Geri

   

 

 

 

İleri

 

86 - Cennette Makamı En Aşağı Olanların Beyanı Bâbı

482- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Yahya b. Ebû Bükeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Züheyr b. Muhammed, Süheyl b. Ebi Salih'ten, o da Nu'man b. Ebî Ayyâş'tan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ehl-i cennetin makam itibari ile en aşağısı öyle bir adam olacaktır ki; Allah onun yüzünü Cehennemden cennete doğru çevirecek ve ona gölgeli bir ağaç misali gösterecektir. O adam:

— «Yarabbi! Beni şu ağaca götür de gölgesinde olayım,» diyecek...»

Ebû Sa'id (radıyallahü anh) bu hadisi İbn Mes'ud hadisi gibi rivâyet etmiş. Yalnız:

«Teâlâ hazretleri: Ey âdemoğlu! Acep senin benden İsteğini ne keser?» cümlesinden itibaren hadisin" sonuna kadar olan kısmını zikretmem iş. Ama o bu hadiste:

«Allah o adama: Şunu ve şunu da İste diye hatırlatacak; istekler bittikten sonra Allah; bütün isteklerin ve onların on misli de senin diyecek.» İbaresi ile;

«Sonra o adam (cennetteki) evine girecek, onunla -beraber Hûru'l în’den olan iki zevcesi de girecekler. Zevceleri «Seni bizim için, bizi de senin için ihya eden Allah'a hamdolsun» diyecekler. O adam dp: «Bana verilenin misli hiç bir kimseye verilmemiştir diyecek.» cümlesini ziyade etmiştir.

Bu iki rivâyetin birincisindeki:

«Bu zat kâh yürüyecek, kâh yüzüstü düşecek, bazan da yüzünü ateş çalacak.» ifadesinden murad adamın cehennemde yana yana bîtap düştüğünü bu sebeple güç halle ayakta durabildiğini ve yeni yürümeye başlamış çocuklar gibi düşe kalka gittiğini hatta arasıra cehennemin alevleri yetişerek yüzünü yaktığını ve yüzünde simsiyah eser bıraktığını anlatmakdır. Rivâyetlerin bazısın cümlesindeki zamir şeklinde müennes olarak zaptedilmiştir. Bunların ikiside sahihtir. Müennes olduğuna göre manâ:

«Sabredemiyeceği bir nimet.» diye te'vil olunur, cümlesinin manâsı:

«Senin benden dilemeni ne keser?» demektir. Bu cümleyi Müslim'den başkaları şeklinde rivâyet etmişlerdir. İbrahimi Harbi:

«Doğrusuda budur» diyerek Sahihi Müslim'deki rivâyeti kabul etmemiş isede

Nevevî: «Buna itirazla rivâyetlerin ikiside sahihtir. Zira'isteyen istenilenden alâkayı keserse istediği şeyde istenmez olur. Hadisin manâsı: «Seni hangi şey razı edipte aramızdaki dilek faslına nihayet verir demektir.» şeklinde mütalâ yürütmüştür.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

«Rabbülâleminin dıkh'ine gülüyorum.» ifadesindeki dıhk'in hakikati gülmek demeksede biraz yukarıda görüldüğü vecihle Allahü teâlâ hakkında gülmek müstahil olduğu için ona isnad edilen dıhk Alla h'ın rızası, rahmeti ve merhamet buyurduğu kullarına hayır irade etmesidir diye te'vil olunur.

483- Bize Sa'id b. Amr- El-Eş'asî rivâyet etti.

(Dedi ki)- Bize yan b. Uyeyne, Mutarrîf ile İbn Ebcer' den, onlarda Şa'bî’den naklen rivâyet ettiler. Şâbî

Dedi ki: «İnşaallah Muğire b. Şu'beyi rivâyet ederken işittim,» H.

484- Bize İbn Ebî Ömer de rivâyet etti

(Dedi ki) bize Süfyan rivâyet etti

(Dedi ki) bize Muttarif b. Tarif ile Abdülmelik b. Sa'id rivâyet ettiler. Onlar da Şa'bî'yi Nugiratü'bnü Şu'be'den naklen haber verirken işitmişler. Şâ'bi: Ben Mugira'yı minber üzerinde bu hadisi Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ref ederken dinledim demiş.

485- Bana Bişr b. Hakem dahi rivâyet etti lâfız onundur.

(Dedi ki) Bize Süfyan b. Uyeyne rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Mutarrif ile İbn Ebcer rivâyet ettiler. Onlar da Şa'bi'yi şöyle derken işitmişler; Ben Mugiretü'bnü Şu'be'yi minber üzerinden halka haber verirken dinledim. Süfyan demiş-ki Mutarrif'le İbn Ebcer'den biri —zannederim İbn Ebcer— ref etti. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Mûsa Rabbine sordu: (Yarabbi!) Cennetliklerin makam itibarı ile en aşağısı kimdir? dedi. (Teâlâ hazretleri de)

— Ehi-i cennet, cennete konduktan sonra gelecek bir adamdır. Ona cennete gir, denilecek. O:

— Yarabbi nasıl gireyim! Herkes alacağını almış, yerine yerleşmiş, diyecek. Kendisine:

— Dünya hükümdarlarından bir hükümdarın mülkü kadar mülkün olmasına razı değil inisin? denilecek. O da:

— Razı oldum Yarabbi! diyecek. Bunun üzerine (Teâlâ hazretleri):

— Bu kadarı ve onun bir misli daha, bir misli daha, bir misti daha, bir misli daha senindir, diyecek. O adam beşincisinde:

— Razı oldum Yarabbi! diyecek. Bunun üzerine (Teâlâ hazretleri):

— Bunlar ve bunların on misli de senindir. Canının istediği ve gözünün beğendiği her şey de senindir, diyecek. O zat:

— Razı oldum Yarabbi! diyecek. buyurdu.

 (Bu cevaptan sonra Mûsa) Yarabbi! Ya cennetliklerin makam itibarı ile en yüksek olanı kimdir, diye sordu. (Teâlâ hazretleri):

— Onlar öyle kimselerdir ki; ben diledim de onların keramet fidanların! kendi yed-i kudretimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Binaenaleyh (onları) ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de bir insanın hatırından geçmişlerdir.» buyurdu. Allah (azze ve celle) nin Kitabında bunun delili:

"Hiç kimse onları memnun etmek için kendilerine neler gizlendiğini bilemez." (Secde: 17) âyet-i kerimesidir.

Hadisin senedine dikkat edilirse; birinci rivâyette: Şâ'bi'nin «inşallah Mugiretü'bnü Şube'yi rivâyet ederken işittim» dediği. İkinci rivâyette: «Mugira'yi minber üzerinde bu hadisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ref ederken dinledim» diyerek hadisi Mugira'dan işittiği; Üçüncü rivâyette de: aynen ikincide olduğu gibi Muğira'dan minber üzerinde dinlediğini sarahaten söylediği görülür. Bir Hadisin senedinde «rivâyeten» «yerfe'u» veya «yubelligu» gibi kelimeler hadis ulemâsınca bilittifak o hadisin Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'e izafe edildiğini gösterirler.

«Rivâyeten» kelimesinin manâsı «Resulullâh buyurdu» demektir. Nitekim ikinci rivâyette hadisin merfu’ olduğu tasrîh edilmiştir. «İnşâallah istisna bildirir. Binaenaleyh Mugira'nın, Şu'be'den işitip işitmediği bununla şüpheye düşersede Öteki rivâyetlerde ondan işittiğini tasrih ettiği için buradaki şüpheli ifade hadisin sıhhatma bir zarar vermez. Üçüncü rivâyete Mutarri ile İbn Ebcer'den biri hadisi merfu' diğeri ise Mugira'ya mevkuf olarak nakletmektedir. Şu halde bu hadis hem merfu' hem mevkuf olarak rivâyet edilmiş demektir. Fakat Fıkıh, Usul ve Hadis ulemâsının muhakkıklarına göre; böyle hadisler merfu' hükümündedirler. Çünkü mutemed bir zatın yaptığı ziyade cumhûr-u ulemâya göre makbuldür. Burada hadisin hem merfu' hem mevkuf olması, bu hususu merfu' olarak rivâyet eden ravilerin sayısı da fazla olduğuna göre hadisin sıhhatine asla dokunmaz.

Mûsa (aleyhisselâm)'ın sualinden murad cennetliklerin en aşağı mertebede olanlarının sıfat ve alâmetleridir. Yani; onların en aşağı derecede olduğunu hangi sıfat ve hareketle bileceğim demek istemiştir. Cennetliklerin en âlâsı kimdir? sualine Teâla hazretleri:

"Onlar öyle kimselerdir ki; onların keramet fidanlarını kendi yed-i kudretimle diktim..." diye cevap vermiştir. Bundan murad onları ben seçip ayırdım, bütün umur ve hususatını üzerime aldım. Binaenaleyh onlara yapacağım ikrama asla bir değişiklik arız olmayacaktır demektir. Cümlenin sonu ihtisar için hazf edilmiştir. Çünkü üst kısmından anlaşılmıştır, takdiri şudur:

«O kullanma ikram edeceğim şeyler hiç bir insanın hatırından bile geçmeyen şeylerdir.»

486- Bize Ebû Küreyb rivâyet etti

(Dedi ki) bize Ubeydullah el-Eşca'î, Abdulmelik b. Ebcer'den rivâyet etti, demişki: Şa'bî'yi şöyle derken işittim. Ben Mugîretü'bnü Şu'be'yi minber üzerinde:

«Mûsa (aleyhisselâm) Allah (azze ve celle) ye ehl-i cennetin cennetten en az nasibi olanını sordu...» diyerek yukarıki hadis gibi rivâyet ederken dinledim. Ve râvî hadîsi yukarıki gibi rivâyet etmiştir.

487- Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti

(Dedi ki) Bize babam rivâyet etti

(Dedi ki) Bize A'meş Ma'rur b. Süveyd'den, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti, demişki; Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:

«Ben ehl-i cennetin cennete en son girenini, ehl-i cehennemin cehennemden en son çıkanını pekâlâ biliyorum. Bu Öyle bir adamdır ki, kıyâmet gününde getirilerek:

— Buna küçük günahlarını gösterin, büyüklerini ondan kaldırın, denilecek. Bunun üzerine ona küçük günahları gösterilecek:

— Sen filân ve filân gün şu ve şu işi yaptın; filân ve filân günde şunu ve şunu yaptın, denilecek. O adam:

— Evet, diyecek! İnkâr edemiyecek ve büyük günahlarının kendisine gösterilmesinden korkacak, derken kendisine:

— Senin için her seyyienin yerine bir hasene vardır. Denilecek. O adam:

— Yarabbi! Ben bir takım şeyler yaptım ki, onları burada göremiyorum, diyecek.»

