Geri

   

 

 

 

İleri

 

17- Uhud Gazvesi Bâbı

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Hani sen, mü’minleri muharebeye elverişli yerlerde ta'biye etmek üzere erkenden ailenden (Medine'den) ayrılmıştın, Allah hakkiyle işitendi, kemâliyle bilendi" (Âlu İmrân: 121).

Ve zikri ulu olan Allah'ın şu kavli: " (Ey mü'minler) gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten) mü 'min iseniz (düşmanlarınızdan) çok üstünsünüzdür. Eğer size (Uhud'da) bir yara değmiş bulunuyorsa (Bedir'de) o kavme de o kadar yara değmiştir. O günler (öyle günlerdir ki) biz onları insanlar arasında (nevbetleşe nevbetleşe) döndürür dururuz. (Bu da) Allah'ın (ezeldeki) ilmini imân edenlere açıklaması, içinizden şehîdler edinmesi, mü'minleri tertemiz yapıp kâfirleri helak etmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez. Yoksa siz, Allah içinizden savaşanları belli etmeden, sebat edenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? And olsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzûlamıştınız. İşte onu gerçekten gördünüz de. Şimdi siz ona bakıp duruyorsunuz" (Âlu İmrân: 139-143).

Ve Allah'ın şu kavli:

"Andolsun ki, Allah'ın size olan va'di - O'nun izni ile onları öldüregeldiğiniz, hattâ sevmekte olduğunuz zaferi de size gösterdiği zamana kadar - yerine gelmişti. (Sonra) siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz. İçinizden kimi dünyâyı istiyor, yine içinizden kimi âhireti diliyordu. Sonra Allah size ibtilâ vermek için sizi onlardan geri çevirdi. (Bununla beraber) sizi muhakkak bağışladı da. Zâten Allah mü’minlere bol lütuf ve inayet sahibidir” (Âlu İmrân: 152).

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rabbleri katında diridirler. (Allah'ın) lûtfu inayetinden, kendilerine verdiği (şehîdlik mertebesi) ile hepsi de şâd olarak (cennet ni'metleriyle) rızıklanırlar.

Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da: Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir diye müjde vermek isterler" (Âlu İmrân: 169-170).

4091 Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud gününde: "İşte şu atının başını tutmuş (harekete hazır) bulunan Cibril'dir, üstünde de harb cihazı vardır" buyurdu.

4092-.....Ukbetu'bnu Âmir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud şehîdleri üzerine sekiz yıl sonra cenaze namazı kıldı. (Rasûlüllah ölümünden biraz önce) dirilere ve ölülere veda edici gibiydi. Sonra (Medine'ye gelip) minbere çıktı da şöyle buyurdu:

— "Ben sizin kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Ben sizin Hakk yolundaki hizmetlerinize şehâdet edeceğim. Kıyâmet gününde buluşma yeriniz havuzdur. Şübhesiz ben şimdi şu makaamımda havuza bakmaktayım. Emin olunuz ben, sizin müşrik olacağınızdan korkar değilim. Lâkin ben sizin üzerinize dünyâya rağbet etmenizden, dünyâ hakkında nefsâniyet yarışına girişip birbirinizle didişmenizden endîşe ederim".

Ukbe ibn Âmir: İşte Rasûlüllah'ı bu görüşüm, minber üzerinde O'nu son görüşüm oldu, demiştir.

4093  el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz o gün, yani Uhud günü müşriklerle karşılaştık. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) okçulardan ibaret olan bir askerî birliği yerlerine oturttu, başlarına da Abdullah ibnu Cubeyr'i kumandan ta'ynı etti ve onlara:

— "Bizim düşmanlara gâlib geldiğimizi görseniz de yerlerinizden ayrılmayın, düşmanların bize gâlib geldiklerini görseniz de yine yerlerinizden ayrılmayın, bize yardım da etmeyin (yani hiçbir surette mevziinizi terketmeyin)”1 emrini verdi.

Biz düşmanlarla karşılaşıp harbe girişince, müşrikler bozularak kaçtılar, hattâ ben kadınları bacaklarından örtülerini kaldırmışlar ve ayaklarındaki halkaları meydana çıkmış olarak dağda sür'atle yürüyüp kaçarlarken gördüm. Bu sırada müslümânlar:

— Ganîmet alın! Ganimet alın! Demeye başladılar. Bu durumda Abdullah ibnu Cubeyr:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benden yerlerinizden ayrılmama ahdi aldı, dedi.

