Geri

   

 

 

 

İleri

 

9- Berâe Sûresi

"Velîceten (Sır dostu)' (Âyet: 16) Bir şeyin içine girdirdiğin her şey;

"eş-Şukkatu" (Âyet: 42), "Sefer";

"el-Habâl" (Âyet: 47), "Şerr, fesâd ve ölüm";

"Velâ teftinnî (Beni fitneye düşürme)" (Âyet: 49),"Beni azarlama, kınama";

"Kerhen" ve "Kurhen" (Âyet: 53) Bir ma'nâya olup, "İstemeyerek" demektir.

"Muddehalen (Sokulacak bir delik)" (Âyet: 57), içine sokulacakları delik;

“Ve hum yecmehûne" (Âyet: 57) 'Onlar yüzlerini koşa koşa o tarafa çevirirlerdi";

"el- Mu’tefikât" (Âyet: 70) "Altı üstüne getirilmiş şehirler", "i'tefeket", "Yer onu ters çevirdi"; "Ve’l-mu'tefikete ehvâ", "Lût kavminin altı üstüne gelen kasabalarını da O kaldırıp derin bir çukura attı" (en-Necm: 53).

"Cennâti Adnin", "İkaamet cennetleri" (yahut: Devamlılık, Ebedîlik cennetleri) (Âyet: 72); "Adentu bi-ardın", yani "Bir yerde ikaamet ettim"; "Ma'din" de bu ma'nâdandır ki, Arz'ın içindeki altın ve gümüş gibi cevherlerin bulunduğu yerdir, her nesnenin asıl mekânı demektir. "Fulân sıdk ma'dinindedir" denilir ki, "O doğruluk mekânındadır" demektir.

"Maal-havâlif", "Oturan ve geri kalanlarla beraber"; "el-Hâlif", "Benim arkamda kalan ve benden sonra oturan kimse"dir. "Kalanlar içinde ona halef oluyor" sözü, bu lafızdandır. Eğer bu "havâlif” müzekkerlerin cem'i ise, kadınlar için olan cem'in "el-Hâlife"den olması caiz olur. Çünkü "Fevâil" vezni "Fâile"nin cem'idir. Şu muhakkak ki, müzekkerin cem'i olduğu takdirinde, bu Arab kelâmında bulunmaz, ancak şu iki lafız: "Fâris-Fevâris", "Hâlik-Hevâlik" lafızları bulunur.

"el-Hayrât (Bütün hayırlar)" (Âyet: 88) bunun tekili "Hayratun"dur, bunlar da fazlalıklardır.

"Murceûne li- emrillâhi" (Âyet; 106), "Allah'ın emrine geciktirilmişlerdir". "eş-Şefâ", "Kenar, kıyı, onun keskin tarafı"dır. "el-Curuf (Uçurum) ", "Seyllerden ve vadilerden su ile kazılıp uçurumlaşan yerler." "Har", "Hâir"in kalbedilmişi olup "Yıkılan, çöken" demektir,

"Yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup da onunla beraber cehennem ateşinin içine çöküp giden kimse mi?" (Âyet: 109).

"Le-Evvâhun şefekan ve farakan", "Şefkatli ve yufka yürekli olduğu için çok âh vâh eden kimse"dir. "İbrahim cidden çok duâ eden, kalbi yufka ve merhametli ve çok sabırlı bir zât idi" (Âyet: 114) (Bu "Evvâhun" kelimesi "Âh vâh etmek" mavnasından fa'âl veznindedir.) Şâir de şöyle demiştir:

"Geceleyin kalktığım zaman, hüzünlü adamın inleyip sızlanması gibi âh vâh ederek, dişi devemin sırtına semerini bağlarım..."

Kuyu yıkılıp çöktüğü zaman "Tekevvereti’l-bi'ru" denilir; "İnhâra" fiili de onun gibi "Yıkıldı, çöktü" demektir.

1. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: "Müşriklerin içinden kendileriyle muahede ettiklerinize Allah'tan ve Rasûlü'nden kesin bir uyarıdır" (Âyet: 1)

"Ezânun" (Âyet: 3) "İ'lâm" yani "Bildirmektir. Ve ibn Abbâs şöyle demiştir:

"Yekülune huve üzünün" (Âyet: 61), "O işittiği herşeyi tasdik eden bir kulaktır derler"; "Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini temizler ve onları da temizler, bereketlendirirsin" (Âyet: 103), (bunlar bir ma'nâyadır). Bunların benzeri (Kur'ân'da yahut Arab dilinde) çoktur.

"Zekât", Allah'a itaat ve ihlâs ma'nâlarına da gelir. "Vay hâline o Allah'a ortak tanıyanların ki, onlar zekât vermezler, onlar âhireti inkâr edenlerin tâ kendileridir"

 (Fussilet: 6-7), yani onlar "Lâ ilahe ille'llah = Yoktur, çalap Allah'tır ancak" tevhidine şehâdet etmezler. Yudâhûne" (Âyet. 30), "Benzetiyorlar" ma'nâsınadır

4700 Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den işittim. O: (Hükümlerden) en son inen âyet "Senden fetva isterler. De ki: Allah, Bâbası ve çocuğu olmayanın mîrâsı hakkındaki hükmü şöylece açıklar" (en-Nisâ:i76) kelâmı; en son inen sûre de Berâetun'dur. Diyordu.

2. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: ' (Ey müşriker!) Yeryüzünde dört ay daha (güvenlikle) dolaşın. Bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakabilecekler değilsiniz. Allah herhalde kâfirleri rüsvây edicidir" (Âyet: 2)

"Sîhû (Seyahat edin)", "Yürüyün" demektir

4701 Bana UkayI, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. Ve bana Humeyd ibnu Abdirrahmân haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Bekr (radıyallahü anh) şu (ma’lûm olan dokuzuncu yıldaki) haccda, birinci bayram günü gönderdiği birçok münâdîler içinde, beni de nida etmeye gönderdi. Bütün bu münâdîler Minâ'da

— "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin ve hiçbir çıplak kişi de Beyt'i tavaf etmesin" diye i'lân ediyorlardı.

Humeyd ibn Abdirrahmân dedi ki: Sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'in ardından Alî ibn Ebî Tâlib'i gönderip, Berâe Sûresi'ni i'lân etmesini emretti.

Ebû Hureyre dedi ki: Alî de bizimle beraber nahr gününde Mi-nâ'daki insanlar arasında Berâe'yi ve "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin" diye bağıra bağıra i'lân etti

3. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

“Ve bu, en büyük hacc günü Allah'tan ve Rasûlü'nden insanlara (şöyle) bir i'lamdır: Allah ve Rasûlü müşriklerden artık kesinlikle uzaktır. Eğer tevbe ve dönüş ederseniz bu sizin için hayırlıdır. Eğer yine yüz çevirirseniz, şunu bilin ki şübhesiz, siz Allah'ı âciz bırakabilecekler değilsiniz. O küfredenlere acıtıcı bir azâbı müjdele" (Âyet: 3).

"Âzenehum", "Onlara bildirdi" demektir.

4702  İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Humeyd ibn Abdirrahmân haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Bekr (radıyallahü anh) şu haccda, birinci bayram günü gönderdiği birçok münâdîler içinde beni de nida etmeye gönderdi. Bütün bu münâdîler Minâ'da:

— "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin!" diye i'lân ediyorlardı.

Humeyd dedi ki: Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr'in ardından Alî ibn Ebî Tâlib'i gönderip, Berâe Sûresi'ni i'lân etmesini emretti.

Ebû Hureyre dedi ki: Bunun üzerine Alî de bizimle beraber nahr gününde Minâ'daki halkın arasında Berâe'yi ve "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hacc etmesin, hiçbir çıplak da Beyt'i tavaf etmesin" diye i'lân ediyordu

4. Bâb

'Muahede yaptığınız müşriklerden size hiçbirşey eksiklik yapmamış, aleyhinizde hiçbir kimseye yardım etmemiş olanlar (bu hükümden) müstesnadır" (Ayet: 4)

 4703  İbn Şihâb'dan; ona Humeyd ibn Abdirrahmân haber vermiştir. Ona da Ebû Hureyre (radıyallahü anh) haber vermiştir: Ebû Bekr (radıyallahü anh), Veda Haccı'ndan (bir sene) evvel Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu hacc emîri yapıp Mekke'ye gönderdiğinde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi kurban bayramının ilk günü Minâ'da, insanlar içinde i'lân yapan büyük bir cemâat içinde (şu iki maddeyi) i'lâna me'mür etmiştir: Bu yıldan sonra hiçbir müşrik kesin olarak hacc etmeyecektir; Beyt'i de hiçbir çıplak tavaf etmeyecektir! Ve Humeyd: Nahr günü, Ebû Hureyre'nin bu hadîsinden dolayı büyük hacc günüdür, der idi.

5. Bâb

" (Eğer ahidlerinden sonra yine andlarını bozarlar ve dîninize saldırırlarsa) küfrün önderlerini hemen öldürün. Çünkü onlar andları olmayan adamlardır.., " (Âyet: 12)

4704  Bize Zeyd ibnu Vehb tahdîs edip şöyle dedi: Bizler Huzeyfe ibnu'l-Yemân'ın yanında bulunuyorduk. Huzeyfe:

— Bu âyetin sahihlerinden üç kişi, münafıklardan da dört kişiden başka kimse kalmadı, dedi.

Bir bedevi de:

— Sizler ey Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sahâbîleri, bize (birtakım şeyler) haber veriyorsunuz ki, bizler onları bilemiyoruz. Şu kimselerin hâli nedir ki, onlar bizim evlerimizi yarıp açıyorlar ve en kıymetli mallarımızı çalıyorlar? dedi.

Huzeyfe:

— Bunlar (kâfirler ve münafıklar değil) fâsıklardır. Evet, onlardan dört kişiden başka kimse kalmadı. Onlardan biri çok yaşlı bir ihtiyardır ki, o soğuk su içse artık onun soğukluğunu da hissetmez olmuştur (şehvetinin gitmesi ve mi'desinin bozukluğundan dolayı eşya arasını farkedemez olmuştur), dedi

6. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: "Altını ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar, işte bunlara pek acıklı bir azâbı muştula'' (Âyet: 34).

4705 Abdurrahmân el-A'rec tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Ebû Hureyre (radıyallahü anh) tahdîs etti ki, kendisi RasûIullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan: " (Zekâtını vermeyen) herbirinizin hazînesi kıyâmet günü çok zehirli erkek bir yılan suretinde olacaktır" buyururken işitmiştir.

4706 Zeyd ibn Vehb şöyle demiştir: Ben bir ara Rebeze'ye, yani Ebû Zerr el-Gıfârî'nin yanına uğradım ve ona:

— Seni bu yere indiren sebeb nedir? diye sordum. O şöyle dedi:

— Biz Şam'da bulunuyorduk. Orada "Altını ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar; işte bunlara pek acıklı bir azâbı muştula" âyetini okur (ve bunun kitâb ehli ile müslümânlar hakkında indiğini) anlatırdım.

