Geri

   

 

 

 

İleri

 

47- Sihr Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Bâbı:

“Şeytânların, Süleyman'ın mülkü aleyhine uydurup ta'kîb ettikleri şeylere uydular. Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı. Fakat o şeytânlar kâfirdiler ki, insanlara sihri ve Bâbil’de iki meleğe, Hârût ve Mârut’a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: 'Biz ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişizdir), sakın (büyü yapıp da) kâfir olma' demedikçe, hiçbir kimseye (sihir) öğretmezlerdi. İşte o iki melekten karı ile kocasının arasını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki (sihirbazlar) Allah'ın izni olmadıkça onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir. Onlar ise kendilerini zarara sokacak, onlara fâide vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı.

And olsun, onlar muhakkak biliyorlardı ki, onu (sihri) satın alan kimsenin, âhiretten hiçbir nasibi yoktur. Onlar kendilerini cidden ne kötü şey mukaabilinde sattıklarını bilmiş olsalardı" (el-Bakara: 102).

"Mûsâ dedi: 'Hayır, siz atın.' Bir de ne görsün: Onların ipleri ve deynekleri, sihirleri yüzünden kendisine hakikat koşuyormuş hayâlini verdi. Onun için Mûsâ içinde bir nev’î korku hissetti. Biz: 'Korkma!' dedik, 'Çünkü üstün gelecek muhakkak sensin, sen! (Elindekini bırakıver. Bu, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların san'at diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır.) Büyücü ise nerede olsa felah bulmaz!'" (Tâhâ: 66-69);

"... Zâlimler gizli fısıltı ile şöyle konuştular: 'Bu, sizin gibi bir insandan başka mıdır? Kendiniz görüp dururken şimdi sihre mi geleceksiniz?” (el-Enbiyâ: 2-3);

"... Ve düğümlere üfleyen (büyücü ve üfürükçü)lerin şerrinden ve hased edenin hased ettiği zaman şerrinden sabahın Rabb'ine sığınırım, de!" (el-Felâk: 4-5). "en-Neffâsât", "Büyücü nefisler" demektir.

"O hâlde nasıl olup da böyle büyüleniyorsunuz?" (el- Mu'minûn: 89) "Körleştiriliyorsunuz, aldatılıyorsunuz, bâtıl hayâl ardına düşürülüyorsunuz" ma'nâsınadır.

5822- Bize İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti. Bize İsâ ibn Yûnus, Hişâm'dan; o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Benû Zurayk Yahûdîleri'nden Lebîd ibnu'l-A'sam denilen bir adam Rasûlüllah'a sihir yaptı. Hattâ bâzı işi işlemediği hâlde, kendisine onu yaptığı hayâli gelirdi. Nihayet günün birinde yahut gecenin birinde benim yanımda iken kendisi duâ etti, yine duâ etti. Sonra bana şöyle dedi:

“Yâ Âişe! Kendisinden fetva istediğim şey hakkında Allah 'ın bana fetva verdiğini bildin mi? Bana iki adam geldi (Cibrîl ve Mîkâîl). Bunlardan biri baş ucumda, diğeri de ayak ucumda oturdu. Akabinde bunlardan biri arkadaşına:

— Bu zâtın hastalığı nedir? diye sordu. O da:

— Sihirlenmiştir, diye cevâb verdi. Öteki:

— Buna kim sihir yapmıştır? dedi. Öbür melek:

— Lebîd ibnu'l-A'sam, diye cevâb verdi.

Sonra:

— Bu sihir hangi şeyde yapılmıştır? diye sordu. Oda:

— Bir tarak, saç sakal tarantısı ve erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile, diye cevâb verdi.

— Nerede yapılmış? suâline de:

— Zervân Kuyusu'nda -bir rivayette: Zû Ervân Kuyusu'nda- diye cevâb verdi".

 (Âişe dedi ki:) Sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sahâbîlerinden birtakım insanlarla beraber çıkıp bu kuyuya gitti. Oradan dönüp gelince bana:

— "Yâ Âişe! O kuyunun suyu kına suyu gibi kırmızımtırak yahut etrafındaki hurma ağacının uçları şeytânların başları gibidir" buyurdu.

Ben kendisine:

— Yâ Rasûlallah! Sen o sihri oradan çıkarmadın mı? diye sordum.

Rasûlüllah:

— " (Hayır çıkarmadım.) Çünkü Allah bana şifâ ve afiyet vermiştir. Ben o sihri çıkarmakla, halk arasında sihir şerrini yaygınlaştırmamı istemedim" buyurdu.

Âişe: Rasûlüllah o kuyunun kapatılmasını emretti de kuyu gömüldü, demiştir.

Bu hadîsi Hişâm ibn Urve'den rivayet etmekte Ebû Seleme Hammâd ibn Usâme, Ebû Damre, İbnu Ebî Zinâd üçlüsü, İsâ ibn Yûnus'a mutâbaat etmişlerdir.

İmâm el-Leys ibn Sa'd ile Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan olan rivayetlerinde de "Fîmuştinvemuşâkatin = Tarak ve keten tarantısında" şeklinde söylemişlerdir. "el-Muşâta", tarandığı zaman saçtan çıkan şey; "el-Muşâka" ise ayrılma sırasında ketenden çıkan liflerdir, deniliyor.