Geri

   

 

 

 

İleri

 

24- Gecenin Sonunda Zikir ve Duaya Teşvik ve O Zamandaki İcabet Bâbı

1808- Bize, Yafaya b. Yafaya rivâyet etti.

Dedi ki: Mâlik'e, İbn Şihâb'dan duyduğum, onun da Ebû Abdillâh El-Egarr ile Ebû Seleme-te'bni Abdirrahmân'dan, onların da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet ettikleri şu hadîsi okudum: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri her gece, gecenin son üçte biri kaldığında alt semâya nüzul eder de: Hani bana duâ eden, onun duasını kabul edeyim! Hani benden istek isteyen, istediğini vereyim! Hani benden mağfiret dileyen, onu mağfiret edeyim! buyurur.»

1809- Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Ya'kûb -ki İbn Abdirrahmân-ı Kaarî'dir- Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, şöyle buyurmuşlar:

«Allah her gece, gecenin ilk üçte biri geçtiğinde alt semâya nüzul eder de; Melik ben'im! Melik ben'imü... Var mı bana duâ eden, onun duasını kabul eyleyeyim! Var mı benden isteyen; istediğini vereyim; Var mı benden mağfiret dileyen, onu affedeyim! buyurur. Ve (bu hâl) tâ tanyeri ağırıncaya kadar böylece devam eder.»

1810- Bize, İshâk b. Mansûr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû’l-Mugîre haber verdi.

(Dedi ki): Bize, Evzâî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân, Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Gecenin yansı yahut üçte ikisi geçtiği zaman Allah Tebâreke ve Teâlâ alt semâya nüzul eder de: Var mı isteyen? kendisine verilecek! Duâ eden var mı? duası kabul edilecek! İstiğfarda bulunan var mı? kendisine mağ-firet olunacakdır! buyurur. (Bu) tâ sabah aydınlayıncaya kadar (böyle devam eder.)» buyurdular.

1811- Bana, Haccâc b. Şâir rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Ebû'l -Müverri' Muhâdır rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Sa'd b. Saîd rivâyet etti.

Dedi ki: Bana, İbn Mercâne haber verdi.

Dedi ki: Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah gece yarısı yahut gecenin son üçfe birinde alt semâya nüzul ederek: Bana kim duâ eder ki, ona icabet edeyim yahut benden kim bir şey diler ki, ona vereyim; buyurur. Sonra yoksul ve zâlim olmayan (Allah)'a kim ödünç verecek! der.» buyurdular.

Müslim der ki: İbn Mercâne, Saîd b. Abdîllâh'dir. Mercâne, Saîd'in annesidîr.

1812- Bize, Hârûn b. Saîd el-Eylî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, İbn Vehb rivâyet etti.

Dedi ki: Bana, Süleyman b. Bilâl, Sa'd b. Saîd'den bu isnâdla haber verdi; şunu da ziyâde etti: «Sonra Allah Tebâreke ve Teâlâ iki yedini yayarak yoksul ve zâlim olmayana kim ödünç verecek; der.»

1813- Bize, Ebû Şeybe'nin iki oğlu Osman ve Ebû Bekr ile İs-hâk b. İbrahim El - Hanzalî rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Şeybe oğullarınındır. Zshâk (bize haber verdi.) tâbirini kullandı, ötekiler: Bize, Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebû Ishâk'dan, o da Ebû Müslim-i Egarr’dan, o da Ebû Saîd ile Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti; dediler. Ebû Saîd ile Ebû Hüreyre şöyle dediler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şüphesiz ki Allah mühlet verir. Tâ ki gecenin ilk üçte biri gittiği vakit alt semâya nüzul buyurarak: Var mı istiğfar eden! Var mı tevbe eyleyen! Var mı isteyen! Var mı duada bulunan! der. (Bu) tâ fecir aydınlayıncaya kadar (böyle devam eder.)» buyurdular.

1814- Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü’l-Müsennâ ile İbn Beşşâr dahi rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, Şu'be, Ebû Ishâk'dan bu isnâdla rivâyet etti. Şu kadar var ki, Mansûr'un hadîsi daha tamam ve daha uzundur.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Teheccüd» ile «Kitâbu't-Tevhîd» de; Ebû Dâvûd «Namaz» ve «Sünnet» bahislerinde, Tirmizî «Namaz» bahsinde; Nesâî «Kitâbu’l-Nuût» da; İbn Mâce de «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Tirmizî: «Ebû Hüreyre hadîsi sahîh bir hadîsdir.» de-mişdir.