Muâviye ise:

— Bu âyet bizim hakkımızda değil, bu âyet ancak kitâb ehli hakkında inmiştir, dedi.

Ebû Zerr dedi ki: Ben de Muâviye'ye:

— Bu âyet muhakkak hem bizim, hem de onlar hakkındadır, dedim.

7. Bâb

Azîz Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Bâbı: "O gün bunlar, üzerlerine yakılacak cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak. İşte bu; nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız! Artık saklayıp istifçilik ettiğiniz bu nesneleri tadın! (denilecek)" (Âyet: 35).

4707- Ve Ahmed ibnu Şebîb ibn Saîd şöyle dedi: Bize Bâbam Şebîb ibn Saîd el-Basrî, Yûnus ibn Yezîd el-Eylî'den; o da İbn Şihâb'dan tahdîs etti ki, Hâlid ibnu Eşlem şöyle demiştir: Biz Abdullah ibn Omer'in beraberinde yola çıktık. İbn Omer: Bu "Altını ve gümüşü yığıp biriktirenler" âyeti, zekât indirilmeden önce idi. (Çünkü o zaman sadaka, yetecek mikdârdan fazla olanından farz idi.) Zekât âyeti indirilince, Allah zekâtı mallar için bir temizlik sebebi kıldı, dedi.

8. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavlî Bâbı: "Hakikatte ayların sayısı Allah yanında, Allah'ın Kitâbı'nda -tâ gökleri ve yeri yarattığı gündenberi- oniki aydır. Onlardan dördü haram olanlardır" (Âyet: 36).

"el-Kayyımu", "Kaaim olan, ayakta duran" demektir.

4708 Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'deıı; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "İşte zaman (yani yıl) hakîkaten Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü hey'eti gibi bir devre girmiştir. Sene oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır ki, üçü birbiri ardınca olan zu'l-ka'de, zu’l-hicce ve muharrem, biri de Mudar'ın ayı olan cumada ile şa'bân arasındaki receb ayıdır".

9. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: "Eğer siz ona yardım etmezseniz, kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları zaman ikinin ikincisinden ibaret iken bizzat Allah ona yardım etmişti. O zaman onlar mağaranın içindeydiler. Peygamber, o vakit arkadaşına; 'Tasalanma, Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir diyordu" (Âyet: 40); yani Allah bizim yardımcımızdır, diyordu.

"es-Sekînetu", "Sükûn" masdarından faile veznidir

4709 Sabit el-Bunânî tahdîs edip şöyle demiştir: Bize Enes tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Bekr (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle dedi: Ben Sevr mağarasında Peygamber'in yanında idim. Bu sırada (bizi aramağa çıkmış ve mağaranın üzerine gelmiş olan) müşriklerin ayak izlerini gördüm.

— Yâ Rasûlallah, bunlardan biri ayağını kaldırsa bizi görecek, dedim.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun?" buyurdu

4710- Bize Abdullah ibnu Muhammed tahdîs etti. Bize Sufyân ibnu Uyeyne, İbnu Cureyc'den; o da İbnu Muleyke'den; o da Abdullah İbnu Abbâs (radıyallahü anh)'tan tahdîs etti. İbnu Muleyke dedi ki: ibn Abbâs ile İbnu'z-Zubeyr arasında bey'at sebebiyle bir darılma meydana geldiği zaman, ben İbn Abbâs'a (İbnu'z-Zubeyr'in şu şereflerinden dolayı bey'at edilmeye lâyık olduğunu belirtip):

— Onun babası Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dır. Anası Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dır, teyzesi Âişe'dir, dedesi Ebû Bekr'dir, Bâba tarafından ninesi Safiyye bintu Abdilmuttalib'dir -ki, bu Zubeyr'in anasıdır-, dedim.

Buhârî'nin üstadı Abdullah ibn Muhammed dedi ki: Ben Sufyân ibn Uyeyne'ye:

— Bu hadîsin isnadı nedir? Diye sordum. Bunun üzerine Sufyân: "Bize tahdîs etti" dediği sırada onu bir insan (bir sözle yahut benzeri bir şeyle) meşgul etti de, bu sebeble İbnu Cureyc diyemedi

4711 Bize Haccâc ibn Muhammed el-Missîsî tahdîs etti. İbn Cureyc şöyle dedi: İbn Ebî Muleyke şöyle dedi: Abdullah ibn Abbâs ile İbnu'z-Zubeyr arasında birşey vardı. Ben İbn Abbâs'ın yanına gittim ve:

— İbnu'z-Zubeyr'e harb etmek, bu suretle Allah'ın haram kıldığı Harem'de kıtali halâl kılmak mı istiyorsun? Dedim. İbn Abbâs:

— Böyle yapmaktan Allah'a sığınırım. Şübhesiz Allah İbn Zu-beyr ile Umeyye oğulları'nı Harem'de kıtali halâl kılanlar olarak takdir edip yazdı. Ben Allah'a yemîn ederim ki, ebedî olarak Harem'de harbi halâL kılmam, dedi.

