Geri

   

 

 

 

İleri

 

56- Geçmiş Namazların Kazası ve Alelacele Kazanın Müstehab Oluşu Bâbı

1592- Bana Harmeletü'bnü Yahya Et - Tücîbî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbna Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb’dan. o da Saîd b. El-Müseyyeb’den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber gazasından döri; düğü vakit bir gece yürümüş. Nihayet uyku basarak istirahat için mola. vermiş ve Bilâl'e:

«Sen bizim İçin geceyi gözet» buyurmuşlar. Bilâl, kendisine takdir edildiği kadar nafile namaz kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı uyumuşlar. Sabah yaklaşınca Bilâl fecr'in doğacağı tarafa doğru dönerek hayvanına dayanmış ve hayvanına dayalı olduğu hâlde uyuya kalmış. Tâ güneş yüzlerine vuruncaya kadar ne Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne Bilâl, ne de Sahâbe'den hiçbiri uyanmamışlar. Neticede ilk uyanan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olmuş.

Ve telâşa kapılarak:

«Yâ Bilâl!» diye seslenmiş. Bilâl:

— Annem babam sana feda olsun Yâ Resûlallah! Senin nefsini tutan Allah; benim nefsimi de tuttu.» demiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Develeri çekin!» emrini vermiş. Ashâb, biraz develerini çekerek ilerlemişler. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest almış ve Bilâl'a emrederek namaz için ikaamet getirtmiş. Müteakiben ashabına sabah namazını kıldırmış. Namazı kaza edince şöyle buyurmuşlar:

«Her kim namazını unutursa, onu hatırladığı zaman kılıversin! Çünkü Allah, "beni anman için namaz kıl"» Sûre-î Tâhâ, âyet 14. buyurdu. Yûnus: «İbn Şihâb, bu âyeti syi şeklinde okurdu.» demiş.

1593- Bana Muhammed b. Hatim ile Ya'kûb b. İbrahim' Ed-Devrakî; ikisi birden Yahya'dan rivâyet ettiler. İbn Hatim dedi ki: Bize Yahya b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize yezîd b. Keysân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Hâzim, Ebû Hüreyre'den rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: «Nebiyyullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber mola verdik. Fakat güneş doğuncaya kadar uyanamadık. Uyandığımızda Peygamber

«Herkes hayvanının başını tutarak yürüsün! Çünkü burası öyle bir yer ki yanımıza burada şeytan geldi.» buyurdular.

Ebû Hüreyre diyor ki: Bİz hemen dediğini yaptık, sonra su isteyerek abdest aldı. Sonra iki rek'ât namaz kıldı.»

Râvî Ya'kûb: «İki secde namaz kıldı; sonra namaz için îkaamet getirildi. Ve sabah namazını kıldırdı.» demiş.

Hadîs-i şerif uyku hâdisesinin Hayber gazasından dönerken vukûbulduğunu beyân etmektedir. Bazıları döndükleri gazanın Hayber değil Huneyn olduğunu iddia etmişlerse de gerek Ebû Amr İbn Abdil-Berr ile Bâcî'nin, gerekse Kâdi İyâz ve diğer hadîs ulemâsının beyânlarına' göre doğrusu Hayber'dir. Huneyn rivâyeti garîp ve zayıfdır. Kâdi İyâz, Siyer ulemâsının kavli de bu olduğunu kaydettikden sonra: «Doğrusu da budur.» demişdir.

Ulemâ, hadîsde zikri geçen uykunun bir veya iki defa vukûbulduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hadîslerin zahirine bakılırsa ayrı ayrı iki defa vâki olmuşdur.

Kerâ: Uyuklamak; demekdir. Bâzılarına göre uykudur.

Arrase: Mola verdi; demekdir. Yolcuların sabaha karşı uyku ve istirahat için bir yere inmelerine araplar «ta'ris» derler. Cumhûr'un kavli budur. Ebû Zeyd'e göre ise, gece olsun, gündüz olsun istirahat için bir yerde mola vermeye ta'rîs denilir.

