin rivâyetine göre, İmâm A'zam ile arkadaşları lâhn ile okunan Kur'ân'ı dinlerlermiş. Muhammed b. Abdilhakem: «Babamla şâfiîyi ve Yûsuf b. Amr'ı lâhn ile okunan Kur'ân'ı dinlerlerken gördüm.» demişdir. Kirmanı: «Kur'ân'ı cehren okumakdan murâd, güzel sesle; yanık okumakdır. Lâhn, Kur'ân'ı kırâet olmakdan çıkarmamak şartıyla müstehabdır, fakat ifrata kaçarak bir harf ziyâde veya noksan etmek haramdır.» demişdir. Hadîsin İbn Eyyûb rivâyetindeki (izn) kırâetini Kâdî İyâz Kur'ân okumaya teşvik ve emir; diye tefsir etmişdir. 1887- Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivâyet etti. H. Bize, İbn Nümeyr dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mâlik (yani İbn Miğvel) Abdullah b. Büreyde'den, o da babasından naklen rivâyet etti. Babası Şöyle dedi:, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Gerçekden Abdullah b. Kays'e yahut Eş'arî'ye Âl-i Dâvûd'un mizmarlarından bir mizmâr verilmişdir.» buyurdular. 1888- Bize Dâvûdu'bnü Büşeyd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Tâlha, Ebû Bürde'den, o da Ebû Mûsa'dan naklen rivâyet etti. Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Mûsa'ya: «Dön gece senin okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin!... Gerçekden sana Âl-i Dâvûd'un mizmârlarından bir mîzmâr verilmiş!» buyurdular. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Fedâili’l-Kur'ân» da, tahrîc ettiği gibi Tirmizî dahi rivâyet etmişdir. Mizmâr: Esâs itibarı ile kaval nev'inden bir düdükdür. Burada ondan murâd, güzel sesdir. Aralarındaki benzerlik dolayısiyie mizmâr lâfzı, güzel sese istiare edilmişdir. Filhakika Hazret-i Ebû Mûse'l-Eş'arî'nin son derece güzel ve yanık bir sesi varmış. Âl: Zürriyet, çoluk çocuk ve bir kimsenin tâbi'leri mânâsına gelir. Burada bu kelime mukham yani fazladır. Maksad doğrudan doğruya Peygamber Dâvûd (aleyhisselâm) dır. Güzel sesle okumak, onda nihayet bulmuşdur; ve onun mûcizelerindendir; derler. Zebûr'u okumaya baş-ladımi, dağlardaki kurtlar, kuşlar bile ağlaramış. Hazret-i Dâvûd'un zür-riyyetinden onun kadar güzel sesli bir kimsenin yetiştiği rivâyet olun-mamiçdır. Bazıları: «Buradaki âl'den murâd, şahısdır.» demişlerdir. Kadî İyâz diyor ki: «Sesi Kur'ân fertîli ile süslemenin müstehab olduğunda bütün ulemâ müttefikdir. Ebû Ubeyd bu bâbda vârid olan hadîslerin hüzün ve şevk'e getirmek mânâsına hamledildiğini söylüyor. Lâhn ile okuma hususunda ulemâ ihtilâf etmişler; İmâm Mâlik ile cumhûr-u ulemâ bunu mekruh görmüşlerdir. Çünkü lâhn'la okumak, Kur'ân'ı gayesi olan huşu' ve tefehhümden hâriç bırakır. Ebû Hanîfe ile selefden bir cemâat aşk-u şevk'e getirecek şekilde Kur'ân okumayı mubah görmüşlerdir. Delilleri bu husûsda vârid olan hadîslerdir. Bir de böyle okumak rikkate gelmeye, haşyete ve nefisleri, Kur'ân dinlemeye teşvike sebepdir.» Nevevî, İmâm Şafiî'nin bir yerde: «Lâhn'la Kur"ân okumayı kerih görürüm.», başka bir yerde «kerih görmem.» dediğini söyledikden sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Ulemâmız derler ki: İmâm Şafiî-nin bu mes'elede hiç bir hilafı yokdur. Mesele iki hâlin ihtilâfından ibâ-retdir. Kerih gördüğü yerde kelimeyi uzatarak ziyâde veya noksan sureti Üe sözü çığırından çıkarmayı yahut uzatılmıyacak yerde uzatmayı, idgam lâzım olmayacak yerde idgam yapmak gibi şeyleri; mubah gördüğü yerde ise hiç bir değişiklik yapılmadan okunan Kur'ân'ı kasdetmişdir.» |