Geri

   

 

 

 

İleri

 

7- el-A'râf Sûresi

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

İbn Abbâs şöyle demiştir: "Ve riyâşen" (Âyet: 26), "Mal";

"el-Mu'tedîn" (Âyet: 55), duada ve başka işlerde haddi aşanlar;

"Hatta afev" (Âyet: 95), "Nihayet çoğaldılar" ve "Malları çoğaldı";

"el-Fettâh", Kaadı, hâkim, "İftâh beynenâ ve beyne kavmina" (Âyet: 89), "Ey Rabb'imiz, bizimle kavmimiz arasında Sen hakk olanı hükmet";

"Nateknâ" (Âyet: - 171), "Kaldırdık", ("Biz bir zaman, dağı sanki o bir gölgelikmiş gibi çekip üstlerine kaldırmıştık");

"İnbeceset", (Ayet: 160),

"İnfeceret", yani "Kaynayıp aktı";

"Mutebberun" (Âyet: 139), "Hüsrana uğratılmış, helak edilmiş";

"Âsâ", "Tasalanırım"- “Te’se”, "Tasalanma" (el-Mâide: 29)- "Şimdi ben o kâfirler güruhuna karşı nasıl tasalanırım?" (Âyet: 93).

 (Bunların hepsi İbn Abbâs'tan nakledilen tefsirlerdir.)

İbn Abbâs'tan başkası şöyle demiştir:

"Mâ meneake en lâ tescude” (Seni secde etmenden men' eden nedir?) (Ayet: 12) buyuruyor.

"Yahsıfâni" (Âyet: 22), Cennet yapraklarından yapraklar alıp, birbiri üstüne yamamağa başladılar, yaprakların bâzısını diğerine eklemeye başladılar.

"Sev'atihımâ" (Âyet: 22), Âdem ile Havva'nın ferclerinden kinayedir (Cevheri: "Sev'e", "Avret"tir demiştir).

"Mustekarrun ve metâun ilâ hîn” (Bir zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek" (Âyet: 24); "illâ hîn" burada "Kıyâmet gününe kadar" demektir. Arablar indinde "Hîn" bir saatten, sayısı ihata edilmeyecek vakte kadar demektir

“er-Riyâş ve'r-Rîş" bir ma'nâyadır; o da meydana çıkan, görünen güzel ve kıymetli elbiseden ibarettir.

"Kabîluhu" (Âyet: 27), "Kabilesi, kendilerinden olan nesli";

"Iddârekû" (Âyet: 38), "Toplandılar".

“'Meşakku’l-insân ve 'd-dâbbeti” ; “İnsan ve hayvan vücudundaki tabiî delikler" (Âyet: 40). Bunların hepsi "Sumûmen" diye isimlendirilir. Bunun tekili "Semmun"dur. Bu delikler dokuz tanedir: İki gözü, iki burun deliği, ağzı, iki kulak deliği, dübürü, zekerinin veya memesinin deliği.

"Gavâşın" (Âyet: 41), "Örtünülen şeyler", ("Onlara cehennemden döşekler, üstlerine örtüler vardır").

"Nuşuren" (Âyet: 57), "Dağılan, yayılan, esen rüzgârlar";

"Nekiden" (âyet. 58), "Pek az" ("Güzel memleketin bitkisi Rabb’inin izniyle bol çıkar, fena olandan ise fâidesi pek az birşeyden başkası çıkmaz").

"Keenlem yağnev" (Âyet: 92), "Şuayb'ı yalanlayanlar sanki yurtlarında yaşamamışlar gibi oldular".

"Hakîkun" (Âyet: 105), "Hakk" ("Allah'a karşı haktan başkasını söylememekliğim üzerime borçtur").

"ısterhebûhum" (Âyet: 116), "Rehbet" masdarından "Onları korkuttular"; "Telakkafu" (Âyet: 117), "Yutuyor";

"Tâiruhum" (Âyet: 131), "Nasîbleri" ("Gözünüzü açın ki, onların uğursuzluğu ancak Allah tarafındandır, fakat çokları bilmezler").

"Tûfân", Seyl'dendir, çok ölüm için de "Tûfân" denilir.