Bu hadîsi Buhârî »Mevâkîtu's - Salât» bahsinde tahrîc etmişdir. Onun rivâyetinde istirahatı ashâb-ı kirâm'ın istedikleri, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

«Uyuyarak namaza kalkarmyacağınızdan korkarım!» buyurduğu; Hazret-i Bilâl’in: «Ben, sizi uyandırırım.» dediği zikredilmektedir. Demek ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ ihtiyatla hareket etmek istemiş fakat ashabının istirahata son derece muhtaç olduklarını görünce Hazret-i Bilâl’in sözüne îtimâd ederek; orada istirahata razı olmuşdur. Bu hadîsi Ebû Dâvûd «Namaz» bahsinde; Neşâî «Namaz» ve «Tefsir» bahislerinde tahrîc etmişlerdir.

«Fezia»: Korktu demekdir. Burada ondan murâd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in endişesini beyândır. Bâzılarına göre düşmanın takibinden endîşe etmişdir. Diğer Bazıları: «namaz vaktinin geçmesi ile günâha girmiş olmakdan endîşe etmişdir. Çünkü musibet ânında ne şekilde hareket edeceklerine dâir henüz bir hüküm nâzil olmamışdı.» demişlerdir. Bir takımları buradaki telâşın, namaza şitâb etmekden ibaret olduğunu söylemişlerdir.

Hadisin buradaki rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Yâ'Bilâl!» dediği bildiriliyor. Kâdi İyâz’ın rivâyetine göre ulemâdan Bazıları kelimeyi yani «Bilâl nerede?» şeklinde rivâyet etmişlerdir. Buhârî'nin rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-iBilâl’a: «Söylediğin söz nerede kaldı. Yâ Bilâl?» demişdir. Bundan murâd: «Hani sizi uyandırırım diye söz vermişdin. Sözünü niye yerine getirmedin?» demekdir.

Yine Buhârî'nin rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu suâline Bilâl (radıyallahü anh) «Bu derece uykum geldiğini hiç görmüş değilim.» diye cevap vermişdir. Kitabımızın rivâyetinde Hazret-i Bilâl'in: «Annem babam sana feda olsun Ya Resûlallah! Senin nefsini tutan Allah, benim nefsimi de tuttu.» dediği bildiriliyor. Hazret-i Bilâl bu sözle Özür dilemek istemişdir. Buhârî'nin rivâyetinde ise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): .

«Şüphesiz ki Allah dilediği vakit sizin ruhlarınızı kabzeder; dilediği vakit de ruhlarınızı, size iade eyler.» buyurmuşdur. Ulemâ, bu rivâyet-lerdeki rûh ve nefis'den ne murâd edildiğini tâyin Bâbında ihtilâf etmişlerdir.

Bâzılarına göre ikisi bir mânâya delâlet eder. Bunlardan murâd ha-yatdır. Bazıları da: «Cisme tevdî edilen lâtif bir cisimdir. Bu cisim cesette bulundukça Allahü teâlâ, o cesette hayatı halk edegelmişdir; insan, hayâtla dirilir. Ve cesetle rûh'dan mürekkepdir. Nefis ise bir şey'in kendisi ve vücûdu demekdir.» mutâleasında bulunmuşlardır. «Nefiş'den murâd; kandır.» diyenler de vardır. Yalnız hadîsi bu mânâya hamletmeye imkân yokdur.

Bir takımları: «Ruh, hakikati bilinmeyen bir meçhuldür.» derler. Bu husûsda ulemâdan üçyüz kavil nakledildiği söylenir.

Übbî'ye göre ruhu, hayât mânâsına almak da doğru değildir. Ona göre «Ruh hakikati bilinmiyen bir meçhuldür.» demek, en doğru bir ha-reketdir. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Rûh çıkınca insan ölür; burada ise, rûh'un alınması tâbiri uyuyanlar hakkında söylenilmişdir?

Cevap: Burada rûh'un kabzedilmesinden murâd: bedenin, dışından alâkasını kesmesidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu sözü Teâlâ Hazretlerinin

«Ölüm ânında rûh'ları kabzeden; uyku hâlinde ölmemiş olanları da kabzeden hep Allah'dir.» âyet-i kerîmesi gibidir. Ölüm: Rûh'un hem zahiren; hem de bâtmen beden'le alâkasını kesmesidir.