Müslim'in buradaki rivâyetlerinden do anlaşılacağı vechle Teâlâ Hazretlerinin alt semâya nüzulü muhtelif şekillerde ifâde olunmuşdur. Birinci rivâyetde bunun gecenin son üçte biri kaldığı zaman, ikincide ilk üçte biri geçtiği zaman, üçüncüde yansı veya üçte ikisi geçtiği zaman, dördüncüde yarısında yahut son üçte birinde, beşincide ilk üçte biri geçtiği zaman vuku' bulduğu bildirilmektedir. Biribirine muarız görünen bu rivâyetlerin arası şöyle bulunmuşdur. Muhaddisinden Tirmizî gibi bazıları birinci rivâyeti tercih etmiş; ve bu rivâyet için esah tâbirini kullanmışdır. Rivâyetlerden biri esâh olunca, diğerleri sahih olarak kalır. Binâenaleyh hepsi doğrudur.

Kâdi İyâz tercih ettiği rivâyet hakkında: «Sahih» tâbirini kullanmışdır. Bu tâbir, geri kalan rivâyetlerin zayıf olmasını iktizâ eder. Ancak Nevevî (631-676) hadîsin muhtelif rivâyetlerini İmâm Müslim'in sahih senedlerle tahrîc ettiğini söyliyerek Kâdı’nın sözünü reddetmişdir. Nevevî'ye göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu rivâyetlerdeki vakitlerin birini bir def â, diğerini de başka bir def'â söylemiş olmasını; Ebû Hüreyre'nin bunların hepsini işiterek nakletmiş olmasını muhtemel görmektedir.

Tirmizî bu hadîsi tahrîc ettikden sonra bu bâbda Alîyü'-bnü Ebî Tâlib, Ebû Saîd-i Hudrî, Rifâatü'l-Cühenî, Cübeyrü'bnü Mut'im, İbn Mes'ûd, Ebû'd-Derdâ' ve Osman b. Ebî'l-Âs bunlardan maada Câbir b. Abdi İlâh, Ubâdetü'bnü's- Sâmit, Ukbetü'bnü Âmir, Amru'bnü Anbese, Ebû'l-Hattâb, Ebû Bekr-i Sıddîk, Enes b. Mâlik, Ebû Mûse'l-Eş'arî, Muâz b. Cebel, Ebû Sa'lebe, Âige, ,İbn Abbâs ve diğer ashâb-ı kirâm'dan da rivâyetler bulunduğunu söylemiş, bunların hadîslerini şöyle sıralamışdır:

1- Hazret-i Alî (radıyallahü anh) hadîsini Dârakutnî «Kitâbü's - Sünne» de tahrife etmişdir. Bu hadîsde Ali (radıyallahü anh):

«Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: Eğer ümmetime meşakkat vermiş olmasaydım her namazda onlara misvak tutunmalarını emreder; yatsıyı gecenin üçte birine geciktirirdim. Çünkü gecenin üste biri geçtiği vakit Allah alt semâya hübût eyler ve tâ fecir doğuncaya kadar orada bulunarak bir sözcü: isteyen yok mu? isteği verilsin! Duâ eden yok mu? icabet buyurulsun! der; buyururken işittim,» demişdir.

Ayni hadîsi İmâm Ahmed b. Hanbel dahi « Müsned » inde rivâyet etmişdir. Dârakutnî'nin başka bir rivâyetinde. gece yerine: «Her cum'a gecesi...» denilmişdir.

2- Ebû Saîd hadîsini Müslim ile Nesâî tahrîc etmişlerdir. Bâbımızın son hadîsi budur.

3- Rifâatü'l-Cühenî hadîsini İbn Mâce rivâyet etmişdir. Mezkûr hadîsde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şüphesiz ki Allah mühlet verir; tâ ki gecenin yarısı yahut üçte ikisi gittîmi kullarım benden başka hiç bir kimseden bir şey dilemezse ilâh...» buyurmuşdur. Ayni hadîsi Nesâî dahi rivâyet etmişdir.

4 - Cübeyrü'bnü Mut'im hadîsini Nesâî tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

«Şüphesiz ki Allah her gece alt semâya nüzul ederek: Acaba bir isteyen varmı ki, dilediğini ona vereyim! istiğfar eden varmı ki, onu affedeyim der.» buyurmaktadır.