Ravi demişki:

«Yemin olsun, Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’i gülerken gördüm. Hatta yan dişleri göründü.»

488- Bize yine İbn Nümeyr rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Ebû Mu-aviye ile Vekî' rivâyet ettiler. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe'de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Vekî' rivâyet etti. H.

Bize Ebû Kureyb'de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. Vekî' ile Ebû Muâviye ikisi birden A'meş'ten bu isnadla rivâyet etmişlerdir.

489- Bana Ubeydullah b. Sa'id ile İshak b. Mansur ikisi birden Ravh'dan rivâyet ettiler. Ubeydullah dedi ki, bize Ravh b. Ubadete’l-Kaysî rivâyet etti

(Dedi ki) bize bni-Cüreyc rivâyet etti, dedi ki; Bana Ebû'z-Zübeyr haber verdi ki Cabir b. Abdillâh'a «vürudun ne olduğu sorulurken işitmiş. Cabir Şöyle dedi:

— Bizler kıyâmet gününde filân yerden ve filân yerden geleceğiz. Bak

 (Yani bu insanların üstündedir)

Derken milletler putları ile ve taptıkları şeylerle peyder pey çağrılacak sonra Rabbimiz bize gelerek:

— «Siz kimi bekliyorsunuz? diyecek orada olanlar:

— Rabbimizi bekliyoruz cevabını! verecekler.

— Sizin Rabbiniz benim! diyecek onlar:

— Dur hele seni bir görelim! diyecekler. Bunun üzerine Teâlâ hazretleri onlara dıhk buyurarak tecelli edecek ve onlarda ona tabi' olacaklar ve mü'mîn veya münafık her insana bir nûr verilecek sonra o nurun peşine takılacaklar. Cehennem köprüsünün üzerinde bir takını çengeller ve pıtrak dikenleri vardır. Bunlar Allah'ın dilediklerini tutacaklar sonra münafıkların nuru sönecek sonra mü'minler kurtulacak. İlk zümre yüzleri bedr gecesinde ay gibi (parlak) yetmişbin kişi olarak hesap görmeden kurtulacaklar, sonra onların arkasından gelenler gökteki yıldız nurları gibi (gelecekler sonra bu minval üzere diğerleri geçecekler. Sonra şefaat helâl olacak ve (Şefaat ehl-i) «Allah'tan başka ilâh yoktur.» Diyenlerle kalbinde bir arpa danesi ağırlığında imanı bulunanları cehennemden çıkarıncaya kadar şefaat edecekler bu çıkarılanlar cennetin içine konacaklar Cennetlikler bunların üzerlerine su serpmeye başlayacaklar. Nihayet bunlar sel Önünde nebat biter gibi bitecekler. Cehennemden çıkanda yanık eseri kalmayacak sonra kendisine dünya ve onunla birlikte dünyanın on misli verilinceye kadar dilekde bulunacak. .

Bu hadis Sahih-i Müslim'in bütün nüshalarında böyle, anlaşılması pek güç kaı-ma karışık bir halde rivâyet edilmiştir. Gelmiş ve geçmiş bütün hadis ulemâsının ittifakı ile bu hadiste tasnif - tağyir vardır. Yani lâfızları değiştirilmiş ve biribirine karıştırılmıştır. Hafız Abdul Hak «El cem'u Beynes - Sahiheyn» nâmındaki eserinde Müslim'in kitabındaki bu karışıklığın kitabı istinsah eden kâtibin biri tarafından yahut her nasılsa yapılmış olduğunu beyan etmiştir.

Kâdî Iyâz da şunları söylemektedir:

«Bütün nüshalarda hadisin şekli budur. Bu hadiste çok değiştirme ve tashif vardır. Doğrusu

«Kıyâmet gününde biz bir tepenin üzerine geleceğiz.» şeklindedir. Hadis ulemâsından bazıları onu bu şekilde rivâyet etmişlerdir. İbn Ebî Hayseme'nin kitabında Kâ'b b. Malik tarikiyle rivâyet ettiği bir hadiste

«Kıyâmet gününde ümmetim bir tepenin, sair İnsanlar da başka bir tepenin üzerinde toplanacaklar.» buyurulmuştur.

Taberî Tefsirinde Hazret-i İbn Ömer (radıyallahü anh)'dan şu hadisi rivâyet etmiştir

«O, yani Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti ile birlikte insanlardan yüksekte bir tepenin üzerine çıkacaktır.»

Ka'b b. Malik'ten dahi:

«İnsanlar kıyâmet gününde neşrolunacak, ben ve ümmetim bir tepe üzerinde bulunacağız.» mealinde bir hadis zikretmiştir.

Kâdî Iyâz şöyle diyor:

«Bütün bunlar gösteriyor ki; hadis değiştirilmiştir. Ravi ya bu «kûm» ve «teli» kelimelerini anlayamamış; yahut silmişte onların yerine şöyle böyle kelimeleri koymuş sonra yukarısını göstererek bu insanların üzerinde olacak diye tefsirde bulunmaya çalışmış üzerine de tembih için bak kelimesini yazmıştır. Ondan sonra hadisi istinsah edenler râvinin tefsirini de tembihini de hadisin metninden zannederek her ne buldularsa onu bu hadisten diye nakletmişler ve hadis şu gördüğün şekli almıştır.» Kâdî’den sonra gelen hadis ulemâsından bir cemaat bu hususta ona tabi' olmuşlardır.

Yine Kâdî Iyâz diyorki: «Sonra bu hadis temamen Cabir'in sözü olup ona mevkuftur. Müslim'in şartı bu değildir. Çünkü hadiste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zikredilmemiştir Müslim'in onu müsned hadisler arasına alması başka rivâyetlerinde müsned olarak zikredildiği içindir. Meselâ İbn Ebû Hayseme, İbn Cüreyc'den onu «Yedhakû» cümlesinden itibaren «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittim» diyerek merfu'an rivâyet etmiştir. Müslim bu hadisten sonra gelen İbn Ebi Şeybe rivâyeti ile Şefâ'at ve cehennemden çıkarılanlara dair olan hadislerde bu hususa tembihte bulunmuş hadisin müsned olduğunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitildiğini bu hadisin manâsına uyan bazı cümleler nakliyle tasrih etmiştir.»

«Teâla hazretleri onlara dihk buyuracak» cümlesindeki tecelliden murat; görmeğe mâni olan şey'i kaldırarak kullara- görünmektir. Dıhk'ın'manâsını az yukarıda görmüştük. Şu halde bu cümleden murad Allah’ın kullarından razı olarak onlara görünmesidir. Bazıları:

«Buradaki Dıhk'ın manâsı kullarından gizlediği bazı şeyleri fadl-u keremi ile onlara göstermesidir.» demişlerdir.

«Mü'min veya münafık her İnsana bir nur verilecek...» cümlesinden munafıka da nûr verileceği anlaşılmaktadır. Bunun sebebi:

Münafığın mü'min görünerek mü'minler arasına karışmasıdır. .

Binaenaleyh orada da evvelemirde kendisine mü'minmiş gibi muamele yapılacak ona da nûr verilecektir. _Meselâ mü'minlerin abdest azaları nûr içinde parlayacak sair ümmetlerden bununla temayüz edeceklerdir. Bu nûr münafıklara da verilecek fakat sonradan söndürülerek münafıklar solcular arasına ayrılacak havz-ı kevserden kovulacak nihayet cehenneme yuvarlanmak suretiyle rezil ve rüsvay olacaklar.' Ehî-i mahşerin gözleri önünde münafıklıkları yüzlerine vurulacaktır.

«Sonra mü'minler kurtulacak...» cümlesi birçok esas nüshalarda bura-da olduğu şekildeyse de bazılarında «

«Sonra mü'mirileri kurtaracak...» şekilde rivâyet edilmiştir.

 » cümlesini Müslim'in bazı ravileri » şeklinde rivâyet etmişlerdir. Abdülhak dahi «El-Cem-u beyne's-Sahihayn» nâm eserinde bu şekilde rivâyet etmiştir. Bunların ikiside sahih ise de meşhur olan birincisidir. İkinci rivâyet dahi aynı manâya gelir. Çünkü; dinın deve tezeği demektir. Bu takdirde manâ:

«Selin getirdiği deve tezeğinde ot biter gibi çarçabuk bitecekler, gelişecekler.» demektir. Cehennemden çıkarılanların sel kalıntılarında biten otlara benzetilmesi çarçabuk büyüdükleri ve gelişmeleri itibariyledir.

490- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Süfyan b. Uyeyne, Amr'dan naklen rivâyet etti. Amr, Cabir'î Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den kulağımla duydum derken işitmiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Hiç şüphe yok ki; Allah bir takım insanları cehennemden çıkararak cennete koyacaktır.» buyurmuşlar.

491- Bize Ebû'r-Rabî' rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Hâmmad b. Zeyd rivâyet etti, dedi ki; Amr b. Dinara sen Cabîr b. Abdillah'ı Resûlüllah’dan:

«Şüphesiz ki, Allah bir kavmi şefa'af sayesinde cehennemden çıkaracak.» hadisini rivâyet ederken işittin mi? dedim. — Evet! cevabını verdi.

492- Bize Haccac b. Eş-Şa'ir rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Ebû Ahmet Ez-Zübeyri rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Kays b. Süleym El-Anberi rivâyet etti, dedi ki; Bana Yezid el-Fakir rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Cabir b. Abdillah rivâyet etti.

Dedi ki: Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Yüz çevreleri müstesna olmak üzere cehennemde cayır cayır yanan bir kavim oradan çıkarılacak, cennete konacaklardır.» buyurdu.

493- Bize yine Haccac b. Şa'ir rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Fadl b. Dükeyn rivaye tetti

(Dedi ki): Bize Ebû Asım yani Muhammed b. Ebî Eyyûb rivâyet etti, dedi ki: Bana Yezîd-i Fakir rivâyet etti, dedi ki: Hâricilerin bir re'yi iyice kalbınıe işlemişti. Derken haccetmek, sonra halka karşı çık (arak propaganda yap) mak niyetiyle kalabalık, bir cemaat içinde yola çıktık (yolda) Medine'ye uğradık birde baktım. Cabir b. Abdillah... bir direğin yanına oturmuş; cemaata Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hadis rivâyet ediyor. Bir ara cehennemliklerden bahsetti. Bunun üzerine kendisine:

— Ey Rasulullah’ın arkadaşı? Siz ne konuşuyorsunuz? Halbuki Allah:

" (Yarabbi!) Şüphesiz ki, sen kimi cehenneme atarsan onu muhakkak surette rezil rüsvay edersin." (Âl-i Imrân: 192) ve:

— «Ehl-i cehennem, cehennemden çıkmak istedikçe oraya iade edilirler...» buyuruyor. Binaenaleyh siz ne diyorsunuz? dedim. Cabir:

— «Sen Kur'ân okur musun?» dedi.

