10- Allahdan Başka İlah Yoktur; Muhammed Allah'ın Resûlüdür... Deyinceye Kadar İnsanlarla Çarpışmanın Emri Babı 133- Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti, (Dedi ki): Bize Leys b. Sa'd, Ukayl'den, o da Zühri'den naklen rivâyet etti. Zühri Dedi ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbete'bni Mer'ud Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan gidin de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği ve araplardan küfredenler küfrettiği zaman Ömerü'bnü'l-Hattâb, Ebû Bekre: şunları söyledi: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): İnsanlar: Allahdan başka ilâh yoktur deyinceye kadar (onlarla) çarpışmaya me'mur oldum; imdi her kim Allahdan başka ilâh yoktur, derse malını ve canını benden korumuş olur. Ancak hakkiyle olursa müstesna! Onun da hesabı Allaha kalmıştır, buyurduğu halde sen nasıl oluyor da insanlarla harb ediyorsun? Ebû Bekir: «Vallahi namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka harb edeceğim. Çünkü zekât, malın hakkıdır. Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vere geldikleri yularları bana vermezlerse, vermediklerinden dolayı onlarla behemehal harb ederim.» dedi. Bunun üzerine Ömerü'bnü’l-Hattâb: «Vallahi iyi anladım ki Allah azze ve celle Ebû Bekr'in kalbine kıtal için fütuhat vermiş. Ve anladım ki bu kıtal bakmış» dedi. Bu hadîsi Müslim (rahimehüllah) Ebû Hüreyre, Câbir, Abdullah b. Ömer ve Târik (radıyallahu anhüm) hazeratından tahric ettiği gibi Buhârî (rahimehüllah) dahi Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer ve Enes (radıyallahu anhüm)'den namaz ve zekât bahislerinde rivâyet eylemiştir. Hadîs diğer sahih kitaplarda da mevcuddur. «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan gidip de ondan sonra Ebû Bekir halife seçildiği ve araplardan küfredenler küfrettiği zaman...» ifadesini Hattâbi uzun uzadıya ve güzel bir şekilde şerh etmiş; Nevevî'de bunu beğenerek Müslim şerhine almıştır. Hulâsası şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in irtihalinden sonra dinden dönenler iki sınıftır: Bunların biri tamamiyle dinden irtidâd edefek küfre dönmüştür. Hazret-i Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın anlatmak istediği işte bunlardır ki, iki taifeye ayrılırlar: Birinci taife Müseylemetü'l-Kezzâb'ın Peygamberlik iddiasını tasdik eden Benî Hanîfe ile onlara tâbi' olanlar; Ve el-Esvedü’l-Ans î'nin peşinden giden Yeme h'lilerle onlara tâbi olanlardır. Bu fırkaya mensub olanların cümlesi Hazret-i Muhammec Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini inkâr ediyorlardı. Hazret-i Ebû Bekir bunlarla harbetti. Binnetice Müseyleme'yi Yemame'de, El- Ansî'yi de Sanâ'da tepeletti ve onlara tâbi' olanların ekserisini helâk etti. Kurtulabilenler de dağılıp kaçtılar. İkinci taife dinden dönerek şeriatın bütün ahkâmını inkâr ve namaz, zekât gibi bütün ibâdetleri terkedenlerdir. Bunlar tamamiyle cahiliyyet devrindeki hallerine dönmüşlerdi. Bu sebeple Mekke, Medine mescidleriyle el-Bahreyn'deki Abdülkays mescidinden başka ibâdete açık mescid hemen hemen kalmamış gibi idi. Müslümanlar, Allah’ın yardımı yetişinceye kadar bir hayli sıkıntı çektiler. İkinci sınıf mürtedler namazla zekâtı birbirinden ayıranlardır. Bunlar