Ayni hadîsi İmâm Ahmed dahi «Müsned» inde tahrîc etmişdir. Onun hadîsinde «Tâ fecr doğuncaya kadar...» ziyâdesi de vardır.

5- İbn Mes'ûd hadîsini İmâm Ahmed tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Gecenin son üçte biri oldumu Allah (azze ve celle) alt semâya hübût buyurur. Sonra gök kapılan açılır; sonra yed-i kudretini yayarak: Acep bir şey isteyen varmı ki, dilediği verilsin! der. Fecir doğuncaya kadar bu minval üzere devam eder.» buyurmaktadır.

6- Ebû'd-Derdâ' hadîsini Taberânî «Mu'cem-i Kebîr» inde rivâyet etmiştir. Mezkûr hadîsde Resûl-ü Zîşân (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz;

«Allahü teâlâ gecenin geri kalan üçte bir saatlerinin sonunda nüzul eder ve ilk saatde kendinden başka kimsenin bakmadığı kitaba bakar ve dilediğini siler, dilediğini bırakır; ikinci saatde cennet-i adn'e bakar. Bu cennet onun sakin olduğu cennetdir. Orada Peygamberlerle şehidlerden ve sıddîklardan mâada onunla beraber kimse yokdur. Yine orada kimsenin görmediği ve insan kalbinden geçmeyen şeyler vardır. Nihayet gecenin son saatinde hübût eyler de benden af dileyen istiğfarcı yok mu ki, onu affedeyim! Benden hacet dileyen kimse yokmu ki dileğini vereyim! Bana duâ eden yokmu ki, duasını kabul eyleyeyim! der. Bu fecre kadar (böyle) devam eder...» buyurulmuşdur. Fakat Taberânî: «Bu hadîs münkerdir.» demişdir.

7- Osman b. Ebî'l-Âs hadîsini İmâm Ahmed ile Bezzâr rivâyet etmişlerdir. Mezkûr hadîs Ebû'd-Derdâ' hadîsinin sonuna benzemektedir.

8- Câbir hadîsini Dâraku'tnî «Kitâbu's-Sünne» de tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şüphesiz ki Allah her gece; gecenin üçte birinde alt semâya nüzul ederek: Acaba kullarımdan bana duâ eden hiç bir kul yokmu ki, duasın! kabul edeyim! Acep nefsine zulmeden hiç bir kimse yokmu ki, bana duâ etsin de onu affedeyim! Acep geçim sıkıntısına mâruz kalan yokmu ki, ona rızk vereyim! Benden yardım isteyen mazlum yokmu ki, ona yardım edeyim! Başı darda olan yokmu ki, başını çözeyim!... der. Fecir ayd-nla-yıncaya kadar orası Allah'ın rizâ yeri olur. Sonra Rabbimiz azze ve celle üst semâya kürsîsine teâlî eyler.» buyurmuşdur. Fakat bu hadîs dam münkerdir. Ebû Nüaym onun hakkında: «Metrûkdur...» demişdir.

9- Ubâdetü'bnu's-Sâmit hadîsini Taberânî Mucem-i Kebîr» ile «Evsat» ında Hazret-i Câbir hadîsi tarzında rivâyet etmişdir. Bu hadîsin bâzı râvîleri hakkında dahi söz edilmişdir.

10- Ukbetü'bnü Âmir (radıyallahü anh) hadîsini Dârakutnî rivâyet etmişdir, Fakat yine Dârakutnî: «Bu hadîs söz götürür.» demişdir. -

11- Amr b. Anbese hadîsini yine Dârakutnî “Kitâbu's - Sümıe» nâm eserinde rivâyet etmişdir.

12- Ebû'l-Hattâb hadîsini Abdullah b. Ahmed «Kitâbu's - Sünne» de rivâyet etmişdir. Bu hadîse göre ashâbı Resûlullâh'dan Ebû'l-Hattâb isminde bir zât Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize vitr'i sormuş, o da:

«Gece yansı vitir yapmam benim için maHûpdur. Çünkü Allah üst semâdan, alt semâya bübût eyler de: Günahkâr var mı? istiğfar var mı? duâ eyleyen var mı?... der, nihayet fecir doğdumu teâlî eyler.» buyurmuşlar.

Hâkim ile İbn Abdilberr: «Ebû'l-Hattâb' sahâbî değildir, İsmini bilen de yokdur.» demişlerdir.

Aynî geri kalan râvîlerin hadîslerinin nerede olduğnu zikretmemi şdir.