— «Evet!» cevabını verdim.

— «Acaba Muhammet (aleyhisselâm)'nı makamını yani Allah'ın onu ihya buyuracağı yeri (in neresi olduğunu) işittin mi?»

— «Evet.»

— O makam Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mahmûd olan makamıdır ki, onun sayesinde Allah (cehennemden) çıkaracaklarım çıkarır dedi.

Sonra Cabir sıratın konmasını, insanların onun üzerinden geçişini anlattı. Ben bunları ezberimde tutamamış olmaktan korkarım. Şu kadar var ki; Cabir bir kavmin bir müddet cehennemde kaldıktan sonra oradan çıkarılacağını yani susam çöpleri gibi çıkarılarak cennet nehirlerinden bir nehre atılacaklarını ve orada yıkanarak kâğıt sayfaları gibi (bembeyaz) çıkarılacaklarını söyledi.

Müteakiben hacdan döndük (ve bir birimize) yazıklar olsun size Bu şeyhin Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerinden yalan söyleyeceğini mi zannediyorsunuz? diyerek (haricilik davasından) döndük. Vallahi Bizden bir adamdan başka haricilikte kalan olmadı.

Yahut Ebû Nuaym'in dediği gibidir.

Dârât: dâre'nin cem'idir. Dâre her taraftan yüzün çevresidir. Bunun manâsı yüz secde mahalli olduğu için cehennemde yanmayacak demektir. Yani cehennemden çıkarılanların secde yerlerinden başka yanmadık yerleri kalmamış olacaktır. Hâccâc hadisinde Yezid-i Fakir'in bir müddet haricilerin bâtıl mezhebine girdiği anlaşılmaktadır. Yerinde de görüldüğü vecihle hâriciler büyük günah işliyenlerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarını iddia ederler. Yezid'in kalbine işliyerek benimsediği ve hac dönüşü halka propaganda etmek istediği kavil budur. Fakat Câbir (radıyallahü anh)’in hadisini dinledikten sonra tevbe ederek bütün çete efradı bu kavilden dönmüş ve hâricilik propagandası yapmaktan vaz geçmişlerdir. Yalnız aralarından biri hâricilikte İsrar etmiştir. Câbir (radıyallahü anh) cehennemden çıkarılanları kurumuş susam çubuklarına benzetmiştir. Bu bâbta İbn Esir (rahimehümallah) şöyle demektedir:

«Semâsını: Simsim'in (yani susamın) cem'idir. Susam kökleri topraktan çıkarılarak daneleri alınmak için güneşe konduğu zaman yanmış gibi simsiyah olur ve incelirler. Bu sebeple cehennemden çıkarılanlar susam çöplerine benzetilmiştir. Ben bu kelimeyi uzun müddet aradım sordum. Fakat onun hakkında sadra şifa verecek hiç bir şey bulamadım; bu lâfız tahrif edilmişe pek benziyor. Galiba aslı «sasam odunu» olacak. Sasam: Abonoz gibi siyah bir ağaçtır.»

Kâdi Iyâz'da şunları söylüyor:

«Buradaki semâsimin manâsı bilinmiyor. Galiba doğrusu sasam odunu olacak bu, manâ daha güzel yakışıyor. Sasam siyah bir ağaçtır. Abonozdur diyenler de vardır.» Bu hususta daha başka mütâlea yürütenlerde vardır. Fakat muhtar olan kavil İbn'l-Esir'in beyan ettiği gibi susam olmasıdır.»

Karâtîs; Kırtasın cem'idir. Üzerine yazı yazılan sahife demektir. Cehennemden çıkanların beyaz yazı kâğıdına benzetilmesi hayat nehrinde yıkandıktan sonra yüzleri bembeyaz olacağı içindir.

Hadisin sonunda râvi:

«Yahut Ebû Nuaym'in dediği gibidir» ibaresini kullanmıştır. Ebû Nuaym, isnadın başında zikri geçen Fadl b. Dükeyn'dir. Bu zât Müslim'in şeyhinin şeyhidir. Bu cümle ravilerin hadisin sonunda kullandıkları mâruf bir edep ve nezaket cümlesidir. Onlar bunu, manâ itibariyle rivâyet ettikleri hadiste bir hata veya değiştirme olmuştur, endişesi ile ihtiyatan söylerler. Yani; «ben hata ettimse doğrusu bana rivâyet eden zatın söylediği gibidir» demek isterler.

494- Bize Heddâb b. Halid El-Ezdî rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Hammâd b. Seleme Ebû Imran ile Sabit'ten, onlarda Enes b. Malik'ten naklen rivâyet ettiler ki: Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Cehennemden dört kişi çıkarılarak Allah'a arzedilecekler. Bunlardan bîri (Allah'a) hitaben:

— Yarabbi! Beni cehennemden çıkardın ya bir daha oraya döndürme, diye niyaz edecek, bunun' üzerine Allah onu cehennemden kurtaracaktır.» buyurmuşlar.

495- Bize Ebû Kâmil FudayI b. Hüseyin el-Cahderî ile Muhammed b. Ubeyd, El-Guberi rivâyet ettiler lâfız Ebû Kâmil'indir dediler ki: Bize Ebû Avane, Katade'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:

«Allah kıyâmet gününde insanları bir araya toplayacak, onlar buna ehemmiyet verecekler. (İbn Ubeyd: Bu kendilerine ilham olunacak demiş) ve:

— Rabbimizden şefaat dilesek de bizi şu vaziyetimizden rahata kavuştursa ya, diyecekler. Bunun üzerine Âdem (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek:

— Sen bütün insanların babasısın, Allah seni kendi yed-i kudreti ile yaratmış; sana kendi ruhundan ruh nefh eylemiş, meleklere de emir buyurarak onlar sana secde etmişlerdir. (Ne olur) Bize Rabbin nezdinde sefa'at et de bizi bu (müşkül) mevkimızden kurtarsın, diyecekler. Âdem (aleyhisselâm);

— Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim diyerek (vaktiyle) yaptığı hatayı söyleyecek ve o hatadan dolayı Rabbinden utanacak, (onlara) lâkin sız Nuh'a, Allah'ın gönderdiği ilk Resule gidin diyecek. Bunun üzerine Nuh (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gidecekler. O da:

— Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim, diyerek (vaktiyle) yaptığı hatasını söyleyecek ve ondan dolayı Rabbinden utanacak (kendilerine) lâkın siz Allah'ın «Halil» ittihaz ettiği İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gidin diyecek. (Bu sefer) İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)’e baş vuracaklar. O da:

— Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim, diyecek ve (vaktiyle) yaptığı hatasını söyleyerek, bundan dolayı Rabbinden utanacak:

— Lâkin siz Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve Tevrat'ı verdiği Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gidin, diyecek. Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gidecekler. O da:

— Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim, diyecek ve (vaktiyle) işlediği hatasını söyleyerek ondan dolayı Rabbinden utanacak:

— Fakat siz Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya gidin diyecek. Müteakiben Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya varacaklar. O da:

— Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim. Lâkin siz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, gelmiş geçmiş bütün günahları mağfiret buyurulmuş olan (o has) kula gidin, diyecek.

Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: «Bunun üzerine bana gelecekler. Ben Rabbimin huzuruna çıkmak için izin istiyeceğim, bana izin verilecek. Rabbimi görünce secdeye kapanacağım. Allah dilediği kadar benî secde halinde bırakacak, sonra bana:

— Ya Muhammed! Başını kaldır. Söyle sözün dinlensin; iste ki isteğin verilsin; sefa'at dile sana şefa'at hakkı verilsin, denilecek. Ben de başımı kaldırarak Rabbınıin bana öğreteceği bir tahmîd ile Rabbime hamd edeceğim. Sonra şefa'atta bulunacağım. (Rabbını) bana bir hudud tayin edecek. (O hudut dahilindeki) insanları cehennemden çıkaracağım; onları cennete koyacağım. Sonra (Rabbınıe) dönerek secdeye kapanacağım. Allah (yîne) dilediği kadar beni (secde halinde) bırakacak. Sonra (bana):

— Ya Muhammed başını kaldır! Söyle sözün dinlensin; iste ki istediğin verilsin. Şefa'at dile sana şefa'at hakkı verilsin, denilecek. Ben de başımı kaldırarak Rabbınıe: Onun bana öğrettiği bir hamdle hamd edeceğim, sonra şefa'atta bulunacağım. Rabbim bana bir had çizecek. Ben de o haddin içinde bulunan insanları cehennemden çıkaracağım; kendilerini cennete koyacağım.

Ravi

Dedi ki:

— Üçüncüde mi, dördüncüde mi bilemiyorum.

— «Ben, Yarabbi! Cehennemde Kür'ân'ın hapsettiklerinden yani kendilerine ebediyyen cehennemde kalmak vacip olanlardan başka kimse katmadı! diyeceğim.» buyurdular.

İbn Ubeyd kendi rivâyetinde şöyle dedi:

«Katade yani üzerine cehennemde ebedî kalmak vacip olan dedi»

Bu hadisi Buhârî «Kitabu’t-Tevhîd», «Kitabu’r-Rukaak» ve «Kitabu’l-Tefsir» de, Nesai «Kitabu’t-Tefsir» de, İbn Mâce «Kitâbü'z-Zühd» de tahriç etmişlerdir.

Hadis-i şerif Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şefa'ât-i uzmâsı hakkındadır. Bu Şefâ'at mahşerde insanlar hesaba çekilmek için durdukları zaman olacaktır. Makam-ı Mahmud hakkında ulemânın kavilleri çoksa da Hafız İbn Hacere göre bundan murad Şefaat-i Uzma denilen umumî şefaâtdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in günahkârları cehennemden çıkarmak için yapacağı şefaati bunun tâbüerindendir. Nevevî şefaatin beş yerde olacağını beyân etmiştir. Bunlar:

1 - Mahşer yerinde,

2 - Bazı kimseleri hesapsız cennete koymak için,

3 - Azabı hak etmiş kimselerin azabedilmemesi için,

4 - Günahkârların cehennemden çıkarılması için ve.