namazın farz olduğunu kabul ediyor, fakat zekâtı tanımıyorlardı. Ha-kikatta mürted değil bâgi idiler. Ancak mürtedler arasına karıştıkları için onlara da mürted denilmiştir. Zekât vermeyenlerin içinde onu vermek isteyenler bile vardı. Yalnız reisleri buna mani' olduğundan veremiyorlar-dı. Benî Yerbû' kabilesi bunlardandır. Mezkûr kabile kendi aralarında zekâtlarım toplamış; tam Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'a göndermek üzere iken Mâlik b. Nüveyre buna mani' olmuş; ve toplanan zekât mallarım kabileye dağıtmıştır. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın Ebû Bekir (radıyallahü anh)'a ı'tıraz eüeıch münakaşaya girişmesi bunlar hakkındadır. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın i'tirazı hadîsin zahirine baktığı ve üzerinde fazla durmadığı içindir. Ebû Bekir (radıyallahü anh) ise şartları ifa edildiği takdirde meselenin mal ve can dokunulmazlığını tazammun ettiğini kasd-ederek: «Zekât malın hakkıdır.» demişti. Hasılı Hazret-i Ebû Bekir, namaz kılmaktan imtina' edenlerle harb edileceğine ashâb-ı kirâmın icmaı bulunduğunu bildiği için zekât meselesini namaza kıyas etmiş; Hazret-i Ömer ise hadîsin umumu ile ihticacta bulunmuştu. Bu hâdise âmmın kıyasla tahsis edilebileceğine ve bir hüküm hakkında vârid olan emrin tazammun ettiği bütün şart ve istisnaların o hükmün sahih olabilmesi için muteber sayılacağına delildir. Hazret-i Ömer, Ebû Bekir (radıyallahü anh)'in haklı olduğunu, gösterdiği delilden anlayarak kabul edince, harbin lüzumu hususunda ona tâbi' olmuştur. Dalâlet fırkalarından Râfiziler Hazret-i Ebû Bekir'in, müslüman-ları esir eden ilk hükümdar olduğunu söyleyerek ona ta'n ederler. Akıllarınca Ebû Bekir (radıyallahü anh)’ın esir aldığı âsiler mürted değil, müteevvil müslümanlarmış. Çünkü Teâlâ hazretlerinin: «Onların mallarından, kendilerini temiz pak edeceğin bir zekât al...» mealindeki âyet-i kerîmesi ve emsali hitablar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hâsmış. Zira zekât sahibini hiç bir kimse Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar temiz pak edemezmiş. Böyle bir şüphe karşısında ise zekâtlarını vermeyen mürtedler ma'zur görülerek öldürülmemek icâbeder-miş,.. Bu sözlerle Râfiziler Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'a zulüm isnad etmeye çalışırlar. Hattâbî: «Bunlar dinden nasipleri olmayan bir kavimdir. Sermayeleri yalnız yalan ve iftira, bir de selef-i salihîne atıp tutmaktır...» diyerek Râfizilerin kimler olduğunu güzel bir şekilde beyân etmiştir. Mürtecilerin bir değil bir kaç sınıf olduğunu az yukarıda gördük. Bunların içinden namazı, zekâtı ve bütün dinî ahkâmı inkâr edenlerine ashâb-ı kirâm kâfir hükmünü vermişlerdi. Onun için Ebû Bekir (radıyallahü anh) onları esir etmiş; sahabenin ekserisi de ona yardım etmişti. Hatta Hazret-i Ali (radıyallahü anh), Benî Hanîfe kabilesinden esir edilen bir câriye almış. Muhammedü'bnü'l.Hanefiyye ismindeki oğlu bu cariyeden doğmuştur. Ancak sonraları ashab, mürteddin esir alınamayacağına ittifak etmişlerdir. Râfizilerin zekât almayı emreden âyeti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsusmuş gibi göstermeye çalışmaları bir mugaletadır. Âyet-i kerîme bütün müslümanlara âmm ve