Yine İbn Abbâs şöyle devam etti:

— İbn Zubeyr tarafından olan insanlar bana; İbn Zubeyr'e (halîfe olarak) bey'at et dediler. Ben onlara: Bu halifelik işi ibn Zubeyr'den uzak değildir. Zîrâ onun Bâbası Peygamber'in havârîsidir. -İbn Abbâs bu sözüyle ez-Zubeyr'i kasdediyordu.- Dedesine gelince, Peygamber'in mağara arkadaşıdır -Ebû Bekr'i kasdediyordu-. Annesine gelince, o da Zâtu'n-Nitakayn'dır -İbn Abbâs bununla Esma bintu Ebî Bekr'i kasdediyordu-. Teyzesine gelince, müzminlerin anasıdır -Bununla Âişe'yi kasdediyordu.- (Büyük) halasına gelince, o da Peygamber'in zevcesidir -İbn Abbâs bununla da Hadîce'yi kasdediyordu-. Peygamber'in halası ise onun ninesidir. -İbn Abbâs bununla Safiyye bintu Abdilmuttalib'i kasdediyordu-. Sonra İbn Zubeyr İslâm'da afiftir, ayıplardan nezihtir, Kur'ân'ı güzel okuyucudur. (İbnu Ebî Hayseme, Târîh'inde burada şunu ziyâde etti: Ben İbn Zubeyr'i kabullendim de amca oğullarımı, Umeyye oğulları'nı terkettim.) Vallâhî eğer Umeyye oğulları bana ulaşıp iyilik ederlerse, hısımlıktan dolayı iyilik ederler; eğer onlar üzerime emîrler olurlarsa, benzerlerim olan kerîm kişiler benim emîrim olmuş olurlar. İbn Zubeyr benim üzerime Tuveytler'i, Usâmeler'i ve Humeydler'i tercîh etti -İbn Abbâs bu sözleriyle Esed oğulları'nın bir kolu olan Tuveyt oğulları'ndan, Usâme oğullarından ve Humeyd oğulları'ndan birtakım batınları, soyları kasdediyor-. Şübhesiz İbnu Ebi'l-Âs meydana çıktı, şeref ve fazilette ileriye yürümektedir -İbn Abbâs bu sözüyle Abdulmelik ibn Mervân ibnu'l-Hakem ibn Ebi’l-Âs'ı kasdediyor-. O kişi ise muhakkak kuyruğunu büktü -İbn Abbâs bu sözüyle İbn Zubeyr'i kasdedip, onun büyük işlerden gerilediğini ifâde ediyor-

4712 Omer ibnu Saîd şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke haber verip şöyle dedi: Biz İbn Abbâs'ın yanına girdik. O şunları söyledi: Sizler şu halifelik işine kalkışan İbn Zubeyr'e hayret etmiyor musunuz? Ben kendi kendime: Elbette nefsimle, Ebû Bekr ve Omer için yapmadığım hesâblaşmayı İbn Zubeyr için yapacağım, yânı İbn Zubeyr'e yardım etmek, onu müdâfaa hususunda nefsimle münâkaşa edeceğim. Ve elbette Ebû Bekr'le, Omer herbir hayra İbn Zubeyr'den daha yakın bulunuyorlardı, dedim. Ve yine: O, yani İbn Zubeyr, Peygamber'in halasının oğludur; Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ın oğludur; Ebû Bekr'in oğlu, yani torunudur; Hadîce'nin erkek kardeşinin oğludur; Âişe'nin kızkardeşi Esmâ'nın oğludur, dedim. Bir de gördüm ki, o benden yüz çevirerek yükselip uzaklaşıyor da benim, kendisinin hâssasından olmaklığımı istemiyor! Bunun üzerine ben şöyle dedim: Zanneder değilim ki, ben kendimden bu yumuşaklığı ona izhâr edeceğim de o bunu terkedecek ve benden olan bu yumuşaklıktan razı olmayacak ve yine zannetmem ki, o benden uzaklaşmasında bana herhangibir hayır isteyecek! Eğer ondan meydana gelen bu hâlden, onun için bir ayrılma, bir kurtuluş yoksa yemîn olsun amcaoğullarım olan Umeyye oğulları'nın benim üzerimde emîr olmaları, bana onlardan başkalarının emîr olmalarından daha sevimlidir (Çünkü Umeyye oğulları, bana Esed oğulları'ndan daha yakındırlar)

10. Bâb

Yüce Allah'ın: "Kalbleri müslümânlığa alıştırılmak istenenlere..." (Âyet: 60) Kavli Bâbı

Mucâhid: Rasûlüllah onları atıyye ile ülfet ettirip alıştırıyordu, demiştir.

4713 Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber'e (Yemen'den Alî ibn Ebî Tâlib tarafından arıtılmamış altın cevherinden) bir mikdâr gönderilmişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu dört kişi arasında bölüştürdü ve:

— "Ben bunları (kendilerine ulaşan bu mala rağbetle İslâm'da sabit olmaları için) alıştırıyorum" buyurdu.

Bunun üzerine bir adam:

— Sen bu taksimde adalet etmedin, dedi. Peygamber:

— "Bu adamın soyundan öyle bir kavim çıkacaktır ki, onlar dînden, okun avı delip çıkması gibi çıkacaklardır" buyurdu

11. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Sadakalarda, bağışlarda bulunan mü’minlerle bir türlü, güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle diğer bir türlü eğlenenler; Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için pek acıtıcı bir azâb da vardır" (Âyet: 79).

"Yelmizûne", "Ayıplıyorlar"; "Cuhdehum" ve "Cehdehum", "Tâkatuhum" yani "Takatleri" demektir.