"el-Kummelu" (Âyet: 133), "Keneler, küçük kenelere benzeyen böcekler".

"Uruş" ve "Arîş" (Âyet: 137), "Bina";

"Sukıta" (Âyet: 149), "Her pişman olan muhakkak eli düşmüştür";

"el- Esbât" (Âyet: 160), İsrâîl oğulları'nın kabileleridir.

"İz ya'dûne fi’s-sebti" (Âyet: 163), Cumartesi gününün harâmlığını bozup haddi aşanlar, "Taaddî", "Tecâvüz"dür.

"Şurrean" (Âyet: 163) “Şevâri’” , yâni "Balıklar akın akın su yüzüne çıkarak";

"Beîsin" (Âyet: 165), "Şiddetli bir azâb',

"Velâkinnehu ahlede ile'l-ardı" (Âyet: 176). "Lâkin o yere, dünyâya meyletti, oturdu, geri kaldı"

"Senestedricuhum" (Âyet; 185), "Biz onları derece derece helake yaklaştırırız", yâni "Biz onlara emniyette oldukları mevki'lerinden geliriz", Yüce Allah'ın "Allah onlara hesâb etmedikleri yerden geliverdi" (el-Haşr; 2) kavli gibi.

"Min cinnetin" (Âyet: 184), "Delilikten".

"Eyyâne mursâha" (Âyet: 187), "Kıyâmetin meydana çıkması ne zamandır?" (Kıyâmetin subûtunun ne zaman olduğunu sorarlar).

"Fe merret bihi" (Âyet: 189), "Havva'ya gebelik devam etti, onu tamamladı".

"Yenzeğanneke" (Âyet: 200), "Sana şeytândan bir hafiflik, bir fit gelirse"; "Tayfun" (Âyet: 201), "Hayâl, delilik, küçük günâh". "Mulimm", "Deli", "Bihi lemem", "Onda delilik vardır"; "Tâifun" da denilir, bu tekildir.

"Yemuddûnehum" (Âyet: 202), "Onları süslüyorlar".

"Hîfeten", "Korkarak", "Hufyeten" ise "Gizlemek" masdarındandır.

"el-Âsâl" (Âyet: 205), tekili "Asîldir ki, ikindi ile akşam arasındaki vakit ma'nâsınadır; "Bukraten ve asîlen" kavli gibi

1. Bâb

Aziz Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Bâbı:

"De ki: Rabb'im ancak hayâsızlıkları, onların açığını, gizlisini (ve her türlü günâhı, haksız isyanı, Allah'a -hiçbir zaman bir burhan indirmediği- herhangi birşeyi eş tutmanızı, Allah'a bilmeyeceğiniz şeyleri isnâd etmenizi) haram etmiştir" (Âyet: 33)

4682 Bize Şu'be, Amr ibn Murre'den; O daEbû Vâil’den; O da Abdullah ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti. Amr ibn Murre dedi ki:

Ben, Ebû Vâil'e:

— Sen bu hadîsi Abdullah ibn Mes'ûd'dan işittin mi? diye sordum.

Ebû Vâil:

— Evet, bunu ondan işittim, dedi ve o bu hadîsi Rasûlüllah'a yükseltti. Dedi ki:

— “Mü'minleri Allah'tan ziyâde fenalıklardan koruyan bir kimse yoktur. Mü'minlerin en büyük koruyucusu olduğu için Allah, açık gizli bütün çirkin işleri haram kılmıştır. Ve yine Allah'tan ziyâde medh ve senayı seven kimse de yoktur. Bunun için Allah kendisini (Kur'ân'da birçok güzel vasıflarla) medhetmiştir”

2. Bâb

"Vaktaki Mûsâ ta'yîn ettiğimiz vakitte geldi, Rabb'i ona (ilâhî sözünü) söyledi. Mûsâ: 'Rabb 'im, göster bana Sen'i göreyim' dedi. Yüce Allah: 'Sen beni kat'iyyen göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, Sen de beni görürsün' buyurdu. Derken Rabb’i o dağa tecellî edince, onu paramparça ediverdi. Mûsâ da baygın yere düştü. Ayılınca: 'Seni tenzih ederim. Sana tevbe ettim. Ben îmân edenlerin ilkiyim' dedi" (Âyet: 143).