şamildir. Filvaki' Kur'ân-ı Kerîm'-de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hâss emirler vardır. Fakat bunların ona mahsus olduğu hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde beyan edilmiştir. «Gecenin bir kısmında o Kur'anla, sana mahsus bir ziyade farz olmak üzere namaz kıl.» — İsrâ: 79 mealindeki âyet-i kerime bunlardandır. Hulâsa: Kur'ân-ı Kerîm'in. hitabları üç kısımdır: 1- Umumî hitaplar: «Ey îman edenler namaza kalkmak İstediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayın...» — Mâide: 7 — gibi. 2- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hâss olan hitablar: «Yalnız sana mahsus olmak üzere... mü'minlere caiz değil.» Azhâb: 50 — gibi. 3- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tevcih buyurulan fakat onunla bir-likde ümmeti de murad edilen hitaplar: «Namazı zevâl vaktinden sonra kıl...» — İsrâ:78 — gibi. Zekât âyeti de bunlardandır. Binaenaleyh Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den sonra müslümanların başına geçen zatın zekât toplama hususunda da onun izinden gitmesi icâb eder. Bu gibi âyetlerde hitabın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tevcih buyurulması, Allah'a imana da'vet eden ve Allah'dan gelen ayetlerin ma'nasım beyan buyuran O olduğu içindir. Tâ ki gelen emre imtisal, Onun beyan ettiği vecihle olsun. Hattâbî diyor ki: «Bâgîler hakkında şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Bu adamlar zekâtın farz olduğunu inkâr ettikleri halde nasıl müslüman sayıldılar? Zamanımızda da bir kısım müslümanlar zekâtı inkâr etseler tunlara müslüman hükmü verilebilir mi? Cevap: Hayır, bu zamanda zekâtı inkâr eden kimse bütün müslümanların icmaile kâfir olur. Çünkü bu günün müslümanlarıyla o günün müslümanlan arasında fark vardır. Onların zamanında İslâmiyet henüz teessüs ediyordu. Nesih vaki' olarak bazı ahkâmın değişmesi ihtimali vardı. Müslümanlar, bu dini yeni kabul ettîkelri için onu henüz lâyıkiyîe bilmiyorlardı. Bu sebeble şüpheye düşmüşlerdi. Bu gün ise böyle bir şey yoktur. Müslümanlık alabildiğine yayılmış; şüyu' bulmuş âlim, câhil, hass, âmm bütün müslümanlar zekâtın farz olduğunu Öğrenmişlerdir. Binaena- , leyh te'vil yolu arayarak onu inkâr eden hiç bir kimse ma'zur sayılamaz. Din Bâbında farziyetine icmâ-ı ümmet vâkV olan namaz, zekât, oruç, cü-nüplükten temizlenme ve emsaliyle zina, içki ve mahrem olan akraba ile evlenmek gibi haram olduğu herkesçe bilinen hükümlerden birini inkâr eden dahi asla ma'zur olamaz. Şu kadar var ki yeni müslüman olan birisi dinin bütün ahkâmını bilemeyeceği cihetle bilmeyerek bazılarını inkâr etse kâfir olmaz. Bunun hâli sadr-ı İslâmdaki hâgîlerin hâli gibidir. Dinin herkesçe ma'lum olmayan ahkâmına gelince: Bunlar, bir kadının teyzesi veya halasıyla bir nikâh altına alınmasının haram olması, ninelere mirasın altıda birinin verilmesi gibi şeylerdir ki, bunlardan birini inkâr eden kâfir olmaz. Çünkü bu gibi şeyleri herkes bilmez.» Yine Hattâbî'ye göre bâgîler hakkındaki te'vile sebeb olan şüphe Ebû. Hüreyre'nin rivâyetinde hadîsin bir çok yerlerinin hazfe-dilmesinden doğmuştur. Buna sebeb de Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'ın hadîsi olduğu gibi nakletmek değil, Ebû Bekir ile Ömer (radıyallahü