4714 Ebû Mes'ûd (el-Bedrî el-Ensârî -radıyallahü anh) şöyle demiştir: Sadaka vermekle emrolunduğumuz zaman, bizler ücretle arkamızda yük taşır (kazancımızdan sadaka verir)dik. Ebû Akîl de bir gün yarım sâ' hurma sadakası getirdi. Başka bir insan da ondan daha çok mikdârda sadaka getirdi. Bunları gören münafıklar:

— Şübhesiz Allah zengindir, bu birinci adamın getirdiği sadakaya muhtâc değildir. Şu diğer adam da o getirdiği çokça sadakayı, başka sebeble değil, ancak gösteriş olması için yapmıştır, dediler.

İşte bunun üzerine şu âyet indi: "Sadakalarda, bağışlarda bulunan mü'minlerle bir türlü, güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle diğer bir türlü eğlenenler; Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için pek acıtıcı bir azâb da vardır"

4715 Ebû Mes'ûd el-Ensârî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka vermekle emrederdi de (gücü olmayan) herhangi birimiz çalışır, uğraşır, sonunda (kazandığı ücret olan) bir müdd ölçeği getirirdi. Bu gün ise bunlardan birinin yüzbinlik (dirhem veya dînâr) serveti vardır.

Râvî Şakîk: Ebû Mes'ûd bu son sözü ile kendisinin çok servete sâhib olduğunu kapalıca ifâde eder gibidir, demiştir

12. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: “Onlar için istiğfar et yahut istiğfar etme. Eğer onlar için yetmiş defa istiğfar dahî etsen, yine Allah kendilerini asla mağfiret etmeyecektir..." (Âyet: 80)

4716 Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl vefat ettiği zaman, oğlu Abdullah ibnu Abdillah, Rasûlüllah'a geldi de babasını içinde kefenlemek için kendisine gömleğini vermesini istedi, Rasûlüllah da ona kendi gömleğini verdi. Sonra Abdullah, Resûlüllah’ın, babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Rasûlüllah onun cenaze namazını kıldırmak için ayağa kalkınca Omer de ayağa kalktı ve Rasûlüllah'ın elbisesinden tuttu da:

— Yâ Rasûlallah! Rabb'in Seni onun üzerine cenaze namazı kıldırmandan nehyetmiş olduğu hâlde, Sen yine onun üzerine namaz kıldıracak mısın? dedi.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Allah beni ancak muhayyer kıldı da: Onlar için Allah'tan mağfiret iste yahut onlar için mağfiret isteme. Eğer onlar için yeftmiş defa mağfiret istesen de yine Allah onları asla mağfiret etmeyecektir buyurdu. Ben ise bu yetmiş üzerine mağfiret istemeyi artıracağım" dedi.

Omer yine:

— Muhakkak ki o bir münafıktır, dedi.

Râvî dedi ki: Sonunda Rasûlüllah onun üzerine cenaze namazını kıldırdı. Bunun akabinde Allah: "Onlardan ölen hiçbir kimseye ebedî dua etme. (Gömmek veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. (Çünkü onlar Allah’ı ve Rasûlü’nü inkâr ile kâfir oldular, onlar fâsıklar olarak öldüler)" (Âyet: 84) kavlini indirdi

4717 İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibnu AbdilIah, İbn Abbâs'tan haber verdi ki, Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl öldüğü zaman, Rasûlüllah onun cenaze namazını kıldırması için da'vet olundu. Rasûlüllah gitmeğe kalkınca ben O'na doğru sıçradım ve:

— Yâ Rasûlallah! Bu adam şu günde şöyle şöyle, şöyle ve şöyle sözler söylediği hâlde Sen yine bu Ubeyy oğlu'nun üzerine cenaze namazı kıldıracak mısın? Dedim ve Ubeyy oğlu'nun aleyhine, onun vaktiyle söylemiş olduğu sözlerini sayıyordum.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm etti ve:

— "Benden geri dur yâ Omer!" buyurdu. Ben kendine karşı sözü çoğaltınca da:

— "Ben istiğfar edip etmemek arasında muhayyer kılındım da istiğfar etmeyi tercih ettim. Eğer yetmişten fazla istiğfar ettiğim takdirde mağfiret olunacağını bilseydim, muhakkak yetmiş üzerine daha da arttırırdım" buyurdu.

Omer dedi ki: Akabinde Rasûlüllah onun üzerine cenaze namazını kıldırdı. Sonra namazdan ayrıldı. Az bir zaman geçince Berâe Sûresinde şu iki âyet indi: "Onlardan ölen hiçbir kimse üzerine ebedî dua etme, kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah h ve Rasû-lü 'nü inkâr ile kâfir oldular, onlar fâşıklar olarak öldüler " (Âyet:84).

Omer ibnu'l-Hattâb: Bundan sonra ben Rasülullah'a karşı olan cür'etime hayret ettim. Allah ve Rasûlü en bilendir, demiştir

13. Bâb

Yüce ALLAH'IN: "Onlardan hiçbir kimseye ebedî dua etme, kabrinin başında da durma" (Âyet: 84) Kavli Bâbı

4718 İbn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl vefat edince, oğlu Abdullah ibn Abdillah, Rasülullah'a geldi. Rasûlüllah da ona kendi gömleğini verdi ve onu bunun içinde kefenlemesini emretti. Sonra da onun üzerine cenaze namazı kıldırmağa kalktı. Bu esnada Omer ibnu'l-Hattâb, Rasûlüllah'ın elbisesini tuttu ve:

— Bu bir münafık iken ve Allah Seni onlar lehine mağfiret istemekten nehyetmiş olduğu hâlde, Sen bu adam üzerine cenaze namazı mı kıldıracaksın? dedi.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Allah beni muhayyer kıldı -yahut: Allah bana haber verdi de: Onlar için istiğfar et yahut onlar için istiğfar etme. Onlar için yetmiş kerre istiğfar etsen de Allah onlara asla mağfiret etmeyecektir buyurdu" dedi ve: "Ben yetmiş üzerine artıracağım" buyurdu.

