9- İki Kelime-i Şehadete ve İslamın Şeriatlarına Da'vet Bâbı Bu bâbta Hazret-i Muâz (radıyallahü anh)'in Yemen'e gönderilmesi meselesi görülecektir. Muâz (radıyallahü anh) hadîsi müttefekun aleyhtir. 130- Bize Ebû Bekir İbn Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve İshak b. İbrahim toptan Vekî'den rivâyet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Vekî', Zekerîyya b. İshâk'tan rivâyet etti. Dedi ki: Bana Yahya b. Abdillah b. Sayfi, , Ebû Ma'bed'den , o da İbn Abbâs'tan, o da Muâz b. Cebel'den işitmiş olmak üzere rivâyet eyledi. Ebû Bekir dedi ki: Galiba Veki', İbn Abbâs'dan diyerek rivâyet etti. Muâz şöyle dedi: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni (Yemen'e) gönderdi. Buyurdu ki: «Gerçekten sen ehl-i kitaptan mâdut bir kavme gidiyorsun. İmdi onları; Allâhdan başka ilâh olmadığına benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şehâdet getirmeye davet eyle. Eğer buna itâât ederlerse kendilerine bildir ki, Allah cidara her gün ve gecede beş vakit namaz farz kılmıştır. Buna da itaat ederlerse onlara bildir ki, Allah kendilerine, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir zekât farz kılmıştır. Şayed buna da itâat ederlerse sakın mallarının en kıymetlilerini alma! Mazlumun (bed) duasından da korun! Çünkü bu dua île Allah'ın arasında perde yoktur.» İmâm Müslim (rahimehüllah) bu hadîsin isnadında dahi son derece ihtiyatlı ve dikkatli davranmış; ve birinci rivâyette «an Muâz» demiş; ikinci rivâyette ise «enne Muâzen» ta'birini kullanmıştır, «an» ile «enne» edatlarının ma'naları arasında ise fark vardır. Vakiâ cumhûr-u ulemaya göre ikisinin ma'naları birdir. Ve ikisi de hadîsin muttasıl olduğunu ifade ederlerse de bir çok ulema iki edat arasında fark görmüş ve «enne» ile rivâyet edilen hadîsin mürsel hükmünde olduğunu söylemişlerdir. Şu var ki buradaki irsali sahâbî yaptığı için hadîs yine muttasıl hükümündedir, Ekseri ulemanın kavli budur. Bu hususta muhalefet eden yalnız, Ebû İshâk-ı Esferâînî'dir. Ona göre sahâbinin mürseli ile ihticac olunamıyacağı için İmâm Müslim ihtiyatlı davranmış ve her iki rivâyet şeklini göstermiştir. Bu hadîs kütübü sittenin hepsinde rivâyet edilmiştir. Buhârî onu, Tevhîd, Cenâiz, Megâzî, Zekât ve Mezâlim bahislerinde muhtelif ravîlerden tahric etmiş; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'de yine muhtelif râvilerden zekât bahsinde rivâyet eylemişlerdir. Tirmizî'nin rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Muâz'ı Yemen'e vali olarak gönderirken kendisine şu suâlleri tevcih buyurmuştur: «Yemen'de ne ile hüküm vereceksin ya Muâz?» Muâz buna: «Allâhın kitâbîle...» cevabını vermiş. «— Kitabda bulamazsan ne yaparsın?» sualine; «— Resûlüllahın sünneti ile hükmederim...» diye mukabele etmiş; «— Ya sünnetde de bulamazsan?» sualine de: «—Kendi re'yimle İctihad ederim...» cevabını vermiştir. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Resûlünün elçisini Resûlünün hoşnud olduğu şeye muvaffak eyleyen Allah'a hamdolsun» buyurmuşlardır. Muâz (radıyallahü anh)'ın Yemen'e vali gönderilmesi Tebük gazasından sonra yani dokuzuncu hicrî yılda vuku' bulmuştur. Bir rivâyette Hazret-i Muâz son derece cömerd bir zât olduğundan borçlanmış; ve nihayet alacaklıların müracaatı üzerine bütün malı alacaklılarına dağıtılarak elinde avucunda bir şey kalmamış. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini Yemen'e vali ve kaadî olarak göndermiş ve: «Ola ki Allah mâlî vaziyetini İslah eyleye!» buyurarak, zekât memurlarının topladığı zekât mallarını tesellüme de onu tevkil eylemiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yemen'i beş vilâyete ayırmış; bunlardan San'a vilâyetine Hâlid b. Said-i Kinde'ye Muhacir bin Ebî Ümeyye'yi, Hadra Mevt'e Ziyâd bin Lebîd'i, Cened'e Muâz'ı, Zebid ve Aden'e Ebû Mûse'l-Eş'arî'yi vali göndermiştir. Yemen'liler ehl-i Kitâb idiler. «et-Telvih» nâm eserde bunların Yahûdi oldukları kaydedilmektedir. İslama da'vet, her sınıf halkın i'tikadına göre yapılmak icabeder. Bundan dolayıdır ki ehl-i kitâb yani Allah ve Peygamber tanıyan bir kavme gönderilen Muâz (radıyallahü anh)'a Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kelime-i şehâdetten işe başlamasını emir buyurmuştur. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Ehl-i kitâb nâmı verilen yahu-dilerle hıristiyanlar Allah ve Peygamber tanıdıklarına göre bunları ayni şeyleri kabul ve tasdikâ da'vet etmek hâsılı tahsil olmaz mı? Cevab: Hayır olmaz. Çünkü ehl-i kitâb her ne kadar Allah'in varlığını i'tiraf etseler de ona şerik koşmaktan hâli kalmazlar. Meselâ hıristiyanlar: «İsâ Allahın oğludur» derler. Yahûdiler dahi «Üzeyr (aleyhisselâm) Allah'ın oğludur» iddiasında bulunurlar. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'-in peygamberliğini ise ya hiç kabul etmezler yahud kendilerine gönderildiğine inanmazlar. Bittabi böyle sakat inançlara seran îman denilemez. Onun için ehl-i kitâb her şeyden evvel Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onun Resûlü olduğuna şehâdet getirmeye da'vet edilmişlerdir. Bu hususta Kâdi Iyâz şunları söyler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Muâz'a, evvela yemenlileri Allah'ı tevhîd ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini tasdike da'vet etmesini emir buyurması, onların Allahü teâlâ'yı bilmediklerine delildir.» Yahûdilerle hıristiyanlar hakkında hâzik kelâm ulemasının mezhebi de budur. Yahûdilerle hıristiyanlar her ne kadar ibâdet ederek ellerindeki sem'i deliller icâbı Allah'ı bildiklerini göstermek isterlerse de onlar hakikatta Allah'ı bilmezler. Gerçi akıl, bir peygamberi tanımayan kimsenin Allahü teâlâ'-yı bilmesini mümteni' saymaz ama böylesi hakkında Kâdi Iyaz şöyle der: «Allah'ı mahlûkatma benzeten ve onu cisimleştiren Yahûdilerle ona çocuk veya zevce izafe eyleyen yahud ona hululü, intikali ve imtizacı caiz gören hıristiyanlar; Keza Allah'ı, lâyık olmadığı sıfatlarla vasıflandıran veya ona şerik izafe eden ve mahlûkaatı hakkında muarız davranan me-cûsilerle seneviyye fırkaları Allah'ı bilmemişlerdir. Binaenaleyh onlar kendisine ibâdet ettikleri mabutları için «Allah» da deseler Allah o değildir. Çünkü o vacibu i-vücûd olan Allah'ın sîfatlariyîe mevsuf değildir. Şu halde Yahûdilerle Hıristiyanlar Allah u Azîmüşşânı bilmiyorlar demektir...» Ulemadan bazılarına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Yemenlilerden iki şehadeti getirmelerini istemesi, bunlar dinin temeli olduğu içindir. Zira temel olmazsa dinin fürûuna aid hiç bir şey sahih olamaz. «Dinde ilk vâcib olan şey ikrardır» diyenlerin delili buradaki şehâdet emridir. Fakat bu istidlale i'tiraz edenler vardır. Derler ki: «Burada iki şehadeti getirmeye da'vetten murad: harp başlarken düşmana yapılan da'vetür. Bunun vâcib olup olmadığı ihtilaflı ise de hadis-i şerif vâcib olduğuna delâlet etmektedir. Dinde ilk vâcib olan şeyin ikrar olup olmaması ihtilâfı ise bulûğ zamanına mahsustur.» Hadis-i şerifde günle gecede beş vakit namaz emredildikten sonra: «Buna da itaat ederlerse...» buyurulmuştur ki bu itaatin iki veçhe ihtimali vardır: 1- Namazın kendilerine farz kılındığını ikrar etmeleri; 2- Bilfiil namaz kümak suretiyle itaatte bulunmaları. Hadisde namazın farz kılındığı haber verildiğine göre buradaki işaret ona aid olmakla birinci vechin tercihini gerektirdiği gibi, namazın kendilerine farz kılındığını duydukları vakit hemen kılmış olsalar bunun da kâfi geleceği, vücubunu ikrar etmelerinin şart olmayışı da ikinci vec-h;n tercihini iktiza etmektedir. Zekâtın namazdan sonra zikredilmesi tertib-i vücubî değil tertib-i beyanîdir. Yani evvela namaz, sonra zekât farz-olur, manasına değildir. Burada şöyle bir tahmin yürütenler de vardır: Yemenliler kendilerinden istenilen iki şehadeti getirmek suretiyle İslama girerler de namazın farz kılındığını kabul etmezlerse bu yaptıkları, küfür ve irtidâd olur. Artık onların mallarıda ganimet olacağı için zekât vermekle me'mur olmayıp katledilirler. Namazın evvel, zekâtın sonra zikredilmesi bundan olabilir. Oruçla hacc ise hadîsde hiç zikredilmemişlerdir. Halbuki o zamana kadar her ikisi de farz kılınmışlardı. Oruç hicretin ikinci yılında, hacc ise hicretin dokuzuncu yılında Hazret-i Muâz, Yemen'e gönderilmezden bir kaç ay Önce farz kılınmıştı. Zaten Muâz (radıyallahü anh)'ı Yemen'e göndermek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in son icrââtı olmuştu. Çünkü bir rivâyete göre o Yemen'de iken Hazret-i Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) irtihal eylemiştir. Ekser-i ulemanın kavli