anhüma) arasında geçen münakaşayı anlatmak, istemiş olmasıdır. Galiba Hazret-i Ebû Hüreyre muhataplarının hâdiseyi bildiklerine i'timad ederek bütün kıssayı hikâye etmemiştir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) hadîsinin muhtasar bırakıldığı, ayni hadîsin İbn Ömer ve Enes (radıyallahü anhüma) rivâyetinden anlaşılmaktadır. Maamafih hadîsin üçüncü tarikinde görüleceği vecihle Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın dahi mufassal rivâyeti vardır. İbn Ömer (radıyallahü anh) rivâyeti az ileride gelecektir. Enes (radıyallahü anh) rivâyeti şudur:. «Allahdan başka ilâh yoktur; Muhammed onun kulu ve resulüdür diye şehâ-det edinceye ve bizim kıblemize dönünceye, kestiklerimizi yeyinceye, bizim namazımızı kılıncaya kadar insanlarla cenk etmeye rıe'mur oldum. Bunları yaptılar mı artık bize onların canlar) ve malları haram olur. Ancak hakkiyle olursa (Söylenenlerden birini bırakırlarsa) o başka. Müslümanların lehine olan onların da lehine, aleyhine olan onların da aleyhine olur.» Ebû Bekir ile Ömer (radıyallahü anhüma)'nin buradaki muhaverelerinden anlaşılıyor ki onlar, İbn Ömer, Enes ve Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) hazerâtınm rivâyet ettikleri ziyadeleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işitmemişler. Çünkü Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bu ziyadeleri işitmiş olsa Ebû Bekir (radıyallahü anh)'a muhalefet etmez ve hadîsi hüccet göstermezdi. Zira hadisdeki ziyadeler kendi aleyhine delildir. Ebû Bekir (radıyallahü anh)'da ziyadeleri işitmiş olsa onları delil gösterir; Kıyasla ihticâc eylemezdi. Her halde İbn Ömer, Enes ve Ebû Hüreyre hazerâti, rivâyet ettikleri bu ziyadeleri başka meclislerde işitmiş olacaklardır. «Allahdan başka ilâh yoktur deyinceye kadar insanlarla cenk etmeye me'mur oldum...» cümlesi hakkında Hattabî şunları söylemiştir: «Ma'lûmdur ki, bununla ehl-i kitab değil put perestler kasdedilmiştir. Çünkü ehl-i kitab: Allah'dan başka ilâh yoktur derler ama yine de kendileriyle harb olunur, tepelerinden kılıç kalkmaz. «Hesabı da Allaha kalmıştır» cümlesinin ma'nası: sakladıkları ve gizlice yaptıkları şeyler hususundaki hesapları demektir. Yoksa açıkça ihlâl ettikleri vâcib ahkâm değildir. Bu hadîsde, içinde küfrü gizlediği halde dışından müslüman görünen kimsenin müslümanlığı kabul edileceğine delil vardır. Ekser-i ulemanın kavli budur. İmâm Mâlik, zındığın tevbesinin kabul edilmeyeceğine kaildir. Bu kavil İmâm Ahmed b. Han-bel'den de rivâyet olunmaktadır.» Kâdî Iyaz'da Hattâbi'nin sözünü ele alarak onu biraz daha izah etmiş ve şöyle deditir: «Mal ve can doknulmazlığının yalnız, Allah'dan başka ilâh yoktur diyenlere mahsus oluşu imana icabetin ifadesidir. Bu sözle kasdedilenler Arap müşrikleriyle putperestler ve bir Allah tanımayanlardır. İlk defa İslâm'a da'vet olunanlar ve bu uğurda kendileriyle harbe dilenler bunlardır. Tevhidi ikrar edenlere gelince: Onların dokunulmazlığı için yalnız «Allah'dan başka ilâh yoktur» demeleri kâfi değildir. Çünkü bunu onlar küfür halinde iken de söylüyorlardı. Zaten Allah'ı birlemek onların i'tikadlan cümlesindendir. Bundan dolayıdır ki başka bir hadîsde: «Benim de Allah'ın Resûlü olduğumu söyleyinceye ve namazı kılıp zekâtı verinceye