5 - Derece yükseltmek için yapılacaktır. Şefaatin beşten fazla olacağını söyleyenlerde vardır. Teâlâ hazretlerinin ilhamı ile şefâ'atçı aramak kulların hatırlarına gelecek ve bu işe Âdem (aleyhisselâm)'dan başlayacaklardır. Âdem (aleyhisselâm) cennette kendisine yasak edilen ağaçtan yediğini ve bu suretle Allah'a karşı hatâ işlediğini söyleyerek Özür dileyecektir. İbn Abbâs (radıyallahu anhüma)'dan rivâyet edilen bir hadiste Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'ın:

«Ben hatam yüzünden cennetten çıkarıldım.» diğer bir hadiste de:

«Ben bir günah işledim ve onun sebebiyle yeryüzüne indirildim.» Ebû Sa'id-i Hudri'den rivâyet edilen diğer bir hadisde:

«Ben bir günah işledim ve onun sebebiyle yeryüzüne İndirildim.» Sa'd b. Mansur'dan rivâyet olunan başka bir hadisde:

«Ben cennet-i Firdevsde iken bir hata işledim, bugün kendim affolunsam bana o da yeter.» diyeceği rivâyet olunur.

Ehl-i mahşer ondan sonra Hazret-i Âdem'in delâleti ile Nuh (aleyhisselâm) a. müracaatla giriftar oldukları dehşet ve sıkıntıdan kurtulmaları için Teâla hazretleri nezdiride kendilerine şefâ'atta bulunmasını rica edecekler. Fakat o da vaktiyle kendisinin Allah'a karşı hata ettiğini bundan dolayı huzur-u ilâhide şefâ'at talebinde bulunmaktan utandığını söyleyerek özür dileyecektir. Nuh (aleyhisselâm)’ın hatasından murâdi: Kâfir olan kavminden hiç bir kimse bırakmamak şartiyle helâk etmesi hususunda Allah'a niyazda bulunmuş olmasıdır. Ondan sonra ehl-i mahşer Hazret-i Nuh'un delâleti ile İbrahim (aleyhisselâm)'a müracaat edecekler fakat o da vaktiyle günah işlediğini binaenaleyh şefâ'at için huzur-u ilâhiye çıkacak yüzü olmadığını söyleyerek Özür dileyecek ve kendilerini Mûsa Aleyhisselâma gönderecektir. İbrahim (aleyhisselâm)’in günahından murâd: vaktiyle putları kırdığı zaman kendi kırdığını söylemiyerek:

«Belki onları büyük put kırmıştır.» demesi; zevcesi Sâre için; «Kız kardeşimdir.» ifadesini kullanması; yıldızlara bakarak: «Ben hastayım.» demesidir. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilmişlerdir. Hazret-i Mûsâ dahi vaktiyle Allah'a karşı günah işlediğini söyleyerek şefâ'atçı olmaktan özür dileyecek ve kendilerini Îsâ (aleyhisselâm)'a gönderecektir.

Mûsa (aleyhisselâm)'ın hatası kıptiyi öldürmesidir. Beni İsrail'den biriyle kavga eden bir kıptiyi ayırmak için aralarına girmiş eliyle kıptiyi def etmek isteyince; kipti hemen ölmüştü. Ehl-i Mahşer, İsâ (aleyhisselâm)'a da müracaat edecek fakat, o da özür dileyerek kendilerini âhır zaman peygamberi Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gönderecektir. Hadis-i şerifte İsâ (aleyhisselâm)'im Allah'a karşı işlenmiş bir hatası zikredilmemiştir. Nihayet mahşer halkı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve Seflem)'e müracaatla şefâ'atini niyaz edecekler, o da bunu kabul ederek kendilerine şefâ'atte bulunacaktır. Şefâ'at hususunda kendilerine müracaat edilen peygamberlerin:

«Biz sizin zannettiğiniz mevkide değiliz.» demeleri ya tevazu'lann-dan yahut bu işin Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e mahsus olduğunu bildiklerindendir.

Teâla hazretleri ehl-i mahşere evvelâ Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) ile diğer peygamberlere müracaatı ilham buyurarak bizim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i en sona bırakmasındaki hikmet — Allahu â’lem— Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in faziletini göstermektir. Çünkü evvelâ ona müracaat etseler derhal şefaati kabul ederdi. Bu suretle diğer peygamberlerden birine müracaat etsek, o da bize şefaat ederdi; zannı hasıl olabilirdi. Fakat evvelâ birer birer onlara müracaat ederek iş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de karar kılınca, bu işin yalnız ona mahsus olduğunu anlamış olacaklar. Bu da peygamberimiz Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Teâla hazretleri nezdinde en yüksek makamı haiz ve pey-gamberan-ı izanı içinde ona en mahbup O olduğuna delildir. Bu hâdise onun bütün insanlardan ve sair mahlûkattan, hattâ bütün meleklerden efdal olduğuna delâlet eder. Çünkü Şefa'ât-ı uzmâ namı verilen bu büyük işi bütün mahlûkat içinde ondan başka üzerine alan bulunmayacaktır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Şefaat teklifini bir sözle kabul etmesi bu makamın ve bu kerametin yalnız kendisine mahsus olduğunu bildiğindendir.

Şefaat hususunda babalardan başlanmış tedricen büyükten küçüğe oğullara gidilmiştir.

Fıkıh ve usül-i Fıkıh âlimleriyle diğer ulemâ peygamberlere günah işlemenin caiz olup olmaması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu meseleyi Kâdi İyâz şöyle hulâsa eder: «Peygamberlere nübüvvet geldikten sonra küfür etmeleri bilittifak caiz değildir. Onlar küfürden ma'sumdur-lar. Nübüvvet gelmezden önce onlar hakkında küfrün caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Sahih kavle göre; bu da caiz değildir.»

Günah işlemelerine gelince büyük günahlardan ma'sum oldukları yine ittifakıdır. Yalnız bu ma'sumiyetin akıl yoluile mi yoksa şeriat yolu ile mi olduğunda ihtilâf edilmiştir. Üstad Ebû İshak ile diğer bazı ulemâya göre mucize delili muktezası olarak Peygamberanı îzâm'in büyük günah işlemeleri imkânsızdır. Kâdı Ebubekir ile ona muvafakat edenlere göre onların büyük günah işlememesi icma' tarikiyle sabittir. Mutezile; taifesine göre ise aklen büyük günah işleyemezler.

Keza kavlen tebliğ ettikleri hükümler hususunda peygamberler bil' icma' ma'sumdurlar. Fiîli tebligat hususunda ihtilâf vardır. Bazılarına göre; bu hususta da ma'sumdurlar. Sair insanlara caiz olan yanılma ve unutma gibi şeyler onlar hakkında caiz değildir.

Bunlar yerlerinde görüleceği vecihle Resul ullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in namazda yanıldığını bildiren hadislerle, emsali hadisleri tevil ederler. Ehl-i tasavvufun mezhebi budur.

Cumhûru ulemâya ve ekser-i muhakkikine göre; fiilde hata hem caiz hemde vadidir.

Nevevî: - «Hak olanda budur» der. Yalnız onların hataları Allah tarafından kendilerine tenbih olunun Cumhûra göre; hataları derhal bazılarına göre ise; vefatlarından önce tenbih olunur. Tâ ki doğruyu tebliğ müddetleri geçmeden tebliğ etmiş olsunlar.

Peygamberler mürüvvete manî' ve insanı küçük düşürerek i'tibarını sarsacak küçük günahlardan bilittifak ma'sumdurlar. Sair küçük günahlardan ma'sum olup olmadıkları ihtilaflıdır. Selef ve Halefin Fıkıh, Hadis ulemâsının ekserisine göre böyle günahlar peygamberler hakkında hem caiz hem vaki'dir. Delilleri bu bâbtaki âyet ve hadislerin zahirleridir. Ehl-i tahkik ulemâdan bir cemaatla bazı Fıkıh ve Kelâm ulemâsına göre peygamberler büyük günahlardan olduğu gibi bilcümle küçük günahlardan da ma'sumdurlar. Bu zevat peygamberlerden küçük günah sâdır olduğunu bildiren âyet ve hadisleri ya tevil ederler yahut onları sehven veya tevil suretiyle yahut Peygamberlik gelmezden önce yaptıklarına hamlederler.

Nevevî diyor ki: «Hak olan da budur. Çünkü peygamberlerin- küçük günah işledikleri sabit olsa fiillerinde takrirlerinde ve bir çok kavillerinde bizim onlara uymamız lâzım gelmezdi. Halbuki bu söylediklerimiz hususunda onlara uymak lâzım geldiğinde hiç bir hilaf yoktur. Ulemâ ancak onlara uymanın vacip mi, mendûp mu yoksa mubah mı olduğunda ihtilâf etmişlerdir.»

Kâdi Iyâz da şunları söylemektedir: «Bazılarının bu mezhebi bid'at taifelerinden Mu'tezile- ile Haricîlere nispet etmesi seni ürkütmesin.

Çünkü onların münazara ettikleri yer küçük günahlar sebebiyle tekfirdir. Biz bu mezhepten Allahü teâlâ'ya teberri eyleriz. Peygamberler hakkında zikir edilen şu hatalara bak!... Âdem (Aleyhisselâtü Vesselam) unutarak yasak olan ağaçtan yemiş. Nuh (aleyhisselâm) kâfir olan kavmine beddua etmiş. Mûsa aleyhisselâm katline memur olmadığı bir kâfiri öldürmüş. İbrahim aleyhisselâm Küffara karşı kendini müdafa'a için tev-riyeli konuşmuştur. Bunların hiç birisi peygamberlerden başkaları için günah sayılmaz. Lâkin bu peygamberler mezkûr hatalardan korkmuşlardır. Çünkü bunlar Allah'ın emriyle yapılmış şeyler değildi. Hafta bazılarını ma'rifetuîlah derecelerine göre Teâlâ hazretleri muaheze bile buyurmuştur.»

Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) Nuh (aleyhisselâm)'ı ilk resul diye tavsif buyurmuştur. Bu bâbda Ebû Abdillâh Mâzirî şunları söylüyor: «Tarihçiler İdris (aleyhisselâm) Hazret-i Nuh'un dedesi diye zikir ederler. İdris (aleyhisselâm)’in da resul olduğu delille ispat edilirse tarihçilerin sözü doğru olmamak icap eder. Çünkü peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Âdem'in dilinden Hazret-i Nuh'un ilk resul olduğunu haber vermiştir. İdris (aleyhisselâm)’ı mürsel olmayan peygamber ma'nasına almak da doğrudur» Kâdi Iyâz'ın beyanına göre Idris'in îlyas olduğunu ve Benî İsrailin bir peygamberi idiğini söyleyenler vardır. Eğer hakikât bu merkezde ise i'tiraz sâkit olur. Nitekim Kâdi Iyâz da: «Böyle denirse Âdem'le Şit (Aleyhimesselâm) ve onların olup olmadığı hakkındaki i'tirazda sakit olur. Velevki Resul olsunlar. Çünkü Âdem (aleyhisselâm) yalnız oğullarına Resul gönderilmişti. Onlar da kâfir değildiler. Hazret-i Âdem onlara iman ve Allah'a Nitekim Kâdi Iyâz da: «Böyle denirse Âdem'le Şir (aleyhisselâm) Un da öyle idi. Halbuki Nuh (aleyhisselâm) yer yüzünün bütün kâfirlerine Resul gönderilmişti...» diyor.

