7- Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Bâbı 874- Bana Yahya b. Yahya rivâyet etti. Dedi ki: Mâlike İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Atâ b. Yezîd el-Leysî'den, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ezanı İşittiğiniz zaman siz de müezzinin dediğini deyin» buyurmuşlar. Bu hadîsi Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî veİbn Mâce dahi tahrîc etmişler. Tirmizî onun hakkında «Bu hadîs hasen sahihtir» demiştir. İbn Vaddâh hadîsteki «müezzin» kelimesinin müdrec olduğunu iddia etmişse de bu iddia söz götürür. Çünkü Müdrec: İçersine râvînin sözü karışan hadîs demektir. Böyle birşey mücerred bir iddia ile isbât edilemez. Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerinde müezzin lâfzı zikredilmiştir. «El-Umde» sahibinin metn-i hadîsten bu lâfzı hazfetmesi mühim birşey değildir. Bu babda en sarîh rivâyetlerden biri de Nesâî'nin tahrîc ettiği Ümmü Habîbe hadîsidir. Mezkûr hadîsde: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim yanımda bulunduğu zaman müezzinin ezan okuduğunu duydu mu müezzin sustuğu vakit onun söylediğini söylerdi» denilmektedir. 875- Bize Muhammed b. Selemete'l Murâdî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Hay ve ile Saîd b. Ebî Eyyûb ve arkadaşlarından, onlar da Kâ'b b. Alkame'den o da Abdurrahman b. Cübeyr’den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işitmiş: «Müezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü her kim bana bir defa salavat getirirse, Allah ona o salâvat sebebiyle on defa salât eyler. Sonra Allah'dan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir makamdırki Allah'ın kullarından yalnız bir tanesine lâyıktır. Umarımki; o bir kişi de ben olayım. İmdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vâcib olur.» Bu Hadîsi Ebû Dâvud ile Nesâî dahi tahric etmişlerdir. Buhârî'deki rivâyetinde şöyle buyurulmuştur: «Her kim ezanı işittikte Yarabbi şu tam davetin ve daimî salâtın rabbi olan Allah'ıml Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. Onu vâd buyurduğun makâm-ı mahmuda gönder! derse kıyâmet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur.» Bu hadîs kitabımızın hadîsini tefsir etmiş oluyor. Çünkü Müslim'in rivâyetinde; «Sonra Allahtan benim için vesileyi isteyin» buyurulmuş, fakat onu ne şekilde ve hangi kelimelerle isteyeceğimiz bildirilmemiştir. Buhârî hadîsi bu ciheti îzah etmiştir. Allah'ın kuluna salât etmesinden murâd rahmet ve mağfiret buyurmaşıdır. Vesîle: Lûgatde başkasına yaklaşmaya vâsıta olan şey ve hükümdarın yanında mevki' sahibi olmak mânâlarına gelir. Buradaki hadiste cennette bir mevki ve menzil diye tefsir buyurulmuştur. Faziletin vesileden başka bir makam olması ihtimali vardır. Buhârî hadisinde «Makâm-ı - Mahmûd» nekre olarak zikredilmiştir. Bu makam müphem olmadığı halde nekre zikredilmesi Kuran-ı Kerim'in nazmını hikâye etmek içindir. Zira Kur'ân-ı Kerim'de; «Muhakkakki rabbin seni bir makâm-ı mahmûd'a gönderecektir» buyurulmuştur. Tıybî (- 743) bu kelimenin nekre zikredilmesi nekre daha büyük ve geniş mânâ ifâde ettiği içindir. Sanki ne büyük makam, her dille övülen bir makam denilmiş gibidir, diyor. «Makâm-ı Mahmûd» un türkçesi övülen makam demektir. Bu tabir bâzı rivâyetlerde ma'rife olarak zikredilmiştir. İbn'l Cevzî ekseri ulemâya göre bundan muradın şefaat olduğunu söylemiştir. Bazıları Makâm-ı