Şu da hatıra gelebilir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Benim gözlerim uyur, ama kalbim uyumaz.» buyurduğu hâlde acaba o sabah namazında neden uyuyup kalmışdır? Nevevî bu suâle iki vecîhle cevap verildiğini söylüyor. Meşhur olan veçhe göre o hadîs ile, buradaki hâdise arasında münâfât yokdur. Zîra kalp ancak elem gibi kendisine teallûk eden hissî şey'leri anlar. Göze teallûk eden fecr'in doğması gibi şey'leri anlamaz; onlar, ancak gözle anlaşılır. Hâlbuki bu vak'ada kalp uyanık bile olsa, göz uyumuşdur.

İkinci veçhe göre cevap şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in iki hâli vardır. Bu hâllerin birinde kalp uyur, diğerinde uyumaz. O geceki uyku vak'ası, kalbin uyuduğu zamana tesadüf etmişdir.

Fakat bu ikinci vecih zayıfdır; Mu'temed olan birinci vecihdir.

1594- Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süleyman (yani İbn'l-Mugîra) rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Sabit, Abdullah b. Rabâh'dan, o da Ebû Katâde'den naklen rivâyet etti. Ebû Katâde şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe okuyarak şöyle buyurdular:

«Şüphesiz ki sizler bu gün öğleden sonra ve bu gece yürüyecek ve inşallah yârın suya varacaksınız.»

Bunun üzerine halk, kimse kimseye bakmadan yola revân oldular.

Ebû Katâde

Dedi ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ben yanıbaşında olduğum hâlde yoluna devam ederken gece yarısı oldu. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyukladı. Ve hayvanının üzerinden yanladı. Ben derhâl yetişerek, kendisini uyandırmadan hayvanının üzerinde dimdik oturuncaya kadar doğrulttum. Sonra yine yoluna devam etti. Gecenin çoğu gidince hayvanının üzerinden bir daha yanladı. Ben yine kendisini hiç uyandırmadan, hayvanının üzerinde iyice i'tidâl kesbedinceye kadar doğrulttum. Sonra tekrar yürüdü. Seher vaktinin sonu gelince öyle bir yanladı ki bu evvelkilerden daha şiddetli oldu. Hattâ nerdeyse düşüyordu. Ben, hemen yanına vararak, kendisini doğrulttum. Bunun üzerine başını kaldırarak:

«Kim o?» dedi. Ben:

— Ebû Katâde,.. dedim.

«Bu benimle beraber yürüyüşün ne zamandan beridir?» diye sordu.

— Bu geceden beri yürüyüşüm bu şekilde devam etmektedir... cevâbını verdim.

«Peygamberini koruduğundan dolayı Allah da seni korusun!» buyurdular. Sonra şunu ilâve ettiler:

«Halkın gözünden kaybolduk mu dersin? Hiçbir kimse görebiliyormusun?» Ben:

— İşte bir süvari!., dedim. Sonra: İşte bir daha!., dedim. Nihayet toplanarak yedi kişilik bir kâfile olduk. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yoldan saparak uyumak için başını (yastığa) koydu. Sonra:

«Bize namazımızı geciktirmeyin!» buyurdu. Ama ilk uyanan da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oldu. Güneş, sırtına vurmuşdu. Biz, telâşla kalktık, sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Binin!» emrini verdi. Derhâl hayvanlarımıza binerek yola revân olduk. Güneş iyice yükselince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Hayvanından) indi ve yanımda bulunan, içinde de biraz su olan bir su kabını istedi. Ve ondan hafif bir abdest aldı. Kap'da bir parça su da kaldı. Sonra Ebû Katâde'ye:

«Su kabını bizim için muhafaza et! Az sonra onun için bir haber çıkacak!» buyurdular. Sonra Bilâl namaz için ezan okudu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki rek'ât namaz kıldı. Daha sonra sabah namazını kıldırdı, (yani) hergün yaptığı gibi yaptı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (hayvanına) bindi, onunla beraber biz de (hayvanlarımıza) bindik. Ve: Acaba namazımızda yaptığımız bu kusurumuzun keffâreti ne olacak? diye birbirimize fısıldaşmaya başladık. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Dikkat edin! Sizin için, bende bir Örnek vardır.» buyurdu. Daha sonra:

«Dikkat edin! ki uyku (sebebi ile namaz kaçırmak) da bir taksir yoktur. Taksir ancak başka namazın vakti gelinceye kadar namazını kılmayan kimsede vardır. Binaenaleyh bu uyuyup kalma işini kim yaparsa uyandığı zaman, o namazı kılıversin! Ertesi gün ise, o namazı vaktinde kılsın!» buyurdu; şunu da ilâve etti:

«Cemâatin ne yaptıklarını zannedersiniz? Cemâat, Peygamberlerini kaybederek sabahladılar Ebû Bekir'le, Ömer: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sizden sonra gelmektedir, o sizi arkada bırakamaz... demişlerdir. Başkaları ise:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sizin önünüzdedir... demişlerdir. Eğer Ebû Bekir ile Ömer'e itaat ederlerse doğru yolu bulurlar.»

Bu suretle cemâatin yanına gündüz ilerlediği, ve her şey kızıştığı zaman vardık. Cemâat:

— Ya Resûlallah! Helâk olduk; susadık! diyorlardı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Size helâk yokdur!» buyurdu. Sonra:

«Bana küçük bardağımı getirin!» . dedi. Su kabını da istedi. Artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döküyor, Ebû Katâde de cemaata su veriyordu. Halk kabın içinde su olduğunu görür görmez kabın üzerine yığıldılar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Terbiyenizi takının! Hepiniz suya kanacaksınız!» dedi. Ashâb hemen onun dediğini yaptılar.

 (Ebû Katâde diyor ki) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dökmeye, ben de cemaata su vermeye devam ettik. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ikimizden başka kimse kalmayınca suyu dökerek bana

«İç!» dedi. Ben:

— Sen içmedikçe, ben içemem Ya Resûlallah!.. dedim.

«Şüphesiz ki bir kavmin sakisi suyu en son içendir.» buyurdu. Bunun üzerine, ben içtim; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de içti. Artık cemâat, kanmış ve müsterih olarak suya geldiler.

Abdullah b. Rabâh Şöyle dedi: «Ben, bu hadîsi (Küfedeki) mescid-i cami'de rivâyet ediyordum, birden Imrân b. Huseyn (ileriye atılarak): «Ey delikanlı! Nasıl rivâyet ettiğine dikkat et! Çünkü o geceki kâfileden biri de ben'im.» dedi. Ben:

— O hâlde bu hadîsi, sen daha iyi bilirsin!., dedim. Imrân:

— Sen kimlerdensin? dedi.

— Ensâr'damm... cevâbını verdim. Imrân:

— Anlat! Çünkü siz hadîsinizi daha iyi bilirsiniz, dedi. Artık ben de cemaata hadîsi rivâyet ettim. Bunun üzerine Imrân:

— Vallahi ben, o gece oradaydım. Amma bu hadîsi, senin gibi belleyen hiç bir kimse duymadım.» dedi.

«Nease» uyukladı demekdir. Uyuklamaya araplar «Nuâs» derler ki: «Beyin tarafından inip; gözleri örten, kalbe vâsıl olamıyan lâtîf bir yel'dir.» diye tarif olunur. Yine ayni şekilde beyinden gelip; kalbe vâsıl olursa, ona «Nevm» yani uyku derler. Uyuklamak abdesti bozmaz. Abdesti bozan, uykudur.

Bu bâbda, ulemânın neler söylediklerini yerinde görmüşdük.

«Mîdae»: Abdest almaya mahsûs, küçük kap'dır. Hadîs-i şerifde bu kelimeden az sonra denilmektedir. Mezkûr cümlenin; hakîki mânâsı: «Ondan abdest derecesine varmayan bir abdest aldı.» demekdir. Ancak cümleden mecaz mânâsı ile hafiflik kasdedilmiş yani abdest uzuvlarını tertemiz yıkamakla beraber hafif bir abdest aldı; denilmek istenilmişdir. Kâdi İyâz bâzı üstadlarının: «Bu, cümleden murâd: Abdest aldı amma suyla taharetlenmedi. Tahareti taşlarla yaptı; demekdir.» mutâleasında bulunduklarını nakleder. Fakat Nevevî bu mutâleanın yalnış olduğunu söylemişdir. Doğrusu birinci kavildir.