Maiyyetindeki okçular dayatınca yüzleri döndürüldü (yani şaşırıp nereye gideceklerini bilemediler). Akabinde müslümânlardan yetmiş kişi şehîd edildi. Ebû Sufyân Sahr ibnu Harb yükseğe çıktı da:

— Topluluk içinde Muhammed var mı? Diye seslendi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Ebû Sufyân'a cevâb vermeyiniz'' buyurdu. Ebû Sufyân bu sefer:

— Topluluk içinde Ebû Kuhâfe'nin oğlu (Ebû Bekr) var mıdır? Dedi.

Peygamber yine:

— "Ebû Sufyân'a cevâb vermeyin" buyurdu. Ebû Sufyân tekrar:

— Topluluk içinde Hattâb oğlu var mıdır? diye sordu.

Bu sorularına cevâb alamayınca Ebû Sufyân, arkadaşlarına döndü de:

— Şübhesiz bunlar öldürülmüşlerdir, şayet diri olsalardı cevâb verirlerdi, dedi. Bu sırada Omer nefsine mâlik olamadı da:

— Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Allah seni üzecek -yahut horlayacak- şeyleri, senin aleyhine bakî kılmıştır, dedi.

Ebû Sufyân:

— Yâ Hubel! Yüksel, işin yükselsin! Dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Ebû Sufyân'a cevâb verin" buyurdu.

— Ne söyleyelim? dediler. Peygamber:

— "Allah en yüksek ve en uludur deyin" buyurdu. Ebû Sufyân:

— Bizim için el-Uzzâ var, sizin Uzzâ'nız yoktur, dedi. Peygamber:

— "Ona cevâb veriniz" buyurdu. Sahâbîler:

— Ona ne söyleyelim? dediler. Peygamber:

— "Allah bizim Mevlâ'mızdır, sizin mevlâmzyoktur deyin" buyurdu.

Ebû Sufyân:

— Bu, Bedir gününe mukaabil bir gündür. Harb nevbet nevbettir (yani bir nevbet sizin lehinize, bir nevbet bizim lehimizedir). Sizden öldürülenlerde kulak ve burun kesilmesi bulacaksınız; bunu ben emretmedim. Bunu emretmemiş olsam da bu müsle işi beni kötüleştirmez, dedi.

4094- Bana Abdullah ibnu Muhammed haber verdi. Bize Sufyân ibnu Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh): Birtakım insanlar Uhud gününün sabahında şarâb içtiler, sonra (o şarâb karınlarında iken) şehîd olarak öldürüldüler, demiştir.

4095 Bize Şu'be, Sa'd ibnu İbrahim'den; o da babası İbrahim'den haber verdi ki, babası Abdurrahmân ibn Avf oruçlu bulunduğu bir gün, önüne iftar sofrası getirilmiş. Abdurrahmân ibn Avf (bu zengin sofraya bakıp) şöyle demiştir:

— Mus'ab ibnu Umeyr, (Uhud günü) şehîd edildi. Halbuki Mus'ab, benden çok hayırlı idi. Bu şehîd, kefen yerine bir kaftana sarılmıştı ki, bununla başı örtülse ayakları açılıyordu; ayakları örtülse başı açılıyordu.

Râvî îbrâhîm dedi ki: Öyle sanıyorum ki, babam Abdurrahmân ibn Avf, sözüne şöyle devam etti:

— Yine Uhud'da Hamza da şehîd edildi. O da benden hayırlı idi. (O da böyle kefenlendi. Onlar böyle zühdî bir hayât içinde âhirete gittiler.) Sonra dünyâdan bize serilen ni'metler önümüze serildi -yahut da babam: Dünyâdan bize verilen ni'metler verildi-. Biz âhiret için kazandığımız hasenelerimizin acele edilip de dünyâda bize verilmiş olmasından endîşe etmişizdir, dedi. (O şehîdlerin yüksek derecelerine ulaşmanın geciktiğine üzüldü.)

Sonra ağlamaya başladı, hattâ iftar yemeğini terkeyledi.

4096 Câbir ibnu Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir er kişi Uhud günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e:

— Ben öldürülürsem, benim nerede olacağımı bana haber ver! dedi.

Peygamber:

— "Cennette (olursun)" buyurdu.

Bunun üzerine o kişi, elindeki yemekte olduğu hurmaları hemen yere attı ve sonra harbe girişti de şehîd oluncaya kadar vuruştu.

