41- Fussilet SûresiRahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle Ve Tâvûs, İbn Abbâs'tan olmak üzere şöyle dedi: "Sonra göğe -ki o bir buhar hâlinde idi- doğruldu da ona ve Arz’a: İkiniz de ister istemez gelin, buyurdu. Onlar da: İsteye isteye geldik, dediler" (Âyet: 11); buradaki "İ'tiyâ tav'an", "Atıyâ ( = Veriniz)"; "Kaaletâ eteynâ tâiîne (Boyun eğerek verdik)" ma'nâsınadır el-Minhâl söyledi ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bir adam (ki Nâfi' ibnu'l-Ezrak'tır) Ibn Abbâs'a: Ben Kur'ân'da bana zahirleri ihtilâf etmekte olan birçok şeyler buluyorum, dedi. (Ibn Abbâs: Sana ihtilaflı görünen bu şeylerden getir, dedi.) O da şunları söyledi: "Sûra üfürüldüğü zaman da artık aralarında o gün (böbürlenecekleri) soyları, sopları olmadığı gibi (birbirlerinin hâlini de) soruşamazlar" (el- Muminûn: 101), "Onlardan kimi kimine yönelip birbirini soruşurlar'' (es-Sâffât: 27-50); "Küfredenlerle o peygambere âsî olanlar, o gün hâk ile yeksan edilselerdi de Allah'tan bir sözü gizlememiş olsalardı temennisinde bulunacaktır" (en-Nisâ: 42), "Rabb'imiz olan Allah'a and ederim ki, biz eş tutanlardan değildik... " (el-Enam: 23) -bu âyette onlar, müşrik olduklarını gizlediler... "Sizi (tekrar) yaratmak mı (sizce) daha güç, yoksa göğü mü? Ki onu Allah bina etmiştir. Onun boyunu O yükseltti. Derken ona bir nizâm verdi. Onun gecesini kararttı, gündüzünü (aydınlığa) çıkardı. Bundan sonra da yeri yayıp döşedi" (en-Nâziât: 27-30). Yüce Allah bu âyette göğün yaratılmasını Yer'in yaratılmasından önce zikretti. Sonra şu âyette şöyle buyurdu: "... Gerçek siz mi o Arz'ı iki günde yaratana küfrediyor, O'na ortaklar katıyorsunuz? O, Âlemlerin Rabbi’dir” (Âyet: 9); Ve Yüce Allah şöyle buyurdu: "Allah gafur, rahim bulunuyor", "Allah azîz» hakîm bulunuyor", "Allah semi’, basîr bulunuyor", sanki Allah bu sıfatlarla sıfatlanmış oldu da sonra geçti (yani bundan değişti) gibi? İbn Abbâs bu sorularına cevâb vererek şöyle dedi: Yüce Allah'ın "O gün aralarında soy, sop olmayacak" sözü, birinci üfürmededir: " (Birinci) sûra üfürülmüş, artık Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüştür. Sonra ona bir daha üfürülmüştür. O anda görürsün ki, ayakta bakınıp duruyorlar" (ez-zumer: 68). İşte bu sırada aralarında (kendilerine fayda verecek) soy sop yoktur. (Herkes kendi nefsi ile meşgul bulunduğu için) birbirleriyle soruşamazlar Sonra diğer bir üfürmede birbirlerine yönelip soruşurlar Amma Yüce Allah'ın "Biz müşrikler değildik" ve "Allah'tan bir sözü gizlemezler... " sözlerine gelince, şübhesiz Allah ıslâh ehlinin günâhlarını mağfiret eder. Müşrikler: Geliniz de bizler müşrikler değildik diyelim, dediler de ağızları üzerine mühür vuruldu ve elleri nutkedip konuşur. İşte bu sırada Allah'tan hiçbir sözün gizlenmez olduğu bilindi. İşte "Küfredenlerle o peygambere âsî olanlar o gün yerle bir edilselerdi de Allah'tan bir sözü gizlememiş olsalardı temennisinde bulunurlar" (en-Nisâ: 41) âyetindeki bu temenni hâli, bu sırada olur Ve Arz'ı iki gün mikdârı sürede yarattı. Sonra göğü yarattı. Sonra irâdesi göğe yöneldi de gökleri diğer iki günlük süre içinde tesviye edip nizâma koydu. Sonra Arz'ı yayıp genişletti. Arz'ın genişletilip yayılması ise ondan suyu, mer'ayı çıkarmak, dağları, tepeleri ve bunlar arasındaki şeyleri diğer iki gün süresinde yaratmasıdır. İşte bunların hepsi Yüce Allah'ın "Dahâhâ = Arz'ı yaydı" sözüdür. Amma "Arzı iki günde yarattı" sözüne gelince, Arz ve Arz'da bulunan herşey dört günlük süre içinde yaratıldı. Gökler de iki günde yaratıldı. (Hâsılı: Arz'ın kendisinin yaratılması, göğün yaratılmasından öncedir. Arz'ın dahvı, yânı yayılması ise, ondan sonradır.) Ve "Allah gafur, rahim bulunuyor". Yüce Allah kendi zâtını bunlarla isimlendirdi (bu isimlendirme geçmiştir). Amma bu "Gafûriyet" ve "Rahîmiyet" kavline (bunun ma'nâsına) gelince, o böyle olmakta devam ediyor (bu vasıf asla kesilmiyor). Çünkü Allah bir şeye mağfiret etmek yahut merhamet etmek isterse muhakkak olarak istediğini o şeye isabet ettirir. (İbn Abbâs ona:) Binâenaleyh Kur'ân sana ihtilaflı olmasın, çünkü hepsi Allah katındandır, dedi. (Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi:) Bu geçen hadîsi bana Yûsuf ibn Adiyy tahdîs etti Bize Ubeydullah ibnu Amr, Zeyd ibn Ebî Uneyse'den; o da el-Minhâl’den olmak üzere bu hadîsi tahdîs etti Ve Mucâhid şöyle dedi: "Onlar için kesiksiz bir ücret vardır" (Âyet: 8); bu "Gayru mahsûbin (Hesâbsız, tükenmeyen)” ma'nâsınadır. "Allah dört gün (sonunda) orada üstünde sabit dağlar yaptı, onda bereketler yarattı, orada arayanlar için dört günde müsâvî gıdalar takdir etti" (Âyet:10) buradaki "Akvâtahâ", "Erzâkahâ" (yani "Rızıklarını") ma'nâsınadır "Her gökte ona âid emri vahyetti” (Âyet: 12 ) "Kendisine emrettiği şeyleri vahyetti". "Bundan dolayı biz de dünyâ hayâtında zillet azabını kendilerine tattırmamız için, uğursuz uğursuz günlerde üzerlerine çok gürültülü bir bora gönderdik. Ahiret azâbı elbet daha horlayıcıdır..." (Âyet:16 ); buradaki "Eyyamın nahısâtın", "Uğursuz uğursuz günlerde" ma'nâsınadır "Biz onlara birtakım yanaşmaları sebeb yaptık da önlerinde ne var, ardlarında ne varsa onlar bunları süslü gösterdiler..." (Âyet: 25); buradaki "Kayyadnâ lehum Kurenâe = Biz o karînleri onlara yaklaştırdık" demektir "Hakikat ‘Rabb'imiz Allah'tır’ deyip de sonra doğruluğa yapışanlar; işte onların üzerlerine 'Korkmayın, tasalanmayın, va’d olunduğunuz cennetle sevinin' diye diye melekler inecektir" (Âyet: 30); bu meleklerin inmesi, ölüm vaktindedir. "... Senin hakikaten boynunu bükmüş gördüğün Arz da O 'nun âyetlerindendir. Fakat biz üzerine suyu indirdiğimiz vakit o harekete gelir, kabarır. Ona muhakkak can veren (Allah) elbet ölüleri de dirilticidir. Çünkü O, herşeye kaadirdir" (Âyet: 39); buradaki "Ihtezzet ve rabet", "Bitkilerle harekete gelir, kabarır" demektir. Mucâhid'den başkası da ("Ve rabet "in ma'nâsı hakkında) "Meyve ve çiçekler kapçıklarından, tomurcuklarından doğdukları zaman kabarırlar" ma'nâsınadır, dedi. "And olsun ki, şayet ona dokunan bir sıkıntıdan sonra kendisine bizden (zenginlik ve sıhhat gibi) bir rahmet tattırırsak, mutlakaa: Bu, benim hakkımdır..." (Âyet: 50); yani "Benim amelim sebebiyledir, bu bana haklı kılınmıştır" der. "Onda arayanlar için dört günde müsâvî gıdalar takdir etti" (Âyet: 10), yani "Arz'daki gıdaları, arayanlar için müsâvî olarak takdîr etti". "Semûd'a gelince; biz onlara doğru yolu gösterdik... " (Âyet: 17), "Onları hayra ve şerre delâlet ettik (yani, "Mutlak olarak hayır ve şerr yollarına delâlet ettik"). Bu, "Biz ona iki de yol gösterdik" (el-Beled: 10) "Gerçek biz insana doğru yolu gösterdik... " (el-insân: 3) kavilleri gibidir. Maksada irşâddan ibaret olan "Huda", "Biz onu yolların başına yükselttik" menzilesindedir (ma'nâsındadır). "Onlar Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. O hâlde sen de onların gittiği doğru yolu tutup ona uy..." (el-En'âm: 90) kavli de bu ma'nâdandır (yani Buhârî'nin "İrşâd" ve "Is'âd" -Sâd harfiyle- ta'Bir ettiği gayeye ulaştırıcı delâlet nev'indendir). "O gün Allah'ın düşmanları; işte onlar toplu hâlde ateşe sürülecekler" (Âyet: 19); buradaki "Yûzeûne", "Yukeffûne (Men'edilecekler)" ma'nâsınadır. "... O'nun ilmi olmaksızın meyvelerden hiçbiri tomurcuklarından çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz... " (Âyet: 47); buradaki "Min ekmâmihâ" sözü, "Çiçek tomurcuğunun kapçığı, yuvası" demektir. Başkası da şöyle dedi: Üzüm için de meydana çıktığı zaman yine "Kâfur" ve "Kufurrâ" denilir (Herşeyin kapçığı, onun kâfurudur). "Keenhu veliyyun hamîm = Sanki o sıcak dosttur" (Ayet: 34), yani yakındır. "Önce taptıkları nesneler onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur. Onlar kendilerine kaçacak hiçbir yer olmadığını