Hadîsin mânâsına gelince görülüyor ki, bu hadîsin muhtelif rivâyetlerinde Allahü teâlâ hakkında: Nüzul, hübût, yed, sakin olmak, yukarı çıkmak gibi ta'birler kullanilmişdır. NÜzüî ve hübüt: Aşağı inmek, mânâsınadırlar. Yed ; El demekdir. Bunların hiçbirinin hakikati Allahü teâlâ hakkında caiz değildir. Şu hâlde bu tâbirler müteşâbihâtdandır. Onun için tercümede vârid oldukları lâfzı muhafazaya çalıştık. Bazıları buradaki nüzül'd-eri murâd, manevî nüzuldür, demiş; bir takımları «Yenzilû» fiilini «Yünzîlû» şeklinde rivâyet etmişlerdir. «Yünzilû»: indirir, mânâsına geldiğinden, ona bir de mef'ûl takdir edilmiş ve: «Allah bir melek indirir,» denilmişdir.

Hadîsin bir rivâyetinde mezkûr fiil «Yetenezzelû» şeklinde zaptedil-mişdir. Bu kelime manevî nüzul hakkında zahirdir ve «Yeiî2İlû» rivâyeti ile aynı mânâya gelir. Türkçemizde «Tenezzül eder.» şeklinde kullanılır, burada da o mânâya alınır. Yani Allah'ın azamet ve celâli fakîr ve hakîr kimselere ehemmiyet vermemeyi iktizâ ederse de Allahü teâlâ hazretleri lütf-u kereminden onların hâllerine rahmet buyurmaya tenezzül eder de: «Yoksul ve zâlim olmayan Allah'a kim ödünç verecek?» yani Allah'a ödünç verir gibi kim ibâdet ve tâatda bulunacak? der. Bu söz Allah'ın, kullarına bir latifesi ve onları ibâdete bir teşvikidir. Alt semâ da bize yakın olan hâlden kinaye olur.

Aynî'nin beyânına göre bu hadis üzerinde muhtelif yönlerden söz edilmişdir. Şöyle ki:

1- Bazıları bu hadîsle istidlal ederek Allahü teâlâ'ya cihet isbâtına kalkışmışlardır. Hattâ hadîs ulemâsından İbn Kuteybe ile İbn Abdilberr dahi buna kaail olmuşlardır. Cumhûr'u ulemâ, Allah'a cihet isbâtından kaçınmışlardır. Çünkü buna kaail olmak Allah'ın - Hâşâ - yeri mekânı ve haddi hüdûdü olduğunu tecviz etmek demekdir. Hâlbuki Teâlâ Hazretleri böyle şeylerden münezzehidir.

2- Haricîler ile Mu'tezilîler yahut Cehm b. Safvân, İbrâhîm b. Salih ve Mansûr b. Tâlha gibi mu'tezilenin ileri gelenleri bu bâbda vârid olan hadîsleri inkâr etmişlerdir. Fakat bu yaptıkları kuru bir inad'dan ibâretdir. Kendileri Kur'ân-ı Kerîm'in buna benzer müteşâbin âyetlerini te'vîl etmişler, ha-dîslerdeki müteşâbihleri ise yâ cehalet yahut inadlık saikası ile büsbütün inkâr etmişlerdir,

Mu'tezile'den İbrâhîm b. Salih ile hadîs ulemâsından İshâk b. Râhuye arasında bu husûsda münâkaşa geçtiği rivâyet olunur. Bu münâkaşayı İshâk b. Râhuye şöyle anlat-mışdır:

«Emîr Abdullah b. Tâhir'in meclisi beni şu bid'atçı yani İbrâim b. Salih ile bir araya getirdi. Emîr, Allah'ın nüzulüne dâir malûmat istedi. Ben de buna dâir haberleri kendisine sayıp döktüm. Bunun üzerine İbrahim: Ben bir semâdan bir semâya inen Allah'a küfrediyorum! dedi. Ben cevaben: Ben de dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum! dedim. Neticede emîr Abdullah benim sözümü kabul; İbrahim inkini reddetti.»

Aynî, İshâk’ın bu sözünü aynen Fudayl b. Iyâd'dan aldığını söylüyor. Fudayl b. İyâd: «Cehmîler'den biri: Ben, aşağı inen ve yukarı çıkan Allah'a inanmıyorum; derse, ben de: Ben dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum; cevâbını veririm.» dermiş.