«Gumer» Bir kişiyi kandıramıyacak kadar az su alan küçük kadehdir.

1595- Bize Ahmed b. Saîd b. Sahr Ed-Dârimî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Abdilmecîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Selm b. Zerîr El-Urâridî rivâyet etti.

Dedi ki: Ben Ebû Raca' El-Utâ-ridî'yi, Imrân b. Husayn'dan naklen rivâyet ederken dinledim. Imrân, Şöyle dedi:

«Bir yolculuğunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber idim. Bütün gece yürüdük. Sabah yaklaşınca biraz mola verdik. Derken tâ güneş doğuncaya kadar uyuya kalmışız. İçimizden ilk uyanan, Ebû Bekir oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uyuduğu vakit, kendiliğinden uyanmadıkça, biz kendisini uyandırmazdık. Sonra Ömer uyandı ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında durarak yüksek sesle tekbîr almaya başladı. Nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı. Başını kaldırarak, güneşin doğmuş olduğunu görünce:

«Yola revân olun!» buyurdu. Ve bizi hareket ettirdi. Güneş, beyazlaşınca, konakladı ve bize sabah namazını kıldırdı. Bu sırada cemâatdan, bir adam ayrılarak bizimle beraber namaz kılmadı. Namazdan çıkınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

«Yâ Fülan! Bizimle beraber namaz kılmakdan seni ne men etti?» diye sordu. O zât:

— Yâ Nebîyyallah! Cünub olmuşum, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona (teyemmümü) emretti, o da toprakla teyemmüm ederek namazını kıldı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni yanındaki birkaç kişilik kâfileyle beraber acele su aramaya gönderdi. Adamakıllı susamişdık. Yolda giderken birdenbire, (devesi üzerinde) ayaklarını iki su tulumu arasına salarak oturmuş bir kadına rastladık. Ve ona: su nerede? diye sorduk. Kadın:

— Heyhat!.. Heykât!.. Size, su yok!., dedi.

— Senin ailen ile suyun arasında ne kadar mesafe var? dedik.

— Bir gün bir gecelik yol!..» cevâbını verdi. Biz:

— Yürü takalım Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna!., dedik. Kadın:

Resûlüllah, kim oluyor? dedi. Biz, kadını kendi hâline bırakmıya-rak götürdük ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzuruna çıkardık. Efendimiz, ona sordu. Kadın bize haber verdiği gibi ona da haber verdi. Kendisinin yetim sahibi olduğunu; birkaç yetim çocuğu bulunduğunu da söyledi. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun devesinin çöktürülmesini emir buyurdu. Hemen deveyi çökerttiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tulumların üst kısımlarındaki ağızlarına su püskürdü; sonra kadının devesini kaldırdı. Biz kanıncaya kadar su içtik. Topumuz, kırk susamış adamdık. Yanımızdaki bütün tulum ve su kaplarını doldurduk; (cünup olan) arkadaşımızı da yıkadık. Ancak hiç bir deveye su vermedik. Halbuki onlar (yani kadının su tulumları) patlayacak derecede su ile doluydular. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına:

«Yanınızda ne varsa getirin!» buyurdular. Artık kadına kimi (ekmek) parça (sı) kimi kuru hurma (olmak üzere bir hayli yiyecek) topladık. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadına verlimek üzere bunları, bir bohçaya sardı. Ve ona:

«Haydi git de bunları çotuğuna çocuğuna yedir! Bilmiş ol ki biz, senin suyundan hiçbir şey eksiltmedik.» dedi. Kadın ailesi nezdine varınca şunları söylemiş:

— Vallahi ben insanların en sihirbazına rastladım. Yahut da o zât hakîkaten dediği gibi Peygamberedir. Şöyle ve şöyle işler yaptı...»

İşte bu kadın sebebi ile Allah onun obasına hidâyet vermiş. Hem kadın hem de kabilesi Müslüman olmuşlardır.

1596- Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzali rivâyet etti.

(Dedi ki): Biz. Nadr b. Şümeyl haber verdi.