anlamışlardır" (Âyet: 48); buradaki "Min mahîsun"dan "Hâsa anhu" denilir ki, "Meyletti" demektir. "Gözünü aç, muhakkak onlar Rabb'lerine kavuşmaktan bir şübhe içindedirler. Gözünü aç, O hakîkaten her şeyi çepçevre kuşatandır" (Âyet: 54); buradaki "Mirye" ve "Murye" bir olup "Şübhe içinde olmak, şübhe etmek" ma'nâsınadır. Ve Mucâhid şöyle dedi: "Siz dilediğinizi yapın, çünkü O, ne yaparsanız hakkıyle görendir" (Âyet: 40), bu vaîd, yani tehdîddir. İbn Abbâs şöyle dedi: "Ne (her) iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz- Sen kötülüğü en güzel olan hasletle önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile yakın dosttur" (Âyet; 33); buradaki "Daha güzel olan şey", öfke sırasında sabr, kötülüğe uğrama sırasında affetmektir. Sabrı ve affı yaptıkları zaman Allah onları korur ve düşmanları onlara alçalıp boyun eğer: "Sanki o düşman yakın bir dosttur". 1. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Siz ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şâhidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız- Bil’akis Allah, yapmakta olduklarınızın birçoğunu bilmez sandınız" (Âyet: 22). 4864 Bize Yezîd ibmı Zuray', Rahv ibnu'l-Kaasım'dan; o da Mansûr ibnu'l-Mu'temir'den; o da Mucâhid ibn Cebr'den; o da Ebû Ma'mer'den tahdîs etti ki, İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) "Siz ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şâhidlik eder diye sakınmadınız.." âyetinin tefsîri hakkında şöyle demiştir: Kureyş'ten iki adam vardı, bunların Sakîf kabilesinden, kadınları yönünden bir hısımları vardı, yahut da Sakîf’ ten iki adam ve onların Kureyş'ten olan kadın yönünden bir hısımları vardı. Bunlar Beyt'te konuşurlarken biri diğerlerine: — Söylemekte olduğumuz sözleri Allah'ın işitiyor olduğunu zannediyor musunuz? dedi. Onlardan biri: — Bir kısmını işitir, dedi. Bâzısı da: — Eğer bir kısmını işitirse, yemîn olsun hepsini işitir, dedi. İşte bunun üzerine “Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şâhidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız..." âyeti indirildi. 2. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: 'Rabb’inize karşı beslediğiniz şu zannınız, işte sizi o helâk etti. Bu yüzden hüsrana düşenlerden oldunuz" (Âyet: 23). 4865 Bize Mansûr, Mucâhid'den; o da Ebû Ma'mer'den tahdîs etti ki, Abdullah ibnu Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Beyt'in yanında üç kişi bir araya geldiler. Bunların ikisi Kureyşli, biri Sakîfli yahut da ikisi Sakîfli, biri Kureyşli idi. Bunlar karınlarının yağı çok, kalblerinin anlayışı az kimselerdi. Bunlardan biri: — Söylemekte bulunduğumuz sözleri Allah'ın işitiyor olduğunu zannediyor musunuz? dedi. Diğeri: — Eğer açıktan söylersek işitir, gizli söylersek işitmez, dedi. Kalan diğeri de: — Eğer açıktan söylediğimiz zaman işitmekte ise, muhakkak ki, O, gizli söylediğimiz zamanda da işitir, dedi. İşte bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah "Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şâhidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız... " âyetini indirdi. Sufyân ibn Uyeyne bu hadîsi tahdîs edip şöyle derdi: Bize Mansûr ibnu'l-Mu'temir yahut Abdullah ibnu Ebî Necîh yahut Humeyd tahdîs etti. Bunlardan biri yahut bunlardan ikisi. Sonra kanâati Mansûr üzerinde sabit oldu ve bu tereddüdü bir kerre değil, birçok kerreler terkeyledi 3. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: “Şimdi eğer dayanabilirlerse, işte onların yurdu: Ateş! Eğer tekrar dönmek isterlerse, bu suretle de onlar hoşnûd edilecek değillerdir" (Âyet: 24) 4866- Bize Amr ibnu Alî tahdîs etti. Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân tahdîs etti. Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mansûr, Mucâhid'den; o da Ebû Ma'mer'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan zikredilen hadîs tarzında tahdîs etti. |