Bunu İbn Hibbân’ın babası «Kitâbu's-Sünne» adlı eserinde nakletmiş ve yine ayni eserde Ebû Zür'a'nın şunları söylediğini bildirmişdir:

«Bu hadîsler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den tevâtüren sabit olmuşdur. (Allah, her gece alt semâya nüzul eder.) Bunu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabından birçokları rivâyet etmişlerdir. Böyle hadisler bizce sahih ve kavidirler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allahü teâlâ'nın nüzul buyurduğunu söylemiş; fakat bunun nasıl olduğunu anlatmamışdır. Binâenaleyh biz de (Allah alt semâya iner; deriz; fakat nasıl indiğinden bahsetmeyiz.) »

Ebû Muhammed b. Ahmed El-Müzenî'nin: «Allah'ın indiğini bildiren hadîs Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sahîh yollarla sabit olmuş, Kur'ân-i Kerîm'de de bunu tasdik eden şu âyet nâzil olmuşdur:

"Rabbını ve melekler de saff saff olarak geldikleri vakit ,.. Sûre-i fecr, âyet: 22. " dediğini Beyhakî «Kitâbu’l-Esmâ» sinda rivâyet etmişdir.

3- Bazıları bu hadîsleri te'vîl hususunda ifrata gitmiş, hattâ bir nev'î tahrife yaklaşmadır. Birtakımları te'vîl hususunda tafsilât cihetine gitmiş; arap lisânında kullanılan şekillere yakın bulunan müteşâbihleri te'vîl etmiş; uzak olanları te'vîlden kaçınmışlardır.

4- Cumhûr-u ulemâ bu husûsda en aşikâr ve salim olan yolu tutarak müteşâbih âyet ve hadîsleri olduğu gibi kabul etmiş; onlara îmân ile Allahü teâlâ'yı mahlûkatma benzemekden, ona keyfiyyet ve kemmîyet isbâtından tenzih eylemişlerdir.

Zührî, Evzâî, İbn'l-Mubârek, Mekhûl, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Leys b. Sa'd, Hammâd b. Seleme ile mezhep İmâmlarından Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtının kavilleri de budur.

İmâm A'zam'a, Allahü teâlâ'nın alt semâya nasıl indiği sorulmuş, Hazret-i İmâm: «Keyfiyyetsiz olarak inmişdir.» cevâbını vermişdir.

Hammâd b. Zeyd: «Allah'ın nüzulü, ikbâl ve teveccühüdür.» demişdir.

Ayni: «Şüphesiz ki nüzul: Cismin yukarıdan aşağıya intikaalidir. Allahü teâlâ ise bundan münezzehdir. Binâenaleyh bu mânâda varil olan hadîsler müteşâbihâtdandır. Müteşâbihât hususunda ulemâ ikiye ayrılmışlardır. Birinci kısma «Müfevvida» derler. Müfevvida: Havale edenler manasınadır. Bunlar müteşâbih âyet ve hadîslere îmân eder, mânâlarını Allahü teâlâ'ya havale kılarlar. Allahü teâlâ'nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna da cezm'en i'tikaatda bulunurlar.

İkinci kısma: «Müevvile» denilir. Müevvile; te'vîl edenler demekdir. Bu zevat müteşâbihleri yerlerine göre te'vîl ve tefsir ederler. Bu kabilden olmak üzere Allah'ın alt semâya inmesini dahi «Allah'ın emri yahut melekleri iner.» şeklinde ve «Bu bir istiaredir; mânâsı: Allah, duâ edenlere lütuf buyurur da dualarını kabul eyler; demekdir.» Veya buna benzer tarzlarda te'vîl etmişlerdir.

Hattâbî diyor ki: «Bu hadîs, sıfat hadîslerindendir. Selef'in bu husûsdaki mezhebi Allah'ın sıfatlarına îmân etmek, o sıfatları zahirî mânâları üzerine bırakmak ve Allahü teâlâ'dan keyfiyeti nefyetmekdir...»

Kâdı Beyzâvî (-685) de şunları söylemişdir: «Allah Teâla'nın cism olmakdan, boşlukda yer tutmakdan münezzeh bulunduğu kat'î olan aklî deliller ile sübût bulunca, onun hakkında yukarıdan aşağı intikâl mânâsına gelen nüzul imkânsızdır. Şu hâlde onun hakkındaki nü-zül'den murâd, rahmetinin nurudur. Filhakika (Allah üst semâdan alt semâya iner.) diye hadîs vârid olmuşdur. Bunun mânâsı, celâl sıfatlarının muktezâsı olan düşmanı kahır ve âsîlerden intikam gibi şey'lerden ikram sıfatı olan rahmet, merhamet ve afve intikaldir.»