bu olmakla beraber ikinci bir rivâyete göre Muâz (radıyallahü anh), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken Yemen' den dönmüştür. Hatta bu rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e secde etmiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gadaba gelerek: «Bu ne?» diye sormuş. Muâz: «Ben Yahûdilerle hiristiyanlardan böyle gördüm; hahamlarına ve papaslarına secde ediyorlar.» cevabını vermiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Halt etmişler. Secde ancak Allahü teâla'ya olur.» buyurmuş. İbn Salâh'a göre oruçla hacem bu hadîsde zikredilmemesi ravîlere aid bir hatâdır. Yoksa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara da zikretmiştir. Fakat Kurtubî, İbn Salâh'in fikrinde değildir. O na göre bu hadis meşhurdur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları da zikretse mutlaka bize nakledenler bulunurdu. Nakledilmediğine göre onları söylemediği anlaşılıyor. Buna sebep o zaman Yemenlilere nisbetle daha mühim ve müekked olan şeyleri bildirmek istemiş olmasıdır. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in daima âdeti bu idi. Zekât olarak alınması yasak edilen en kıymetli mallardan murad: en sütlü, en yapağıh, en semiz ve en gösterişli olanlarıdır. Bunların alınmaması mal sahiplerine bir lütuftur. «Çünkü bed duâ ile Allah arasında perde yoktur.» ifadesinden murad: bu duanın reddedilmeyerek derhal kabul olunmasıdır. Hatta Dâre Kutnî'nin rivâyetinde, bed duâ eden kâfir bile olsa duasının kabul edileceği bildirilmiştir. 131- Bize İbn Ebi Ömer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Biş-rü'-bnü'-Seriy rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyya b. İshak rivâyet etti. H. Bize Abd b. Humeyd de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âsim , Zekeriyya b. İshak'dan, o da Yahya b. Abdillah b. Sayfi'den, o da Ebû Ma'bed'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz'ı Yenıne'e göndermiş; (Veki' hadîsinde olduğu gibi): «Gerçekten sen bir kavme gideceksin ilah.» buyurmuştur. Bundan evvelki hadîsi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e müsned olarak Muâz (radıyallahü anh) rivâyet etmişti. Bu hadîsle bundan sonra gelen hadîsi ise yine müsned olarak İbn Abbâs (radıyallahü anh) rivâyet etmiştir. İki rivâyetin arası şöyle bulunur: İbn Abbâs (radıyallahü anh) hadîsi Muâz (radıyallahü anh)'dan işitmiştir. Ancak bazen muttasıl bazan da jnürsel olarak rivâyet ettiğinden Muâz (radıyallahü anh)'ı anmamıştır. Her iki şekildeki rivâyet sahihtir. Çünkü sahâbinin mürseli, senedde zikredilmeyen ravînin kim olduğu bilinmese bile hüccettir. Burada zikredilmeyen ravînin Hazret-i Muâz (radıyallahü anh) olduğu bilinip dururken hadîsin sıhhatinde elbette şüphe edilemez. İbn Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinin bu hadîsi hem Muâz (radıyallahü anh)’dan işitmiş hem de onu Yemen'e giderirken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında bulunmuş olması da ihtimal dahilindedir. Bu takdirde hadîsi vasıtasız rivâyet etmesi, bizzat o meclisde bulunduğu içindir. Muâz (radıyallahü anh)'dan rivâyeti ise: Ya kendinin orada bulunduğunu unuttuğundan yahud başka bir sebeptendir. 132- Bize Ümeyyetü'bnü Bistâm el-Ayşî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b. Zürey' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ravh —ki İbni’l-Kâsım'dir — İsmail b. Ümeyye'den, o da Yahya b. Abdillâh b. Sayfi'den, o da Ebû Ma'bed'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz'ı Yemen'e gönderirken «Şüphesiz sen ehl-i kitâb bir kavme gidiyorsun. Şu halde onları ilk da'vet edeceğin şey Allah azze ve celeye ibâdet olsun. Allah'ı tanıdıkları vakit onlara haber ver ki, Allah kendilene günleriyle gecelerinde beş vakit namaz farz kılmıştır. Bunu yaparlarsa onlara haber ver ki, Allah kendilerine zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir zekât farz kılmıştır. Buna da itaat ederlerse onu kendilerinden al. Ama mallarının en iyilerini almaktan sakın.» buyurmuş: «Zenginlerinden alınıp...» ifadesiyle zekâtın icâbında zorla alınacağına istidlal olunur. Bu cihet ittifakı ise de sahibinin rızası olmadığr halde zorla malından alınan zekâtın hakikaten zekât yerine geçerek sahibinin zimmetinden sakıt olup olmayacağı ihtilaflıdır. |