Râvî dedi ki: Rasûlüllah onun üzerine cenaze namazını kıldırdı, biz de O'nun beraberinde namazı kıldık. Bundan sonra Allah, Peygamberi üzerine: "Onlardan ölen hiçbir kimsenin üzerine cenaze namazı kılma, (Defin veya ziyaret için) kabrinin başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Rasûlü 'nü inkâr ile kâfir oldular, onlar fasık adamlar olarak öldüler" (Ayet:84)

14. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: “Onlara döndüğünüz zaman kendilerinden vazgeçmeniz için Allah'a and edecekler. O hâlde onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanageldiklerinin cezası olarak varacakları yer de cehennemdir" (Âyet: 95).

4719 Ka'b ibn Mâlik'in oğlu Abdullah şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten, Tebûk gazvesinden geri kaldığı zaman şöyle dediğini işittim: Vallahi Allah'ın bana ihsan buyurduğu ni'metler içinde beni İslâm Dîni'ne hidâyetinden sonra nefsimde Rasûlüllah'a doğru söylemekten daha büyük hiçbir ni'met ihsan etmemiştir. Evet, büyük ni'met, Rasûlüllah'a yalan söyleyip de helak olmuş bulunmamak ni'metidir. Nitekim Rasûlüllah'a yalan söyleyenler helak oldular. Hakkında vahiy indirildiği zaman şöyle buyuruldu: "Onlara döndüğünüz zaman kendilerinden vazgeçmeniz için Allah 'a and edecekler. O hâlde onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistir. Kazanageldikleri günâhların cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden hoşnûd olmanız için size yemîn edecekler. Eğer siz onlardan razı olursanız şübhesiz Allah o fâsıklar güruhundan râzı Olmaz " (Âyet:95-96)

15. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: "Diğer bir kısmı da günâhlarını îtirâf ettiler. Onlar iyi bir ameli başka bir kötü ile karıştırmışlardır. Olur ki, Allah onların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah hiç şübhesiz çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Âyet: 102)

4720  Semure ibn Cundeb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize şöyle buyurdu: "Bu gece bana iki melek geldi de beni uykudan uyandırdılar. Akabinde bunlar beni binaları altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi orada birtakım adamlar karşıladılar ki, onların vücûdlannın yarısı, senin gördüğün şeylerin en güzeli yaratılışında idi. Öbür yarısı da gördüğün şeylerin (yânı insanların) en çirkinine benziyordu. İki melek onlara:

— Şu nehre gidiniz ve içine giriniz! Dediler.

Onlar da nehre girdiler, sonra bize dönüp geldiler. Bir de gördük ki, onlardan bu çirkinlik gitmiş ve en güzel bir insan suretine değişmişlerdi. O iki melek bana:

— İşte burası Adn Cenneti'dir. Şu (muhteşem) bina da Sen'in menzilindir! Dediler.

Melekler sözlerine şöyle devam ettiler:

— Hani o yarı vücûd{arı güzel ve yarı vücûcllart çirkin olan insanlar topluluğu var ya, işte onlar güzel ve hayır işleri diğer şerr ve kötü işlerle karıştıran kimselerdi. Allah onların (günâhlarını i'tirâf ve tevbe sebebiyle) kötülüklerini affetti, dediler"

16. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: “Ne Peygamberin, ne de mü'min olanların müşriklere mağfiret dilemeleri doğru değildir... " (Âyet: 113).

4721 Müseyyeb ibn Hazn (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e vefat (belirtileri) geldiği zaman, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yanına girdi. Ebû Tâlib'in yanında Ebû Cehl ile Abdullah ibnu Ebî Umeyye vardı. Peygamber:

— "Ey amcam! Lâ ilahe ille'llâh tevhidini söyle de, ben Allah katında bununla senin lehine münâkaşa ve mücâdele edeyim", dedi.

Buna karşı Ebû Ceh] ve Abdullah ibnu Ebî Umeyye ikilisi de:

— Yâ Ebâ Tâlib! Abdulmuttalib milletinden yüz mü çevireceksin? Diye men' ettiler.

Peygamber sonunda:

— "Yemîn ederim ki, ben hakkında mağfiret dilemekten nehy olunmadığım müddetçe muhakkak Allah'tan senin lehine mağfiret isteyeceğim" dedi.

Bunun üzerine şu âyet indi: "Müşriklerin o çılgın ateşin sahibi oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların lehine velev hısım olsunlar, ne Peygamberin, ne de mü'min olanların mağfiret istemeleri doğru değildir"

17. Bâb

 Yüce Allah'ın Şu Kavli: "And olsun ki, Allah ve Peygamberi, içlerinden birtakımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken güçlük zamanında ona tâbi' olan Muhacirler ile Ensâr'ı da tövbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tevbelerini kabul eyledi. Çünkü O çok şefkatli, çok merhametlidir'' (Âyet: 117).

4722  İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibnu Ka'b haber verip şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ka'b haber verdi. Bu Abdullah Ka'b kör olduğu zaman onun oğullarından babası Ka'b'ın yedicisi idi. Abdullah şöyle dedi: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten, onun uzun hadîsi içinde şunu işittim: "Hani şu tevbeleri (Allah'ın hükmüne kadar) geri bırakılan üç kişi de o derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliğiyle bunlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı..."