Nüzul, ityân ve mecî' gibi kelimeler hareket ve sükûnu kabul eden bir cisme izafe edilerek kullanılırlarsa mânâları arasında fark yokdur. Fakat bunlar'intikal ve hareketi "lâyık olmayan Allahü teâlâ'ya izafe edilirlerse, onun sıfatına göre te'vîl olunurlar.

Nüzul: Lûgatda beş muhtelif mânâda kullanılır. Bunlar: Bir yerden bir yere intikal. Bir şey'i bildirmek, bir şey'e yönelmek, bir şey'i söylemek ve hükmetmekdir.

a) «Biz, gökyüzünden temiz su indirdik.» âyet-i kerimesindeki inzalden murâd, intikâldir.

b) «Onu, Cebrâîl indirdi.» âyet-i kerimesindeki inzal, i'lân yani bildirmek manasınadır.

c) Araplar «Filân iyi huylardan, ne tenezzül etti.» derler ki, iyilerden kötülere yöneldi; mânâsını kasde-derler.

d) «Allah'ın inzal ettiğinin mislini, ben de İnzal edeceğim.» âyet-i kerî-meşindeki inzâl'den murâd, sözdür. Yani «Ben de Allah'ın söylediği gibi soyliyeceğim» demekdir.

e) Araplar «Bizf filân oğulları bize nüzul edinceye kadar hayır ve adalet içinde yaşardık.» derler ki, buradaki nüzül'den maksad, hükmetmekdir. Yânı: «Bize, filân oğulları hükmetmeye başlayıncaya kadar hâlimiz ve rahatımız iyi idi.» demekdir.

Böylece kelime birkaç mânâ arasında müşterek olunca Allahü teâlâ hakkındaki nüzulün, onun sânına yakışır bir şekilde te'vîli icâb eder. Mezkûr mânâlar arasından onun sânına yakışanı ise yeryüzünde yaşıyanlara ikbâl ve teveccüh buyurmasıdır.

Hadîsin bütün rivâyetlerinde Teâlâ Hazretlerinin:

«Var mı duâ eden, kabul edeyim! Bir isteği olan var mı, vereyim! istiğfar eden var mı, affedeyim.» buyurur, denilmişdir. Bu üç şey arasında ulemâ şöyle, fark görürler: İstenilen bir şey ya zararın defi yahut menfaat'in celbine âiddir. Menfa'at dînî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır, îşte rivâyetlerdeki istiğfar ile zararın define; istek ile dünyevî hayîrın celbine, duâ ile de dîni hayrın celbine işaret buyurulmuşdur.

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Allah kat'iyyen vaadinden dönmez. Böyle olmakla beraber acaba niçin bir çok duâ edenlerin duaları kabul edilmiyor?

Bu suâle Aynî şu cevâbı vermektedir: «Duanın kabul edilmemesi yâ duanın şartlarından bâzısı bulunmadığı yahut duâ eden kimse acele ettiği veya duası, günâha ve kat-ı rahime âid olduğu içindir. Yahut Allah, duayı kabul eder de istenilen şey'in olması Allah'ın dilediği vakte gecikir...»

«Sonra Allah iki yedini yayarak...» cümlesinin asıl mânâsı: «iki elini yayarak...» demek ise de müteşâbih olan yed kelimesi, tercümeye imkân görülemiyerek olduğu gibi zikredilmiştir, Müteşâbihleri te'vîl yoluna gidenlerce bu cümleden murâd: «Sonra Allahü teâlâ rahmet, nimet ve ihsanım yayarak, yoksul ve zâlim olmayan Allah'a adetâ Ödünç verircesine sadaka, namaz, oruç ve zikir gibi ibâdetlerde bulunan yok mu! Bu ihsanlarımı, onlara dağıtayım!..» ,denıekdir.

Hadîs-i şerif rahmet saatinin tanyeri ağarıncaya kadar devam ettiğine delildir. Bu rivâyetler, geceleri tanyeri ağarıncaya kadar duâ ve istiğfarda bulunmaya teşvik; duâ ve istiğfar gibi tâatlar için gecenin sonu evvelinden daha hayırlı olduğuna tenbîh etmektedirler.