Mahmûd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i arşın üzerine oturtmaktır. Diğer Bazıları kürsinin üzerine oturtmaktır demiş; bir takımları da herkesin göreceği ve tanıyıp methedeceği yerdir, diye tefsir etmişlerdir. Bu tabir Hamd-ü Senayı celbeden bütün ta'ziz ve ikram nev'-ilerine âmm ve şâmildir. İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) Makam-ı Mahmud'u «Öyle bir makam ki; seni orada bütün gelmiş geçmiş ümmetler övecek ve orada bütün mahlûkata şeref vereceksin. İstediğin verilecek, şefaatin kabul edilecek, herkes senin sancağın altında toplanacaktır.» diye tavsif etmiştir. Hazret-i Ebû Hüreyre'den rivâyet olunan bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Makamı mahmud benim Ümmetime şefaat edeceğim yerdir.» buyurmuştur. Bu makamı ona vereceğini bizzat Tealâ hazretleri vâ'd buyurmuştur. Allahü teâlâ - Hâşâ vaadinden dönmez. Şu halde ümmetin duasına ne lüzum vardır denilirse bu suale şöyle cevap verilir: Ümmetin duası bu makamın devam ve sebatını istemek içindir. Yahut ümmetden dua istenilmesi bir kimsenin başkasına dua etmesinin caiz olduğunu, hacet anlarında duadan ve bilhassa sâlih kulların duasından istifade ve is-tiâne'nin meşru' olduğuna işaret içindir. cümlesi: «Şefaata hak kazanır, şefaat kendisine helâl olur, şefaat kendisine vâcib olur,» mânâlarına gelir. Fakat buradaki helâl olmak evvelce haram idi mânâsına değil, yine şefaati hak eder manasınadır. Burada da şöyle bir sual hatıra gelebilir: Şefaat günahkârlara yapılacaktır. Burada ise; günahlı veya günahsız her kim ezan duasını okursa onlara şefaat edileceği bildiriliyor. Günahsızlar için şefaate lüzum var mıdır? Cevap: Evet vardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in müteaddit şefaatleri olacaktır. Bunların Bazıları soruşuz sualsiz cennete girmek ve derecelerini yükseltmek gibi husûsatta günahsızlara âit-tir. Yani kıyâmet gününde haline göre herkese şefaat olunacaktır. 876- Bana İshâk b. Man’sûr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Cehdam es-Sekafî haber verdi (Dedi ki): Bize İsmail b. Ca'fer, Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Hubeyb b. Abdirrahman b. İsaf’dan, o da Hafs b. Âsim b. Ömer b. Hattâb'dan, o da babasından, o da dedesi Ömer b. Hattâb'dan naklen rivâyet etti. Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Müezzin «Allahûekber, Allahûekber» dediği vakit sizden biriniz «Allahûekber Allahûekber» der: Sonra Müezzin «Eşhedû enlâ ilahe illallah» dediği vakit oda «Eşhedû enlâ ilahe İllallah» derse sonra Müezzin «Eşhedû enne Muhammeden Resûlüllah» dediği vakit oda «Eşhedû enne Muhamme-den Resûlüllah» der; müezzin «Hayyealessalah» dediği vakid oda «lâ havle velâkuvvete illâ billâh» der; sonra müezzin «Hayye ales'salâh» dediği vakit oda «lahavle velâkuvvete illâ billâh» derse; sonra «Allâhûekber Allâhû ekber» dediğinde oda «Allahû Ekber, Allahü ekber» derse; sonra müezzin lâ ilahe illallah dediği vakit oda bütün kalbiyle «lâ ilâheillâllah» derse cennete girer» buyurdular. Bu hadîs için Dâre-Kutnî (306 - 385) «El-İstidrâk» nâm eserinde de şunu söylemiştir: «Bu hadîsi Derâ verdi- ve başkaları mürsel olarak rivâyet etmişlerdir», «Kitâbü'l İ'lel» inde ise onun muttasıl olduğunu söylemiş, muttasıl olarak rivâyet eden İsmail b. Cafer'in hafız ve mûtemed bir zât olduğunu, binaenaleyh yaptığı ziyâdenin kabul edileceğini» bildirmiştir. Doğrusu «Kitabü'l-t'lel» deki sözüdür. Çünkü hadîsi Bu'hârî ile Müslim de rivâyet etmişlerdir. Sahîh olduğunda şüphe yoktur. Mevsuk olan bir râvînin rivâyet ettiği ziyâde ise makbuldür. Gerçi bu hadîsde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ezanın başındaki tekbîri iki defa, şahadetleri ve Hay'aleleri birer defa zikretmişse de, hadîs ezanın lâfızları ta'lim için sevk edildiğinden adet hakkında nass değildir. Bu bâbda nass olan hadislerde ezanın başındaki tekbirlerin dört, diğer elfazının ikişer olduğunu yukarıda görmüştük. Hay'ale: Hayye ale's-Salâh ile Hayye ale'l-Felâh'ın kısaltılmış ifadesidir. Hayye ale'l-Felâh: Kurtuluşa cennette ebedi kalmaya sebep olan şey'e gelin; demektir. Arap lisânında hayrın bütün mânâlarına şâmil o-lan en cemiyyetli kelime Felah kelimesidir. Nasihat kelimesi de buna yakındır. 877- Bize Muhammed b. Rumh rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Hukeym b. Atdillah b. Kays el-Kureşî'den naklen haber verdi. H. Bize Kuteybetü'bni» Said dahi rivâyet etti (Dedi ki): Bize Leys, Hukeym b. Abdillah'dan, o da Âmir b. Sâ'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Sa'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti ki: Şöyle buyurmuşlar: «Her kîm müezzini işittiği vakit derse günâhı afolunur.» İbn Rumh kendi rivâyetinde: «Herkim müezzini işittiği zaman» «......» derse» dedi. Kuteybe ise «......» dediğini söylemedi. Hadîs-i Şerîf müezzin kelime-i şahadeti okuduğu zaman dinleyenlerinde duasını okumalarının müstahab olduğuna delildir. Görülüyor ki müezzini can kulağıyla dinleyerek onun okuduklarını ta'rif e-dildiği vecihle tekrarlamak kulun günahlarının affına sebeptir. Bu hususda Kâdî Iyâz (rahimehüllah) şunları söylemiştir. «Malumun olsun ki; ezan îman akidesini cem etmiştir. Ezan, İmanın iki nev'ine de yani hem akliyata, hem sem'iyyata şâmildir. Ezanın evveli Allah'ın zâtını ve lâyık olduğu kemâl sıfatlarını zıtlardan münezzehîyyetini ispat eder. Bu isbât «Allahü Ekber» lâfzıylâdır. Mezkûr lâfız pek kısa olmakla beraber bu söylediklerimize delâlet eder. Ondan sonra ezan Allah'ın birliğini, şeriki olmadığını tasrih eder ki her dînî vazifenin başında gelen îman ve tevhid'in esası budur; Daha sonra Peygamberliği ve bizim peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) şehâdeti ifâde eder. Allah'ın birliğine şahadetten sonra bu da büyük bir kaidedir. Yeri de tevhid'den sonradır. Çünkü Nübüvvet meselesi vuku'u caiz fiillerdendir. Öteki Mukaddimeler ise vâcibat kabilindendir. Bu kaidelerden sonra Allah hakkında vâcib, müstehil ve caiz olan bütün aklî akideler tekemmül etmiş bulunuyor. Bundan sonra ezan, kulları ibâdetlere davet eder. Namaza Nübüvveti ispattan sonra davet etmesi onun vücûbu aklen değil Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından bildirildiği i-çindir. Bundan sonra ezan felaha davet eder. Felah (Kurtuluş) daimî nimetler içersinde ebedî hayat demektir. Bu cümle Öldükten sonra dirilmek ve ceza görmek gibi âhiret umurunu bildirmektedir ki islâm akidelerinin en son mevzu'u budur. Bütün bunlar namaza başlandığını bildirmek için ikâmette de tekrar edilir. Bu tekrar îmanın te'kidini ifade eder. Ta ki; namaz kılan kimse bu ibâdete başlarken kalbi ve lisaniyle şahadet ve îman basireti ile girsin de başladığı işin yüceliğini, ibâdet ettiği Allah'ın hakkının büyüklüğünü, sevabının bolluğunu düşünsün...» |