İbn Abbâs: "Bana göster (Sana bakayım)", "Bana atıyye ver" demektir, demiştir.

4683 Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Yahûdîler'den bir adam, yüzüne tokat vurulmuş olarak Peygamber'e geldi ve:

— Yâ Muhammedi Ensâr'dan olan sahâbîlerinden bir adam yüzüme tokat vurdu, dedi. Peygamber:

— "Onu çağırın" buyurdu. Akabinde o adamı çağırdılar. Peygamber:

— "Bunun yüzüne niçin tokat vurdun?" diye sordu. O sahâbî:

— Yâ Rasûlallah, ben Yahüdîler'in yanına uğradım. Bu adamdan "Musa'yı bütün beşeriyet üzerine süzüp seçen Allah'a yemîn ederim" derken işittim."Muhammed üzerine de mi?" dedim ve o esnada beni bir Öfke tuttu da ona tokat vurdum, dedi.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Peygamberler arasında beni daha hayırlı kılmayınız. Çünkü kıyâmet günü insanlar bayılacaklar (onlarla beraber ben de bayılacağım). İlk ayılan ben olacağım. Bu sırada ben Musa'yı Arş'ın ayaklarından birini tutmuş olarak göreceğim. Artık Mûsâ benden evvel mi ayıldı, yoksa Tûr'daki ilk bayılması ile mi mücâzât edildi, bilmiyorum" dedi

3. Bâb

"el-Mennu ve's-selvâ (Kudret helvası ve bıldırcın); (Âyet: 160)

4684 Bize Şu'be, Abdulmelik ibn Umeyr'den; o da Amr ibn Hureys'ten; o da Saîd ibn Zeyd (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Domalan mantarı, kudret helvası (gibi Allah'ın külfetsiz ni'metleri) nev'inden bir rızıktır, suyu da göz ağrısına şifâdır" buyurmuştur.

4. Bâb

"De ki: Ey insanlar, şübhesiz ben göklerin ve yerin mülk ve tasarrufuna mâlik olan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın size, hepinize gönderdiği elçisiyim. O hâlde Allah'a ve O'nun ümmî nebî olan Rasûlü'ne -ki kendisi de o Allah'a ve O'nun sözlerine îmân etmekte olandır - îmân edin, O'na tâbi' olun. Tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız" (Âyet: 158)

4685 Ebû İdrîs el-Havlânî tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Ebu'd-Derdâ'dan işittim, şöyle diyordu: Ebû Bekr ile Omer arasında bir münâkaşa olmuştu da, Ebû Bekr, Omer'i öfkelendirmişti. Omer, öfkelenmiş olarak Ebû Bekr'den ayrılıp gitmiş, Ebû Bekr de ondan af istemek için ardından gitmiş. Fakat Omer bu affı yapmayıp Ebû Bekr'in yüzüne kapısını kapatmış. Bunun üzerine Ebû Bekr, Rasûlüllah'ın yanına geldi.

Ebu'd-Derdâ dedi ki: Biz Rasûlüllah'ın yanında bulunuyorduk.

Rasûlüllah:

— "Şu arkadaşınıza gelince, o muhakkak kendisini tehlikeli bir şeye atmıştır" buyurdu.

Ebu'd-Derdâ dedi ki: Omer de Ebû Bekr'i affetmemesinden pişman olup geldi, selâm verdi, Peygamber'in yanına oturdu ve Rasûlüllah'a kendisiyle Ebû Bekr arasında olan haberi anlattı.

Ebu'd-Derdâ dedi ki: Rasûlüllah da öfkelendi. Ebû Bekr ise (iki dizi üstüne çökerek):

— Vallahi yâ Rasûlallah, bu işte ben Omer'den daha çok ileriye gitmişimdir, demeğe başladı.