kadar...» buyurulmuştur.» Kâdi Iyaz'in bu izahatına Nevevî'de şunları ilâve ediyor: «Ben derim ki; Bütün bunlarla beraber Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in getirdiği şeylerin hepsine inanmak da lâbüddür. Nitekim Hazret-i Ebû Hüreyre'nin diğer rivâyetinde vardır.» cümlesi (Ra)nın tahfifiyîe şeklinde de rivâyet olunmuştur. Bu cümleden murad: «Vallahi namaz hakkında itaat edip zekâtı inkâr etmek veya vermemek suretiyle bu iki ibâdeti birbirinden ayıranlarla mutlaka harb edeceğim» demektir. Ayni cümle hâkim meclisinde olmasa bile hin-i hacette yemin etmenin caiz olduğuna delildir. Hadîsde geçen «Ikaal» kelimesi Buhari'nin bazı rivâyetlerinde «Anâk» diye zikredilmiştir. Anâk: dişi oğlak ma'nasınadır. Bu rivâyetlerin ikisi de sahihtir; ve Hazret-i Ebû Bekir'in sözünü iki defa tekrarlayarak birinde (Ikaal) diğerinde (Anâk) dediğine hamledilir. Ikaal kelimesinin ma'nası üzerinde öteden beri ihtilâf olunagelmiştir. Bazılarına göre Ikaal: bir senenin zekâtı demektir. Lügatta dahi bu manaya meşhurdur. Lügat ve fıkıh ulemasından bir cemaatin kavli budur. Bunlara göre devenin ayağını bağladıkları ipe de Ikaal denirse de burada murad o değildir. Çünkü zekâtda ipi vermek icabetmez. ipten dolayı harb-etmek de caiz değildir. Binaenaleyh hadîsdeki ikaali bu ma'naya almak doğru değildir. Muhakkik ulemadan bir çoklarına göre buradaki ikaalden murad iptir. Bu kavil İmâm Mâlik'ten de rivâyet olunur. « Et-Tahrir» nâmındaki Müslim Şerhinin sahibi de onu ihtiyar etmiş ve şunları söylemiştir: «İkaalden murad: bir yılın zekâtıdır, diyenlerin sözü hatadır; ve arap-ların usulünü terk etmek demektir. Zira bu söz darlık, sıkıntı ve mübalağa yerinde söylenmiştir. Binaenaleyh harbe sebeb gösterilen şeyin pek az ve kıymetsiz olmasını iktiza eder. Bir yılın zekâtı manâsına alınırsa bu mâna hasıl olmaz. Ben bunu ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Allah hırsıza la’net eylesin. Yumurtayı çalar; ondan dolayı eli kesilir, ipi çalar; eli kesilir.» hadis-i şerifindeki yumurtayı, harpte başa giyilen miğfer; İpi de gemi halatı diye tefsir eden zatın mantıksızlığına benzetiyorum. Halbuki mezkûr iki şeyin kıymetleri pek çok altına baliğ olur.» Bu bâbta muhakkik ulemadan biri şöyle diyor: «Bu söz Arap lisanını ve arapların sözlerinin yerlerini bilen bir kimseye göre câiz değildir. Çünkü burası hırsızın çaldığı şeyi çok gösterme yeri değil ki, bir çok altınlar değerindeki bir yumurta ile hırsızın taşıyamayacağı bir ip diye tefsir edilsin, «Allah filanın belasını versin; bir dizi cevahir için kendisini hırsızlık cezasına çarptırdı.» demek arabın da âdeti değildir acemin de. Bu gibi yerlerde âdet: «Allah belasını versin çürük bir ip için yahud bir yumak kıl için elinin kesilmesine sebep oldu.» demektir. Böyle bir şey ne kadar kıymetsiz ise o derece beliğ olur.» Nevevî dahi « Et-Tahrir » sahibinin mutâleasına iştirak ile: «Doğrusu Onun ihtiyar ettiği şekildir... diyor. «Anladım ki bu kıtal hakmış.» cümlesinden murad: Hazret-i Ebû Bekir'in gösterdiği delilden Onun haklı olduğunu anladım demektir. Yoksa Ömer (radıyallahü anh) Hazret-i Ebû Bekir'i taklid etmemiştir. Çünkü kendisi de müetehiddir. Müctehidin müetehidi taklid etmesi caiz değildir. Râfiziler Hazret-i Ömer'in Ebû Bekir (radıyallahü anh)'ı taklid ettiğine kaildirler. Bittabi bu onların apaçık bir cehaletidir. 