Hadiste İbrahim (aleyhisselâm)'a Halilullah, Mûsa (aleyhisselâm)'a Kelimûllah, İsa (aleyhisselâm)'a da Ruhullah denilmiştir. Yine Kâdi Iyâz'ın beyanına göre Halil kelimesi Hülleden alınmıştır ki ihtisas ve bir şeyin safisini seçmek manâsına gelir. Bazıları bu kelimenin ash hacet manâsına gelen «hâleltu» den alındığını ve inkıta' manâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu takdirde İbrahim Aleyhisselâm'a Halil denilmesi hacetini yalnız Allahü teâlâdan beklediği içindir. Bazıları Hüllenin halis sevgi manâsına geldiğini diğerleri Muhammed ve Eltaf demek olduğunu söylerler. İbn'l-Enbarî:

Haliü: «Tam sevgi ile seven ve sevginin hakkını ödeyen sevgili; sevgilerinde noksan ve kusur bulunmayan sevgili» diye tarih etmiş Vahidî, bu tarifin muhtar olduğunu çünkü Allahü teâlâ’nın İbrahim (aleyhisselâm)'ın Halili İbrahim'inde Allah'ın Halili olduğum halbuki hacet manâsına gelen hülleden alınırsa Allah'a İbrahim'in halili denilemiyeceğini söylemiştir.

Hazret-i . Mûsa (aleyhisselâm)'a ehl-i sünnetin icmâî ile (kelîmullah) denilmiştir. Çünkü Mûsa (Ateyhissetâm) Teâlâ hazretleri ile vasıtasız olarak konuşmuştur. Kelîm fa'îl vezninde ismi fail olup konuşan manasınadır.

İsa (aleyhisselâm)'a Ruhullah ve Kelimetullah denilmiştir. Ruhullah denilmesinin vechi ya onun hakkında Teâlâ hazretleri «Ruhumuzdan üfürdük» buyurduğu yahut İsâ (aleyhisselâm)’in dirilttiği ölülerde ruh hasıl olduğu içindir. Kelimetullah denilmesi ise Allah'ın: «ol» kelimesi ile vücut bulduğu içindir. Zemahşerî:

 Îsâ (aleyhisselâm) kelimetullahtır. Çünkü baba ve nutfe vasıtası ile değil Allah'ın emri ve kelimesi ile vücut bulmuştur. Ruhullahtır. Çünkü ruh sahibidir. Ruh sahibi olan bir kimsenin bir cüz'ûnden meselâ diri olan babadan ayrılan nutfeden hasıl olmuş değildir... diyor. İsâ (aleyhisselâm) mahşer halkına:

«Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelmiş geçmiş bütün günahları mağfiret buyurulmuş olan (o has) kula gidin.»diyecektir. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gelmiş geçmiş günahlarından murad ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Bazıları geçmiş günahlardan murad kendisine peygamberlik gelmezden önceki günahları sonrakilerden muradda peygamber olduktan sonra işledikleridir. Diğer bazıları bu sözden maksat ümmetinin günahlarıdır demişlerdir. Bu takdirde cümlenin manâsı ümmetin bazısının günahlarının affedilmesi yahut bütün ümmetin cehennemde ebedi kalmaktan selâmetidir. Bir takımları gelmiş geçmiş günahlardan murad Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanılarak veya te'vil ederek yaptığı işlerdir, demişlerdir. Kuşeyri bu kavli ihtiyar etmiştir. İsâ aleyhisselâmın geçmiş sözünden murad:

«Âdem (aleyhisselâm)'in hatası gelecekten murad da peygamberin ümmetinin günahlarıdır» diyenler bulunduğu gibi bu sözden murad:

«Günahın olmuş olsa affedilirdi muahaza olunmazdın» manasınadır. Diyenler de vardır.

«Bunun üzerine bana gelecekler. Ben Rabbimin huzuruna çıkmak için İzin istiyeceğim, bana izin verilecek.» cümlesini Kâdi Iyâz şöyle tefsir etmektedir:

«Bunun manâsı —Allah-u Alem— bana vadedilen şefâ'atla makam-ı mahmuda izin verilecektir» demektir. Makam-ı Mahmudu Allah ona tahsis etmiş ve kendisini orada ba's buyuracağını bildirmiştir. Enes ve Ebû Hureyre hazeratının rivâyetlerinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in secde ederek hamd-ü senada bulunduktan ve şefaat hususunda kendisine izin verildikten sonra «Ümmetim, ümmetim...» diye sözebaşlıyacağı bildirilmiştir. Bu hadisin Huzeyfe (radıyallahü anh) rivâyetinde: «Bunun üzerine Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelecekler. O ayağa kalkacak ve kendisine şefâ'at Bâbında izin verilecek; emanetle rahim gönderilerek biri sıratın sağına diğeri soluna duracaklar ilk sırattan geçenler şimşek sürati ile geçecekler...» denilmiştir. Bu suretle hadis muttasıl oluyor çünkü insanların Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e müracaatları mahşerde mevkıf denilen bekleme yerlerinde ve kulların hesabı görüldüğü zamana aittir. Ondan sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmeti ve ümmetinin günahkârları hakkındaki' şefâ'atına, peygamberlerin, meleklerin ve diğer şefâ'at ehlinin şefâ'atlanna sıra gelir.»

Kâdi Iyâz bu sözleri ile Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mahşerde; biri mahşerin dehşetinden halkı rahata kavuşturmak, diğeride sırat üzerinde günahkâr mü'minlere aid olmak üzere iki yerde şefâ'at edeceğini birinciye Makam-ı Mahmud ve şefâ'at-ı uzmâ denildiğini, hadislerin buna ve peygamberlerden başkalarının da şefâ'at edeceklerine delâlet ettiğini anlatmak istemiştir.

İmâm-ı Gâzâlî:

«Dürretü-l Fahire fi Ulumi'l-Ahire» adlı eserinde mahşer halkının Hazret-i Âdem'le diğer peygamberlere müracaatları arasında biner sene zaman bulunduğunu söylemiştir. Bazıları bunun aslına eremediklerinden bahsederek Gazalî'ye ta'n etmiş ve:

« Gazalî' bu kitapta bir çok aslı olmayan hadisleri rivâyet etmiştir; bunların hiç birine aldanma» demişlerse de Buhârî Sarihi Aynî Buna itirazla:

«Gazali'nin celâlet-i kadri bu söylenenlere münafîdir. Mezkûr hadislerin asıllarına erememek başkalarının da erememesini istilzam etmez. Bu Kaail Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den gelen bütün hadisleri ihata etmemiştir ki bunların aslına eremedim iddiasında bulunabilsin» demiştir.

«Yani; kendilerine ebediyyen cehennemde kalmak, vacip olanlardan başka kimse kalmadı» cümlesi ondan Önceki:

«Yarabbi! Kur'ân'ın hapsettiklerinden başka kimse kalmadı.» cümlesinin tefsiridir. Bu tefsiri Katade yapmıştır. Nitekim İmâmı Müslim rivâyetin'son cümlesinde bunun Katade tarafından yapıldığım tasrih etmiştir. Hazret-i Katade'nin yaptığı tefsir doğrudur. Bunun manâsı cehennemde Kur'ân-ı Kerim'in ebediyyen kalacaklarını

«Hiç şüphe yok ki, Allah kendisine şirk koşma kabahatini afvetmez.» buyurmuştur. Mezkûr âyet-i kerime ehl-i hakkın mezhebine delildir. Çünkü Selef-i salihin imanla Ölen bir kimsenin cehennemde ebedî kalmıyacağına ittifak etmişlerdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzur-u Rabbül âleminde yapacağı secdenin ne kadar devam edeceği bu hadiste bildirilmemiş.

«Allah dilediği kadar beni secde halinde bırakacak.» buyurulmuşsa da Hazret-i . Ebû Bekr Sıddîk (radıyallahü anh) rivâyetinde bu secdenin bir hafta kadar devam edeceği bildirilmiştir. Fahri Kâinat şefâ'atinin sınırlı olduğunu beyan ederek:

«Rabbim bana bir hudut tayin edecek (o hudut dahilindeki) insanları cehennemden çıkaracağım...» buyurmuştur. Yani şafâ'atm her nev'inde kendisine bir hudut tayin edilecek ancak o hudut dahilindeki insanlara şefâ'at edecektir. Meselâ: Cemaata gitmeyenler hakkında şefâ'at edeceksin denilirse yalnız onlara şefâ'at decek, namaz kılmıyanlar hakkında yahut içki içenler, zina edenler hakkında şefâ'at edeceksin denilirse yalnız onlara şefâ'atta bulunacak sair günahkârlara şefâ'at hakkı olma vara

496- Bize Muhammed b. El-Müsenna île Muhammed b. Beşşar da rivâyet ettiler, dediler ki; Bize İbn Ebi Adîy, Sa'id'den, o da Katade’den, o da Enes'ten naklen rivâyet etti. Enes. Şöyle dedi:. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: «Mü'minler kıyâmet gününde bir yere toplanacak, onlar buna ehemmiyet verecekler, yahut bu kendilerine, ilham edilecek...» diyerek hadisi Ebû Avane hadisi tarzında rivâyet etmiş. Bu hadiste Enes şunları da söylemiş:

«Sonra Allah'a dördüncü defa gelerek — yahut 4. defa dönerek —:

Yarabbi Kur'ân'ın hapsettiklerinden başka (cehennemde) kimse kalmadı diyeceğim.»

Bu rivâyetlerde kıyâmet gününde insanların bir yere toplanacağı bildirilmiş fakat nerede toplanacaklarından bahsedilmemiştir. Hadisin başka bir rivâyetinde:

«Allah insanları Arasat meydanında topladığı vakit.» denilmiş Ebû Hureyre rivâyetinde:

«Allah gelmiş geçmiş bütün insanları bir toprağın üzerine toplayacak.» buyurulmuştur. kelimesi bir rivâyettle « diğer bir rivâyette bir rivâyette şeklinde zapte-dilmiştir. Bunlardan birincisi ehemmiyet verecekler ikincisi kendilerine ilham olunacak üçüncüsü vehmedecekler dördüncüsü de mahzun olacaklar manasınadır.

îlhâmdan murad Allah'ın bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunu insanın kalbine bildirmesidir.

«Sonra Allah'a dördüncü defa gelerek —yahut dördüncü defa dönerek —.,» ibaresi ravinin şekkini göstermektedir. Yani «ya Öyle dedi ya böyle» demek istemiştir, Allah'a gelmek veya dönmekten murad Makami Mahmud'dur. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bana şefâ'at için ilk defa müracaat edilen yere yani Makam-ı Mahmud'a döneceğim demek istemiştir.