(Dedi ki): Bize Bedevi Avf b. Ebî Cemile Ebû Raca' El-Utâridi'den, o da Imrân b. Husayn'dan naklen rivâyet etti. Imrân şunları söylemiş:

«Biz, bir seferde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bulunduk. Bir gece yürüdük; gecenin sonu gelnice tan yerinden az önce Öyle bir uykuya daldık ki; yolcu için ondan daha tatlı uyku olamaz. Bizi ancak güneşin sıcağı uyandırdı...» Râvî hadîsi Selnı b. Zerîr hadîsi gibi rivâyet etmiş (tabiî biraz) ziyâde ve noksan yapmış. (Meselâ) bu hadîsde râvî:

«Ömer b. Hattâb, uyandığında cemâatin başına geleni görünce hemen tekbîr aldı. Tekbîr alırken sesini de yükseltti. Ömer, gür sesli ve celâ-detli bir zât idi. Nihayet onun tekhir sesinin şiddetinden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı, o uyanınca ashâb başlarına geleni kendisine şikâyet ettiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Zararı yok. Yola revân olun!» buyurdular.» diyerek hadîsi hikâye etmişdir.

Bu hadîsi Buhârî «Teyemmüm» ve «Kitâbü'l - Menâkıb» de; Ebû Dâvûd dahi ayni bahisde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin muhtelif rivâyetlerindeki lâfızları biribirinden farklıdır. Meselâ kitabımızın rivâyetinde Hazret-i Imrân: «Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni yanındaki kâfile ile birlikde acele su aramaya gönderdi...» demektedir. Buhârî'nin rivâyetinde ise: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) konakladı ve Fülân ile Alî'yi çağırarak: Gidin su arayın! buyurdu.» demişdir.

Bu seferin, hangi sefer olduğunu tâyin hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Müslim'de Hayber gazası olduğu bildirilmektedir. Fakat Ebû Dâvûd'un rivâyet ettiği İbn Mes'ûd hadîsinde, seferin Hudeybiye vak'asına âid olduğu; Abdürrazzâk'ın rivâyet ettiği Atâ b. Yesâr hadîsinde Tebûk; İmâm Mâlik'in «El-Muvat-ta'» da Zeyd b. Eşlem'den mürsel olarak rivâyet ettiği bir ha-disde, geceleyin Mekke yolunda; yine Ebû Dâvûd'un bir rivâyetinde «Ceyşü'l-Ümerâ» gazasına âid olduğu bildirilmektedir. Bu sebeple kıssanın birkaç defa vâki olduğunu söyliyenler bulunmuşdur.

Burada uykudan ilk uyanan zâtın Hazret-i Ebû Bekir olduğu, sonra Ömer (radıyallahü anh)’ın uyandığı bildiriliyor. Başka rivâyetlerde bunların dört kişi olduğu. Hazret-i Ebû Raca'nin bunları isimleri ile saydığı fakat râvî Avf b. Cemile'nin adlarını unuttuğu bildiriliyor. Ulemâdan Bazıları ikinci ve üçüncü olarak uyananı ihtimâl İle tâyin etmişler ve; «ikinci olarak uyanan Imrân b. Husayn (radıyallahü anh) üçüncü de onunla birlikde su aramaya gönderilen Zû Mahber olsa gerekdir.» demişlerdir.

Ebû Bekir İbn’l-Arabî'ye göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in seferde uyuması üç defa vukûubulmuşdur. Bunların birinde Ebû Bekir, ile Ömer (radıyallahü anhûma) bulunmamışlardır. İkincisinde her ikisi beraber bulunmuş; üçüncüsünde yalnız Ebû Bekir bulunmuşdur.

Mezâde: Âdî tulumdan daha büyük olan su tulumudur.

Ulemânın beyânına göre ashâb-ı kirâm'ın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i uyandırmakdan çekinmeleri, uyurken, kendisine Vahy gelmesi ihtimâline mebnîdir. Bu gün herhangi bir müslüman namazın vaktini geçirmek derecede uyuyup kalsa, uyandırılır.

Burada bir takım suâller hatıra gelebilir. Şöyle ki:

1- Küffâr’ın memleketlerini istilâ etmekle kadınlarını câriye olarak almak mubahdır. Hâl böyle olunca burada sözü geçen sucu kadın müslümanların istilâsına uğramakla câriye olmaz mı? Niçin serbest bırakılmış ve niçin kendisine yiyecek verilmişdir?