Ka'b bu hadîsin sonunda şöyle dedi:

— Yâ Rasûlallah! Allah ve Rasûlü'nün rızâsı için hâlis sadaka olmak üzere malımdan sıyrılıp çıkmam, tevbemin kabulü îcâbındandır, dedim.

Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— " (Hayır,) sen malının bir kısmım kendine alıkoy. Bu senin için daha hayırlıdır..." buyurdu

18. Bâb

"Geri bırakılan (ve haklarında hüküm geciken) üç kişinin tevbelerini de kabul etti. Çünkü yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah (ın hışmın)''dan yine Allah'tan başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar (da bundan) sonra Allah onları da eski hâllerine dönsünler diye tevbeye muvaffak buyurdu. Şübhesiz ki Allah, evet ancak O tevbeyi en çok kabul eden, hakkıyle merhamet eyleyendir" (Âyet: 118).

4723 ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik haber verdi ki, Bâbası Abdullah ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim. Bu Ka'b, tevbeleri kabul edilen üç kişiden biridir. O Zorluk gazvesiyle Bedir gazvesinden başka, Rasûlüllah'ın yaptığı gazvelerden hiçbirinde Rasûlüllah'tan geri kalmamıştır. O şöyle dedi:

— Ben Rasülullah'ın o gazveden dönüp gelmesi yaklaştığı vakit, Rasûlüllah'a karşı doğru söylemeye karar verip azmettim. Rasûlüllah bir kuşluk vakti Medine'ye geldi. Rasûlüllah çıkmış olduğu herbir seferden muhakkak kuşluk vaktinde Medine'ye gelir ve (evine girmeden önce) ilk iş olarak mescide girip iki rek'at namaz kılar idi. (Ben huzurunda ma'ziretsiz olarak geri kaldığımı i'tirâf ettikten sonra) Peygamber benimle ve iki arkadaşımla konuşmaktan insanları nehyetti. Seferde geri kalanlardan bizden başka kimseyle konuşmaktan nehyetmedi. İnsanlar da bizimle konuşmaktan çekindiler. Böylece eğlenip kaldım. Nihayet bu iş üzerime uzadı. Ve bana, ölmem ve Peygamber'in benim üzerime cenaze namazı kılmaması yahut Rasülullah'ın ölmesi hâlinde benim insanlardan yana bu menzilede olup da onlardan hiç kimsenin benimle konuşmaması ve üzerime namaz kılmamasından daha üzücü hiçbirşey yoktu. (Bizimle konuşmaktan nehyetmesinden sonra geçen ellinci) gecenin son üçte biri kaldığı zaman, Rasûlüllah, Ümmü Seleme'nin yanında bulunduğu hâlde, Allahü Taâlâ Peygamberi'nin üzerine bizim tevbemizin kabulünü bildiren vahyini indirdi. Ümmü Seleme benim durumum hakkında iyilik edici ve işimi çok ehemmiyetle düşünen kimse idi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Yâ Ümme Selemete! Ka'b'ın tevbesi kabul edildi" buyurdu.

Ümmü Seleme:

— Ka'b'a haberci gönderip muştulayayım mı? dedi. Rasûlüllah:

— "O takdirde insanlar çok kalabalık edip sizi ezerler ve diğer gecelerde uyumanızı da men' ederler" buyurdu.

Nihayet Rasûlüllah sabah namazını kıldığı zaman Allah'ın bizim üzerimize tevbesini (pişmanlıklarımızın kabulünü) i'lân etmiştir... Esasen Rasûlüllah sevindiği zaman yüzü parlardı, hattâ o bir ay parçasına benzerdi. Ve bizler bilhassa şu üç kişi, o birtakım özürler beyân etmiş kimselerden kabul edilen hükümden geri bırakılan kimseleriz. Allah bizim tevbemizi indirdiği zaman, o seferden geri kalanlardan olup da bâtıl özürler beyân eden, Allah'ın elçisine yalan söyleyen kimseler Kur'ân'da zikredildikten zaman, bir kimsenin zikredildiği en şerrli biçimde anılmışlardır. Münezzeh olan Allah şöyle buyurdu: "Seferden onlara döndüğünüz vakit size özür beyân edeceklerdir. De ki: Faydasız özür dilemeyin. Size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize (hâllerinizden birçok) haberler vermiştir. (Bundan sonraki) hareketinizi de Allah, Rasûlü ile beraber görecektir. En sonra gizliyi ve aşikârı bilen Allah 'a döndürüleceksiniz de O size neler yapıyordunuz, hepsini haber verecektir" (Âyet:94)

19. Bâb

“Ey îmân edenler, Allah'ın korumasına girin, bir de sâdık olanlarla beraber olun" (Âyet: 119).

4724 Abdullah ibnu Ka'b ibn Mâlik -ki kendisi Ka'b ibn Mâlik'in yedicisi idi- şöyle demiştir: Ben Ka'b ibn Mâlik'ten işittim, Tebûk kıssasından geri kaldığı zamanki haberini şöyle tahdîs ediyordu: (Bundan sonra ben Rasûlüllah'a şöyle dedim: Yâ Rasûlallah! Allah beni bu badireden ancak doğruluğumla kurtardı. Artık tevbemin kabulü ühâmındandır ki, ben, bundan böyle yaşadığım müddetçe doğrudan başka bir söz söylemeyeceğim.)