497- Bize Muhammed b. El Müsenna rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Muâz b. Hişâm rivâyet etti.

Dedi ki: Bana babam, Katade'den, o da Enes b. Malikten naklen rivâyet etti. Enes Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:

«Allah mü'minleri kıyâmet gününde bir yere toplayacak. Bu kendilerine İlham edilecek...» diyerek hadisi yukarkiler gibi rivâyet etmiş. Yalnız dördüncü defada:

«Ben de: Yarabbi cehennemde Kur'ân'ın hapsettiklerinden, yani orada ebedî kalmak kendilerine vacip olanlardan başka kimse kalmadı, diyeceğim.» buyurduğunu zikretmiş.

498- Bize Muhammed b. Minhal Ed-Darîr de rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Yezid b. Zürey' rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Sa'id b. Ebî Arube ile Destevaînin arkadaşı Hişâm, Katade'den, oda Enes b. Malik'ten naklen rivâyet ettiler. Enes: «Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular» demiş. H.

499- Bana Ebû Gassân El-Misma'î ile Muhammed b. El-Müsenna da rivâyet ettiler, dediler ki: Bize Muâz —ki İbn Hişâmdır.— rivâyet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivâyet etti,

(Dedi ki): Bize Enes b. Malik rivâyet etti ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah'tan başka ilâh yoktur, diyen ve kalbinde bir arpa ağırlığında hayır bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır. Sonra (yine) Allah'tan başka ilâh yoktur diyen ve kalbinde bir buğday donesi ağırlığında hayır bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır. Sonra (yine) Allah'tan başka ilâh yoktur diyen ve kalbinde zerre kadar hayır bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır.» buyurmuşlar.

İbn Minhâl kendi rivâyetinde şunları ziyade etmiştir: «Yezid dedi ki bunun üzerine ben Şu'be ile görüşerek bu hadisi ona rivâyet ettim. Şu'be şöyle dedi:

«Onu bize Katade, Enes b. Malîk'ten, o da peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti şu kadar var ki; Şu'be (zerre) kelimesinin yerine (Züre) yi koydu. Yezid bunda Ebû Bistâm tashif yapmış dedi.»

Bu rivâyetin senedindeki Sa'id b. Ebi Arube hakkında söz edilmiştir. Çünkü bu zatın âhir Ömründe hafızası bozulmuş bunaklık eseriyle hadisleri karıştırmaya başlamıştır. Böylelerin o hal geldikten sonra rivâyet ettikleri hadislerle ihticac olunmazsa da Buhârî ve Müslim'deki hadisleri hadisi karıştırmazdan Önceki yani hafızalarının sağlam bulunduğu zamana hamledilir.

Hişâm Said-i Desteva'îye Hişam-ı Desteva'î de derler. Desteva' bir yerin ismidir. Bu zat o yerden getirilen elbiseleri sattığı için kendisine Hişâm-ı Dstevaî; yine o yerden getirilen buğdayı sat ağı için Hişâm sahib-i Destevâi denilmiştir.

«El-Metâli'» sahibi; «Mu'az b. Hişâm Sahib'd-Destva'î » ifadesindeki sahib-i Desteva'îyi Mu'az'ın sıfatı zannetmişse de bu yanlıştır. Sahib-i Desteva'i Mu'az değil babası Hişâm'dır.

Hadisteki zerreden murad küçük karıncadır. Züre rivâyeti tashiftir. Onun için de Yezid:

«Ebû Bistâm bu kelimede tashif yapmış» demiştir. Ebû Bistâm'dan murad Şu'be dîr.

Bazıları bu kelimeyi (durra) şeklinde rivâyet etmişlerdir ki bu da tasnifin tashifi'dir.

500- Bize Ebû’ Rabi’ El-Ateki rivâyet etti- (Dedi ki): Bize Hammad b. Zeyd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'bed b. Hilâl El-Anezî rivâyet etti. H.

Bize bu hadisi Sa'id b. Mansur da rivâyet etti. Lâfız onundur.

(Dedi ki) Bize Hâmmad b. Zeyd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'bet b. Hilâl El-Anezî rivâyet etti.

Dedi ki: Enes b. Malîk'e gittik ve (bizi onunla görüştürmesi için) Sabit'ten şefâ'at diledik Enes'e vardığımızda kuşluk namazı kılıyordu. Sabit bizim için izin istedi ve yanına girdik. (Enes) Sabit'i kendi yanına sedrine oturttu. Sabit ona:

«Ya Eba Hamza (şu) Basralı kardeşlerin kendilerine şefâ'at hadisini rivâyet etmeni rica ediyorlar» dedi. Enes buna icabetle şunları söyledi: Bize Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:

«Kıyâmet günü geldiği zaman insanlar deniz dalgalan gibi birbirine çarparak karışacaklar. Sonra Âdem'e gelerek Zürriyetine şefaat et! diyecekler. Âdem (aleyhisselâm) Ben ona ehil değilim, lâkin siz İbrahim (aleyhisselâm)'a gidin; çünkü o Halilullah'dır, diyecek. Bunun üzerine İbrahim'e gelecekler. O da: Ben buna ehil değilim, lâkin siz Mûsâ (aleyhisselâm)'a gidin; çünkü o Kelimullâh'tir, diyecek. Müteakiben Mûsa'ya gelinecek. O da': Ben buna ehil değilim; lâkin siz Îsâ (aleyhisselâm)'a gidin; çünkü o Ruhullah ve Kelimullâh'dır; diyecek; sonra Îsâ (aleyhisselâm)'a gelinecek. O da: Ben buna ehil değilim; lâkin siz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gidin, diyecek. Nihayet bana gelecekler. Ben onlara: (Evet) Ben buna ehilim, diyerek hemen gidip Rabbınıin huzuruna (çıkmak İçin) izin isteyeceğim. Bana izin verilecek. Ben de onun huzuruna durarak ona öyle hamd-ü senalarda bulunacağım ki, şimdi onları söylemeye iktidarım yoktur. Onları bana Allah ilham edecek. Sonra Allah için secdeye kapanacağım. Bana: Ya Muhammed, başını kaldır. Söyle ki, sözün dinlensin, iste (isteğin) verilsin, şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin, denilecek. Bunun üzerine ben: Yarabbi! Ümmetimi, ümmetimi, diyeceğim. (Bana: Haydi) git, kimin kalbinde bir buğday yahut arpa danesi kadar iman varsa onu cehennemden çıkar, denilecek. Ben gidip bunu yapacağım. Sonra yine Rabbime dönerek aynı hûmdüsenalarla ona hamd edeceğim. Sonra ona secde ederek yere kapanacağım. Bana (yine: Ya Muhammed başını kaldır da söyle, sözün dinlensin, iste ki İsteğin verilsin; şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin, denilecek. Ben (yine) ümmetimi!., ümmetimi!., diyeceğim. Bunun üzerine bana: Haydi git, kimin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onu cehennemden çıkar, denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra Rabbime dönerek aynı hamdlerle ona hamd edeceği m. Sonra onun için secdeye kapanacağım. Bana (tekrar): Ya Muhammed başını kaldır, söyle ki, sözün dinlensin; iste isteğin verilsin. Şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin, denilecek. Ben de: Yarabbi ümmetimi, ümmetimi, diyeceğim. Bana: Git, kimin kalbinde hardal donesinden çok, çok, çok daha az iman olan kim varsa onu da cehennemden çıkar; denilecek. Ben hemen gidip bunu da yapacağım.»

İşte Enes'in bize haber verdiği hadis budur. Bunun üzerine onun yanından çıktık. Sahranın yüksek bir yerine vardığımız da: Hasan'ın yanına uğrasakta ona bir selâm versek ya dedik... O Ebû Halife'nin evinde gizlenmiştir; dedik ve hemen onun yanına girerek kendisine selâm verdik. Dedik ki: Ya Eba Saidî Biz senin dostun Ebû Hamza'nın yanından "geldik. Bize Şefaat hakkında öyle bir hadis rivâyet etti ki mislini (şimdiye kadar hiç) işitmedik. Ebû Said: Onu bana söyleyin dedi. Biz de hadisi kendisine rivâyet ettik. Devam edin dedi.

— Bize bundan fazla bir şey söylemedi dedik.

— O bu hadisi yirmi sene evvel rivâyet etti. O, zaman kendisi derli topluydu. Şimdi muhakkak (hadisten) bir şey bırakmış; bilmiyorum Şeyh unuttumu yoksa itimad edip kalırsınız diye size söylemekten mi çekindi, dedi. Biz kendisine (Onun bıraktığını) bize sen anlat dedik. Bunun üzerine güldü ve:

"İnsan aceleden halk edilmiştir" Sûre-i Enbiya, âyet: 37. Ben bunu size ancak hadîsi rivâyet etmek için söylemiştim.» dedi. Ve hadîsi şöyle nakletti:

«Sonra dördüncü defa da Rabbınıe dönerek aynı hamdüsenâlarla ona hamdedeceğim. Sonra onun için secdeye kapanacağım. Bana ; Ya Muhammed! Başını kaldır da, söyle ki, sözün dinlensin. İste, isteğin verilsin, şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin; denilecek. Ben de: Yarabbi! Allah'tan başka ilâh yoktur diyenler hakkında şefaat için bana izin ver, diyeceğim. Teâlâ hazretleri: Bu senin için değildir, yahut bu sana ait değildir. Lâkin izzetim, kibriyâm, azametim ve cibriyâm hakkı için yemin ederim ki, Allahîtan başka ilâh yoktur, diyenleri (cehennemden) behemahâl ben çıkaracağım,» buyuracak.

Râvi Ma'bed Şöyle dedi: «Hasan üzerine şahadet ederim ki; bu hadisi bize Enes b. Malik'ten işittiğini söyleyerek rivâyet etmiştir. Zannederim: «Yirmi sene önce, Enes o zaman derli topluydu» dedi.