Cevap: Kadın, kalbi islâma yatışsın diye serbest bırakılmış ve gerçekden bir müddet sonra müslümanlığı kabul ettiği gibi bütün kabilenin müslümanlığı kabul etmesine de sebep olmuşdur. Mamafih bu kadın evvelce kendisine yahut kabilesine emniyet hakkı tanınan bir kimse de olabilir.

2- Bu takdirde müslümanlar onun malında nasıl tasarruf yapabilmişlerdir?

Cevap: Yâ küfrüne bakarak yahut da ihtiyçdan dolayı onun malında tasarrufda bulunmuşlardır. Çünkü zaruretler memnu olan şeyleri mubah kılar.

1597- Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb haber verdi.

(Dedi ki): Bize Hammâd b. Seleme, Humeyd'den, o da Bekr b. Abdillâh'dan o da Abdullah b. Rabâh'dan, o da Ebû Katâde'den naklen rivâyet etti. Ebû Katâde şöyle dedi: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) seferde olur da geceleyin istirahat molası verirse sağ yanına yatardı. Sabahdan az önce mola verirse kollarını diker, başını avucunım üstüne koyardı.»

1598- Bize Heddâb b. Hâlid rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hemmâm rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Katâde, Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Her kim, bir namazı unutursa, onu hatırladığı zaman kilıversin. O namazın bundan başka keffâreti yoktur.» buyurmuşlar.

Katâde: «Beni anmak İçin namazı ikaamet et!» âyetini okumuş.

1599- Bize bu hadîsi Yahyâ b. Yahya ile Saîd b. Mansûr ve Kuteybe-tü'bnü Saîd dahi topdan Ebû Avâne'den, o da Katâde'den, o da Enes’den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ettiler. Amma râvî (burada): «O namazın bundan başka keffâretı yokdur.» cümlesini zikretmemişdir.

1600- Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdülâ'lâ rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Saîd, Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Her kim bir namazı unutur yahut (onu kılmadan) uyur kalırsa, o namazın keffâreri, hatırladığı zaman onu kılmakdır.» buyurdular.

1601- Bize Nasr b. Aliy El-Cehdamî dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana, babam rivâyet etti.

(Dedi ki) ; Bana el-Müsennâ, Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:

«Biriniz, namazını kılmadan uyur yahut gaflete dalar da unutursa, onu hatırladığı vakit kılıversin! Zîra Allah (namazı, beni hatırlamak için kıl)» buyuruyor.

Enes hadîsini Buhârî «Mevâkîtu's-Salât» bahsinde Ebû Dâvûd ile Nesâî dahi «Kitâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir. Rivâyetler arasında az çok lâfız değişiklikleri vardır.

Bu hadîsde:

«Her kim bir namazı unutursa; onu hatırladığı vakit kılıversin!»

Duyurulduğuna göre kazanın namaz hâtıra geldiği an yapılması iktizâ eder. Hâlbuki kaza mes'elesi bilittifâk rtıüvessa' farzlardandır. Yani kaza için vakit genişdir. Ne zaman istenirse, o zaman yapılır; denilirse; bu suâle şöyle cevap verilir: Mezkûr cümlenin mânâsı: kazaya namazı olduğunu hatırlar da, bu hatırlama bir müddet devam eder; o esnada kaza namazını kılarsa, o kimse için «Hatırladığı anda, namazını kıldı,» denilebilir. Hatırına geldiği an, hemen kılması lâzım değildir.

Ayni suâle şöyle de cevâp verilmişıir: «İzâ» kelimesi, şart mânâsı ifâde eder. Şart'ın cezası derhâl lâzım gelmez. Yalnız ceza filcümle şart üzerine terettüp eder.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«O namazın, bundan başka kefareti yokdur.» buyurmakla, namazın kazasına işaret etmişdir. Çünkü hatırlandığı zaman kılınacak namaz, kaza namazıdır. Keffâret de günâhı örten şey'den ibâretdir.

Hattâbî diyor ki: «Bu sözün iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veçhe göre namazın kazadan başka keffâreti yokdur. İkinci veçhe göre, namazı unutmakdan dolayı bir ceza veya sadaka yahut namazın iki kat kılınması gibi bir şey lâzım gelmez. Unutan yalnız terk ettiği namazı kılar.»