Bunun üzerine Rasûlüllah hepimize hitâb ederek:

— "Şimdi sizler benim sahibimi bana bırakıyor musunuz? Sizler benim dostumu bana bırakıyor musunuz? Ben: Ey insanlar, şübhesiz ben size, hepinize Allah’ın elçisiyim... dedim de sizler: Sen yalan söyledin, dediniz. Ebû Bekr ise: Sen doğru söyledin, dedi" buyurdu

5. Bâb

Yüce Allah'ın: 'Hıtta Deyiniz" (Âyet:161) Kavli Bâbı

4686 Bize Ma'mer, Hemmâm ibn Münebbih'ten haber verdi ki, o, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İsrâîl oğulları'na: 'Beytu'l-Makdis kapısından secde ediciler olarak (tevazu' ile) giriniz ve Hıtta (Yâ Rabb, dileğimiz günâhımızı affetmendir) deyiniz de günâhlarınızı sizin lehinize mağfiret edelim, denildi. Onlar ise bu emri ters çevirdiler de kıçları üzerinde sürünerek girdiler ve (Hıtta yerine) Habbetu fî şaaratin ( kıl çuval içinde tane) sözünü söylediler"

6. Bâb

“Sen afv yolunu (kolaylığı) tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir" (Âyet: 199)

"Urf" (= Örf), "Ma'rûf' demektir.

4687  İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Uyeyne ibn Hısn ibn Huzeyfe Medine'ye geldi ve kardeşi oğlu Hurr ibn Kays'ın yanına inip misafir oldu. Hurr ibn Kays ise Omer ibnu'l-Hattâb'ın kendisine yaklaştırmakta olduğu kimselerden idi.

Genç, ihtiyar birtakım kurrâ ve fakîhler Omer'in meclislerinin sâhibleri ve onun müşaveresinde hazır bulunan kimselerdi (Omer, mühim âmme işlerini bunlara danışır, müşavere ederdi). Uyeyne, kardeşinin oğlu Hurr ibn Kays'a;

— Ey kardeşim oğlu! Senin şu Emîru'l-Mü'minîn'in yanında yüksek bir mevkiin var. Benim için huzuruna girmeye izin isteyiver, dedi.

- O da

— Ben senin için Halîfe'nin yanına girme izni isteyeceğim, dedi. İbn Abbâs dedi ki: Akabinde Hurr, Uyeyne için izin istedi, Omer de ona izin verdi. Uyeyne, Omer'in yanına girince, ona hitaben:

— Hiyy (yani şu bir felâkettir) ey Hattâb oğlu! Vallahi sen bize ne bol atıyye verirsin, ne de aramızda adaletle hükmedersin! dedi.

Omer bu sözlerden öfkelendi de Uyeyne'nin üzerine yürümeye kasdetti. Heybetli Halîfe bu bedevi zorbayı döveceği sırada, kardeşi oğlu Hurr ibn Kays müdâhale ederek:

— Yâ Emîra'l-Mü'minîn! Şübhesiz Yüce Allah, Peygamber'ine: ''Halkın kusurlarını affet, ma'rûf ile emreyle ve câhillerden yüz çevir'' buyurdu. Ve şübhesiz bu Uyeyne de o câhillerdendir, dedi.

İbn Abbâs dedi ki: Hurr ibn Kays bu âyeti okuyunca, o haşmetli Halîfe, olduğu yerde çakılmış gibi irkildi. Vallahi bir adım ileri gitmedi. Esasen Omer, Allah Kitâbı'nın mukaddes huzurunda durup kalmak i'tiyâdmda idi.

4688 Bize Vekî' ibnu'l-Cerrâh, Hişâm'dan; o da Bâbası Urve'den; o da Abdullah ibnu'z-Zubeyr (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, o, "Affı tut, ve urf ile emret..." kavli hakkında:

— Allah bu âyeti ancak insanların ahlâkı hususunda indirdi, demiştir.

4689- Abdullah ibnu Berrâd da şöyle dedi: Bize Ebû Usâme tahdîs etti: Bize Hişâm, babası Urve'den tahdîs etti ki, Abdullah ibnu'z-Zubeyr:

— Allah, Peygamberi'ne insanların ahlâkından affı alıp tutmasını emretti, demiştir yahut da dediği gibi demiştir.