Bu hadis-i Buhârî «Kitabü't-Tevhit» de Nesa ; «Kitabu't-

Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Bu da şefaat hadisinin bir başka rivâyetidir. Basra'lı cemaat şefaat hadisini dinlemek maksadiyle Enes b. Malik (radıyallahü anhüm)’e gitmişler Hazret-i Enes kendilerini tanımadığ için onları tanıştırmak ve ricalarını kendisine bildirmek maksadiyle yanlarına Enes (radıyallahü anh)'ın dostu olan Sabit-i Bünânî'yi de almışlar. Enes (radıyallahü anh)’in evi Basra'ya iki fersah mesafede bulunan «Ezzaviye» denilen yerde imiş. Basra'lılar şefaat hadisini orada dinlemişler dönüşte Hasan-ı Basri (Rahimehuilah)’in yanına uğramak akıllarına gelmiş Hasan-ı Basri Haccac-ı zalimin zulmünden korkarak Basra'lı Ebû Halifete't-Tâî'nin evinde giz-leniyormuş. Hasan bu eve girince Allah'a duâ etmiş; düşmanları kendisini burada altı defa aradıkları halde bulamamışlardır. Hadisin sonunu da ondan dinlemişler. Hasan-ı Basrî hadisin bir kısmının noksan bırakıldığını görünce «Hîhî» demiş. Bu kelime «ihi» şeklinde de çivayet olunur. İsmi fiil olup sonunu getir; ziyadesini söyle manâlarına -gelir. Basra'lılar «bize bundan ziyadesi söylenmedi» deyince Hasan-ı Basrî bu hadisi Enes (radıyallahü anh)'dan yirmi sene evvel dinlediğini: o zaman Enes'in daha derli toplu yani genç ve dinç aklı yerinde bulunduğunu söylüyerek ihtiyarlık sebebiyle unuttumu yoksa- söylerse bu cemaat hadisi büyük bir müjde telâkki ederlerde ibâdetlerden vaz geçerler diye korktuğu için mi her ne sebeple ise hadisin bir kısmını muhakkak rivâyet etmediğini söyliyerek tamamını kendisi rivâyet etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendi ümmetine şefaat edilmesi müşkü görülmüştür. Çünkü şefaat için ona müracaat edenler yalnız kendi ümmeti değil bütün insanlardır. Bu işkâle şöyle cevap verilir.

. İhtimal «Ümmetim» sözünden murad; şefaat için müracaat eden mü'min'ümmetler yahud sancağının altına toplananlardır. Bu sebeble onları kendine izafe etmişdir. Kâdî Iyâz'a göre, ibarede kısaltma vardır. Evvela umumî şefaat için izin verilecek. Sonra ümmeti için hususî şefaat dileyecektir.

Hasan’ın rivâyetinde: İzzet, kibriyâ' azamet ve cibriyâ' kelimeleri edilmiştir. Bunlar bir birinin müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. edilmiştir. Bunlar birinin müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. «Eşya zıddı ile anlaşılır» kaidesi mucibince biz bunların nakızlarını yani zıdlarını söyleyelim de hususi manâları daha iyi anlaşılsın. İzzetin nakîzi zül, kibriyanm nakîzi küçüklük, azamet ve cibriyanın nakîzi hakaretdir. Allahü teâlâ'ya izafe edilen bu sıfatlarla ona lâyık olan lazimi manâları kasdedilir. Bazıları: «Kibriya zatının kemâline azamet ve cibriya sıfatlarının kemâline raci'dir. Celâl sıfatı ise, hem zatının hem sıfatlarının kemâline râci' bir sıfattır» derler.

501- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet ettiler ve (ikisi de ayni şekil de rivâyette ittifak eylediler. Yalnız biri bazı kelimelerden sonra bazı ziyadeler yaptı.) Dediler İd: Bize Muhammed b. Bişr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Hayyân, Ebû Zür'adan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e bir gün bir et (yemeği) getirdiler. Ve kol tarafından bir parçayı kendilerine takdim ettiler. (Çünkü) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kolu severdi. Ondan dişleri ile bir lokma kopardı. Sonra şöyle buyurdu:

«Kıyâmet gününde insanların efendisi benim. Bu neden biliyor musunuz? Kıyâmet gününde Allah gelmiş geçmiş bütün insanları düz bir yere toplayacak, öyleki çağıran, sesini hepsine duyurabilecek, göz hepsini görebilecek. Güneş yaklaşacak insanların gam ve gussası dayanamayacakları ve tahammül edemeyecekleri dereceyi bulacak. Bunun üzerine insanlar birbirlerine: «Halinizi görmüyor musunuz? Başınıza geleni görmüyor musunuz? Rabbiniz huzurunda kendinize şefaat edecek bir zat ara-sanıza» diyecekler. Bazıları birbirlerine: Âdem'e gidin, diyecekler. Ve Âdem'e gelerek: Ya Âdem, sen insanların babasısın. Allah seni yed-i kudretiyle yaratmış. Sana kendi ruhundan ruh nefh eylemiş, meleklere de emir buyurarak sana secde etmişlerdir. Rabbin huzurunda bize şefaat et; halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni görmüyor musun? diyecekler. Âdem: «Rabbını bugün Öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyle bir gadap etmişler; ne de bundan sonra böyle bir gadap eder. O bana (cennetteki) ağaçtan (yemeği) yasak etti de ben ona isyan ettim. Nefsî... nefsî... siz benden başkasına gidin; Nuh'a gidin!» diyecek. Bunun üzerine Nuh'a gelerek: «Ya Nuh, sen yeryüzüne gönderilen ilk resulsün; Allah sana şükreden kul demişti; bize Rabbin huzurunda şefaat et; halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. Nuh onlara: Gerçekten Rabbim bugün öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan Önce böyle bir gadab etmiştir, ne de bundan sonra böyle bir gadab eder. Hem benim vaktiyle ettiğim bir bedduam vardır ki, onu kavmime etmiştim. Nefsî. nefsî... siz İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gidin» diyecek. Müteakiben İbrahim'e gelerek: «Sen Nebiyyutlah ve yeryüzü halkından Allah'ın Hâlilisin, bize Rabbin huzurunda şefaat et, halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. İbrahim onlara: «Gerçekten Rabbim bugün öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyie bir gadab etmiştir. Ne de bundan sonra böyle bir gadab eder,» diyecek ve vaktiyle yaptığı tevriyelerini anarak: Nefsî... nefsî... siz başkasına gidin; Mûsa'ya gidin,» diyecek. Bunun üzerine Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek: «Ya Mûsa, sen Resûlüllah'sın. Allah seni risa-fetleri ve konuşmasiyle sair insanlardan üstü . kılmıştır; bize Rabbin huzurunda şefâ'at et; halimizi görmüyor musun? Bu;ımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: Gerçekten Rabbim bugün öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan Önce böyle bir gadab etmiştir, ne de bundan sonra böyle bir gadab eder. Hem ben (vaktiyle) Öldürmeğe memur olmadığım bir insan öldürdüm: Nefsî... nefsî.., Siz İsâ (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gidin» diyecek. Onlar da İsa'ya gelerek: «Ya İsâ! Sen Allah'ın Resûlüsün, insanlarla beşikte konuştun; Allah'ın Meryem'e ilkâ ettiği bir kelimesi ve Allah tarafından bir ruhsun. Binaenaleyh Rabbin huzurunda bize şefaat eyle; halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. İsâ (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara:

«Gerçekten Rabbim bugün Öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyle bir gadap etmiştir, ne de bundan sonra böyle bir gadap eder. — isâ için günah zikretmemiş— nefsî... nefsî... siz başkasına gidin; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gidin.» diyecek. Bunun üzerine bana gelerek:

— «Ya Muhammed! Sen Resûlüllah ve Hatemü'l-Enbiya'sın. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir; bize Rabbin huzurunda şefaat eyle, halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. Ben de kalkarak arşın altına geleceğim ve (orada) Rabbınıe secdeye kapanacağım. Sonra Allah bana öyle fütuhat verecek ve bana güzel hamdü senalardan öyle şeyler ilham buyuracak ki, öyle fütuhatı benden önce kimseye ihsan etmemiştir. Sonra:

— «Ya Muhammed! Başını kaldır: İste ki isteğin verilsin! Şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin» denilecek. Ben başımı kaldırarak:

— Yarabbi! Ummetî... ümmeti...» diyeceğim. (Bana):

— «Ya Muhammed! Ümmetinden hesaba çekilmiyecek olanları cennet kapılarının sağındakinden cennete koy» denilecek. Bunlar, bu kapıdan mada kapılarda insanlara ortaktırlar. Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, cennet kapılarının iki kanadının arası Mekke İle Hecer arası kadar yahut Mekke ile Busrâ arası kadardır.

Bu hadisi Buhârî «Kitâbu't-Tefsir» ile «Kitabu'E Hadisi'l Embi-ya» da Tirmizî «Kitabû'z-Zühd» de Nesâî «Kitabül Velime» de

İbn Mâce «Kitabu’l Et'ime» de tahriç etmişlerdir.

Hadisin başında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e et yemeği getirildiğinden ve kendisine kol tarafından takdim edildiğinden bahsediliyor ve «Çünkü onu severdi» deniliyor. Kâdî Iyâz’ın beyanına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in. hayvanın kol tarafını sevmesi orası daha lezzetli daha pişkin ve daha kolay hazmedildiği içindir. Tirmizî'nin Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ)'dan rivâyet ettiği bir hadiste:

«Etin kol tarafı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e daha makbul değildi, lâkin eti ancak bayat olarak bulur. Bu sebeple kürek tarafını tercih ederdi. Çünkü o tarafı daha çabuk pişer.» denilmiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Kıyâmet gününde insanların efendisi benim.» buyurması —Haşa — övünmek değil tahdis-i ni'mettir. Allah'ın nimetlerinden bahsederek şükürde bulunmayı zaten Allah ona emir buyurmuştu. Ayni zamanda bu cümle bizim için de bir nasihat ve onun hakkını bize ta'rif sayılır. Âhiret gününde Peygamberleri ile bütün insanların, cinlerin, meleklerin hasılı bütün mahlûkatm büyüğü olunca dünyada da aynı şekilde bütün mah-lûkatın efendisi olacağı evleviyetle sabittir. Kâdî Iy âz şöyie diyor:

«Seyyid: Kavminin büyüğü, başı sıkışınca kendisine iltica edilen kimsedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların hem dünyada hem âhirette seyyididir. Âhirette insanların efendisiyim diye tahsis buyurması, oradaki efendilik daha yüksek olduğu içindir. Çünkü bütün Mahşer halkı, onun büyüklüğünü efendiliğini teslim edecek Âdem (aleyhisselâm) ile onun bütün zürriyeti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sancağı altında neşrolunacaklardır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç bir peygamberin üzerine alamadığı şefâ'at-ı uzmayı bir sözle kabul buyurarak şefaat edecek bu suretle bütün mahlûkatın ulusu olduğunu fiilen gösterecektir. Kıyâmet gününün hevl ve şiddetleri pek büyük olacak güneş insanların tepelerine inecek insanlar onun verdiği şiddet ve izdıraptan, hesap ve azap korkusundan deniz dalgaları gibi kaynaşacaklar nihayet Âdem (aleyhisselâm) dan başlayarak şefâ'at için birer birer ülül azîm peygamberlere müracaatlarda bulunacaklardır. Kendisine müracaat edilen her peygamber o gün Teâlâ hazretlerinin misli görülmedik ve görülmeyecek bir surette gadaba geldiğinden ve kendilerinin de vaktiyle işledikleri birer hatâ sebebiyle Allah'a hesap vermekten korktuklarından ve şefâ'at için huzur-u ilâhiye çıkmaya yüzleri olmadığından bahisle nefsî, nefst... diyerek özür dileyecekler. En sonunda şefaat işini Seyyüdün nas Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine alacaktır.