4097 Habbâb ibn Erett (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler (dünyâyı değil) Allah rızâsını arayarak, Rasûlüllah'ın beraberinde hicret ettik. Artık ecrimiz (Allah'ın va'di gereği) Allah'a vâcib oldu. Bizlerden buradaki ecrinden hiçbirşey yemeden âhirete geçenler, yahut gidenler vardır. Bunlardan biri Mus'ab ibnu Umeyr'dir. O, Uhud günü şehîd edildi. Geriye bir kaftandan başka birşey bırakmadı. Biz onun başını bu kaftânıyle örttüğümüzde ayakları meydana çıkıyor, bu kaftanla ayaklarını örttüğümüzde başı meydana çıkıyordu. Bu yokluk karşısında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize:

— "Bu kaftan ile şehidin başını örtün, ayakları üzerine de ızhır denilen ot koyun "; yahut: "Ayakları üzerine ızhır atın" buyurdu.

Bizlerden, kendilerine hicret meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır.

4098- Ve bize Hassan ibnu Hassan haber verdi: Bize Muhammed ibnu Talha tahdîs etti: Bize Humeyd et-Tavîl, Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten şöyle tahdîs etti: Enes ibn Mâlik'in amcası Enes ibnu'n-Nadr, Bedir harbinde hernasılsa bulunamamıştı. Bundan dolayı kendisi:

— Ben, Peygamber'in ilk harbinde bulunamadım. Vallahi eğer Allah beni Peygamber'in beraberinde müşriklerle yapılacak harb meydanında hazır bulundurursa, yapacağım yiğitlik çalışmalarımı, kahramanlık faaliyetlerimi Allah elbette herkese gösterecektir, derdi.

Enes ibnu'n-Nadr Uhud harbine katıldı, orada insanlar bozulunca:

— Yâ Allah, şunların, yânı müslümânların yaptıkları bozgunculuktan Sana karşı özür beyân edip kabulünü isterim. Şu müşriklerin yaptıkları cinayetlerden de Sana sığınırım, dedi ve kılıcı ile müşriklere doğru ilerledi. Bu sırada Sa'd ibn Muâz'a rastgelip, ona:

— Ey Sa'd, nereye çekiliyorsun? Muhakkak ki, ben cennetin kokusunu Uhud Dağı'nın önünde buluyorum, deyip çarpışmaya geçti ve harb meydanında yiğitlik hârikaları gösterdi; sonunda şehîd edildi.

İbnu'n-Nadr'in cesedi tanınmadı. Nihayet onu kızkardeşi (er-Rubeyy' bintu'n-Nadr) vücudundaki bir ben'den yahut parmak uçlarından tanıyabildi. Enes ibnu'n-Nadr'ın vücûdunda büyük küçük seksenden fazla mızrak, kılıç ve ok yarası sayılmıştı.

4099 Bize İbnu Şihâb tahdîs etti. Bana Hârice ibnu Zeyd ibn Sabit haber verdi ki, kendisi babası Zeyd ibn Sâbit'ten şöyle derken işitmiştir: Ben Kur'ân'ın sahîfelerini Mushaf'a yazdığımız sıra el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti kaybettim. Ben o âyeti Rasûlüllah okurken işitip durduğum hâlde yazılı olarak bulamamıştım. Biz o âyeti araştırdık ve nihayet onu, -Rasûlüllah'in şâhidliğini iki şâhid yerine tuttuğu- Huzeyme ibn Sabit el-Ensârî'nın yanında bulduk: "Mü 'minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de bunu bekliyor. Onlar hiçbir suretle ahidlerini değiştirmediler" (el-Ahzâb: 23).

En sonu biz bu âyeti de (hey'etin kararıyle tevatürü sabit olduğu için) Mushaf'taki sûresine koyduk.

4100 Zeyd ibn Sabit (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud gazvesine çıktığı zaman (Medîne ile Uhud arasındaki Şevt bustânında) beraberinde yola çıkmış olanlardan birtakım insanlar geri döndüler. Peygamber'in sahâbîleri iki fırka oldular. Bir fırka: Biz bu geri dönen münafıklarla harb ederiz, diyor; diğer fırka da: Biz (onlar müslümân oldukları için) onlarla harb etmeyiz, diyordu. Bu görüş ayrılığı üzerine şu âyet indi: "Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında -Allah onları kazandıkları (bunca günâhlar) yüzünden tepesi aşağı getirdiği hâlde- iki zümre oluyorsunuz? Allah'ın saptırdığını siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol bulamazsın" (en-Nisâ: 88).

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Medîne Taybe'dir; ateş gümüşün pisliklerini giderdiği gibi Medîne de günâhları dışarıya atar" buyurdu.