-Ka'b dedi ki:- Vallahi Rasûlüllah'a vâki' olan bu sözlerimden beri müslümânlardan hiçbirisini bilmem ki, doğru söylemekte Allah'ın bana yaptığı imtihân (ve mukaabilinde in'âm ve ihsân)dan daha güzel imtihanım ona yapmış olsun! Rasûlüllah'a o sözlerimi arzettikten bugüne kadar yalan söylemek hatırımdan geçmedi. (Bundan öte yaşadığım zaman içinde de Allah'ın beni yalandan koruyacağını umarım.) Azîz ve Celîl olan Allah, Rasûlü'ne: "And olsun ki Allah, Peygamber ile Muhacirler ve Ensâr üzerine tevbe nasîb etti..." âyetim "Sâdıklarla beraber olun" kavline kadar indirdi

20. Bâb

"And olsun size kendinizden öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü'minlere cidden şefkatlidir, çok merhametlidir" (Âyet: 128-129).

"Rauf", "Re'fet" masdarından olup "Çok şefkatli" demektir

4725- Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana İbnu's-Sabbâk şöyle haber verdi: Vahyi yazan kimselerden biri olan Zeyd ibn Sabit el-Ensârî şöyle demiştir: Ebû Bekr, Yemâme'de şehîd olanların ölümü haberini yollayıp beni çağırdı. Yanında Omer de bulunuyordu. Ebû Bekr bana şunları söyledi: Omer bana geldi ve:

- Yemâme gününde insanların öldürülmesi çok şiddetli oldu. Ben diğer harb sahalarında da harbin şiddetli olup Kur'ân hafızlarının şehîd edilmelerinden, bu sebeble de Kur'ân'dan büyükçe bir kısmın zayi' olup gitmesinden endîşe ediyorum, ancak Kur'ân'ı toplamanız hâlinde bu gitme olmaz. Binâenaleyh ben senin muhakkak Kur'ân'ı toplamanı düşünüyorum, dedi.

Ebû Bekr dedi ki: Ben de Omer'e:

Rasûlüllah'ın yapmadığı şeyi ben nasıl yaparım? dedim.

Omer:

— Vallahi bu hayırdır, dedi ve bana bu hususta müracaattan vazgeçmedi. Nihayet Allah benim göğsümü bu iş için açtı ve ben de Omer'in düşündüğünü düşündüm.

Zeyd ibn Sabit dedi ki: Omer, onun yanında konuşmadan oturduğu hâlde Ebû Bekr bana hitaben şöyle dedi:

— Şübhesiz sen genç ve akıllı bir adamsın. Biz seni hiçbir kusurla ittihâm etmiyoruz. Sen Rasûlüllah için vahyi yazıyordun. Bu sebeble sen Kur'ân'ı tetebbu' et ve onu bir araya topla!

Zeyd bu teklife karşı:

- Vallahi eğer bana dağlardan bir dağın nakledilmesini emretmiş olsaydı, o iş benim üzerime Ebû Bekr'in bana emrettiği bu Kur'ân'ı toplama işinden daha ağır olmazdı, dedi.

Zeyd dedi ki: Ben:

— Sizler, Peygamber'in yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz? dedim.

Ebû Bekr:

— Allah'a yemîn ederim ki, bu hayırlı bir iştir, dedi.

Ben bu i'tirâzımı tekrar tekrar ona döndürmekte devam ettim. Nihayet Allah, Ebû Bekr'le Omer'in akıllarını yatırdığı ve göğüslerini ferahlandırdığı bu işe benim de aklımı açtı ve gönlümü ferahlandırdı. Bunun üzerine ben kalktım, Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerinden, hurma dallarından ve hafızların ezberlerinden bir yere topladım. Ve et Tevbe Sûresi'nden iki âyeti, Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım: "And olsun size kendinizden öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir, Üstünüze çok düşkündür. Mü’minlere cidden şefkatlidir, çok merhametlidir" (Âyet:128-129).

Netîcede içlerinde Kur'ân toplanılan bu sahîfeler, Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Ebû Bekr'in yanında kaldı. Sonra Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Omer'in yanında kaldı. Bundan sonra da Omer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı

Bu hadîsi ez-Zuhrî'den rivayet etmesinde Şuayb'e, Usmân ibnu Omer mutâbaat etti. Ve yine Şuayb'e Leys ibn Sa'd da mutâbaat etti. Bunların ikisi de Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan diye rivayet ettiler. Ve el-Leys şöyle dedi: Bana Abdurrahmân ibnu Hâlid, İbn Şihâb'dan tahdîs etti ve: Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin beraberinde buldum, dedi.

Ve Mûsâ ibn İsmâîl, İbrâhîm ibn Sa'd'dan söyledi ki, o: Bize İbnu Şihâb "Ebû Huzeyme'nin beraberinde" şeklinde tahdîs etti, demiştir.

Ve Mûsâ ibn İsmail'e İbrâhîm'den rivayet etmesinde Ya'kûb ibn İbrâhîm mutâbaat edip babası İbrâhîm ibn Sa'd'dan, künye ile "Ebû Huzeyme'nin beraberinde" şeklinde rivayet etmiştir.

Ve Ebû Sâmit Muhammed ibn Ubeydillah el-Medenî de şöyle demiştir: Bize İbrâhîm ibn Sa'd tahdîs edip "Huzeyme'nin beraberinde" yahut "Ebû Huzeyme'nin beraberinde" şeklinde şekk ile ve tahkîk ile söylemiştir.