Allah'ın gadabından murad yerinde de izah edildiği vecihle gadabm lâzimi manâsı yani azap etmeyi irade buyurmasıdir.

Nevevî:

«Allah'ın gadabından murad asilerden intikam alması ve şiddetle azap görmeleri; ehl-i mahşerin çektiği korku sıkıntı ve ıstıraplardır ki bunların daha önceden ne bir misli görülmüş ne de görülecektir. İşte Allah'ın ga-dabının manâsı budur. Nitekim rızasından murad da rahmetinin, lütf-i kereminin iman ehline hasenat sahiplerine tecellisidir. Çünkü Allahü teâlâ hakkında gadap ve rizanin değişmesi müştehildir.» diyor.

Peygamberlerin nefsî, nefsî... demelerinin manâsı şefâ'ata muhtaç ve müstahak olan bizim nefsimizdir demektir. Ehl-i mahşerin Nuh (aleyhisselâm)'a:

«Sen yer yüzüne gönderilen ilk resulsün» demeleri onun ikinci Âdem olmasındandır, kavmi helâk olan ilk resul Nuh (aleyhisselâm) olduğu için ona ilk resul demeleri de ihtimal dehilindedir. Yahut Âdem (aleyhisselâm) ile onun gibi peygamberler bütün dünya sakinlerine gönderilmiş olmadıkları içindir. Çünkü o zaman dünyanın her tarafında insan yoktu. Şu da bir ihtimaldir. Hazret-i Âdem'in risaleti evlâtlarını terbiye ve ta'lim mahiyetinde idi. Onun için Nuh (aleyhisselâm)'a sen yer yüzüne, gönderilen ilk resulsün denilebilir. «Et-Tavzih» nâm eserde: «Ehl-i mahşerin sen yer yüzüne gönderilen ilk resulsün sözünü yer yüzü sakinlerine gönderilen manâsına almak en doğrusudur.» deniliyor. Âdem (aleyhisselâm)'ın hem nebi' hem resul olduğu bazı hadislerden anlaşılmaktadır. Mamafih onun hakkında:

«Nebî'dir. Resul değildir» diyenler olduğu gibi bilâkis: «Resuldür nebi' değildir» diyenler de bulunmuştur. Aynî:

«Sahih olan: Âdem (aleyhisselâm) hem nebi' hem resuldür ona Cebrail (aleyhisselâm) gelmiş Allah tarafından sahifeler getirmiş dişi çocuklarına şeriat öğretmiştir. Binaenaleyh «Âdem (Aleyhimesselâm) resuldür nebî' değildir» diyenlerin sözü fasittir. Çünkü her resul nebî'dir. Nübüvvet risaletin lâzımıdır» demiştir.

Hadiste ismi geçen Hecer Bahreyn'de büyük bir şehirdir. Su küpleri ile meşhur olup bazı hadislerde zikredilen diğer bir Hecer daha varsada bu o değildir. O Hecer Medine-i Münevvere yakınlarında bir köydür. Busra dahi Dimeşk'a üç konak mesafede bulunan ma,ruf bir şehirdir. Bu şehirle Mekke'nin arası bir aylık yoldur derler. Cennet kapılarının ikişer kanatlarının arasındaki mesafenin son derece geniş olduğunu tahyil için bu mesafe Mekke ile Hecer yahut Mekke ile Busra arasındaki mesafeye benzedilmiştir. Hadis-i Şerif Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bütün ins ve cinden peygamberlerden, meleklerden faziletli Hazret-i Âdem'le Nuh, İbrahim, Mûsa ve İsa (sallallahü aleyhi ve sellem) hazaratmın da sair peygamberlerden efdal olduğuna delalet etmektedir.

502- Bana Züheyr b. Harp'ta rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerir, Uma ratü'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti.

Dedi ki: Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Önüne bir kap tirit ve et kondu o (bundaki) koldan yedi. Burası Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in koyundan en sevdiği yerdi. Ondan bir lokma ısırdı ve: «Ben kıyâmet gününde insanların seyyidi olacağım,» buyurdu sonra bir lokma daha ısırarak (tekrar):

«Ben kıyâmet gününde insanların seyyidi olacağım.» buyurdular Eshabının kendisine birşey sormadıklarını görünce: «Bu nasıl olur diye sorsanıza!» dedi Ashab:

«Nasıl olacak Ya Resûlüllah!» dediler Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«İnsanlar Rabbülâleminin huzurunda ayakta duracaklar...» buyurarak Ebû Hayvanın Ebû Zur'adan naklettiği hadis gibi anlattı, yalnız İbrahim- (aleyhisselâm) kıssasında fazla malumat vererek onun yıldız hakkında:

«Benim Rabbim budur; kavminin büyük putu hakkında: Bu işi putların büyüğü şu put yapmıştır. Ve kendisi için ben hastayım dediğini» söyledi ve (sözüne devamla):

«Muhammed'in nefsi yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki cennet kapılarının iki kanadıyla pervazlarının arası Mekke ile Hecer yahut Hecer'le Mekke —arası— gibidir.» buyurdular.

Bu iki cümleden hangisini söylediğini bilemiyorum, dedi.

Hadis-i şerifte zikri geçen »Keyfe» kelimesinin sonuna vakıf halinde «hay-i sekt» nâmı verilen «he» getirilmiştir. Bu kelimenin üzerinde durulduğu zaman mezkûr (hâ) nın getirilmesi hususunda söz yoktur. Ancak sahabe-i kirâmın cümle ortasında aynı kelimenin sonuna (he) getirmeleri iki vecihle izah olunmuştur.

1 - Araplardan bazıları cümle ortasımda vakıf hükümde telâkki ederler.

2 - Ashab (radıyallahü anhüm) Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in telâffuzuna ta'bi' olmuşlardır.

Udâde; kapının iki tarafındaki çerçeve ağaçlarıdır.

Hadis-i şerif talebe bir suâli sormaktan sıkıldığı vakit hocanın suâl yeri geldiğine tenbihde bulunması gerektiğine delildir.

503- Bize Muhammed b. Tarif b. Halifete’l Becelî rivâyet eti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Malik El-Eşca'i, Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hureyre'den naklen rivâyet etti. Bir de Ebû Malik, Rib'iden, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre İle Huzeyfe şöyle dediler: Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdularki:

«Allah Tebareke ve Teâlâ (kıyâmet gününde) insanları bir yere toplayacak. Mü'minler kendilerine cennet yaklaştınlıncaya kadar ayakta duracaklar. (O zaman) Âdem'e gelerek:

«Ey babamız! Bizim için cennefin açılmasını İste!» diyecekler. O da: «Sizi cennetten ancak babanız Âdem'in hafîesi çıkarmadı mı? Ben bu işin ehli değilim. Siz oğlum İbrahim Halilullah'a gidin» diyecek. İbrahim dahi:

«Ben bu İşin ehli değilim. Ben ancak geriden geriye Halil idim. Siz Allah'ın kendisi ile söyleştiği Mûsa (aleyhisselâm)'a gidin» diyecek. Bunun üzerine Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelecekler. O da:

— «Ben bu İşin ehli değilim. Siz kelimetullah ve ruhullah olan İsa'ya gidin» diyecek. İsa (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

— «Ben bu işin ehli değilim» diyecek. Nihayet Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelecekler. O hemen ayağa kalkacak ve kendisine şefaat için izin verilecek, emanetle rahim gönderilerek sıratın sağ ve sol taraflarına duracaklar. Sonra sîzin ilk kafileniz şimşek gibi sırattan geçecek.»

Ben: «Annem babam sana feda olsun! Şimşek gibi geçmek ne demektir?.) diye sordum. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şimşeği hiç görmediniz mi? Göz kırpacak kadar bir zamanda nasıl geçip dönüyor. Sonrakiler rüzgârın geçişi gibi. Daha sonrakiler kuşların geçişi gibi ve insanların koşması gibi geçecekler. Onları böyle koşturan amelleri olacaktır. Peygamberiniz de sırat üzerinde durmuş:

Yarabbİ! Selâmet ver, selâmet! diyecek. Nihayet kulların amelleri âcîz kalacak hatta öyle kimse gelecek ki, ancak sürünerek yürüyebilecek. Sıratın iki tarafında asılı çengeller olacak. Bunlar emrolunduklarını yakalamakla memurdurlar. Bakarsın bazı İnsanlar tırmalanmış kurtulmuş. Bazıları da cehenneme atılmış olacak buyurdular.

Ebû Hüreyre'nin nefsi yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederimki cehennemin dibi yetmiş yıllık yol kadar derindir.

Kıyâmet gününde cennetin mü'minlere yaklaştırılacağı Kur'ân-ı Kerimde

"Cennet takva sahiplerine yaklaştırılacak" âyet-i kerimesi ile beyân buyurulmuştur.

Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)’in:

«Ben ancak geriden geriye Halil idim» sözü tevazu' yoluyla söylenecektir. Bundan murad benim derecem bu kadar yüksek değildir demektir.

Nevevî diyorki:

«Burada hatırıma güzel bir manâ tecelli etti. Bu manâ şudur Hazret-i Ibrahim'in bu sözünden murad: Bana verilen keramet ve ihsanlar Cebrail (sallallahü aleyhi ve sellem)’in aracılığı ile olmuştur. Siz Mûsa'ya gidin. Çünkü onun kelâmullahı işitmesi vasıtasızdır, demektir.»

Müslim şahilerinden Ebû Abdi İlâh Muhammet b. İsmail şöyle diyor:

«Hadiste iki defa verae, verae yani geriden geriye denilmesi peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kelâmullahı vasıtasız işittiğine ve Allah'ı gördüğüne işarettir. İbrahim (aleyhisselâm) mezkûr sözü ile:

«Ben derece itibari ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra gelen Mûsa'dan da sonrayım» demek istiyecektir.

Emanet ile sıla-i rahimin sırat köprüsüne gönderilmeleri ehemmiyet ve mevkileri pek büyük olduğundandır. Bunlar Allah’ın dilediği şekil ve surete girerek müşahhas bir halde sıratın iki tarafına dikileceklerdir.

Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail'in beyanına göre burada cümlede hazif vardır. Manâ şudur. Sıle-i rahim ile emanet sırattan geçenlerden haklarını istemek için sıratın iki tarafına dikilirler.