134- Bize Ebû't-Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya ve Ahmed b. İsâ rivâyet ettiler. Ahmed: Bize Tahdis etti dedi. Diğer ikisi: Bize İbn Vehb haber verdi dediler. İbn Vehb Dedi ki: Bana Yunus, İbn Şi-hab'dan naklen haber verdi. İbn Şihâb Dedi ki; Bana Saidü'bnü'l-Müseyyeb rivâyet etti ki, Ebû Hüreyre kendisine şunları haber vermiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah'dan başka ilâh yoktur deyinceye kadar insanlarla cenk etmeye me'mur oidum. Binaenaleyh her kim Allahdan başka ilâh yoktur, derse malını ve canını benden korumuş olur. Ancak hakkiyle (öldürülmüş) olursa o başka, hesabı ise Allâha kalmıştır.» buyurmuşlar. 135- Bize Ahmed b. Abdete'd-Dabbiy rivâyet etti. (Dediki):Bize Abdülaziz yani ed-Derâverdi, el-Alâ dan rivâyet eyledi. H. Bize Ümeyyetü'bnü Bistâm da rivâyet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Yezid b. Zürey' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ravh , el-Alâ' b. Abdirrahman b. Ya'kub'dan o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar: «İnsanlarla: Allah'dan başka ilâh yoktur deyerek bana ve getirdiklerime imân edinceye kadar cenk etmeye me'mur oldum. Bunu yaptılar mı canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak (İslâm haklarından) bir hak karşılığı olursa o başka! (Bâtınî) hesapları da Allah'a kalmıştır.» Bu rivâyet yukarıki rivâyetlerde muhtasar bırakılan yerleri beyan etmektedir. Ve bir kimse İslâm dinine tereddüdsüz, Kat'î bir i'tikadla iman ederse bu imanın kâfi geleceğine, o kimseye mü'min denileceğine; mü'min olmak için mutlaka kelâm ulemasının gösterdikleri delilleri öğrenmek vâcib olmadığına delildir ki, selef ve halefin cumhûru ile muhakıkîn ulemanın mezhepleri de budur. Bazı kelâm ulemasiyle mu'tezilenin ekserisine göre ise Allah’a, varlığının delillerini bilerek iman etmek şarttır. Bu şekilde iman etmeyenlere mü'min denilemez. Mu mezhep için Nevevî: «Aşikâr bir hatâdır.» dedikten sonra şunları söylüyor: «Çünkü murad olan, kat'î tasdiktir; o da hasıl olmuştur. Bir de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği şeylere iman hususunda tasdik ile iktifa etmiş; onları delilleriyle bilmeyi şart konmamıştır. Bu hususta sahîhaynda peyderpey bir çok hadîsler rivâyet olunmuştur ki, nıecmu'u ile tevatür ve kat'î husul bulur.» 136- Bize Ebû Bekir b. Ebû Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyâs , El-A'meş’den, o da Ebû Süfyan'dan , o da Câbir'den: ve (Yine El-A'meş), Ebû Sâlih'den , o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Câbir ile Ebû Hüreyre tıpkı İbn'l-Müseyyeb’in Ebû Hüreyre'den rivâyet ettiği gibi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «İnsanlarla cenk etmeye me'mur oldum...» buyurdu; demişler. H. 137- Bana (Yine) Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivâyet eyledi. H. Bana Muhammed b. el-Müsennâ dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman yani İbn Mehdi rivâyet etti. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. el'Müsenna ikisi de dediler ki: Bize Süfyân, Ebuz Zübeyr’den, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); «İnsanlarla: Allah'dan başka ilâh yoktur deyinceye kadar cenk etmeye memur oldum. Altah'dan başka ilâh yoktur dediler mi mallarını, canlarını benden korumuş olurlar. Ancak (İslâmın haklarından) bir hak karşılığı olursa o başka. (Bâtınî) hesapları da Allaha kalmıştır.» buyurdular. Sonra: «Sen ancak bir nasihatçısın. Onların üzerine musallat değilsin.» âyetini okudu. Müzekkiri; müfessirler vaiz diye tefsir etmişlerdir. Müseytır: Mûsallat manasınadır. Sahip ve cebbar mânalarına dahi gelir. O gün için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vazifesi nasihattan ibaretti. Sonra kendisine düşmanla harb etmek emrolundu. 138- Bize Ebû Gassân el-Mismaî Mâlik b. Abdilvâhid rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdühnelik b. Es-Sabbâh, Şu'be'den, oda Vâkid b. Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer'den, o da babasından, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivâyet etti. Abdullah b. Ömer Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdet, namazı ikaame ve zekâtı edâ edinceye kadar insanlarla cenk etmeye me'mur oldum. Bunları yaptılar mı canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâmm haklarından bir hak karşılığı olursa o başka! (Batınî) hesapları da Allah'a kalmıştır.» Taberânî'nin «El-Evsat» nâm eserinde Hazret-i Enes (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadîse göre bu rivâyetlerde istisna edilen İslâm haklarından muradın neler olduğu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sorulmuş. Cevaben: «Evlendikten sonra zina, müslüman olduktan sonra irtidâd, bir de insan öldürmektir. Bunlara mukabil öldürülebilir» diyerek izah buyurmuşlardır. 139- Bize Süveyd b. Said ile İbn Ebî Ömer rivâyet ettiler. El-Fezârî'yi kasdederek dediler ki: Bize Mervân (119), Ebû Mâlik'den, o da babasından naklen rivâyet etti. Babası Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Her kim Allah'dan başka ilâh yoktur der de Allah'dan başka tapılan şeylere küfrederse onun malı ve canı(na dokunmak) haramdır. (Bâtınî) hesabı ise Allah'a kalmıştır.» buyururken işittim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların kalblerinde neler gizlediklerini Öğrenmeğe me'mur değildir. Zaten bu bir sır olduğu için onu Allah'dan başka bilecek yoktur. Bundan dolayı hadîsin bütün rivâyetlerinde Allah ve Resûlün'e şehâdet, bazılarında namaz kılmak, zekât vermek ve Allah tarafından getirdiği her şeyi dil ile ikrar etmek istenilmiştir. Çünkü zahirde bir kimsenin müslüman olduğuna delâlet eden şeyler bunlardır. Bunları yapana mü'min denilir. Gönülden geçen veya kalpte gizlenen sırlardan dolayı hesaba çekmek ise yalnız Allah'a aiddir. Ulemamız bu babta: «Biz İnsanların dışına göre hüküm veririz; içine göre hüküm vermek ise Allah'a mahsustur» demişlerdir. 140- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid el-Ahmer rivâyet eyledi. H. Bu hadîsi bana Züheyr b. Harb dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Harun rivâyet etti. Zübeyr ile Yezid'in her ikisinin Ebû Mâlik'den, onunda babasından naklen rivâyetine göre Ebû Mâlik'in babası Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Her kim Allah'ı tevhid ederse...» buyururken îşitmiştîr. Sonra Ebû Mâlik (yukariki) hadîsin benzerini zikretmiş. |